bu görüşme böylece sona ermişti. Muaviye, Ayşenin tavsiyesine uyduğunu göstermek için, o dört kişiye kıymetli hediyeler göndermişti. Bunlardan imam Hüseyin, Muaviyenin gönderdiği şeyleri reddetmişti.
İmam Hüseyinin bu soğuk muamelesi, Muaviyenin kalbine yeniden birtakım endişeler düşürmüştü. Özelikle Ayşenin imam Hüseyini kayırması, Muaviyenin vesveselerini artırmıştı.
Araya birtakım ricacılar koyarak bir kere de imam Hüseyin ile görüşmek istemişti. İmam Hüseyin, ancak İbni Asın güçlükle ikna etmesi üzerine Muaviye ile buluşmaya rıza göstermişti.
Muaviye, İmam Hüseyini büyük bir tören ve teşrifat ile karşılamıştı. Aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
→Ya Hüseyin!… Bizler, Abdülmenafoğullarıyız. Bir memeden süt emdik ve bir bahçenin çimenleri üzerinde yetiştik…. Gerçi, aramıza bazı muhalefet girdi; birtakım olaylar meydana geldi. Bu uğurda da birçok kanlar heder edildi. Bu muhalefettin böylece sürüp gitmesi, gerek Canabı Hakkın, gerekse Resulü Ekremin rızası hilafınadır… Şans ve kader, bugün bana teveccüh etti. İslam hükümetinin tahtına geçirdi. Artık gereken, arabozuculuğu ortadan kaldırmak, el ele verip çalışmaktır.
Sen, Resulü Ekremin torunusun. Bu nedenle sana karşı borçlu olduğum saygı ve riayeti bilirim ve bunda da kusur etmemek isterim. Halbuki sen bana düşmanlık ve sertlik gösterirsin. Buna sebep nedir?…
→Ya Muaviye!… Sen, Resulü Ekremin torunu olduğum için bana saygı ve riayet borcundan söz edersin. Halbuki kardeşim Hasanı sen zehirletmedin mi?
→Haşa…. Yüz kere, bin kere haşa!… Bu faciaya ben, herkesten ziyade üzüldüm. Şamda günlerce yas tutulmasına emir verdim. Özelikle imam Hasanı zehirleyen, zevcesi olacak o melun kadın Şama gelir gelmez onu tutuklattım. Hatta başını kesip halka ibret gösterecektim. Ama ulema, bunu hoş görmedi. Onun için o meluneyi, sadece sürdürdüm.
→Pekala… Bu da böyle olsun. Şu halde, şimdi benden ne istersin?…
→Senden istediğim, büyük bir şey değildir. Ulema ve rüesanın oyuyla Yezidi veliaht tayin ettim. Bunu tasdik etmeni isterim….
→Önce veliaht tayın etmek, bidattir. Kitapta ve sünnette böyle şey yoktur. Sonra, veliahtlığa niçin Yezid alınmıştır? Bu makama ondan daha layık, şerafet ve fazileti ile senin oğluna tercih edilecek kimse yok mudur?
→Bu sözlerinle kendini mi kastetmek istiyorsun?
→Farzet ki, öyle olsun…
İmam Hüseyinin bu kısa ve kesin cevabı, Muaviyeyi acı bir darbe gibi etkilemişti. Derhal mulayemetle cevap vermişti: Hakkın var, ya Hüseyin!…. Şerafet ve fazilet itibarıyle, hiç şüphesiz ki, sen herkesten üstünsün. Fakat ne çare ki, ben de bunlara karşı koyamadım.
senden, ne de oğlundan zerre kadar perva etmiyorum. Canabı Hakkın hüküm ve iradesi ne ise, onun, yerini bulmasını bekliyorum.→Ya Muaviye!… Ben, Resulü Ekremin torunu ve zühdü takva ile ün yapan, Alinin oğluyum. Senin oğlun gibi: fasık, facir bir kimseye katiyen biat edemem. Bu uğurda gelecek bütün kaza ve belaya hazırım. Ne
İmam Hüseyin, bu konuşmasından sonra orada daha fazla kalmak istememiş ve Muaviyenin yanından kalkıp evine gitmişti.
