"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Anadilde ibadet

Herkesin yaratıcısına (Allaha) anadilinde yakarma, ibadet etme, hakkına sahip değil demek, ellerinde bu hakkı almak, diğer tarafta insan haklarından bahis etmek ne kadar inandırıcı olabilir. En güzel ibadet anadilde, anladığı dilde yapılan ibadettir. Bu hakkı Muhammed kendi eliyle insanlara vermiş ve anladığı ve bildiği dilde ibadet etme yolunu açmıştır. İnsan kadar gerçek, insan yaradılışı kadar doğal, ana sütü kadar ak ve berrak bir haktır bu.

Ülkemiz Türkiyede ise, bilinçli bir şekilde insanların anadilde ibadet etme yerine, anlamadığı bilmediği Arapça veya başka bir dilde ibadet etme dayatılmış ve zorunda bırakılmıştır. İslam dininin temel kaynağı olan Kuran-ı Kerimin ve içindeki okunan dua ve ayetleri anladığı ve bildiği dildeki tercümeleri okuyarak yakarmayı ve ibadetini yapabilir mi?
Dahası: Kurandan bazı ayetler veya sureler okuma yerine kendi anadilinde içinden gelen dualarla ibadetlerini, ibadet ayinini yerine getirebilir mi? Türkiyemizde, dini konusunda en ciddi sorulardan biridir.
Bu soruya verilen cevapların “evet” diyenler ile “hayır” diyenlerin de ne yazık ki çoğunlukla idolojik ve siyasal olmuştur.
Tamamen dinsel ve bilimsel cevaplar gerektiren bu soru, bir tür menfaat kavgasına dönüştürülerek desteksiz ve kaynaksız iddia ve ithamların ağırlık kazandığı bir çekişme zeminine vücut verir hale getirildi.
Oysaki Diyanet Teşkilatı bu soruların veya sorunun cevabını, tartışmasız temel kaynaklara gidilerek son derece açık ve net bir biçimde verilebilirdi. Ama verilmedi veya verilemedi. Duyguları saf, niyeti temiz, fakat bilgi yok denecek kadar az olan insanlarımız, bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da kargaşa ve belirsizlik ortamına itildi. Bu kargaşa içinde kimileri “uydurma dincilik”e, kimileri de din karşıtlığına sömürü malzemesi buldu.
Elbetteki anadilde ibadet olurmu sorusunun cevabı “evet” olacaktır. Çünkü en güzel dua, ibadet anladığın, bildiğin dilde yapılan dua ve ibadetlerdir. Muhammedin Arapça iyi ve güzel okuyamadığını arz eden Selman Farisiye (anadili Farsça idi) ibadetini, duanı anadilinde yapabileceğini söylemiştir ve böyle anadilde ibadet yolunu açmıştır.
Anadilde ibadet günümüzde büyük sorun iken, Diyenet Teşkilatı “Bu nereden çıktı? Kimin böyle bir şikayeti var? Müslümanların anadilde ibadet gibi bir problemleri yoktur. Bunu ortaya getirenler ya bidat (Dine sonradan hüküm sokmak) çıdırlar yahut da ırkçılık duygularını tatmin için Arapçaya karşı çıkıyorlar.”
Diyanet Teşkilatı bu yorumunda “müslümanlar” derken kendi yandaşlarını, peşinde gidenleri kastetmektedirler. Diyanet, anadilde ibadet konusu her açıldığında, “Bu konuda bize sadece bir-iki başvuru var, o kadar” deyip Arapça miliyetçiliğine örtülü destek vermektedirler.
Bu konuda 30 milyon Alevi artı bir okadar laikçiler ve diğer insanları göz ardı ederek bunun bir-iki kişi olarak göstermek bu konuda ne kadar samimi oldukları ortadadır. Kabul edelim ki bir-iki kişidirler diye bu soruya cevap verme gereği yokmudur.
Peki, müslümanların bir kaç bin kişi oldukları ve Arapça dışında sadece tek dil (Farsça) konuştukları bir dönemde Muhammeden Fıkıhçılara kadar birçok “çözüm getirici” nin el atmak zorunda kaldığı bu konu, islam aleminin iki milyara yakın bir kitle ve yüzü aşkın dil konuşan bir camia oldukları günümüzde nasıl oluyor da “mesele” olmuyor? Sıkıntıda olan, değil yüz binler, birkaç kişi bile olsa, mesele yine de meseledir. İman sahibi ve Fıkıh ilmi ile dolan bir kişi bunun aksini iddia edemez ve söyliyemez.
