1969 Eylülünde Hacıbektaşı ilk ziyaretimden hemen sonra, Bektaşilik üzerine araştırmama başladığımda, dikkatimi çeken şeylerden biri, onların Imami Şiiliğe, aşırı Şiiliğin –yeniden bedenleşme, Tanrının insan suretinde belirişi (tecellisi) inancı ve Tanrının bir belirişi (mazharı) olarak Alinin yücelmesi gibi- özelliklerini içeren bir inançla inanıyor olmalarıydı. Bununla birlikte, törenlerde her vesile ile ve ezbere okunan On Iki İmam övgülerini tekrar tekrar dinleyerek bir açıklığa ulaşacaktım.
Birkaç yıl sonra, Bulgaristanda bir gezi sırasında, -başta Varna ve Balçık arasında, Batovada (günümüzde, Dobrovişte) Akyazılı Sultan Zaviyesi olmak üzere-, Trakya Bektaşi dergahlarının bazılarını gidip görme fırsatını buldum. Zaviyede, Velinin kabrini örten yedi kenarlı bir türbe ile aynı şekilde yedi köşeli yapıda bir meyadan evi ve türbenin yanı başında yedi ocaklı bir aşevi ile yine yedi köşeli imaretle karşılaştığımda, bir kez daha şaşırdım. (Semavi Eyice, “Varna ile Balçık arasında Akyazılı Sultan Tekkesi”, Belleten, XXXI, No. 124, Ekim 1967, s. 551-600; Ljubomir Mikov, “Simbolika ne tchislata v izkustvoto na bilgarskite aliani”, Problemi na izkustroto, Sofia 1996, No. 3, s. 44-53.)
Aynı yedi kenarlı yapıya Hasköyde (bugünkü Kosova) Otman Baba tekkesinde de rastlanmadadır: Bu tekkede, cephe duvarı üstünde,yedi yapraklı bir gül bulunmaktadır. Duvarın güneydoğu bölümünde de bir taş üzerinde yedi köşeli bir yıldız görülüyor. (Ljubomir Mikov, a.y., s. 45-49 (resim 46).
Otman Baba, Akyazılı Babanın müridlerindendi. 1478-79da ölmüş olmalıdır.
Akyazılı Baba Türbesi, 1506 tarihlidir. (Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Imparatorluğunda marjinal Sufilik-Kalenderiler (XIV. Ve XVII. Yüzyıllar), s. 99-102, 226; M. Kiel, “Sarı Saltuk ve erken Bektaşilik üzerine notlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, No. 9, Aralık 1980, s. 31). Bu sonuncusu, 1519da (H. 925) Hurufiliğin yayıcısı Fazlullahın Tanrı olduğunu açıklayan Faziletnamede adlı bir eser de yazmış olan Hurufi şair Yemininin dervişlerinden. (Sadeddin Nüzhet Ergun, Bektaşi Şairleri ve Nefesleri, I. Istanbul 1955 (2. baskı), s. 67-72).
XVI. yüzyılın bir başka Hurufi Şairi Muhyeddin Abdal, şiirlerinde Otman Babanın ve Balçık yakınında türbesi bulunan Akyazılı Ibrahim Babanın adlarını anmadadır. (S. N. Ergun, a.g.e., s. 141-142). Otman Baba ve Akyazılı Ibrahim Baba, Abdalan-ı Rumdan ve Işık (Işıklar için bak.,: V.A. Gordlevskij, “Iskyki, ix evoljucija-ot brodiazcestva kosedaniju v tekke” (şıklar ve evrimleri, göçerlikten tekkelerde yerleşimlerine kadar), Izbrannye socenenija, III, Moskova 1962, s. 113-116). adı verilen Hurufi bir topluluktandır.
Anadoluda Seyyidgazide ve Bulgaristanın çeşitli bölgelerinde, Varna ve Balçık arasında yer alan Akyazılı ile Filibede (Plovdiv), tatarpazarında Işıklara ait tekkeler, dikkat çekmektedir. Ahmet Refik tarafından yayımlanan belgelerde, 1572de (Belge no. 14) ve 1576da (Belge no. 48) Tatarpazarı ve Filibede tutuklanan Işık dervişlerinin adları yer alıyor. Her iki belgede beliren, Işıkların Hurufi inançlı olduklarıdır. (A. Refik, On altıncı asırda Rafizilik ve Bektaşilik, Istanbul 1932, s.31-32, 36-37).
