"Enter"a basıp içeriğe geçin

Etiket: 8. İçgüdü

İçgüdüler alışkanlıklarla karşılaştırılabilir, ama kökenleri farklıdır – Darwin

İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir. Burada, zihnî yetiler konusunda elimden gelenin, yaşamın kendisinin kökeni konusundakinden çok olmadığını önceden söylemek isterim. Yalnızca içgüdülerin farklılıkları ve aynı sınıftan olan hayvanların öbür zihinsel yetileri ile ilgilenmekteyiz.

İçgüdüyü tanımlamaya kalkmak istemiyorum. Farklı birçok zihinsel eylemin bu terimle anlatıldığını göstermek kolaydır; ama ben Kül rengi guguğu göç etmeye ve yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakmaya dürten içgüdüdür deyince, ne demek istediğimi herkes anlar. Yapabilmemiz için denememiz gereken bir işi, bir hayvan, özellikle çok genç bir hayvan, hiç denemeden yapıyorsa, ve bireylerin birçoğu da aynı tarzda davranıyorsa, bunun içgüdüsel olduğu çoğu zaman söylenir. Ama bu ıralardan hiçbirinin evrensel olmadığını gösterebilirim. Pierre Hubert’in belirttiği gibi, doğadaki aşağı aşamalarda bulunan hayvanlarda bile, yargılama ve düşünme yetisi, pek az da olsa, çoğu zaman işe karışır.

Frederick Cuvier ve yaşlı birkaç metafizikçi, içgüdüyü alışkanlıkla karşılaştırdılar. Bu karşılaştırma içgüdüsel bir işin yapıldığı zihin durumunun doğru bir bilgisini vermektedir, ama onun kökenini her zaman vermemektedir sanırım. Alışkanlığa bağlı işlerin birçoğunu ne denli bilinçsizce, ve bilinçli isteğimizle çoğu zaman doğrudan doğruya ve gerçekten çatışmalı olarak yaparız! Bununla birlikte, sağduyu ile ya da istençle onlarda değişiklik yapılabilir. Alışkanlıklar başka alışkanlıklarla zamanın belirli dönemleriyle, ve vücudun durumlarıyla kolayca birleşir. Bir kez kazanılan alışkanlıklar, çoğu zaman ömür boyu değişmeden kalır. İçgüdülerle alışkanlıklar arasında başka benzerlikler de gösterilebilir. Çok iyi bilinen bir türküyü söylerken olduğu gibi, içgüdülerde de eylemlerden birinin öbürünü izlemesinde bir çeşit ritim vardır; bir kimse türkü söylerken, ya da herhangi bir şeyi ezbere yinelerken araya girilirse, alışılmış düşünme sırasını yeniden yakalamak için geriye dönüp baştan başlar: P. Huber, hamağa benzer çok karmaşık bir koza ören bir tırtılın da böyle davrandığını bulmuştur; kozasını diyelim ki örümündeki altıncı aşamaya dek tamamlamış bir tırtılı alıp örümünün ancak üçüncü aşamasına dek tamamlanmış bir kozaya koyunca, tırtıl kozanın dördüncü, beşinci, ve altıncı aşamalarını yeniden örmektedir. Bununla birlikte, bir tırtıl, örneğin, üçüncü aşamasına dek örülmüş bir kozadan alınıp altıncı aşamasına dek tamamlanmış bir kozaya konursa, işinin çoğu önceden yapılmış ise de, hayvan bundan hiçbir çıkar sağlayamamakta, ve kozayı tamamlamak için, işini bıraktığı yerden, üçüncü aşamadan, başlamaya zorlanmış görünmektedir, ve önceden bitmiş işi tamamlamaya uğraşmaktadır.

Alışılmış bir eylemin kalıtsallaştığını varsayarsak –ve bunun bazen böyle olduğu gösterilebilir– o zaman, başlangıçta bir alışkanlık olan şey ile içgüdü olan şey arasındaki benzerlik, onlar birbirinden ayırt edilemeyecek kadar artar. Mozart, üç yaşındayken pek az bir çalışmayla piyano çalacağı yerde, hiç çalışmadan bir ezgi çalmış olsaydı, bunu içgüdüyle yaptığı gerçekten söylenebilirdi. Ama bir tek kuşakta alışkanlıkla birçok içgüdü edinildiğini ve sonra ardışan kuşaklara soya çekimle iletildiğini varsaymak ağır bir yanılgı olur. Bildiğimiz en şaşırtıcı içgüdüler, örneğin Bal arısının ve karıncaların birçoğunun içgüdüleri, alışkanlıkla kazanılmış olamaz.