Halk ozanımız rahmetli Mahzuni Şerif 12.12.1999 tarihinde anadilde ibadet konusunda Yaşar Nuri Öztürke yazmış olduğu mektubunda:
“…..Ben, bütün türkülerimi Allah rızası için söyledim. Plaklarımda kasıde okumadım, ayetler döktürmedim; yalanlarımı Kuranın ayetlerine dayandırarak halkları kandırmadım. Her şeyi açıkça ve tıpkı sizin gibi, doğrudan Türkçe düşünerek icra ettim. Böyle yaptığım için de çok ağır faturalar ödedim. Yıllarca hapislikler, iftiralar, işkenceler çektim….”
“Ben ülkemi ve onun Cumhuriyetini çok seviyorum. Türkçeden başka bir dil bilmediğim için, Türkçe verilen mesajlarıntümüne müteşekkür oluyorum. 35 yıl önce okuduğum bir plakta:
Ey Arapça okuyanlar!
Allah Türkçe bilmiyormu?
Dediğim için yargılandım. Yaratana şükür olsun ki Onun Türkçe de bildiğini savunan alimler çıktı. Çıkmalıydı. Çünkü Küre-i arzı var eden yüce kudretin, yarattığı her canlının mahluk va natık dillerini bildiğinden eminim. Bütün bunları hatırlıyarak size teşekür anlamında bu mektubu karalamış bulunuyorum……” Mahzuni Şerif
Yani, Arapça okuyarak ibadet yapmakta zorluk çekenlerin problemlerine çözüm bulmak diye son derece ciddi bir meselemiz vardır ve bu çözümü bulmayı savsaklamak sadece akla, insanlık değerlerine, insan gerçeğini değil, Muhammed-i sünnete de açıkça yakırıdır. Çözümü, sünnette ortaya konan tavırın dışına çıkarıp insanları “Fatihayı da mı ezberliyemiyorsun?” şeklinde aşağlamaya kalkmak ise insana hakareti dinleştireçek kadar büyük bir hayasızlıktır.
Bu hayasızlığı sergiliyenlere sormak gerekir: Yoksa, Muhammedin tavır ve uygulaması, sadece sizin keyfinize cevap veren “bazı konular” da mı sünnet oluyor?. O, kendisine baş vurarak, Kurandan bir şey ezberleyemeyeceğini, Kuran dışından dualarla ibadet yapmak istediğinisöyleyen sahabesini (Selman Farisi), azarlamadı. O Muhammedi edebine uygun biçimde onu dinledi ve problemini şöyle çözdü:
“Peki, sen Fatiha yerine içinden gelen kelimelerle cenabı Hakkı tespih (dua et. çağır) et, Ona yakar, çoluk çocuğun için de mutluluk ve esenlik dileyip ibadetini öylece kıl….”
Hesapları el verdiğinde tüm Arap-Emevi örflerini “sünnet” adıyla dinleştirmek için çevirmedik dolap bırakmayanlar, Peygamberin fiili sünneti ortada iken, şu anadilde ibadet konusunda takındıkları tavırdan haya(utanmak, sıkılmak) etmiyorlar mı?
Aslında bu konunun Türkiyedeki geçmişi de karmaşıktır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, hurefeleri (dine sonradan girmiş yanlış inanç) yıkan irade, halkın, Kuran-ı, mesajı ve içeriliğiyle tanınmasını istemiş ve bunun bir uzantısı olarak ibadetlerini de kendi dilinde yapmasını gündeme getirmiştir.
Ne var ki, iş, yine menfaatçıların hüsranına uğramış, birileri Kuranın Arapça metni ortalarda dolaşmasın demeye gelecek tavırlara girerken birileri de halk kendi dilinde ibadet ederse bizim “Arapçacılık” pazarı söner kaygısına düşerek “Din elden gidiyor” fırtınası estirmeye başlamıştır. Kısacası, iş yine kargaşa ve karmaşaya getirilmiş ve askıda kalmıştır.
Anadilde ibadet konusunda, Peygamber, Fatihayı iyi ve güzel okuyamadığını arz eden sahabesi (Hz.Muhammedi görmüş ve sohbetlerinde bulunan) Selman Farisiye, Fatiha yerine başka dualar okuyarak ibadetini yapabileceğini söylemiş ve ona şu duayı öğretmiştir: “Allahı tespih ederim, hamd Onadır. Oen yücedir. Her türlü güç ve yetki sadece Onundur.” (İftitah; Termizi, vs.)
Evet, ibadette Kuranın tercümesinin veya Kuran dışından duaların okunabileceğine en şaşmaz ve tartışılmaz kanıt, bizzat Muhammedin kendisinden gelmektedir. Bunun tersini iddia edenler, menfaatleri uğruna bir kısım Arap milliyetçiliğini, bir kısımda İran şövenistliğini yapmaktan başka bir şey değildir.