Yedi kenarlı yapı kuruluşu, Bulgaristanın güneydoğusunda, Nova Zagoraya 15 km. Uzaklıkta Kalugerovo köyü yakınında kıdemli Baba tekkesinde de görülmektedir. (M. Kiel, “A Monument of early Ottoman architecture in Bulgaria: the Bektaşi tekke of Kıdemli Baba Sultan at Kulugerove-Nova Zagora”, Studies in the Ottoman architecture of the Balkans, Verorium, Aldershot 1990, s. 54-60 (Çok sayıda levha ile). Beyaz mermerden yedi duvar iyi korunmuş olmakla birlikte, tekkenin yine yedi köşeli asistanesi, taş yığını durumundadır. M. Kiele göre, türbe, Osmanlı mimarisinin ilk dönemine, ya da 1413-1420 yıllarına inebilecektir ve her iki yapı da XVI. Yüzyıl sonlarına doğru yapılmış olması gereken Otman Baba ve Akyazılı Baba türbelerinden daha eskilere dayanıyor olmalıdır.
Trakyada, öbür Bektaşi Zaviyeleri ise, Rodopda, -Bernard Lory gibi, mimari çizim belirtmeden- Ljubomir Mikov tarafından gösterilmiş olanlardır. (L. Mokov, “Alianski grobnici v iztocnite Rodopi”, Bulgarski Folklor, 3-4, 1996 (Islam i narodni tradicii), s. 38-61; B. Lory, “Essai dinvantaire de lieux de culte bektachi en Bulgarie”, Bektachiyya, Etudes sur lordre mystique des Bektachis et les groupes relevant de Hacı Bektach, Alexandre Popovic ve Gilles Veinsteinın derlemeleri, Istanbul 1995 (Isis), s. 393-400). Birçok kez ziyaret ettiğim, özellikle ilgi çekici bir konumu ise sona bıraktık: Razgrada 17 km uzakta, Deliormanda Isperikh yakınındaki Zavet tepesinde, Demir Baba zaviyesi. (I. Mélikoff, “La communauté Kızılbaş du Deli Orman en Bulgarie”, Baktachiyya, s. 401-409; Svetla Kojnova, “Rezeltau of proucvane na dekoracijata v grobnicata na Demir Baba”, Bulgarski Folklor, 3-4, 1996, s. 93-97).
Deliorman, Bulgaristan Kızılbaşlığının merkezidir. 1983te bu bölgeye ilk gezimde buradaki insanların, -şüphesiz gerçeği yansıtmıyordu- yaklaşık 90.000 kadar olduğubelirtildi. İnançları, Hacı Bektaşa verilen yerle ilgili ilk yazımda ortaya koyduğum büyük farklılıkla birlikte, Türkiye Alevilerinkininden ayrı değildir. Burada, Razgrad yakınında, Sevar (eski, Cafarlar) köyünde kaldım ve Madrevo (eski, Nesimi Mahallesi) yakınındaki öbür köylere de gittim Sevar köyü, ortadan geçen bir yolla ikiye ayrılmıştı. Bir yanda, Kızılbaşların “Türk” diye adlandırdıkları Sünni Müslüman bir cemaat; öbür yanda, sayıları o günden bu yana şüphesiz değişmiş olması gereken iki bin Kızılbaş nüfus yaşıyordu. İki yıldan fazla bir zaman sonra, bu yerlere yeniden gittiğimde, çoğu yere Bulgarca adlar verilmiş bulunuyordu. Karşılayışları biraz daha az içtendi ve hava biraz gergindi.
Bu Kızılbaşların inançları, bir Ayin-i Cem sırasında fark edebildiğim, Alinin tanrısallaşması, On Iki İmam ve Kerbela şehitlerinin yüceltilişi gibi, Alevi inançlarıydı. Cemde, Pir Sultan başta olmak üzere, aynı nefesler okunmadaydı. Eski bir Güneş-Tanrı inanışının kalıntısı, sufilik görüntüsü altında belirmedeydi.
Fakat Türkiyedeki Alevi ve Bektaşiler Hacı Bektaşa saygıyla bağlanışta birleşirlerken, Deliorman Kızılbaşları sürek (‘Güruh.) adını verdikleri iki kola ayrılmışlardı: Cemleri Çarşamba, bazen Perşembe akşamları olduğu için Çarşambalı adı verilen Bektaşiler ve Pazartesi günleri toplandıkları için Pazartesili adı verilen ve inançlarıda Hacı Bektaşa ancak ikinci derecede bir yer verilegelen Babailer.
