"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Allah ile aldatanların Şeriat oyunu

Dini içinden çürüten ‘aldatıcılar fırkası, tarihin her döneminde, menfaat ve siyasetlerini gerçekleştirmede sürekli “Şeriat isterük!” diye bağırmışlardır.
Şeriat isterük, menfaatlerin gerektirdiği başka bir zaman “Yeşil Kuşak İslam isterük”, bir başka zaman ise “Ilımlı İslam İsterük” şekline dönüşebilmiştir. Mesela, kendini ‘BOP projesinin eşbaşkanı olarak tanıtan AKP Genel Başkanı, “Ilımlı İslam İsterük”ün dinciliğini yapmaktadır.
“Şeriat İsterük”ün, “İslam İsteriz” ile hiç bir alakası yoktur. Şeriat, Kuranın getirdiği dinin adı değildir. Sadece İslam. Başka bir adı yok.
Neden ‘İslam demezler de ‘Şeriat derler. Çünkü İslam derlerse iddialarını Kuranla ispat etmeleri gerekir. Oysaki Allah ile aldatanların din dediklerinin Kurandan onay alması mümkün değildir. Şeriat diyerek meseleyi her yana çekebilir hale getirmekte, sıkışınca da “Ulemanın kavli budur, icma bu yoldadır, ecdadımız böyle karar vermiştir, asırlardır müslümanların uygulaması böyledir” gibi dayatmalarına uygun bir dini öne çıkarma yoluna gitmektedirler.
İslamın olmazsa olmazlarını Kuran belirler. Ne ulemanın ne icmain ne de ecdadın böyle bir yetkisi vardır. Onların belirledikleri, ‘dün öyledi. Onların belirledikleri, dün açısından saygın olabilir. Bu ayrı bir şeydir. Bu saygınlık onları bugün için dokunulmaz yapmanın gerekçesi olmalıdır. Bugün başka bir gündür. Birilerin belirlemesine itibar edeceksek bugünü biz belirlemeliyiz.
Kuran, şeriatı izafilikleri olan beşeri bir kurum ve kavram olarak bellirlemiştir. Halbuki İslamı, Yaratıcının elinden çıkmış ve beşerin müdahalesine kapalı tutulan bir alan olarak tanıtır. “Şeriat eşittir İslam”, diyorlar. Böyle bir şey yok. Böyle bir yaklaşım ilim dışıdır, din dışıdır. Kuran şeriatı yöntem anlamındaki ‘minhac kelimesiyle birlikte kullanarak şöyle diyor: “Sizden her biri için bir yol ve bir yöntem/şeriat belirledik, Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama, size vermiş olduklarıyla sizi imtihan etsin diye öyle yapmamıştır….” (Maide, 48)
Bu ayetten anlaşılıyor ki, şeriat insandan insana, toplumdan topluma değişen tavırları, tarzları, yöntemleri, kabulleri ifade etmektedir. Her peygamberin şeriatı vardır; Muhammedin de izlediği bir şeriatı vardır. Casiye 18 bunu açıkça ifade etmektedir. Bir dinin içindeki değişik birey ve grupların da birer şeriatı vardır, olabilir, olacaktır. Örneğin, her mezhebin dinden anladığı, o mezhep için bir şeriattır.
O halde, şeriat, Allah katında değişmez yol ve gerçek olan İslamın içinde kişilerin, grupların ve toplumların dinden anladıklarına göre oluşturulmuş yorumlar ve kurallar bütünüdür. Yüce Allah, şeriatın her birimize göre değişen bir din anlayışını ifade ettiğini açıkça bildirmektedir ki, hiç kimse dinden anladığını dinin kendisi ilan etmeye kalkmasın.
Şeriat mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir. Şeriat İslamla eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün Kuranla ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Bu anlayış, önce, şeriatla dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş fıkıh kitaplarındaki akıl ve Kuran dışı birtakım kuralları din diye halkın önüne koymaktadır.
