(Adı: Übeydullah, ünü Übeydullah ibni Ziyadır. Babasının adı: Ziyadır. Ziyadın annesi: İslamiyeten önce birçok kişlerle görüşerek, Ziyadı doğurmuştu. Babası Meçhul olduğu için ona «Babasının oğlu Ziyad» derlerdi. Sonraları annesi: «Ebu Süfyandan doğurdum» demiş; Ebu Suyyan da, o zamanın adetince Ziyadı oğulluğa kabul etmek zorunda kalmıştı.)
Basra valisi İbni Ziyad, Yezidden emirnameyi aldığı sırada, Selmanın da Basraya geldiğini işitmişti. Bunun için Yezidin emirnamesini alır almaz, derhal harekete geçmiş, yapacağı kanlı icraata başlangıç olmak üzere önce Basrada işe girişmişti.
İbni Ziyad, gayet kurnaz bir adam olduğu için, Selmanı aratıp buldurtmakta geçikmemişti ve bu saf köleyi maharetle sorguya çekerek imam Hüseyin tarafından Basrada kimlere mektup getirdiğini kolayca öğrenmişti.
O gece, bütün bu eşrafı sessizce tutuklamış, başta Selman olmak üzere hepsinin kafalarını kestirmiş; bu kanlı keleleri birer mızrağın ucuna geçirmişti. Ertesi gün önlerinde tellal bağırtarak bu kesik kafaları bütün Basra sokaklarında gezdirmiş ve teşhir ettirmişti.
Çenelerinden ve sakallarından kan pıhtıları sarkan bu kesik başların, korkunç manzarası ve tellalın: Emirülmüminin ve halife-i Müslimin, Yezid hazretlerine, muhalefet edenlerin, onun aleyhinde fesat düzenleyenlerin hali budur…. diye bağırması, bir anda halka dehşet vermişti.
Birçok halk ve eşraf, derhal İbni Ziyada gelerek, Yezide olan sadakat ve ubudiyetlerini yeminle kuvvetlendirmişler; böyle bir fesada katılmayı akıllarından geçirmediklerini ve geçirmiyeceklerini temin eylemişlerdi.
İbni Ziyad, bunları bir araya toplamış; Yzidin malik olduğunu muazzam ordunun kudretini anlatmış: Yezid, böyle bir orduya malik iken, değil Hüseyin gibi kuvvetten yoksun ve tek başına kalmış bir adam; hatta Doğunun ve Batının bütün hükümdarları bir araya gelse, yine Yezid ile başa çıkamaz. Büyükbabasının adına güvenerek bir takım safdilleri kendine uydurmak hulyasına kapılan Hüseyin, Kufelilerden bazılarını da baştan çıkarmış…. Şimdi ben, Yezidden aldığım emir üzerine Kufeyi yola getirmeye gidiyorum. Ve sizin başınıza da, kardeşim Osman ibni Ziyadı vekil bırakıyorum. Yezide ve bana, nasıl itaate zorunlu iseniz, ona da aynı surette itaat göstereceksiniz. En küçük muhalefetin cezası katil ve idamdır…. diyerek, Basra halkını büyük bir korku ve dehşet içinde bırakmıştı.
İbni Ziyad, ertesi gün büyük bir kuvvetle Basradan hareket etmiş: kısa bir zamanda Kufe dolaylarına gelmişti. Fakat doğrudan doğruya Kufeye girmeyerek oradaki durumu anlamak için, şöyle bir hileye baş vurmuştu.
İbni Ziyad, mayetindeki kuvveti, Kufeye yakın, sapa bir yerde bırakarak kendisi, elbisesini değiştirmiş, maiyetindekilere de birer Mekkeli elbisesi giydirmiş; gecenin karanlıkları içinde sessizce Kufeye girmişti.
Bu sırada, Kufe eşrafı imam Hüseyinin gelmesini beklemektelerdi. Onun için sabah namazına çıkan Kufeliler başında Seyyidlere mahsus bir sarık bulunan, sol omuzunda tınkı, Haşimiler gibi taylesan (Seyyidler: sarıklarının uçlarını, sol omuzlarına sarkıtırlardı. Buna taylesan denilirdi.) sarkan ve yüzü bir pece ile örtülmüş olan İbni Ziyadı görür görmez, derhal onun etrafını sarmışlar: Esselam, ya İbni Resulullah…. Hoş geldin. Varımız ve canımız sana feda olsun….. buyur, gidelim…. diye konaklarına ve evlerine götürmek istemişlerdi.
Fakat, kurnaz İbni Ziyad, bunlara hiç bir şey sezdirmemiş: Hele, önce Darülemareye gideyim. Vali ile görüşeyim; sonra konuğunuz olurum… diye cevap vermiş; kendisi de pencereye gelerek, kafilenin konağa yaklaşmasını beklemiş ve onlar kapıya gelir gelmez: Ya Resulullahın torunu… Ya Hüseyin!… Bu kapılar sana açılmaz ve bu yapı sana sığınak olamaz. Yanlış yere geldin ve boş yere zahmet ihtiyar ettin. Üç, beş kişinin sana itaat ve boyun eğmesi ile bir şey yapmaya kadir olacağını sanma. Bunlarla Yezidin kuvvetini yenemezsin… Sonunda, baban ve kardeşinin akibetine uğrarsın. Beni dinle; geldiğin yere dön… diye seslenmişti.
