"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Buhari 2978

2978-İbn Abbas şöyle dedi: Bana Ebu Sufyan haber verdi ki, kendisi Resulallah ile Kureyş kafirleri arasında yapılmış olan Hudeybiye barış anlaşması müddeti içinde, ticaretçiler olarak Şama gelmiş bulunan Kureyşten birtakım adamlar arasında Şamda bulunuyormuş. Ebu Sufyan dedi ki: Akabinde Kaysarın elçisi bizleri Şamın bir yerinde buldu. Ben ve arkadaşlarım götürüldük. Nihayet İliya beldesine geldik. Kaysarın huzuruna girdirildik. Bir de gördük ki Hırakliyus üzerinde tac olduğu halde hükümdarlık tahtında oturmuş, etrafında Rum büyükleri vardı. Hırakl, tercümanına:

— Peygamber olduğunu söyleyen şu zata nesebce en yakın hangisidir, onlara sor, dedi. Ebu Sufyan dedi ki: Ben:

— Ona neseben en yakınları benim, dedim. Kaysar:

— Onunla senin arandaki yakınlık nedir? dedi.

— O benim amcamın oğludur, dedim.

O gün o kaafilenin içinde benden başka Abdu Menaf oğullarından kimse yoktu. Kaysar:

— Onu bana yaklaştırınız, dedi ve arkadaşlarımla ilgili emri de verdi.

Arkadaşlarımı benim omuzumun yanına sırtımın arka tarafına oturttular.

Sonra Hırakl, tercümanına:

— Bunun arkadaşlarına söyle: Ben Peygamber olduğunu söyleyen o zat hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Eğer bu bana yalan söylerse, sizler onu yalanlayınız! Dedi.

Ebu Sufyan dedi ki: Vallahi o gün arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı yaymalarından utanmak olmasaydı, Hırakliyus bana Peygamberden sorduğu zaman, muhakkak Ona yalan söylerdim. Fakat ben arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı nakledip yayacaklarından utandım da Hırakliyusa doğru söyledim.

Sonra Kaysar, tercümanına:

— Ona sizin içinizde Onun nesebi nasıldır? Diye sor, dedi. Ben:

— İçimizde O büyük bir neseb sahibidir, dedim.

— Sizden bu sözü Ondan evvel söylemiş (yani Ondan evvel peygamberlik iddiası etmiş) bir kimse var mıydı? dedi.

— Yoktu, dedim,

— O söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce sizler Onu hiç yalanla ittiham ediyor muydunuz? dedi.

— Hayır, dedim.

— Babaları içinde bir melik var mıydı? dedi.

— Hayır yoktu, dedim.

— Ona insanların eşrafı mı, yoksa zaifleri mi tabi oluyorlar? dedi.

— Halkın zaifleri daha çok tabi oluyorlar, dedim.

— Ona tabi olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? dedi.

— Artıyorlar, dedim.

— Dine girişten sonra Onun dinini beğenmemezlikten dolayı dinden dönen kimse oluyor mu? dedi.

— Hayır olmuyor, dedim.

— O gadr ediyor mu (yani ahdini bozuyor mu)? dedi.

— Hayır gadr etmez. Ancak şimdi biz Onunla bir müddete kadar silah bırakma halindeyiz; ahdini bozmasından korkuyoruz, dedim.

Ebu Sufyan dedi ki: Kaysarla olan bu mükalemede bana, içine birşey girdirip de onunla Muhammedin şanını eksilteceğim bir söz söylemek mümkün olmadı. Benden, bundan başkasının nakledilmesinden korkmuyorum. Kaysar bana:

— Onunla hiç harb ettiniz mi? Yahut O sizinle harb etti mi?

dedi.

— Evet, Onunla harb ettik, dedim.

— Öyleyse Onun harbi ve sizin harbiniz nasıl oldu? dedi.

— Harb talii (bizimle Onun arasında) nevbet nevbet olur: Bir kere O bize galib olur, diğer kere biz Ona galib oluruz, dedim.

Hırakliyus:

— O sizlere ne emrediyor? dedi.

— O bizlere, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayarak yalnız Allaha ibadet etmemizi emrediyor ve Babalarımızın ibadet edegeldikleri putlardan bizleri nehyediyor. Ve yine O, bizlere namaz kılmayı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı, ahde vefakarlığı, emaneti eda etmeyi emrediyor, dedim.