İçgüdülerin, bir türün bugünkü yaşam koşullarında o türün esenliği için vücudun parçaları kadar önemli olduğu evrensellikle kabul edilecektir. Değişmiş yaşam koşullarında, hafif içgüdü değişikliklerinin bir türe yararlı olabilmesi pek düşünülemez; ve içgüdülerin pek az da olsa değiştikleri gösterilebilirse, o zaman, herhangi bir ölçüde yararlı içgüdü değişimlerinin doğal seçmeyle saklanmasında ve biriktirilmesinde hiçbir güçlük göremem. En karmaşık ve en şaşırtıcı içgüdülerin böyle türediğine inanıyorum. Maddesel yapıda değişiklikler nasıl ortaya çıkıyor, kullanılmayla ya da alışkanlıkla çoğaltılıyor ve kullanılmamayla azaltılıyor ya da yitiyorsa, içgüdülerde de böyle olduğundan kuşkulanmıyorum. Ama, birçok durumda, içgüdülerin kendiliğinden değişimlerinde, yani vücut yapısında hafif sapmalara yol açan aynı bilinmeyen nedenlerden ötürü ortaya çıkan değişimlerinde, alışkanlığın etkilerinin doğal seçmeninkilere göre ikinci derecede önemli olduğuna inanıyorum.

Sayısız, hafif, ama yararlı değişimlerin yavaş ve aşamalı birikimi ayrı tutulursa, doğal seçmeyle belki de karmaşık hiçbir içgüdü türetilemez. Bundan dolayı, maddesel yapının gelişiminde olduğu gibi, her karmaşık içgüdünün kazanıldığı gerçek geçişsel aşamaları doğada bulamamamız gerekir –çünkü onlar, her türün ancak doğrudan doğruya atası olan canlılarda bulunabilir– ama bu aşamaların bazı kanıtlarını aynı soyun yan dallarında bulmalıyız; ya da hiç değilse böyle aşamaların olabildiğini gösterebilmeliyiz; ve bunu kesinlikle yapabiliyoruz. Avrupa ve Kuzey Amerika dışında yaşayan hayvanların içgüdüleri pek az incelendiği için, ve tükenmiş türlerin hiçbir içgüdüsü bilinmediği için, en karmaşık içgüdülere çıkan sayısız aşamaların nasıl ortaya çıkarılacağını bulmak beni şaşırttı. Aynı türün, ömrünün farklı dönemlerinde, ya da yılın farklı mevsimlerinde, ya da farklı koşullarda vb. farklı içgüdüleri olması, bazen içgüdü değişmelerini kolaylaştırabilir: Böyle durumlarda içgüdülerden biri ya da öbürü doğal seçmeyle saklanabilir. Doğada, aynı tür içinde böyle içgüdü farklılıkları olduğuna örnekler gösterilebilir.

Bundan başka, maddesel yapının durumuna ve teorime uygun olarak, her türün içgüdüsü kendi yararınadır, ve bilebildiğimiz kadarı ile, asla öbür türlerin çıkarı için türememiştir. Görünüşte yalnızca başka bir hayvanın çıkarına olduğunu bildiğim en garip içgüdülerden biri, ilkin Huber’in gözlediği gibi, Yaprak bitlerinin (aphides) kendi tatlı çıkartılarını (excretion) karıncalara isteyerek vermesidir. Aşağıdaki olgular, Yaprak bitlerinin bunu gönüllü olarak yaptığını göstermektedir: Bir kuzukulağı bitkisindeki bir düzineye yakın Yaprak bitinin yanından bütün karıncaları uzaklaştırdım, ve yeniden bir araya gelmelerini birkaç saat önledim. Bu sürenin sonunda, Yaprak bitlerinin artık boşalmak isteyeceğine iyice inandım. Onları bir süre büyüteçle inceledim, ama hiçbiri çıkartı vermedi; sonra elime aldığım bir kılla, karıncaların duyargalarıyla yaptığı gibi, Yaprak bitlerini becerebildiğim kadar gıdıkladım ve okşadım; ama sonuç hiç değişmedi. Bunun üzerine karıncalardan birini koyverdim; karınca, büyük bir coşkuyla Yaprak bitlerine koştuğuna bakılırsa, verimli bir sürü bulduğunu çok iyi anlamıştı; duyargalarıyla önce Yaprak bitlerinden birinin ve sonra başka birinin karnını (abdomen) sıvazlamaya başladı; Yaprak bitlerinin her biri, duyargaların dokunduğunu duyar duymaz, gerisini hemen yukarı kaldırıp karıncanın büyük bir istekle yalayıp yuttuğu saydam ve tatlı bir damla sıvı çıkardı. Pek genç Yaprak bitleri bile böyle davrandı. Bu, yapılan işin içgüdüsel olduğunu, ve yaşantı sonucu olmadığını gösteriyordu. Huber’in gözlemlerine göre, Yaprak bitlerinin karıncalardan tiksinmediği besbellidir: Karıncalar olmayınca, Yaprak bitleri sonunda çıkartılarını boşaltmak zorunda kalmaktadır. Ama bu çıkartı aşırı yapışkan olduğu için, uzaklaştırılmasının Yaprak bitlerini rahatlattığından kuşkulanılamaz; bundan ötürü, Yaprak bitlerinin çıkartı vermesi belki yalnızca karıncaların yararına değildir. Herhangi bir hayvanın bir işi özellikle başka bir türün yararı için yaptığını gösteren hiçbir kanıt yok ise de, her tür öbür türlerin maddesel zayıflıklarından yararlandığı gibi, içgüdülerinden de yararlanmaya çalışır. Bundan başka, belirli içgüdüler kesinlikle yetkin sayılamaz; ama, bu ve buna benzer noktalardaki ayrıntılar burada gerekli olmadığı için bir yana bırakılmıştır.