Bu anlayış kendisini meşrulaştırmak için, özellikle Kuranı tercümesinden okuyan kitleler önünde, bir oyun daha sergilemekte, şeriat sözcüğünün birçok Kuran ayetinde geçtiğini söylemektedir. Bu, açık bir yalandır. Bu yalan, işin içyüzünü bilmeyen halk kitleleri şöyle segilemektedir: Önce Kurandaki şeriat ve din kelimelerinin tümü ‘Şeriat anlamında tercüme edilmekte, sonra da “İşte bakın, Kuranda şeriat şu kadar yerde geçiyor!” diye hüküm verilmektedir. Bu yapılınca, halkın İslamdan anlaması gereken ne varsa, şeriattan anlaması gereken şeyler haline geliveriyor. Dinden anlaşılması gerekenler şeriattan anlaşılır olunca da dinle şeriatı eşitlemek küfür oluyor.
Kuranın din dediği yerde çeviriyi din, şeriat dediği yerde şeriat diye yapmak zorundayız.
Geleneksel fıkıh kitaplarındaki şeriat, dinden, tarihin eski devirlerindeki insan kümelerinin anladığının adıdır. Fransız düşünürü Garaudy buna ‘çöl fıkıhı diyor. Ama tarih içinde o tabiri ilk kullanan Garaudy değildir. Aynı tabir İbn Haldunda da geçmektedir. Bu tabirde hiçbir hareket kastı yoktur. Tamamne bilimsel bir ifadedir. Yani, çölde yaşayan müslümanların hayatlarını düzenlemek üzere, o günkü fakihlerin getirdikleri yorumlardır çöl fıkıhı.
Kuranın getirdiği dinin adı şeriat değil, İslamdır.
Biri, şeriatla Kuranın getirdiği İslamın kendisini kastediyorum diyebilir ama bu sadece onun fikri olarak kalır; Kurana ve bilimsel gerçeklere uymaz. Düşünün, İbn Haldun (Ölm. 808/1405) gibi bir büyük müslüman düşünür, eserinde çöl fıkıhından bahsediyor.
Şeriatın içinde örf, en ileri dozda vardır. Örften tamamen arınmış evrensel değişmezler anlamında din, Kurandadır.
Bir de bu dinden hareketle insan hayatına değişik coğrafyalarda, değişik zamanlarda açıklama getiren bir yapı vardır. Buna da diyanet vya şeriat denmiştir. İşin bilimsel ve Kuransal gerçeği budur.
Diyanet değişkendir, din değişmez, yanlız Allahın elinden çıkar. Bu ikisini birbirine katmak, Elmalılının, Fatiha Suresi yorumunda gayet güzel ifade ettiği gibi, insan hayatına çok ağır faturalar ödetir. Şeriat işte bu diyanet alanında, değişen alandadır. Ama din dediğimiz zaman, Kuran, bundan İslamı anlar ve İslam, değil müslümanların şu veya bu devrindeki hayatlarında, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin tebliğlerinde bile değişmeyen esasların adıdır.
Kuran, insanı defalarca uyararak, getirdiği dinin adı üzerinde oynanmamasını istiyor. Kuranın son vahy edilen ayeti (Maide, 3), dinin adının Allah tarafından İslam konduğunu, mükkemel hale getirildiğini, tamamladığını ve bunun ismi üzerinde de oynanmaması gerektiğini söylüyor. İnsanların Canabı hakkın bu beyanlarından rahatsız olmuşcasına, yeni bir din adı bulmalarının başka sebepleri olmak gerekir.
Şeriati bir devlet şekli gibi sunuyorlar. Oysaki, Kuran, ima yoluyla bile bir devlet şekline temas etmiyor. Onu insan aklına bırakmış. İslam devleti tabiri, siyasal İslamcı istismarın bir uydurmasıdır. Kuranda böyle bir tabir yok. İslam evrensel ve ölümsüz ilkeler bütünün adıdır. O halde İslamın devleti olmaz, müslümanların devletleri olur. gerçek bu olunca, yüzlerce devlet şekli bulunacaktır.
