Muharrem Naci Orhan Dede, Cem dergisinin 20. sayısında bugünkü (mevcut) Kuran için yazılı belge olarak aynen şunları söylüyor:
1- Kuran ilmiyle uğraşanlara göre Kuran ayetlerinin toplam sayısı 6666dır. (Prof. Dr. Erol Güngör, İslamın bugünkü meseleleri, ss. 88).
2- Bu 6666 ayetten 369 tanesi yoktur. Ayet sayısı 6287dir. Bu eksiklikler nedir?, ayetler kimler hakkındaydı, niçin Kurana yazılmadı? denilmektedir.
3- Bunları kimler yok etti ve niçin yok ettiler?. Elde bulunan Kuranın nüshaları çoğaltılmıştır. Peki Kuranın aslı nerede?
4- Topkapı müzesinde bulunan iki Kurandan birisinin Ali tarafından ve diğerinin de Avf bini Osman (halife Osman) bizzat kendi elyazılarıyla yazdıkları kayıtlıdır. Peki ama Ali ve Osman zamanında noktalama işaretleri yoktu, düz harflerle yazılıyordu; bu nasıl olur, mümkün mü? Öyle ise Alinin el yazısı diye kim uydurdu, bundaki amaç nedir?
5- Halife Osmanın, dört kişiye yazdırdığı söylenen “mutsaf” Resulün karısı denilen Hattaboğlu Ömer (halife Ömer)in kızkardeşi olan (kızı olması gerek L. K.) Havsadaki Kuran nüshası değildir, denilmektedir. Biz neye itibar edeceğiz, ölçü nedir?
6- Resulün itimat ve itibar eylediği dört vahiy katibi vardı. Bunlar aynı zamanda hafız idiler. Yani Resulün söylediği ayetleri yazıp ezberleyen kimseler: 1) Abdullah bin Mesud, 2) Nuaz bin Cebel, 3) Übey bin Kaab, 4) Salim Nevlavi Kuzeyfe.
Bu dört kişi Resul zamanın en büyük alimleri ve en yetkin hafızları idi diye tüm tarihlerde vardır.
7- Osman, halife olunca Kuranı yazdırmaya başladı. Kendisi de biliyordu ki, yukarıda isimleri yazılı bulunan dört kişi hem hafız olarak hem de bilim adamı olarak en önde ve en ünlü kişilerdi. Osman, Kuranı bunlara yazdırmayıp da şu dört kişiye neden yazdırdı?
1) Zeyd bin Sabit: Bu adamın koyu bir Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu herkes gibi Osman da biliyordu. Mekkenin zaptından sonra okuyup yazmayı öğrenmiştir, cahil sayılacabilecek kadar bilgisizdi. Tek özelliği, Osmanın damadı olmasıydı.
2) Abdullah bin Zübeyr: Evlad-ı Resule (Ehl-i Beyte) bundan daha azılı düşman üç beş kişi ancak çıkabilir. Bunu da herkes biliyordu. Osman da biliyordu.
3) Saad Ebil As: Tahrilere göre bu kişi Kuran kutsal bir kitaptır, benim bilgim buna kafi değil dediği halde Osmanın zorlaması korkusuyla heyete girmiştir. Bilgisizliğini kendi söylüyor ama yazmakta da bir sakınca görmüyor.
4) Abdullah bin Haris: Heyete girmeyi kendisi teklif etmiştir. Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu bilmiyen kimse yoktur.
Görülen odur ki, Osmanın Kuranı yazdırdığı kimseler ehliyetsiz ve belli bir amaç için heyette bulunan kimselerdir. Böyle olmasaydı Ali, Osmandan 12 yıl sonra halife olur olmaz, Abdullah bin Mesud, Muaz bin Cebel, Übey bin Kaab, Salim Mevlavi Huzeyfayı Kuranı yazmaya memur eder miydi? Bu heyete şu talimatı verdi Emir: “Eğer bir konuda tereddütünüz olur ise Abdullah bin Mesudun oyu geçerlidir” diye buyurdu.