Süre gele, insanlara O, kutsal kitaptır sakın el vurmayın. Peki el vurmayıp ta ne yapılacak? Güzel süslenmiş bir bez çantanın içine koyup evin musahit ve yüksek bir yere asın. Burdaki amaç işe; kimsenin Kuran-ı anadile ki tecrübesini okumasın, açıp kitabın yüzüne bakmasın, aydınlanmasın, kendi akıl ve mantığınca hareket etmesin yoksa Arapçacı pazarları ellerinden gider korkusu yatmaktadır. Menfaatları uğruna, Muhammedin fiili örneğini safsatalarla başka bir kılıfa sokup yok efendim öyle değil de böyle demiştir yalanlarıyla insanları; bir yanda Arap ırkçılığı diğer yanda İran şövenistliği yapmaktan başka bir şey değildir.
Burda görüyoruz ki, anadolu İslam anlayışı gerçek İslamın özünü yansıtmaktadır. Şekilci, kalıpcıyaklaşımlardan uzak, Muhammed Ali yolu, İnsanlığın yolu şiarıyla ve inancının merkezine de insanı koyup kutsallaştırmıştır..
Anadilde ibadet…
Islam inancı içinde, yola gönül veren müminlerin anadillerindeibadet etmelerini, ibadet yapıp niyazda bulunmalarını engelleyen hiç bir ilke, kural ve buyruk yoktur. Tam aksine Peygamberimiz bu imkanı açmış ve uygulamasını da kendi eliyle yapmıştır.
Anadilde ibadet iki şekilde uygulamak mümkündür…
1- Ibadet, Kuran ayetlerinin yerine kişinin bildiği ve kendisine kolay gelen duaları okuyup ibadet hizmetlerini yerine getirebilir. Bu yol bizzat Peygamber tarafından açılmış ve uygulamasını yapmıştır.
2- Kuranın anadilindeki çevrisinden gereken yerleri seçip okuyarak ibadetini yapar. Yola gönül veren müminler, bu iki imkandan birine göre ibadetlerini yerine getirebilirler. Amaç, arınarak, ruh temizliğiyle Allahın huzuruna varmak olduğu için, mutlak kalıplara girmenin bir anlamı yoktur.
Açık söylemek gerekirse, anadilde ibadet bir ruhsattır. Dayatma, resmileştirme anlamına gelecek müdahaleler insan haklarına ve “Dinde ikrah(isteği dışında bir şey yaptırma) yoktur” ilkesine aykırıdır.
Bunun aksini işleterek, anadilde ibadet etmek istiyenlere, kutsal bir takım kavramları aldatma aracı yapıp engel olmaksa bir insan hakkı ihlalidir, din dışıdır, zulümdür.
Evrensel bir din tüm insanlığı, tüm ihtiyaçlarıve şartları dikkate alarak kucaklayabilen bir dindir. İslam, evrensel bir dindir. Bu dinin ilk ve en dikkate değer yanı insanı ve onun haklarını koruyan, ibadet konusunda onlara ayrıntılı ve açık çözümler getiren buyruklar ve dualar içermesidir. Herkesin, Allaha ibadetini bildiği, anladığı bir dille yapabilmesi, insan haklarının en zorunlu belirişlerinden biridir. Bu hakka tecavüz etmek veya birtakım oyunlarla engeller koymak açık bir insan hakkı ihlalidir.
Birtakım yerel, geleneksel, kişisel veya gurupsal kabulleri öne sürerek insanın bu hakkını elinden almak veya kullanımını güçleştirmek İslam dininin evrenselliğini tartışma konusu yapar.
Allah hiçbir ırkı-toplumu peşinen üstün ilan etmemiştir. Bunun zorunlu sonuçlarından biri de, hiçbir dilin üstünlüğünü iddia etmemektir. Allah tüm topluluklara uyarıcı gönderdiğini açıkça bildirdiğine göre, tüm dillerde vahiy göndermiştir. Üstün olan, bu dillerin herhangi biri değil, Canabı Hakkın gönderdiği mesajdır, mantra değil, manadır. Söz, mesajı sadece taşır; ölümsüz olan, mesajı taşıyan söz değil, sözün daşıdığı öz, ruh ve anlamdır.
Şu halde, Kuranın muhatabı olan yaklaşık 7 milyar insanın Arapça bilmiyenleri, ibadetini yapmak istediklerinde İslam onlara şu iki imkanı, analarının ak sütü gibi bir hak olarak vermektedir. Bu insanlar:
1-Isterlerse Kuranın herhangi bir çevirisinden seçecekleri ayetlerle ibadetini yaparlar,
2-Isterlerse Allaha kendi dillerinde içlerinden geldiği şekilde yakararak, Allahı içlerinden gelen ifadelerle övüp yücelterek ibadetini yaparlar. Bu ikinci yolda da problemleri varsa ibadet boyunca Allahı vicdan ve gönüllerinde düşünerek ibadet yaparlar.
Bu haklar, yaradılış dini İslam tarafından tanınmış haklardır. Bu hakları, şöyle veya böyle kullanılmaz hale getirenler ise, dine ve ilme fesat karıştıran, insana kötülük eden zalimlerdir.