Doğal bir durumda doğal seçmenin etkili olabilmesi için içgüdülerin belirli bir ölçüde değişmesi, ve bu değişimlerin soya çekimle iletilmesi zorunludur; bundan dolayı elden geldiği kadar çok örnek verilmelidir; ama yer darlığı bunu yapmamı engelliyor. Burada, yalnızca, içgüdülerin kesinlikle değiştiğini söyleyebileceğim: Örneğin göç içgüdüsünün hem göç yönü hem de göç sınırı bakımından değişmesini, ve bu içgüdünün tümüyle yitmesini; ve kuş yuvalarının, yapıldıkları yere ve yaşanan bölgenin doğasına ve sıcaklığına ve çoğu zaman tümüyle bilmediğimiz etkenlere bağlı olarak değişmesini anmakla yetineceğim: Audubon, aynı türün Birleşik Amerika’nın kuzeyinde ve güneyinde yaptığı yuvalarda görülen farklara dikkate değer örnekler vermiştir, içgüdüler değişkense, arılara “balmumu kıtlaşınca başka bir maddeyi kullanma yeteneği neden bağışlanmamıştır?” diye soruluyor. Peki ama, arılar öbür doğal maddelerden hangisini kullanabilir? Arıların zincifre [doğal, kızıl civa sülfür] ile karıştırılmış ve domuz yağı katılarak yumuşatılmış balmumuyla çalıştıklarını gördüm. Ve Andrew Knight, arıların arı reçinesi (propolis) toplayacakları yerde, kabuğu soyulmuş ağaçlara sıvadığı balmumu-terementi karışımını kullandıklarını gözlemiştir. Ve kısa bir süre önce arıların çiçek tozu aramayı bırakıp çok farklı bir maddeyi, yulaf ununu, kullandıkları gösterilmiştir.

Belirli bir düşmandan korkmak da, yavru kuşlarda görüldüğü gibi, kesinlikle içgüdüsel bir niteliktir, ve yaşantıyla, ve başka hayvanların da aynı düşmandan korktuğu görüle görüle pekiştirilir. Başka bir yerde söz konusu ettiğim gibi, ıssız adalarda yaşayan türlü hayvanlar, insandan korkmayı yavaş yavaş öğrenmektedir; ve bunun bir örneğini İngiltere’de bile görmekteyiz: Ülkemizdeki iri kuşlar, pek çok avlandıkları için, ufak kuşlara oranla, insandan daha çok korkmaktadır. İri kuşlarımızın aşırı yabanıllığını güvenle bu nedene yorabiliriz; çünkü ıssız adalardaki iri kuşlar, ufak kuşlardan daha korkak değildir; saksağan, İngiltere’de pek korkak, ve Norveç’te, leş kargasının Mısır’da olduğu kadar, sokulgandır.

Doğal bir durumda yetişmiş ve aynı türden hayvanların zihinsel yetilerinin çok değiştiği birçok olguyla gösterilebilir. Yabanıl hayvanların geçici ve garip alışkanlıklarının, türün yararına iseler, doğal seçmeyle yeni içgüdülerin doğmasına yol açtıklarına da birçok örnek verilebilir. Ama, olgular ayrıntılı olarak verilmedikçe, bu genel sözlerin okuru pek az etkileyeceğini çok iyi biliyorum. Bununla birlikte, elimde güçlü kanıtlar olmadan böyle konuşmadığımı yinelemekle yetineceğim.