Bize göre, Kuranı Kerim kutsal bir kitaptır. Ben buna (mevcut Kurana) inanıyorum. Ancaaaak….
1) Elde bulunan Kuran ne Alinin yazdırdığı, ne Havsadaki nüshalardan yazılan, ne Abdullah bin Mesudta olan nüshadan yazılan ve ne de Osmanın yazdırdığı Kurandır. Eldeki Kuran, Emeviler zamanında yazdırılan Kurandır.
2) Bu nedenle pek çok ayet eksiktir. Fazladan katılanlar vardır. Tekrarlar ve Andlar, hükümden kaldırılmış nesih-mesuh ayetlerle müteşahip (benzer) ayetler vardır. Örnek vermek gerekirse: Düdessir s.32 a. “Kamer Hakkıy-günü Tanrı, ayda kutsilik görüyor ve ona and içiyor ki, and içilen her zaman and içenden yücedir, ulvidir. 33. ayeti (beş bilinmeyen) ayetleri gibi. Bunlar kutsal kitabı değerden düşürür ve Tanrıya inancı zayıflatır.
Bütün yukarıda yazdıklarımızın ışığı altında zorunlu olarak şöyle düşüneceğiz: Kuranda kadını ararken, öncelikle eldeki Kuranda bulunan bu ayet semavi olarak Resule inen, yani doğru olan ayet midir, yoksa bu ayet üzerinde söz söyliyebilir miyiz? Böyle düşünmez isek, eldeki Kuranda kadın haklarını kolay kolay bulamayız. O zaman da Tanrının adeletsizliği ortaya gelir ve tartışılır. Bir örnek verelim: “Kız çocuğuna mirastan bir pay, oğlan çocuğuna iki pay veriniz” diyor. Şimdi bu ayet yaralı mıdır, zararlı mıdır? Din ve inanç, kişilere ve topluma faydalı olduğu müddetçe dindir, inançtır. Ötesini siz düşünün. “(Cem Dergisi, s. 20. Ocak-1993).
Alman yazar Anton Josef Dıerl, “Anadolu Aleviliği” adlı yapıtında bugünkü Kuranı “Osmanın Kuranı” diye adlandırıyor.
Hollandalı bilim adamı Prof. F. de Jong “Arap dünyasında Kuran çok değişikliğe uğramıştır. Özelikle Osmanın rolü büyük olmuştur” diyor.
Turan Dursunda, “Din Bu-1” yapıtında şunları söylüyor: “Ve siz ey “cemaati müslümin”! Kendi kutsal kitabınızı, Kuranı yakmadınız mı? Bir kez Affanoğlu halife Osmanınız, bir kez de Hakemoğlu Mervanınız eliyle… Bu yakmalar, yok etmeler nedeniyle değil mi ki, Kuranın orjinali dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor. Bunu bugün ateşli İslam savunurlarından Dr. Subhi es-Salih de araştırmalarında belirtmek zorunda kalıyor.” diyerek, dip notta da şunlara dikkati çekiyor:
“Halife Osman döneminde Kuranın ikinci kez derleme ve “resmi mushaf” işi bitirildikten sonra, bu mushafa esas olanlar ve mushafın dışında kalan derlemeler, tümüyle yakıldı. Yanlız Hafsanın sandığından alınmış olan birinci derleme Hafsaya geri verildi. Yakma buyruğunu veren de halife Osmandı. (Bkz. Buhari, Kitabul-Fedail, Bab: 1-2). Yakılmaktan kurtulmuş olan Hafsadaki “mushaf” da, Emevi halifelerinden Hakem oğlu Mervan tarafından yaktırıldı. Hafsanın ölümünden sonra, Gerekçe: “yakılmamış olsa, kuşkulara yol açar” (Bkz. İbn Ebi Davud, Leiden, 1937, yay, Anhur Jeffery, s. 24). Bu yakmalar, müslümanların imanını bozulmaktan kurtarmak içindi.”
