"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hakanın ölümü

Esed Huttele girince ibnüs-Sayici Nevakisde bulunan Hakana haber göndererek Esedin Huttele girdiğini ve ordusunu ülke içinde dağıtarak zarar ziyan verdiğini bildirdi. Hakan bu haber üzerine hemen ordusunu toplayarak harekete geçti. ibn-us-Sayici Hakanın gelmekte olduğunu anlayınca bu kez Esede elçi göndererek, Huttelden çıkmasını istedi ve Hakanın da yaklaştığını bildirdi. Esed elçiye kötü sözler söyledi ve ona inanmadı.
Esede tekrar bir elçi gönderen ibnüs-Sayici kendisine yalan söylemediğini, Huttele girip ordusunu çeşitli yerlere dağıttığını Hakana bildirerek Ondan yardım istediğini ve bunun Hakan için iyi bir fırsat olduğunu, ayrıca kendisini bu durumda bastırdığı takdirde kesin zafer kazanacağını bildirdirerek: “Ben sağ kaldığım sürece Araplar bana gelecek ve Hakan daha da güçlenecektir.” deyip Hakanın Arapları ülkeden çıkarıp mülkü iade edeceğini de ilave etti.
Esed, ibnüs-Sayicinin doğru söylediğine kanaat getirince ağırlıkların önden götürülmesini emretti ve başına da ibrahim bin Asım Ukayllyi koydu. Ağırlıkların yanında Sağan Huzah ve Sağaniyyanlılar bulunuyordu. ileri gelenlerle beraber kendisi de çıkarak Belh Nehrini geçmek niyetiyle Milh Dağına yürüdü. ibrahim ele geçirdiği esirlerle nehri geçti. Esed daha sonra nehre yaklaşarak günü orada geçirdi. Ertesi gün geçit yerinden nehri geçmeğe başladılar. O sırada Hakan yetişip henüz nehri geçmemiş olanlarla savaşa tutuştu. Daha sonra Müslümanlar Hakanın peşlerinden gelmeyeceğini zannettiler, fakat Hakan Türklere nehri geçmelerini emretti. Müslümanlar bir araya toplandılar. Türkler topluluğa henüz iltihak edememiş olanları yakaladılar. Köleler demir çubuklarla biraz vuruştuktan sonra tekrar geri döndüler. Esed ve Müslümanlar gecelediler. Esed adamlarını geceden hazırladı. Sabah olduğunda Hakan oralarda görünmüyordu. Esed arkadaşlarıyla istişare etti, onlar Esede esenliğe yönelmesini tavsiye ettiler. Esed: “Bu esenlik değil, beladır; Hakan dün bazı asker ve silahlarımızı ele geçirdi, bugün bize saldırmamasının sebebi ise, yakaladığı esirlerden bazılarının Ona ağırlıkların nerede olduğunu haber vermiş olmasıdır. Şimdi tamah ederek oraya hareket etmiştir.” diye karşılık verdi.
Esed hareket emri verdi ve gözeülerini önden gönderdi. Akşam olunca yola devam etmek veya konaklamak hususunda arkadaşlarıyla istişare etti, arkadaşları: “Afiyete yönel, malların gitmesi bizim ve Horasan ehlinin afiyetine her halde değişilmez.” dediler. Nasr bin Seyyar da orada idi ve hiç konuşmuyordu. Esed Ona: “Sen niçin konuşmuyorsun?” diye sordu. Nasr: “iki durum söz konusu ve ikisi de senin lehine; eğer yola devam edersen, ağırlıkların yanında bulunanların imdadına yetişir ve onları kurtarırsın, onlara ulaştığında helak olduklarını görecek olursan zaten yürümek zorunda olduğun yolu yürümüş ve zaten çekeceğin zahmeti çekmiş olursun.” diye görüşünü bildirdi. Esed bu görüşü kabul ederek yürümeğe devam etti. Said es-Sağiri (mevla Bahile) çağırtarak Hakanın üzerlerine gelmekte olduğunu bildiren ve savaş için hazırlanmalarını emreden bir mektubu ibrahime gönderip çok çabuk gitmesini söyledi. Said Esedden ZEbub isimli atını isteyince Esed: “Sen canını ortaya koyduğun bir durumda ben cimrilik yaparak atı sana vermezsem kınanmış, kötü bir kişi olurum.” diyerek, atını verdi. Said bu atı yedeğine alarak yola çıktı.
