“Şeytanlar, periler gibi varlıkları
Lahavle ve zikirle kovmak mümkündür.
Fakat engel Tanrı olursa
Onu hangi lahavle ve zikir uzaklaştırılabilir?” Sultan Veled
Allah ile aldatmanın yarattığı ‘tahakküm teolojisi müslümanları, kendi dinleriyle vurulmaya müsait hale getirdi ve müslümanların düşmanlarıbundan ustalıkla yaralandılar.
İslam dünyasının, dininden başka bir şeyle vurulamayacağını fark ettikleri günden beri onu kendi diniyle vuruyorlar. Ve bu vuruştan mutlaka sonuç alıyorlar.
İslam ümmetini kendi diniyle vuranlar, haçlılar ve onlarla işbirliğine girmiş ‘Allah ile aldatanlar. Lozanda bizi, ‘yok saymada kullandıkları gerekçe şuydu:
“Siz, bir millet değil, ümmetsiniz. Taraf olamazsınız.”
Batı Trakyada ezilip horlanan soydaşlarımızın haklarını yok saymak ve bu yoksaymaya Türkiyenin müdahalesini etkisiz kılmak için kullandıkları gerekçe de aynı:
“Batı Trakyada Türk yok, müslümanlar var.”
Yani ordaki türk kitlenin haklarını çiğnemek için yine dinimiz kullanılıyor. Batılı alışmış, bizi yaratmak veya etkisiz kılmak için sürekli dinimizi kullanılıyor.
Bu bir Haçlı-İngiliz siyaseti, Atatürk bu şeytani siyaseti, ta 1920lerin başında maskesini düşürerek müslüman dünyaya tanıtıyor. 13 mayıs 1920 günkü TBMM konuşmasında İngilizlerin siyasetinin ‘İslamı İslamla yok etme siyaseti olduğunu ilan ediyor. İslam dünyası, Atatürkün öne çıkardığı bu büyük basireti anlıyabilseydi bugün boğuştuğu belaların büyük bir kısmı, belki de tamamı olmazdı.
21. yüzyıla egemen olacak din eksenli kutuplaşmayı başlatmadan önce İslamı, dünya önünde hiçbir itibara sahip olmayan bir kabile dinine döndürmeyi planladılar ve bundan büyük ölçüde başarılı oldular. Onun ardından, ‘Medeniyetler Çatışması adı altında bir haçlı-İslam savaşı başlattılar. Bu savaşta yenik düşecek olan baştan beliydi: İslam dünyası.
Bu işin başını birinci derecede İngilizler çekti. ‘Medeniyetler çatışması tezinin babası sanılan Huntington, esasında bu fikrin öğrencisidir. Fikrin babasının, İngiliz düşünür ve istihbaratçısı Toynbee (ölm. 1975) olduğunu unutmayalım. Huntington, Toynbeenin resmen ve fiilen öğrencisidir.
İngilizler, İslamı İslamla vurma siyasetinde en çok hilafeti kulandılar. Çünkü çöküşün oradan geleceğini ve tek elden kontrol için en emin aracın hilafet aldatmacası olduğunu biliyorlardı. İngiltere, son iki yüz yıl boyunca sürekli ‘hilafet hamisi rolünü oynamak suretiyle müslümanları ifsat etmiştir.
Amerikalı yazar Dr.Gibbons diyor ki:
éİngilizler, dünyada toplu halde ne kadar müslüman varsa kendi hükümleri altında görmek isterler.” (Şengül Altınal; Hakimiyeti Milliye Gazetesi, doktora tezi, s. 81)
Bu emele ulaşmanın en kestirme yolu hilafet ve halifeyi kullanmaktır.
Özbekistanı da aynı oyunla vurmaya kalktılar. Dinci şiddet ekiplerine zor günler yaşattığı için hedef olan Kerimov, ‘Takkeli İsyan ile sarsıldı. O güzelim Özbek tekkesini atıp Arapın ilkelik ve fasat sembolü olan tekkesini giyen Ekremi Tarikatı militanları Özbekistanı taciz etmekteler. İsyan ve bozgunun kotarıcısı ABD, BOP sloganıyla tahrike devam ediyor:
“Özbekistan halkı daha fazla demokrasi istiyor. İsyanın bastırılması için şiddet kullanılmamalı, demokratik davranmalı.”
Kendi başına kaldıklarında demokrasi sözünü bile dinsizlikle eşanlamlı sayan dinci taife, haçlı Emperyalistlerin fesadıyla o hale geliyorlar ki, yıkmak istedikleri rejim ve yönetimlere saldırırken, haçlı öncülerinin öğrettikleri sloganı Kuran ayeti gibi tekrarlıyorlar: “Daha fazla demokrasi isterük.”
“Batılı makisün aleyh olmaz” (tutarsızlık örnek alınmaz) diye diye yetiştirilen müslüman nesiller, batılı, değil makisün aleyh (örnek unsuru) yapmak, tek rehber, hatta bazı yerlerde Tanrı yapmışlardır.
Müslüman Türkiyenin dinci mahfillerinin en güçlü toplantılarından birinde en dinci temsilcilerinden biri, Brüksele teslim olmalarının gerekçesini şöyle seslendirmiştir:
“Bizim Brüksele teslim olmamız sebepsiz değil, Biz; Ankaranın şerrinden Brükselin şafaatine sığındık.”
Diniyle vurulan müslüman aydınlar Haçlı kurmaylara şunu soramıyor:
“Demokrasi istiyordunuz da yıllardır elinizin altında bulunan Suutlara, Katara, Bahreyne neden demokrasi getirmediniz de Irakı yerle bir etme pahasına demokrasi istiyorsunuz?”