Araştırmacı yazar Dr. İsmail Kaygusuz, “Alevilik-Kızılbaşlık ve Materyalizm” adlı yapıtında, “İmamlardan rivayet edilen hadisler ve Kuranın Ali kopyasındaki ayetler de “Kuran tahrifatını” isbat etmektedir” diyor ve kaynaklar göstererek şu bilgileri aktarıyor:
“Aşağıda, 1628-1699 yılları arasında yaşamış bilgin Muhammed Bakır Meclisi tarafından hazırlanmış çok önemli hadis Kolleksionu olan Bihar al Anwardan alınmış bazı örnekler veriyoruz:
“1- Kuran Sure 3 (Ali imran). Ayet 33 “Allah; Adem, Nuh, İbrahim ailesi ve İmran ailesini (Meryem Ananın geldiği aile) bütün alemlere üstün kılındı.” Bu ayette, “İmran Ailesinden sonra gelen Muhammedin ailesi, yani “Ehl-i Beyt” atılmıştır. (Al-Kummi, Tafsir; Al-Ayyashi, Tafsir ve diğer kaynaklardan aktaran Meclisi, Bihar al-Anwar, Vol. 23, s. 222-8, No. 25, 26, 48, 49.)
“2- Kuran Sure 25, ayet 28: “Keşke dost olarak böyle birini seçmeseydim.” 6. imam Cafer Sadık der ki: “Bu ayet, Alinin Kuranın da, “Keşke dost olarak (bu) ikinciyi seçmeseydim” şeklindedir ve bu bir gün ortaya çıkacaktı. Bu, Muhammedin Mekkeden kaçışı sırasında mağaradaki ikinci kişi olan ve bundan dolayı da ath-Thani (ikinci) olarak bilinen Ebubekire açık bir göndermedir. (Alam ibn Sayf al-Hilli, Kanz Jamial Fawaiden aktaran Meclisi, Buhar al-Anwar, Vol. 24, s.18-19, Now: 31).”
Çok ilginçtir ki bunu izleyen 29. ayetin anlamı: “Çünkü bana zikir (Kuran) gelmişken, o beni ondan saptırdı. (Ancak) Şeytan, insanı yüz üstü bırakıp rezil rüsvay eder” biçimindedir ve görüldüğü gibi Ebubekirin bu iki ayeti değiştirmesi için her türlü neden mevcuttur.
“3- Kuran Sure 3, Ayet 110: “Siz, imamların en hayırlısısınız (hayr al-umma)” değil, “Siz, imamların en hayırlısısınız (hayr al-aimam) olması gerekiyordu. (Al-Ayyashi, Tefsirden aktaran Meclisi, Buhari al-Anwar, Vol. 24, s. 153, No. 1, 2).
“4- Kuran değiştirilmiştir. Şöyle ki: Halifelerin (awsiya, imamlar) ve inanmayan iki yüzlülerin (munafıkun, imam düşmanları) isimleri atılmıştır. (at-Tabarsi, al-İhticacdan aktaran Meclisi, Bihar al-Anwar, Vol. 24, s. 195-6, No. 19).
“Kuran yorumu (tevsir), Sünnilikte olduğu kadar Şiilikte de önemli dinsel bilim dalı olmuştur. Bununla birlikte Şiiler, imamlar tarafından (özelikle Zeynel Abbidin, Bakır, cafer Sadık ve imam Rıza –İ.K.) yapılan Kuran ayetlerinin batıni yorumlarını vurgulamaya eğilim göstermişlerdir.” (Moojan Momen, agy. S.172, 173, 337, 338).