Bu sonuncular arasında bir süre kaldım. Niyazlarında, Hacı Bektaştan çok Demir Baba, Kızıl Deli ya da Sarı Saltuktan himmet umuyorlardı. Deliormanda ise Veli, tekkesi, Isperikh ve Kubrat arasında, Zavette bulunan Demir Babaydı.
Eski bir Trakya manastırının yerine kurulmuş olan, söz konusu tekke üzerinde daha önce duruldu. (Stojan Stojanov, “Kompleksnite izsledcanija v Kyzylbaskija manatır Demir Baba”, Sbornik istoriceski materiali, Razgrad 1984, s. 44-53; ayrıca bak.: B. Lorynin makalesinde verilen bibliyografya, Bektachiyya, s. 392-395). Bu zaviye, Dipsiz Gölü adı verilen derin bir vadide bulunmaktadır. Burada, Velinin, bir kayadan, pençesini geçirerek fışkırtığı kutsal bir su bulunmaktadır. Yörede oturanlar, süreklöi kuraklık ve içme suyu sıkıntısı getiren yaz sıcaklarında, gelir bu pınardan su doldururlar.
Geleneğe göre, Demir Baba, Şeyh Bedreddin çevresindendir; Silistreden onunla birlikte gelmiş, Şeyhin yenilgisinden sonra Dipsiz Gölüne çekilmiş olacaktır.
Türbenin ayrıntılı bir betimlenişi için L. Mikovun daha önce andığımız yazısından yaralanacağız. (L. Mikov, “Simbolika na tchislata”, resimler, s. 46). Akyazılı Babanın, Otman Babanın ve Kıdemli Babanın türbeleri gibi bu türbe de yedi kenarlı bir tasarım üzerine kurulmuş bulunmaktadır. Deliormanda yaşayanların anılarına göre, türbenin avizesi bir maden işçiliğiydi; çok genişti ve yedi kenarlıydı.
Türbe girişinin güneydoğu yönünde derin bir girinti üzerinde yedi köşeli bir yıldız görülmededir. Duvarın bu yönünde, işlenmiş bir taş üzerinde, iki yanında yedi basamak bulunan bir yapı resmi vardır.
Trakyadan, hepsi bir noktada birleşen, dört zaviye betimledik: Hepsinin yapı ve işlemlerinde yedi sayının yeğlenmiş olması dikkat çekicidir. Başka bir deyişle, bunlar Imami Şiiliği değil, Ismailöi bir inanca bağlı olacaklardır. Bu zaviyelerden ikisi, Hurufilikle bağlantılı görünüyor. Kurucu velilerin adları, Otman Baba ve Akyazılı Baba, XVI. Yy. Hurufi şairleri Yemeni ve Muhyeddin Abdalın şiirlerinde geçmededir.
Elimizde 1519 yılında yazılmış bir Faziletnamesi de bulunan Yemeni, Akyazılı Ibrahim Sultan tekkesi dervişlerindendi. Şiirlerinde, mürşidi Fazlullahın Tanrı olduğunu söylemektedir.
Muhyeddin Abdal da Akyazılı Sultan müridlerindendi; şiirlerinde Otman Babayı övmede ve onun 883teki (1478/79) ani ölümünden sonra, 900 (1501) yılında, Akyazılı Ibrahim Sultanın “kutb”, Abdalların en ulusu, makamına geçtiğini bildirmektedir. Muhyeddin Abdal, Ali ile karşılaştırdığı Hacı Sultan ve Sultan Balıdan da (Balım Sultan) söz etmektedir. (S.N. Ergun, a.g.e., I, s. 67-72, 141-142, 148; ayrıca bak.: Hamid Algar, “The Hurufi influence on Bektachism”, Bektachiyya, s. 39-53).
Hurufilik, Anadoluya ve özellikle Rumeliye, 1394te Hançivanda Timurlengin oğlu Miran Şah tarafından Alıncak Kalesine asılan Fazlullah Astarabadi el-Hurufinin ölümünden sonra, mürşidin idamdan kurtulan müridlerince yayıldı.