Haçlılar, önce müslümanı çağdışı hale getiriyor, ardından da “Böyle olmaz; ben bunu düzelteceğim” diye muhtarlık yapmaya başlıyorlar. Kural ve kader hep aynı: Muhtarlık Haçlıdan, finans ve hizmet müslümandan.
Köy Enstitüleri gibi, tarihte eşi görülmemiş bir kalkınma projesi, “Bu enstitüler kominis yetiştiriyor” teranesiyle yok edildi. ABDnin o günkü sömürge dini Yeşil Kuşak İslamı ile Marshall yardımı kullanılarak kendi dinimizle vurulduk ve bizi çağın üstüne taşıyacak bir büyük yaratıcı projeyi kendi elimizle mahvettik. Yani Allah ile aldatıldık.
ABDnin Marshall Yardımı, müslümanı kendi yurdunda vurdu. Marshall Yardımının Köy Enstitülerini kapatma şartına bağlanması bile bizi yönetenleri uyandırmaya yetmedi.
Müslümanların kendi dinleriyle vurulmalarının ve kendi dinlerini yanlış anlamalarının yarattığı ıstıraplar, İslam düşmanlarının vücut verdiği kahırlardan çok daha büyük olmaktadır. Ve bu, asırlardır böyle olmaktadır. Yaşadığımız günlerden bazı örnekler verelim:
31 Ağustos 2005 ve devamı günlerde haber kanallarında Bağdatta izdihamdan bini aşkın insanın ölmesi öne çıkan haberlerin birincisiydi. İmam Musa Kazımın türbesi civarında toplanan yüz bini aşkın insan vardı. Bir köprü üzerinde yığılan bir kümenin içinden bir provakatör bağırdı: “İçimizde canlı bomba var!”
Ve panikleyen kitle bir mahşer manzarasıyla koşuşmaya başladı. Sonuç: Bini aşkın ölü ve binlerce yaralı. Tıpkı Mekkedeki Tünel Faciasına benzeyen bir felaket. İkisinde de sebep aynı: İslamı, tanrısal kitabındaki ışığa göre değil de atalar inadına göre anlamanın yarattığı körlük.
Hac …Geleneksel Emevi fıkhının dayatmasıyla üç gün içinde yapılma şartına bağlanan hac,
Kuranda üç ay boyunca yapılabilecek bir ibadet olarak düzenlenmektedir. Haccı, Kurannın açık emrine rağmen, iki güne sıkıştırdığınızda, yarım milyon kişiyi zor barındıracak Mekkeye 3 milyon insanı yığımak zorunda kalırsınız ve yüzlerce insanın can verdiği Tünel Faciaları tekrarlanıp durur.
ABD, otuza yakın müslüman ülkede dini cemaatlere, vakıflara, basına yardım için yeni bir fon oluşturmuş. Ilımlı İslamın yayılmasını amaçlayan bu fonun etkili biçimde iş görmesi için CIAnın önemli temsilcileri, İslam ülkelerinde bir dizi temas kurmaya başlamış. Bu arada, Suriye menşeli İhvanül Müslimin örgütü ile de temas kurulmuş.
Proje, özelikle camilere ve imamlara yönelik. Pilot bölge olarak seçilen Bangledeşte binlerce imam eğitime alınmış. Diğer müslüman ülkelerden binlerce imam da Washingtonda eğitimden geçirilmek üzere ABDye çağrılıyor.
Fondan destek alan ülkelerde Cuma hutbelerinin de ABD konrolü altına çekilmesi için çalışmalar başlatılmış bulunuyor. ABDnin en etkili haftalık haber dergilerinden biri olan US NEWSa göre, bu proje,soğuk savaştan sonraki en kapsamlı ve en etkili politik savaş. Projenin temel stratejik söylemi, ABD yönetiminin yarı resmi organlarından biri sayılan WashingtonPostun bidirdiğine göre, şu:
“ABD baskısını sona erdirme yönündeki çağrıların statükoya razı olmak anlamına geldiği vurgulanmalı….” (Cumhuriyet, 1 Mayıs 2005)
Tarihin ve Tanrının huzurunda şunu tekrar söylemek borcundayız: Batı, İslamın sahtesini üretip müslümanların ve özelikle Atatürk Türkiyesinin üstüne salmanın namertlik faturasını çok ağır biçimde ödeyecektir.
İslam-Batı ilişkilerinde işin nerelere gidebileceğini iyi tahmin eden Batılı gazetecilerden biri olan Gilles Keppelin bazı tespitleri, ingiliz gazetesi The Guardianın sayfalarına oturdu. Keppelin kitabından yola çıkan yazar Simon Tisdall, makalesinde şöyle diyor:
“Cihadın 3. aşaması Avrupada başladı. Bundan böyle savaşlar Filistinde, Irakta değil, Londra, Paris ve benzeri Avrupa başkentlerinde sürecek…”
Avrupa kentlerinin en yoksul semtlerinin birçoğu, ‘radikal dinci müslümanları barındıran gettolar durumunda. Bu gettoların tarihe bırakacakları (veya bu gettolarda tarihe bırakılacak) ciddi eylemler elbette olacak.
Batının, gerçek müslümanlarla, onların anlatmaya çabaladıkları gerçek İslamı yıpratmak uğruna yıllardan beri koruyup kolladığı radikal-siyasal İslamdan belasını bulmaması, Yaratıcı iradenin varlık ve evrene koyduğu kuralların işlemediği anlamına gelirdi. Biz, o kuralların işlediğine inananlardanız. Allah vaadinde sadıktır. Batı, İslam karşısındaki ikiyüzlülüğünün cezasını bir biçimde ödeyecektir.