Birkaç örnek de başka kaynaklardan vererek konuyu bağlayalım: Peygamberin eşlerinden Ayşeden aslının 200 ayet olduğu ve Osman zamanında derlenmiş olan eldeki Kuranda ise 73 ayetinin mevcut bulunduğu bir sureye ilişkin bir hadis rivayet edilir. Yazarın birinci ve ikinci halifeler zamanında (632-644) ayetlerinin çoğunun atıldığını söylediği sure (Asghar Ali Enginner, The Origin and Development of İslam. Orient Longman Ltd. Bombay-1980, s. 136) 33 numaralı Azhap suresidir. Pek çok ayetleri Peygamberin eşleri hakkında gelen (Ayet 28, 30, 32, 37, 50) surenin Ayşeyi doğrudan ilgilendirmesi, bizce rivayetin gerçekliğine önemli güç katmaktadır.
İkinci Örnek: Peygamberin Miracını belirleyen İsra suresinin (17, 1) birinci ayetinde kullanılan isimlerin, sürenin iniş tarihleriyle uyumsuzluğudur. 618-620 yılları arasında inmiş olan surenin ilk ayeti “noksan sıfatlardan münezzeh olan Tanrının, Muhammed kulunu Mescid-i Haramdan (Mekkedeki Kebbeden) çok uzaktaki Mescid-i Aksaya (Kudüsteki Mescid-i Aksa Camisine) götürdüğünü” anlatmaktadır. Henüz içinde putların bulunduğu ve İslamın eline geçmemiş olduğu o tarihlerde Kabeye “Mescidi Haram” denilip denilemeyeceği bir yana, Ömerin 642-643lerden fethettiği Kudüste Süleyman Peygamber tapınağı kalıntısı üzerine yaptırdığı “Mescid-i Aksa” bu tarihten 22-23 yıl önce inmiş olan ayette nasıl geçer???
Bunu, haklı olarak bilim adamları sorguluyor. (Jean-Patrick Guilliam et ses Collaboraturs, Le Livre de lEchelle de Mohammet, Paris-1991, s. 45-46) Mevcut olmayan caminin adı elbette geçmez. Ama cami yapıldıktan sonraki “Osmanın Kuranında geçer. Çünkü tarih uygun. Çünkü orjinal Kuran üzerinde oynanmış tahribat yapılmıştır.
İmam Hasan ve imam Hüseyinden başlayarak bir sonraki imama ve soyundan gelenlere devredilen emanetler arasında “Fatima Mushafı” ve “Alinin Kuran kopyası ve Tevsiri” gibi kitaplar vardır. (Moojan Momen, agy. s. 150) Bunların, Osmanın Kuranıyla ilgisi yoktur. Ayrıca Samanoğulları döneminde, 940larda Nişaburdan Çine elçi olarak gönderilen Arap gezgini ve Çoğrafyacı Abu Dulafın yapıtında imam Zeynel Abbidinin oğlu “Zeyd soyundan gelenlerin yönettiği Alevi Bagraç Tütkleri arasında Sünni Kuranına benzemeyen bir (Ali) Kuranı” diye söz ettiği Kurana ne demeli??? (Abu Dulaftan aktaran Yakut, Mudjam al Buldan III, s. 441-442).”
Emevi saltanatının eğemenliği için değiştirilen Kuranda, kendileri gibi inanmayanlara ölümü öngören ayetler de yerleştirilmiştir. Nitekim o günlerden bu yana İslam adına bir çok toplu kırım yaşanmıştır.
Tanrı adına ölüm saçan köktendincilerin bu yapılarından ürken Azarbeycanlı şair Sabir, (1862-1911) bir şiirinde şöyle demektedir:
Kükremiş aslan görirem gorhmirem
Dalgalı umman görirem gorhmirem
Ancak bu gohrmazlık ile doğrusu
Harda müslüman görirem gorhirem!