Hurufiliğin başlıca yayıcılarından biri ve şüphesiz en büyüğü, uzun zaman Bağdat yöresinde doğmuş olduğu sanılan bir Azeri Türk, Aeyyid Imadeddin Nesimi idi. Bugün Azerbaycanlı bilgilerin araştırmaları sayesinde, Nesiminin 1370 yıllarına doğru, o zaman Şirvanın payitahtı olan Şemahi yakınında ve günümüzde adını –ya da mahlasını- taşıyan bir köyde doğmuş olduğunu biliyoruz. (Z. Kulizade, Xurifızmi ego predstaviteli v Azerbajdzane, Bakü 1970, s. 149-197; I. Mélikoff, “Fazlullah dAstabad et lessor du Hurufisme en Azerbaydjan, en Anatolie et en Roumélie”, Mélanges offerts a Louis Bazin, Varia Turcica, XIX, Paris 1992 (LHarmattan), s. 219-225)(Bak.: Nesimi üzerine Baküda yayımlanmış yayınların başlıcalarının dizimi).
Nesimi, Fazlullahın damadı ve en yakın müridi idi. 1417de Halepte şehadetine kadar, ögrettiyi gittiği her yerde yaydı. Bununla birlikte düşüncelerinin temeli Kabbalde bulunan Fazlullahın tersine Nesiminin yaydığı düşünce, Muhyiddin ibn el-Arabi ve onu izleyenlerce temellendirilmiş olan, evrensel aşka dayalı, gnostik ve yeni-eflatuncu, Vahdet-i Vücud (Varlığın birliği) öğretisiydi. Louis Massignon, , Nesimide, Mansur el-Hallacın bir izleyicisini görmektedir. (Louis Massignon, “La Légende de Hallacé Mansur en pays turcs”, Opera Minora, II, Beyrut 1963, s. 93-139). Hurufiliği, insanın tarısallaşmasının bilgisi olarak kavrayan Nesimi sayesinde, bu bilgi, Bektaşiliğin de tamamlayıcı öğesi oldu.
El-Hurufi adıyla tanınan, Fazlullah Naimi Tebrizi Astarabadi, 1339/40da Astarabadda doğmuştu. Çok erken yaşta tasavvufa yönelerek, on sekiz yaşında bir Ismaili şeyhe bağlandı ve gençliğinde Islami yolda yürüdü. Tasavvuf yoluna girişini (çilesini) otuz iki yaşında tamamladı. Bir kalender (gezgin dervişler) topluluğuna katılmış, daha sonra, Mekkeye hac ziyaretinin ardından, Harezme geçmiş olabilecektir. 1376da Tebrizde üç gün üç gece bir kendinden geçişte, harflerin batıni (iç) anlamı ile birlikte onları bildirme görevi vahyini aldı. O sıralarda, “murakabe (kendini düşünmeye bırakış) süresince, bir mağaraya çekilmiş olmalıdır. 1386da, öğretisini yaymaya başladı ve Farsçanın Gurgani lehçesiyle kaleme aldığı büyük dini eseri Cavidannamede görüşlerini ve inançlarını açıkladı. Horasanda, Irakta ve Azerbaycanda bu yolda vaazlar vermiş olabilir; ancak Seyyid Imadeddin Nesimi ve Ali el-Ala gibi başlıca müridlerinin yaşadığı, o zaman Şirvan hükümdarlığı toprakları içinde bulunan Bakü, derslerinin merkezi oldu ve ölünceye kadar orada kaldı.
Yaşam öyküsünü kaleme almış olanlara göre, Fazlullahın, özellikle Araplar dışında ve ağırlıklı olarak da Türkler arasında müridleri vardı. (Fazlullahın eseri ve yaşamı için başlıca kaynağımız: Z. Kulizade, a.g.e., s. 89-149; ayrıca bak.: A. Gölpınarlı, Hurufilik Metinleri Kataloğu, Ankara 1973, s. 2-16). Acımasız Timurlengi öğretisine kazanma düşüncesine bu güvenle kapılmış olacaktır ve bu da onun ölümüne sebep oldu. Timurleng, Semerkandda bir ulema meclisi toplayarak Fazlullahı öldürmek üzere fetva aldı. Fazlullah, Azerbaycanda, babası adına yönetimi elinde tutan Miranşah tarafından tutuklanarak, Nahçivan yakınındaki Alıncak Kalesine kapatıldı. Fitneyle suçlandı ve 1394 Zilkadesinin altıncı gününde asılarak ortadan kaldırıldı. O sırada elli altı yaşındaydı.