Orada bulunan Kufeliler, bu sözlerden öfkelenerek, kaynaşmaya ve: Ey melun… Ey Yezidin kölesi!… Sen böyle kime hitap ediyorsun?… Kraşındaki, Resulü Ekremin torunudur. Ona karşı hiç bir kapı kapanmaz. Onun hiç bir arzusuna muhalefet olunmaz…. Kapıları açtır; yoksa kırarız. Senin kafanı da koparırız… diye bağırmaya başlamışlardı.
Bu galeyan, derhal şehre yayılmıştı. Her taraftan: imam Hüseyin gelmiş, doğruca Darülemareye gitmiş. Fakat vali Numan, imamın konağa girmesine muhalefet etmiş….. sözleri yükselmişti. İmam Hüseyin tarafını şiddetle galeyana getirmişti.
Şehrin her tarafından, Darülemareye doğru bir akın başlamıştı. Hükümet konağına koşan bu halkın arasında imam Hüseyin Kufeye temsilcisi olarak gönderdiği, amcazadesi Müslim de vardı.
Müslim, bu haberi işittiği zaman, imam Hüseyinin böyle birdenbire ve böyle habersizce gelmesine bir türlü inanmamıştı.
Fakat birçok ihtimalleri dikkate alarak hemen kılıcını kuşanmış, gerçeği öğrenmek için o da kalabalığa karışarak koşmaya başlamıştı. Darülemarenin önüne gelince; kalabalığı yararak o yüzü kapalı ve Seyyidler gibi taylesanlı adamın önüne atılmış.
Fakat imam Hüseyinin zarif ve narin endamına karşılık, iriyarı, çirkin vucutlu bir adamla karşılaşınca, derhal işi anlamış: Ey ahali!… aldanıyorsunuz. Bu, bir hilledir… Bu adam, beklediğiniz imam Hüseyin değildir!…. diyerek bağırmıştı.
O zaman feci bir hilenin ilk sahnesi canlanmıştı.
İbni Ziyad, derhal yüzündekipeceyi açmış, topuklarının üzerinde dimdik durarak halka karşı yumruklarını sallamış: Evet!… beklediğiniz konuk değil… bir başkası… yani arabozucuların ve finekarların başına inen bir yıldırım. Ey halk! Ben, Basra hakimi İbni Ziyadım. İşte, fermanım. Yezid tarafından, fesatçıları yola getirmeye geldim…. dağılınız… diye bağırarak herkesi hayret ve dehşet içinde bırakmıştı.
Korkudan titreyen halk, bir an içinde dağılmış, Müslim, çevik bir hareketle halkın arasına karışmış; tenha sokaklardan, evine kaçmıştı.
Müslimin bu hareketi, can korkusunda değildi. Amacı, derhal imam Hüseyine haber göndererek, onun Mekkeden hareketini geçiktirmekti ve bir felaketin önüne geçmekti.
Fakat, İbni Ziyad, maiyetindeki adamları, kent civarında saklı bulunan askerlerine koşturmuş: Derhal kenti kuşatsınlar. Ne içinden dışarı, ne dışardan içeriye, bir kuş bile uçurmasınlar… diye emir vermişti ve artık arkasına kadar açılan kapılardan azametle girerek; Darülemareye, valinin konağına yerleşmişti.
Vali Numan, İbni Ziyadın ayaklarına kapanarak af dilemişti. İbni Ziyad, imam Hüseyin taraftarlarına karşı zayıf ve gevşek davrandığından dolayı, onu şidetle tekdir etmiş: Şimdilik sen, şöylece bir tarafa dur…. Senden önce cezalandırılacaklar var…. demiş, sonra da Yezidin fermanını okumak için, Kufe halkı ve eşrafını mescide davet etmişti.
Halkın büyük bir kısmı derhal bu davete uyarak mescide gelmişlerdi. İbni Ziyad, mimbere çıkarak, Yezidin fermanını okuduktan sonra: Ey nas! İşittiniz ya… Buraya Emirülmüminin ve halife müslimin, Yezidin emriyle geldim. Kufede, omuzlar üzerinde bir tek baş ve şehirde taş üstünde taş bırakmayacak derecede büyük bir yetki ve kudrete malikim. Yezide itaat edenler, hiç telaş etmesinler. Evlerinde sükün ve selamet içinde otursunlar. Fakkat zerre kadar muhalefet yoluna sapanlar, öfkemden ve kahrımdan korksunlar…. diye, bir hutbe söylemişti.
İbni Ziyadın bu sözleri, halka büsbütün büyük bir korku ve dehşet vermişti. Bütün Kufeliler derhal birer köşeye sinivermişlerdi.
Müslimin, konak kaldığı evin sahibi gelmiş, İbni Ziyadın tehditlerini anlattıktan sonra: Ya Müslim!… bu durum karşısında, artık seni evimde misafir edemem. Başına care ara, demişti.
Daha dün, Ehl-i Beyte şiddetle taraftarlık eden bu adamın sözleri Müslimin kalbinde bir ok gibi etki yapmıştı. Derin bir elem ve üzüntü içinde, derhal orayı terk ederek imam Hüseyine karşı candan bağlı olan Hani bin Urvenin evine gitmişti: Ey Hani!.. bu garip diyarda, iki şuçsuz yavrumla sokak ortasında kaldım… Ben buna gam yemiyorum. Yezidlerin eline geçerek durumu imam Hüseyine bildirmeden önce ölüme mahküm edilmekten çekiniyorum. Beni ve evlatlarımı sakla. Bize barınacak bir yer göster… demişti.
Bu sözler, Haniye büyük bir hüzün vermiş; gözlerinden yaşlar dökülerek, Müslim ile iki küçük oğlunu evine kabul etmiş; harem dairesinin tenha bir odasına yerleştirmişti.