Dün olduğu gibi bugün de Kuran hükmüne uyduğunu söyleyen köktendinciler, insan öldürmekten çekinmediler. Bunun son örneği Sivasda yaşandı. Alevi-Sünni ayrımı yapılmaksızın ülkenin aydınları acımasız biçimde katledildi:
6-10 Temmuz 1994 günlerinde Hamburg ve Köln üniversitelerinin ortaklaşa düzenledikleri bir dizi etkinlikte Sivas katliamından kurtulan bir yazar olarak, Video banttan bu yangını izleyip olayı anlatırken, “Durdurun şunu!” diyerek isyan eden Almanların haykırışlarına tanık olduk. Çevirmenliğimizi yapan Alman kadının, gözyaşlarını tutamayıp bize sarılarak ağlayışına ortak olduk… Gördük ki, o salonu dolduran Alevi, Sünni ve Hıristiyan inançlı insanların özü insan sevgisiyle doluydu; insana yapılan bu acımasız kıyıma tepki verip ağlaşıyorlardı…
Heyhat! Sivasda bizi yakanlar müslüman dincilerdi; Almanyada ağlaşanlar Hıristiyan insanlardı….
Acıdır ki, Şii islamcılar, Selman Rüştüyü idama mahküm etmiştir. Sünni İslamcılar, Aziz Nesin için ölüm fermanı çıkartmış, 2 Temmuz 1993 günü Sivasda sevinç çığlıkları atarak Tanrı adına 37 insanı yakmıştır. Yine Sünni İslam şeriatçısı, Bangledeşte ayaklanmış, kadın erkek eşitliği isteyen Teslime Nesrini, zehirli Kobra yılanlarıyla öldürmeye kalkışmıştır….
Bir de geçmişe göz atalım: Mansur niye katledildi? Nesiminin derisi niye yüzüldü? Pir Sultan niye asıldı?… Tanrıyı yerde-gökte değil, kendi içinde, özünde buldukları için… Mansurun “Enel Hak”ı, Nesimide nurlandı (ışıklandı), Pir Sultanda “Şah”landı… Cahil yobaz, bağnaz şeriatçı bu güzelliği kavrıyamadı, anloyamadı da onun için saldırdı, katletti o insanları.
Oysa, Tanrıya sevgiyle sarılmak, öylesine güçlü bir illahi aşka dönüşür ki, hiç bir baskı, hatta ölüm döndüremez onu yolundan. Bu güçlü aşk, Yunus Emrenin dizelerinde şöyle yankılanır:
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle bir kaç huri
İstiyene ver onları
Bana seni gerek seni
Evet, Tanrıya varmak bir illahi aşk işidir. O aşk, illahi olmakla beraber biraz beşeri, biraz da insanidir. Bir insan önce kendisine aşıktır. Kendisine aşık olan da, başkasına aşık olur; onu öldürmez; onu sever, korur, esirger… Tanrıya varmanın yolu budur.
Nisa suresinin 93. ayeti der ki: “Her kim, bir kimseyi öldürürse, cezası, içinde daimi kalacağı cehennemdir. Allah onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”
Tevbe suresinin 104. ayeti ise şöyle diyor: “Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu bilmiyorlar mı? Evet, tövbeleri kabul eden ve merhametli olan yanlız Allahtır.”
Tanrının insanı incitmiyen bu sözleriyle beraber, Rum suresinin 32. ayetindeki, “O”nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması; ayrı ayrı dillerinizin ve renklerinizin olmasıdır. İşte kuşkusuz bunlarda, bilenler için ibretler vardır” sözlerini benimseyen Anadolu Alevisi: dil, din, ırk ve mezhep ayrımı yapmadan 72 millete bir göz ile bakmak felsefesini yaratmıştır. İnsanlık alemine akli ve insani bakmayı esas almıştır. Akli ve insani olmayan Tövbe suresinin 5. ayetindeki “müşrikleri nerede bulursanız öldürün” emrini Emevi saltanatını egemen kılmak istiyenlerin yazdığına inanmış, buna itibar etmemiştir.
Biz, “Sivas katliamı ve şeriat” adlı kitabımızda olayı belgelerken katillerin “Allah adına savaşanlar, cennete girecekler” inancıyla hareket ettiklerini Kuran ayetleriyle saptadık. Evet, kendileri gibi inanmayanlara ölüm kusanlar, kurana dayanmaktadırlar. Bu ayetlerin bazıları şunlardır:
1- “Onların, nerede yakalarsanız öldürün” (Bakara 191).