Fazlullahın öğretisi, Ibn Arabiden ve Iranlı Ismaili yazarlardan esinlenmiş bulunan, tasavvuf ve antropomorfizmle karışmış bir panteizmdi. (A. Gölpınarlı, Türkiyede mezhepler ve Tarikatlar, Istanbul 1969, s. 147-151; aynı yazar, Hurufilik metinleri Katalogu, s. 16-17; Hurufilik ve Ismaililik arasındaki bağlantı için bak.: Clément Huart, Textes relatifs a la secte des Houroufis, F. I.. W Gibb Memorial Series IX, Leiden-London, 1909, s. XIII; Henri Massé, LIslam, Paris 1966 (9. baskı), s. 164.)
Şii geleneğe göre, ilm-i Huruf, bu bilgiyi, kendisine Aliden ulaşmış olan El-Cefr adlı bir gizli bilimler kitabından almış bulunan es-Sadıka çıkmadadır. (El, “Djafr” maddesi (T. Fahdın makalesi). Harfler üzerine düşünceler, Cafer es Sadıkın bir müridi olması gereken sufi simyacı Cabir ibn Hayanın Kitabul-mizanında yer almış bulunuyor.Fakat Cabir ibn Hayyanı, kaynaklardan hiçbiri Cafer es Sadıkın müridleri arasında anmıyor. Öte yandan Cabir, sayılar bilimi ve metafizik temelli kuramının köklerinin, eski Yunana, özellikle de Yeni-Eflatunculara ve cefrin Şii yorumlarına dayandığını göstermededir. (El, “Djabir b. Hayyan” maddesi (P. Kraus ve M. Plesnerin makaleleri); ayrıca Paul Krause, Jabir ibn Hayyan: contribution a lhistoire des idées scientifiques dans lIslam, II, Kahire 1942 (Jabir et le science grecque).
Hurufilik, Trakyada, Rumelide ve Balkanlarda, Fazlullahın çağrısını iletmek üzere buralara gelmiş bazı müridleri sayesinde, geniş bir alana yayıldı ve Bektaşi tekkelerine sığınan Ali el- Ala ve başkalarıyla, Bektaşilıge de sızdı. (A. Gölpınar, Türkiyede Mezhepler, s. 155-159; Hurufilik Metinleri, s. 14-16; Besim Atalay, Bektaşilik ve Edebiyat, Istanbul 1340, s. 30-49; Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında Ilk Mutasavvıflar, Ankara 1966, s. 95-96).
Ali el-Ala (Gıyaseddin Muhammed b. Hüseyin el-Horasani el-Astarabadi) Farsça, Astarabad lehçesiyle kaleme alınmış Hurufi bir eserin, -Istivanamenin (Tanrısallık kitabı)-, yazarıdır. Yazar, burada, çağının başta gelen Hurufileri üzerine bilgi vermededir. Ali el-Ala, 1419da idam edilmiş ve Alıncakta mürşidinin yanına gömülmüştür. Bektaşilerin bir kolu olan Işıkların Hurufi zümresindendi.
Işık dervişlerinin adları, Ahmet Refik tarafından yayımlanan belgelerde geçmektedir. (A. Refik, On altıncı asırda Rafizilik ve Bektaşilik, Istanbul 1932, s.31-32, 36-37).
Nesiminin müridi ve halifesi Rafii de, Anadoluya, Rumeliye ve Balkanlara Hurufiliği yayanlardandı; 1408-1409da Fazlullahın Arşnamesinden esinlenerek kaleme aldığı, Beşaretname adlı Türkçe bir mesnevisi vardır. Yunanistanda, Prevezede yatmaktadır. (Rafiinin eserlerinin el-yazma nüshalarını, Gölpınarlı işaret etti. Bak.: Hurufilik Metinleri, s. 12-15, 25, 28, 93, 95, 100, 105).
Ferişte-oğlu ya da Firişte-zade (Abdul-mecid b. Ferişteh Izzed-din el-Hurufi) Türk Hurufilerin en ünlülerinden biriydi; 1469da Tirede öldü: Tire XV. Yüzyılda Hurufiliğin merkezlerinden biri olmalıdır. Firişte-zadenin Türkçe birçok kitabı vardır. 1430da Fazlullahın Cavidanamesinin kısatılmış bir aktarımı olarak kaleme aldığı Işıkname bunlardan biridir.türkiye kitaplıklarında, Ferişte-oğlunun çok sayıda elyazma kitabı bulunmaktadır. (A. Gölpınarlı, a.g.e., 12-15, 25, 31, 33, 98, 111, 114-116, 138-139; ayrıca bak.: I. A., “Frişte-oğlu, Frişte zade” maddesi).
