Alalu ancak bir göz atabildi buna: Kaderi olan rotada hızla hareket ederken Alalu’nun yolundan çekiliverdi. Derken kar renkli Dünya (buzul çağı) göründü; göksel hesaba göre yedinci. Alalu rotasını bu gezegene çevirdi, o davetkar hedefe. Nibiru’dan daha küçük, cezbedici bir top, cezbedici ağı Nibiru’nun kinden zayıftı.
Atmosferi Nibiru’nun kinden inceydi, içindeki bulutlar girdaplanarak önüyorlardı. Aşağıda Dünya üç bölgeye ayrılmıştı.
Tepesi ve dibi kar beyazı, arası mavi ve kahverengi. Alalu arabanın durduran kanatlarını beceriyle sardı ki Dünya’nın topunun çevresinde dönebilsin. Orta bölgedeki kuru toprakları ve sulu okyanusları ayırt edebiliyordu artık.
Nüfuz eden ışını aşağıya yöneltti ki Dünya’nın iç kısımlarını tarayıp saptasın. Buldum onu, diye coşkuyla bağırdı: Altın, çok miktarda altın belirtiyordu ışın; koyu renkli bölgenin altında ve sularda da.
Kalbi heyecanla atan Alalu bir karara varmak için düşünmeliydi: Arabasını kuru toprak üstüne indirerek çakılmayı göze alıp mı ölecekti? Rotasını sulara çevirip batıp yok olmayı mı göze alacaktı? O çok değerli altının kaşifi olmak için hangi yolla kalacaktı hayatta? Kartalın koltuğunda Alalu hiç kıpırdamıyordu; kısmetin ellerine teslim etmişti arabayı. Dünya’nın çeken ağına tam olarak yakalanan araba daha da hızlanmıştı.
Açık kanatları ışıldamaya başladı; Dünya’nın atmosferi bir fırın gibiydi. Derken araba sallandı, incitici bir gök gürültüsü yaydı. Aniden yere çakıldı araba, aynı anilikle duruverdi her şey birden. Sallantıdan sersemlemiş, çakılmadan dolayı bayılmış olan Alalu hiç kıpırdamıyordu. Sonra gözleri aralandı ve hala yaşadığını anladı; altın gezegenine inmişti zaferle.