2- “Doğru dini tutmayan kimselerle boyun eğinceye dek vuruşun” (Tövbe 29).
3- “Allah yolunda savaşın” (Bakara 190).
4- “Fitne kalkıncaya, din tamamıyle Allahın dini oluncaya dek çarpışın” (Bakara 193).
Sivasta katledilenler sadece Alevi değildi. Sünni kökenli aydınlar da vardı. Ama köktendinciler gibi düşünmüyor, onlar gibi inanmıyorlardı. Laiktiler, demokrattılar, cumhuriyetçiydiler; katı ortodok islam şeriatına karşıydılar. Bu nedenle katledildiler.
Olaya, şeriatçıların Kuran anlayışı açısından bakılınca Türkiyede Alevi-Sünni ayrımı yapmadan katledilecek en az 50 milyon insan var demektir. Ama bu 50 milyon insan, ne yazık ki, sayıları on milyonu bile bulmayan köktendincilerin sultası altına girmiş bulunmaktadır. Ülke karanlığa sürüklenmektedir.
Aleviler, Kuranın insani olan yönlerini kabullenirler. Örneğin: “Dinde zorlama yoktur!” (Bakara 256), “Allah, fenalığı emretmez.” (Araf 28), “Allah, aşırıya gidenleri sevmez” (Bakara 190, Maide 87), “Kişler hakkında Hesap Görme ve Hüküm Verme hakkı yanlız Allaha aittir” (Rad 40, Şura 10).
Tanrının verdiği canı, kulun alma hakkı yoktur….. Herkes kendisinden sorumludur. Kimse, başkasının vekili, haşa Tanrının vekili, bekçisi, sorumlusu ve yönlendiricisi değildir… kimse, başkasının yükünü taşımaz ve günahını çekmez… (Enam 164, İsra 15, Nisa 111, Maide 105, Yunus 108, Neml 91 ve 92), Uygulamada ve yorumda ayrılığa düşüldüğünde, kavgaya ve bölünmeye gidilmiyecek; İslam yoluna hikmetle, güzel öğütle çağrı yapılacak; tartışmalar ise güzel sözlerle güzel biçimde yapılacak,,, (Nisa 59, Şura 10, Nahl125). Herkes aklını kullanacak; aklını kullanmayana azap verilecek… (Yunus 100, Bakara 73, Zuhuf 2 ve 3, Nisa 82, Kasas 43, Kamer 17, Nemi 93).
Bugün yüzün üzerindeki dünya devleti dahi yasalarından idam cezasını çıkarıp, adam öldürmeyi, insani saymazken, radikal islamcıların din adına adam öldürmeleri, en hafif deyimle vahşiliktir. Tanrıya şirk koşmak, Onun hakkını gasbetmektir.
İslam içi olmakla beraber şeriat dışı yaşayan, marifet ehli Alevilerin en belirgin özelikleri, insanı öldürmeyi emreden Kuran dahi olsa, ona itibar etmemesidir. Kul hakkına saygı göstermeyen hiç birşey, akli değildir, insani değildir. İslami değildir…
Anadolu Alevisi bu konuda aklidir, insanidir, islamidir…
Burada “Anadolu Alevisi” ifadesini özelikle vurguluyoruz. Çünkü Anadolu Aleviliğ, Ali yandaşı olduklarını söyleyen Şii şeryatçılarından farklıdır. Zaten şeriatçılık kapısında birleşince ister Vahibi mezhebine mensup Suudi şeriatçılığı olsun, ister Caferi mezhebine mensup İran şeriatçılığı olsun, ister Türkiyede Sünni şemsiye altında Devlet güvencesiyle yaşayan Hanefi, Şafii şeriatçılığı olsunaynı anlayışta kucaklaşmaktadır. Anadolu Alevisinin din anlayışı ve inanç biçimi bunlardan farklıdır.