Bir eserinde, “Allah,ademin vechini, eğer okumayı bilirsen, Fazl-ı Yezdan adının belirişini görebileceğin süretde yarattı.” demektedir. (Besim Atalay, a.g.e., s. 34-38; “Fazl” adının okunduğu insan yüzü röprodüksiyonu.)
XV. yüzyılda, Hurufilik saraya sızdı: Genç şehzade Mehmed, daha sonra Fatif, Hurufiliğin bir yayıcısı tarafından kendisine açıklanan öğretiye kendini kaptırmıştı. Fakat ulemanın tepkisi o kadar sert oldu ki genç şefzade, korumasında bulunan öğreticinin 1444te Edirnede diri diri yakılmasını engelleyemedi. (Franz babinger, Mehmed the Conqerror and his time, Ralf Manheim çevirisi, Princeton 1978, s. 34-35. bu baskının sorumlusu, Şeyhülislam, Molla Fahreddin-i Acemi (1436/7-1460) idi. Ayrıca bak.: Hamid Algar, “The Hurufi influence on Bektachism”, Bektachiyya, s. 39-53.)
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı Imparatorluğunda, bu fitnenin kökünü kazmaya çalıştı; fakat Hurufilik artık Bektaşilikle bütünleşmiş bulunuyordu.
Işıkların uzun süre baskı görmüş olmalarının sebebi, resmi olarak Hurufi-mezhep olarak bilinmelerindendi. Bektaşilerse her zaman hoş görüldüler ve başlarda Osmanlılar tarafından korundular.
Fazlullahın, Ismaililikle olan bağlantısı, yaşamını yazanlarca doğrulanmadadır. Eski Çagdan beri bilinen, kökenleri Sami ve Gerek köklere ulaşan “ilm-i Huruf” (Harfler bilimi), Alinin yazının gizli anlamını ve gizemlerinin anahtarını elinde bulunduğunu düşünen Şiilerde özel bir hız ve ivme kazandı. Kabbalin antropomorfizmle kaynaştığı bir öğreti olan Hurufiliğin Ismaillilerle bağları açıktır. (Hamid Algarın kusursuz makalesi “The Hurufi influence on Bektachism”de, Fazlullahın uç-Şiilikle bağları konusunda temkinli yaklaşımlar sıraladığını da burada belirtelim.)
Hurufilerin ‘7 sayısını yeğleyişleri, fazlullahın mezarının bulunduğu Alıncak ziyaretlerinde (ki bu onlarca, Mekkeye Hacca gitmenin yerini tutmaktadır) yer alan kurallara da girmiş bulunmaktadır: Ziyaretçiler, yani hacılar, “Maktelgah” (Şehitlik) adı verilen mezarı yedi kez tavaf ederler ve Maranşah (Yılan-şah) aolarak adlandırdıkları Miranşahın yaptırdığı kaleyi taşlarlar.
Trakyadaki, -andığımız- Bektaşi tekkelerinin, Ismaillilerin yedi imam geleneğini düşündüren ‘yedi sayı ile bağlantısını gözden kaçırmamak gerekiyor: Bu tekkelerin ikisi, Otman Baba ve Akyazılı Ibrahim Baba tekkeleri, nefeslerinde Fazlullahın Tanrılığı açıklanmakta olan iki Hurufi-Bektaşi şaire, Yemini ve Muhyeddin Abdala bağlı bulunmaktadır.
Bu tekkelerin mimarilerinde ‘yedi sayısının tekrarı rastlantı olamaz. Bu bizi, kendi yapısında On Iki Inanışına bağlı kalmış bulunan Bektaşi gelenekte, Hurufilik yoluyla Ismaililiğe doğru bir yöneliş aramaya götürüyor. Yedi Imama bu yöneliş, Trakyadan beriye geçmemiş ve oldukça sınırlı kalmış görünmektedir.
Aynı şekilde, bir ‘yediler inanışından çizgiler taşıyan Demir Baba tekkesi dolayısıyla, Demir Babanın –belki yanlız anlatılarla- bağlı bulunduğu Şeyh Bedreddine de bir yer açmamız, etkileyici ve sürükleyici kişiliği üzerinde durmamız gerekiyor: Şeyh Bedreddine bağlı oluş, Deli Orman Kızılbaşları arasında canlılığını her zaman korumaktadır.
