Gözcü Hüseyin, kapıyı açınca müthiş bir şeyle karşılaştı. Şaşkınlığını gizliyemedi:
* Yine mi? diye sordu.
Alacağı yanıt belliydi. Gelenler, olanları kısaca anlattılar. Üzgün üzgün geriye dönen gözcü Hüseyinin, Seyit Sultan Ali Dedeye ve canlara ileteceği haber iyi değildi. Hüseyin hiçbir şey söylemese de, bunu belli ediyordu.
* Nedir Hüseyincan, ne var? diye sorulduğunda, Hüseyin yutkuna yutkuna şu yanıtı verdi:
* Asesler bu kez de Sofularda can yakmışlar Pirim. Köy halkı kapıda bekler. Yare-bere içindeler. Derman umarlar.
Seyit Ali Sultan Dede ve canlar, Hafikin diğer bazı köylerinde açılan yaraları sarmak için çare ararken, Sofulardan da böylesi bir haber gelince, bir anda umutsuzluğa düştüler. Tümünün nutku kurudu sanki. Kısa bir süre sustular. Ansızın irkilen Seyit Ali Sultan Dede, kendini toparlayıp şöyle seslendi:
* Hadi içeriye alın, bekletmeyin onları. Zaten ahuzar içindeler, acıları taze. Bir de biz bekletmeyelim. Var git Hüseyin, tez kapıyı aç, içeriye gelsinler. Yorulmuşlardır. Ekmek-aş verin. Yaralarını sarın.
Hüseyin dışarıya seğirtip haber verince, köylüler saygıyla, eğile eğile dergaha girerek, Dedenin karşısına dikildiler. Dede,
“Bismi Şah Allah Allah…
Geldiğiniz yoldan,durduğunuz dardan, çağırdığınız pirden, şefaat göresiniz.
Canab-ı hak, Hünkar hacı Bektaş Veli Sultan ikrarınızda ber karar eyleye.
Hünkar Hacı Bektaş Sultan, Hakka kul, Muhammede ümmet, Aliye talip eyleye…
Ceddi Cemalim yaramaza, uğursuza, pirsize duş getirmeye.
Gafil gadadan, görünmez beladan koruya.
İçinde bulunduğumuz sıkıntıdan tez kurtulasınız.
Canab-ı allah hayırlıdevlet nasip eyleye.
Darınız, niyazınız kabul ola.
Gerçeğin demine hu!” şeklinde gülbengi okudu.
Dardan çözülerek Dedeye niyaz oldular. Sonra da geri geri çekilip diz üstüne oturdular.
* Rahat oturum erenler. Unutmayın ki, Pir divanındasınız, kadı divanında değil. Rahat oturun. Rahat olun ki, halleşip dertleşelim, yükünüzü üleşelim. Derdinize çare arayalım.
Köylünün durumu hiç iyi değildi. Kiminin kafası yaralı, kiminin kolu….
Asesler köyü terk ettikten sonra, birbirlerine akıl danışmışlar, sonra da durumu Yıldızeli Dergahına bildirmeye karar vermişlerdi. Kendilerinin yaralanması umurlarına değildi. Fakat iki bacının ölümü, tümünü mateme boğmuştu. Üstelik Mustafa ile Fatmanın düğünü de yarım kalmıştı. Olup bitenleri en ince ayrıntısına kadar anlattılar.
Dede, şöyle seslendi:
* Erenler, canlar! Doğrusu biz de sizlere yardımcı olmamanın ezikliğini yaşamaktayız. Yurdun her yanından, her gün böylehaberler gelir. Sizin anlayacağınız Kızılbaş Türkmenin hali pek yaman. Köylü ahuzar içinde. Osmanlı her gün biraz daha azgınlaşıyor. Şah İsmaili, Hallac-ı Mansuru, Abdal Musayı, Hacı Bektaş Veliyi, Şeyh Bedreddini seviyorlar diye insanlarımız katlediliyor, köyler yakılıp yıkılıyor. Şeriata uygun ibadet yapmıyorlar diye cem sırasında, canlar baskına uğruyor. Umulmadık hakaretlerle karşılaşıyorlar….
Seyit Ali Sultan Dedenin göz pınarları yaş doldu, bunu gizlemeye çalıştı, fakat beceremedi. Yaşlar aşağıya doğru süzülürken, sözlerini şöle sürdürdü:
* Erenler, anlattığınıza bakılırsa, pek yaman bir gün geçirmişsiniz. Anladığımız kadarıyla, durum iyi değil. Lakin, şu an size sabır dilemekten başka aklıma birşey gelmiyor. Az önce de belirttiğim gibi, yanlız siz değil, bütün Türkmenin durumu fena. Fakat bu böyle sürüp gitmeyecektir. Elbette çaresi bulunacaktır. Hele şimdilik dilenin. Yarası ağır olan varsa, gereken yapılsın. Bu gece “iyi ve kötü” iki olayı birlikte yaşıyoruz. Bizi bağışlayın. Siz gelmeden önce….
Eliyle Haydarın omuzunu tuttu, hafifçe sıktı.
* Canların da himmet ve arzusuyla haydarcana icazet vermeye hazırlanıyordum. Siz de duyasınız, can yoldaşımız Haydar, gayrı bir Abdal, bir Pir Sultan olmuştur. Onun da can gözü bir güzel açılmış, yüreği yoksuldan yana çarpmaktadır. Gayri güvenimiz tamdır ki, ikrarından dönmez Pir Sultan…. Duymuşsunuzdur. Kendisi de bir dede oğludur. yanıp pişmiş, Pir olmuştur.
Bütün canlar ellerini gögüslerine pençe yaptılar ve Dedenin bu sözleri karşısında “Eyvallah Pirim” diyerek, söz konusu “İkrara” bağlılıklarını ifade ettiler.
Böylece Banazlı Haydar, dönmezliğe iman getirilip, yoksul adına baş koyan bir kişi olarak Banaz Degahının postuna oturmaya aday oldu. O gece herkes Dedeye niyaz olup, dergahtan ayrıldı. Konukları da kendi aralarında bölüşüp evlerine konuk ettiler. Atlar dergahın ahırına bağlanıp yemlendi.
Sabahleyin, uygun bir saatte bir araya gelinecek, birlikte Sofular köyüne gidilecekti. Hakka yürüyen bacılar, Türkmen şanına yakışır bir şekilde toprağa verilmeli ve de yeni bir Hak buyruğu olan Mustafa ile Fatmanın düğünü sürdürülmeliydi. Çünkü ölenle ölünmezdi. Ölüm de, doğum da, evlenmek de yaşamın acı, tatlı birer parçasıydı.
Dinle, sana bir nasihat edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir hal gelirse
Onu yadellere açıcı olma.
Mecliste arif ol, kelamı dinle
El iki söylerse, sen bir söyle
Elinden geldikçe iyilik eyle
Hatıra dokunup, yıkıcı olma.
Pir Sultan Abdalın, sözüm başarır
Aşkın dalgasını baştan aşırır
Seni bir mecliste havil düşürür
Kötülere konup, göçücü olma….