Ben bunları ona söylediğim zaman o, kendi tercümanına dedi ki:

— Ona şunları şöyle: Ben sana içinizde Onun nesebini sordum; sen Onun yüksek neseb sahibi olduğunu söyledin. Resuller de zaten böyle kavimlerinin yüksek neseb sahibleri içinden gönderilir. Ben sana: Sizden bu peygamberlik sözünü Ondan önce söylemiş bir kimse var mıdır? dedim; sen: Hayır yoktur, dedin. Ben de: Eğer sizden bu sözü Ondan evvel söylemiş bir kimse olaydı, kendisinden önce söylenmiş olan bir söze uyup taklide kalkışan bir adamdır diye düşünürdüm, dedim. Ben sana: O, dediğini demesinden önce sizler Onu yalan söylemekle suçluyor mu idiniz? dedim; sen: Hayır, dedin. Ben de kesin surette bildim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi işlememiş bir kimse (sonradan) Allaha karşı yalan söylemeye cesaret edemez. Ben sana: Onun Babaları, dedeleri içinden bir melik olmuş mudur? diye sordum; sen: Hayır olmamıştır, dedin. Ben de: Babalarından bir melik olaydı bu da Babalarının hükümdarlığını geri almak isteyen bir kimsedir diye hükmederdim, dedim.Ben sana: Ona insanların eşrafı mı tabi oluyorlar yoksa zaifleri mi? diye sordum; sen: Ona tabi olanların insanların zaifleri olduğunu söyledin. Resullerin tabileri de zaten onlardır. Ben sana: (Ona tabi olanlar) artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? diye sordum; onlar artıyorlar, dedin. İman keyfiyeti de tamam oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sana: Onun dinine girdikten sonra dinini beğenmemezlikten dolayı irtidad eden oluyor mu? diye sordum; sen: Hayır, dedin. İman da mucib olduğu iç ferahlığı kalblere karışıp kökleşince böyle olur; onu kimse sevmemezlik etmez. Ben sana: O zat gadr eder mi (yani ahdine vefasızlık eder mi)? diye sordum; sen: Hayır o gadr etmez, dedin. Resuller de böyle olur; onlar gadr etmezler. Ben sana: Siz Onunla harb ettiniz mi ve O sizinle harb etti mi? diye sordum. Sen: Onun harb, yaptığını, sizin harbiniz ve Onun harbinin nevbet nevbet değişir olduğunu, bir defa Onun sizlere galib gelir, diğer defa da sizler Ona galib gelir olduğunuzu söyledin. Resuller de böyledir. Onlar (Allah tarafından taat yolunda sabırlarının ve gayretlerinin çokluğu sebebiyle ecirleri büyük olsun diye) belalara uğratılırlar, sonra da makbul akıbet onların lehine olur. Ben sana: O size ne emrediyor? diye sordum! Sen: Onun sizlere Allaha ibadet etmenizi ve Ona hiçbirşeyi ortak yapmamanızı emreder olduğunu, babalarınızın ibadet edegeldikleri putlardan sizleri nehyeder olduğunu, keza sizlere namaz kılmayı, sadaka vermeyi, haramlardan el çekip iffetli olmayı, ahde vefa etmeyi, emaneti yerine getirmeyi emreder olduğunu söyledin.

Hırakliyus dedi ki:

— İşte bu söylediklerin peygamberin sıfatlarıdır. Zaten ben bir peygamberin çıkacağını bilir idim. Lakin onun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer bu dediklerin doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yere yakında o Zat malik olacaktır. Onun yanına ulaşabileceğimi umud eder olaydım, Onunla buluşmak için elbette her türlü zahmete katlanırdım. Onun yanında olaydım (hizmet ederek) elbette ayaklarını yıkardım.

Ebu Sufyan şöyle dedi: Bundan sonra Hırakliyus Resulallahın mektubunu istedi. Mektub okundu: Mektubun içinde şunların yazılmış olduğunu gördük:

“Rahman ve Rahim olan Allahın ismiyle

Allahın kulu ve Resulü Muhammedden Rumun büyüğü Hırakle,

Hidayet yoluna uyanlara selam olsun! Bundan sonra: (Ey Rum Milletinin büyüğü!) Ben seni İslam davetine çağırıyorum. Müslüman ol ki selamette bulunasın. Müslüman ol ki Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen Hristiyan çiftçilerin günahı senin üzerinedir.”

“Ey Kitablılar! Bizimle sizin aranızda müsavi ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah tan başkasına tapmayalım. Ona hiçbirşeyi eş tutmayalım, Allahı bırakıp da birbirimizi rabbler edinmeyelim. Eğer (Kitablılar bu davetten) yüz çevirirlerse, siz de onlara: Şahid olun, biz muhakkak müslümanlarız deyin” (Ali İmran: 64).

Ebu Sufyan dedi ki: Hırakl sözünü bitirince etrafında bulunan Rum büyüklerinin sesleri yükseldi ve gürültüleri çoğaldı. Ben onların ne dediklerini bilemiyorum. Bizimle ilgili emir verildi de bizler dışarı çıkarıldık. Arkadaşlarımla beraber dışarı çıkıp da onlarla yalnız kalınca, onlara:

— İbnu Ebi Kebşenin (yani Muhammedin) işi hakikaten azamet peyda etti. Bu Benul-Esfar Meliki Ondan korkuyor, dedim. Ebu Sufyan dedi ki: Allaha yemin olsun ki, kendim isteksiz olduğum halde Allah kalbime İslamı girdirinceye kadar ben Peygamberin işinin muhakkak galib geleceğine boyun eğici ve kesin bilici olmakla devam ettim.