Ağırlığı yüzyıllar boyunca duyulan bir dışlanışa rağmen, Bedreddinin anısı, saygınlığını heo sürdürmüş bulunuyor. Şeyhin , Serez pazarında çırılçıplak asılışı dolayısıyla, öldüğü varsayılan günde Kızılbaşlar, Üryanlar Semaı adı verilen bir sema yapmadadırlar. “Üryanlar semaı”nın, Kars yöresinde, özellikle Sarıkamışta da görüldüğünü geçen zaman içinde öğrendim. (Bu bilgi bana, kökence bu bölgeden olan ve Alevilikle ilğili çok sayıda yayını bulunan Nejat Birdoğan tarafından verildi.) Semaa katılanlar büsbütün çıplak değildirler: erkekler belden bir peştamal; kadınlar, kolu ve omuzu çıplak bırakan beyaz bir gömlek giyerler.
Bedreddinin vaaz verdiği her yerde Hurufi varlığa rastlanmaktadır. Yine Kars yöresinde, fazlullahın önde gelen müridlerinden Ali el-Ala, Bedreddine öğretiyi aktarmış olabilecektir. (Micail Balivet, Islam mystique et révolution armée dans les Balkans ottomans. La vie de Cheikh Bedreddin, Le “Hallaj des Turcs” (1358/9-1416), Istanbul 1995 (Isis), s. 108-111.)
Edirne, Şeyh Bedreddin olayının başlıca merkezlerinden biriydi. II. Selim zamanında, Bedreddinilere ait bir zaviye orada hala duruyordu. (a.g.e., 96-98)
Bunlarla birlikte, Bektaşiler, Hurufilerden olduğu gibi, Şeyh Bedreddin kalıtında da paylarını aldılar. Edirne yöresinde Bektaşilerin altı zaviyesi bulunuyordu ve bunlardan, tarikatın yeniden düzenleyicisi Balım Sultanın doğum yeri Dimetoka (Didimotik) yakınındaki Kızıl Deli (Seyyid Ali Sultan) zaviyesi, Balkanların en önde gelen Bektaşi merkeziydi. (I. Mélikoff, Hadji Bektach, s. 154-161.) Michail Balivet, Dimetokada Şeyh Bedreddin eyleminin Bektaşilere bağlandığı bir halka görmededir. (a.g.e., 96-98) unutmayalım ki, Şeyh Bedreddin de Balım Sultan gibi, Müslüman bir baba ve Hıristiyan bir anneden geliyordu: Geleneğe göre Balım Sultanın annesi Bulgardı.
Şeyh Bedreddinle Hurufiler arasındaki bağ, şüpheye yer bırakmıyor. Bedreddin, gençliğinde Konyada, Feyzullah adlı –Fazlullahın müridi olabilecek- bir Seyhin vaazlarını izlemiş bulunuyordu. (M. Balivet, a-g.e., s. 42. Yazar, Taşköprülüzadenin tanıklığına dayanmada; Feyzullahın, Fazlullahın kendisi olup olmadığı da bir soru olarak ortaya atmaktadır.)
Daha sonra da, Bedreddini, Fazlullahın vaazlarıyla işlenmiş bölgelerde, Azerbaycan ve Tebrizde görüyoruz. Yine Bedreddinin –Tirede, önde gelen müridlerinden Börklüce Mustafa ile karşılaştığı yöre- Aydıneli bölgesinde bulunduğunu da ekleyelim. (M. Balivet, a.g.e., s.50-51, 56-57.) Ferişte-oğlunun (ölümü 1469) gömülü olduğu Tirenin, XV. Yüzyılda Hurufiliğin merkezi durumunda olduğuna, daha önce dikkati çekmiştik.
Kendisine, Şeyh Bedreddin üzerine değerli bir çözümleme denemesi borçlu olduğumuz M. Balivet, Şeyh Bedreddinin öğretisinin XVI. Yüzyıla kadar uzandığını ve bu ayrılışın, baskılara rağmen yaşam sürdüğü her yerde Hurufiliğe rastlandığını da işaret etmektedir.
Balivet, bundan, Bedreddinin müridlerinden bir bölümünün o sıraları kuruluş halindeki Bektaşiliğe bağlı bulunduğu ve Bedreddinilerin, Bektaşiler gibi, Hurufiyye ile de ilişki içinde oldukları, sonucunu çıkarıyor. (a.g.e., s. 98, 108-111.)