Allah aldatma aracı yapılınca…
Konyalı Mevlana Celaleddinin oğlu Sultan Veledin, eseri Maarif te muhteşem ve aynı zamanda ürpertici bir sözü var. Şöyle diyor Sultan Velid: “Engel Tanrı ise onu hangi ‘lahevle uzaklaştırabilir!?” (Maarif, 12)
Sultan Veled, bitmez-tükenmez aldatış ve aldanış serüveninin en kahırlısına dikkat çekmiştir. Bu, bizzat Tanrının aldatma ve engelleme aracı yapılmasından doğan bir kahırdır. Tüm kahırların içinden sıyrılmak için sığınacağımız son gücün de kahır aracı haline getirilmesi, ümidin bitişi demektir.
Sultan Velid, bu zaman üstü saptamayı yaparken, Kuranın, biraz ilerde açıklayacağımız hayati mesajlarından birine dayanmaktadır. Kurana göre, tüm aldanışlardan sıyrılmak için sığınacağımız en güvenli dayanak olan Allah bile, aldatıcıların oyunlarıyla aldatma aracı haline getirilebilir.
Bu yüzdendir ki, insanı Allahtan uzaklaştıran bir kahır olarak sahte din, dinsizlikten daha tehlikelidir. Böyle olunca da, gerçek Tanrı erlerinin, sahte dinle mücadeleleri, dinsizlikle mücadeleden önce gelir. Çünkü sahte din, dinsizlikten fazla olarak, Allaha gidiş ümit ve ihtimalini de karartır. Sahte dinci, bulmadığı halde “Buldum” iddiasındadır. İddiası, isteği engeli haline gelmiş kişinin kurtulması çok zordur. İnkarcının hiç değilse böyle bir iddiası yoktur. Allahı inkarcıya buldurmak bir çile, sahte dinciye buldurmak ise birkaç çile ister.
İnsanın keyfine ve çıkarına uydurulmuş bir Tanrının, gerçek yaratıcıya giden yolu kestiğini de insanlığın vicdan ve irfan kulağına üfleyen yine Kuran olmuştur. Dinler tarihinde devrim yaratan beyyinlerden biri şöyledir: “Ey insan sahipleri! Şu bir gerçek ki, hamamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allahın yolundan geri çevirirler. (Tevbe Suresi, 34-35)
Tarihi dikkatle ve tarafsız bir bakışla okuduğumuzda şunu apaçık görmekteyiz: Allahı, Allaha giden yolun engeli haline getiren kahrın hayata soktuğu zulüm, hem yoğunluk hem de süre bakımından en büyük zulüm olmuştur. Allahsızlığa fature edilen zulümler, Allahı aldatma aracı yapan zulümlerin yanında çok hafif kalmaktadır. İnsanoğlu, Allahsızlığa fatura edilen zulümleri teşhis ve bertaraf etmede, Allah ile aldatanların zulümlerine karşı mücadeleden daha başarılı olmaktadır. Çünkü inkar zulümleri kutsalı paravan yapmadıklarından insanın iç dünyasına sokulamıyorlar. Böyle olunca da başarı şansları ve ömürleri fazla olmuyor.
Kutsalı maske yapan, yani Allah ile aldatmaya dayanan zulümler insanı da can evinden yakalamakta, gönlünü, vicdanını prangalamakta ve zulmü fark edemez hale getirmektedir. Tarihe bakın: Allah ile aldatmaya dayanan engizisyon zulmü, yüzyıllar sürmüştür; inkara dayanan komünizmin zulmü ise sadece yetmiş yıl.
Ve derin bir acı duyarak tarihin kulağına şunu fısıldamak zorundayız: Türkiye, Allah ile aldatmaya dayalı zulüm süreçlerinin en yıkıcılarından birine, ne yazık ki girmiş bulunuyor!