İmam Hüseyinin bu kısa ve kesin red cevabı karşısında Muaviyenin endişesi bir kat daha artmıştı. Sırasıyle: Abdurrahmana, Abdullah ibni Zübeyre baş vurmuş; hiç olmazsa onları elde etmek istemişti. Ama bütün bu teşebbüsleri bir sonuç vermemişti.
Üç teklif
Muaviye, şansını bir de başka suretle denemek istemişti. Bu dört kişiye, halk karşısında yumuşaklıkla hitap edecek ve onların gösterecekleri sert tavırlar sebebiyle halkın sevgisini kendi üzerine toplayacaktı.
Bu kararı verdiğinin ertesi gün, bütün halkıcamiye toplamış, bu dört kişiyi de davet eylemişti ve minbere çıkarak şu sözleri söylemişti: Ey nas!… Ben, şu dört kişiye, Hakkın ve Resulün rızasına uygun bir surette, teklifatta bulundum. Onlar, reddettiler. Ben bundan dolayı kızgın değilim. Nitekim, bundan sonra da onlara şekatle muamele edeceğim, ata ve ihsanlarımı da kesmiyeceğim….
İşte, halk huzurunda, Hüseyine hitap ediyorum: Ya Hüseyin!… Biz, kardeş çocuklarıyız, benim hatırım için oğlum Yezide, görünüşte olsun biat et. Aradan şu ziddıyet ve muhalefet kalksın!…. demişti.
Muaviyenin bu teklifine, imam Hüseyinden önce İbni Zübeyr cevap vermişti:
→Ya Muaviye!… Biz de senden üç şey isteriz….
→Nedir?…
→Birincisi, hilafeti bırak. Çünkü sen, o makama halkın seçimiyle değil, hile ve zorla geçtin.
→İkinci isteğin nedir, ya İbni Zübyr?…
→Eğer, «Hilafeti bırakmam, her ne suretle olursa olsun ben bunu kazandım» dersen, şu halde oğlun Yezidi veliaht etmekten vazgeç… çünkü ne Resulü Ekrem, ne de onun dört halifesi, veliaht göstermemişler: İslam hükümetinin başkanlığını, halkın oy ve arzusuna terk eylemişlerdir. Üçüncüsü, mutlaka bir veliaht teyininde irar ediyorsan, öyle birini seç ki, bu zat Haşimi ve Emevi olmasın. Eğer İslam toplumuna zerre kadar saygı ve sevgin varsa, bu suretle tarafsızlık göster. (Bu sözleri söyleyen Abdullah İbni Zübeyr, Cemel savaşında Ayşe ile birlikte, Aliye isyan eden Zübeyrin oğludur ve kendisi de Haşimilerdendir.)
Muaviye, fena halde bocalamıştı. Bu darbenin verdiği sersemlikle düşmemek için mimberin iki tarafından yakalamıştı…. Muaviyenin zeka ve yeteneği, Araplar arasında pek ünlüydü. Ama, Muaviyenin bu parlak zekası, İbni Zübeyrin son teklifi karşısında birdenbire iflas edivermişti.
Muaviye, şaşkınlıkla başını Hüseyinin ve Abdurrahman ile Andullahın bulundukları yana çevirmişti: Siz ne dersiniz?… demişti.
Üçü birden: Bizde, İbni Zübeyrin teklifine katılıyoruz… cevabını vermişlerdi. O zaman Muaviye, artık söyliyecek söz bulamayarak: mimberden inmişti.
Ama, camiden çıkar çıkmaz da: Yarın Şama hareket edeceğim. Hazırlık görülsün…. emrini vermişti.