Hurufiler olsun, Bedreddinin müridleri ya da Bektaşiler olsun, burada, sufi kökenli üç gelenek ve –Safevi zaferiyle resmi din oluşundan önceki Şiilik gibi-, dinin batıni bir biçim alışı söz konusudur.
Demir Baba tekkesine dönecek olursak; bu, günümüze dek, hatta kuraklık dönemlerinde bile suyu hiç kesilmeden akan bir pınarın bulunduğu ağaçlı bir vadideki konumuyla her zaman kutsal bir yer olarak görülen bir alanda, eski bir Trakya manastırının yerine kurulmuş bir yapı idi. (Stojan Stajanov, “Komleksnite izsledvanija v Kyzylbaskija manastır-Demir Baba”, s. 43-53.)
Unutmayalım ki, müverrih Aşıkpaşa-zade ve Neşrinin birlikte tanıklıklarına göre, Şeyh Bedreddin, Deliormanı başkaldırısının merkezi yapmış bulunuyordu: birçok taraftarını barındıran ve Türklerin verdiği adla, Ağaç Denizi denen Deliormanı yurt tutmuştu. (Aşıkpaşazade, Atsız yayını, s. 153-154; Neşri, Kitab-ı cihannüma, Faik Reşit Unat ve Mehmet A. Köymen, Ankara 1957, s. 543-547.)
Şeyh Bedreddinin Hurufilerle ilişkilerinde şüphe yoksa da, Ismaillilerden hangi noktaya kadar etki aldığını bilmiyoruz.
Fazlullahın ise, Ismaili bir şeyhin müridi olduğunu ve çemaatdışı bir dervişler topluluğuna katıldığını; ölümünden sonra, maktelgahını ziyaret edenlerin, Maran-şah olarak andıkları Miran-şahın anısını ilenmelerle taşladıktan sonra, onun türbesinin çevresinde yedi kez döndüklerini biliyoruz. Sonuç olarak da, Bektaşiliğin, henüz başlangıç evresinde olduğu bir dönemde yapılmış Trakya tekkelerinin mimari tasarımlarındaHurufi bir etkidüşünme eğilimindeyiz.
Bektaşilik, cemaat-dışı akımlar üzerinde uzlaştırıcı ağırlığını koymakta gecikmedi; ilk Osmanlı Sultanlarınca korunmaları ve desteklenmiş olmaları da bundandı. Osmanlılar, XVI. Yüzyıl sonunda ölmüş bulunan Hacı Bektaşa bağlı bulunan akımı korurlarken, onların Anadolu Bozkırlarında, çoğunlukla Horasandan ya da Maveraünehirden gelmiş cemaat-dışı dervişlerin kargaşacı ve yıkıcı eylemlerini denetleyerek yönlendirebileceklerini düşünmüşlerdi.
Bektaşiliğin uzlaştırıcı etkisiyle mi yoksa XV. Ve XVI. Yüzyılda uygulanan ağır baskı sebebiyle mi, Hurufilik engellenmiş ve akım Bektaşi antropomorfizmi içinde erimiş bulunmaktadır? İlk Osmanlı sultanlarının öngörüleri, gelecek yüzyılların halk dindarlığı karmaşası üzerinde yararlı bir etki yaratmış olmalıdır.
Deliormana ilk gidişimde, özellikle Hacı Bektaşa pek iyi gözle bakılmadığını gördüğümde şaşırmıştım. Kızılbaşlar burada başka velileri yeğlemedeydiler. İleri sürülen sebep, Hacı Bektaşın Yeniçerilerin piri olmasıydı: onların, üzücü bir anısı vardı. Bu açıklama biraz kolay görünmekle birlikte üzerinde düşünüldüğünde bizi XVI. Yüzyıl öncesi Osmanlı sultanlarının yanında Bektaşilerin ayrıcalıklı durumlarını yeniden gözden geçirmeye götürmektedir: Trakya halkının Hacı Bektaşa küskünce tavrı, yani eski Osmanlı Imparatorluğuna karşı bir tepki değeri taşımaktadır. Her ne olursa olsun, Bektaşilığın, Hacı Bektaş dışında varlığının bulunduğu açıktı.
Kendimizi Hacı Bektaşın görünmez kimliği ilesınırlanmış ve yönlenmiş olsa da, onunla en küçük bir ortaklığı bulunmayan bir halk inanışı karşısında bulmadayız. Bununla birlikte, onun gizli kimliğinin yararlı bir işlevi olduğunu da söyleyelim: Karışıklıklara karşı direnmiş ve kan dökülmesini önlemiştir.