Said ağırlıklara doğru gitmekte olan Türklerin yakımna gelince Türklerin gözeüleri Said in peşine düştüler, ane ak hemen Zebubun sırtına atlayan Saide yetişemediler ve Said mektubu ibrahime götürdü.
Hakan ağırlıklara doğru geliyor, ibrahim de kazdırdığı hendeklerin arkasında Hakanın gelmesini bekliyordu.
ibrahim Türklerin karşısına Suğdluları çıkardı, Müslümanlar Türkleri hezimete uğrattılar. Hakan bir tepeye çıkarak Müslümanların zayıf bulundukları yeri görmek için bakmağa başladı. Bu öteden beri yaptığı bir taktik idi. Tepeye çıkınca askerin arkasında, yakımnda geçilecek bir yeri bulunan bir ada gördü. Bunun üzerine bazı Türk komutanlarını çağırarak askeri yarıp geçmek suretiyle adaya ulaşmalarım, sonra Müslüman askerleri arkalarından gelinceye kadar üzerlerine yürümelerini ve Acemlerle Sağaniyanlılardan başlamalarını emretti ve: “Onlar üzerinize geldiği zaman ben de gelirim.” dedi. Adamları Hakanın direktifine göre Acemler tarafına yürüyüp Sağan Huzah ve arkadaşları ile savaşıp bütün mallara el koydu, sonra ibrahimin askerleri arasına girerek orada bulunan her şeyi aldılar. Müslümanlar orduyu hazırlayıp teçhiz etmeyi bırakarak ve artık sonlarının geldiğini hissederek bir yerde toplandılar.
O sırada bir toz bulutu yükseldi. Gelenler Esed ve ordusu idi. Türkler Hakanın bulunduğu yere çıktılar. Esedden iyice ümidini kesmiş olan ibrahim Türklerin tam zafer kazanmışken ve bunca adam öldürmüşken niçin birden bire geri çekildiklerine bir anlam veremedi. Esed oldukça süratli gelmiş ve Hakanın bulunduğu tepe üzerinde durmuştu. Hakan dağ tarafına doğru çekildi. Ağırlıkların yanında kalmış olan kişiler Esede doğru çıktılar. Esed, o gün Hakanın adamlarından çok sayıda insan katletmiştir.
Hakan yüklü develer, esirler ve cariyelerle geçip gitti. yanında bulunan Haris bin Süreyein arkadaşlarından birini şöyle nida ettirdi: “Ey Esed! Nehrin arkasında savaşılacak yerler var. Sen çok hırslı birisin. Senin atalarımızın toprakları olan Huttelden vazgeçmen mümkün. ”
Esed: “Allah senden intikam alacaktır.” diyerek Belhe hareket etti ve kış gelinceye kadar Belh ovalarında karargah kurdu, daha sonra askerlerini evlere dağıtarak şehre girdi. Haris bin Süreye Taharistan tarafında idi ve Hakanla birleşmişti. Esedden ayrıldıktan sonra Taharistana geçmiş olan Hakan Cebuyede kalmış, daha sonra Cüzcaria geçerek baskın yapmağa başlamıştı.
Hakanın geliş sebebi ise, Harisin kendisine Esedin henüz toparlanmamış ve yanındaki askerin az olduğunu bildirmesidir.
Hakan Cezze denilen yerde konakladı. Onun burada konakladığını öğrenen Esed ateşler yaktırdı. Civar köyler şehre geldiler. Ertesi sabah bayram namazını (Kurban Bayramı) kıldıran Esed halka şu hutbeyi okudu:
“Allahın düşmanı Haris Onun nurunu söndürmek ve dinini değiştirmek için zalimi çağırmıştır. Allah Onu zelil kılacaktır, inşaallah. Düşmanınız kardeşlerinizden pek çoğunu öldürmüştür. Allah sizin için zafer murad etmişse, onların azlık veya çoklukları size zarar veremez. Allahtan zafer isteyin. Kulun Rabbine en yakın olduğu an, alnını Onun için secdeye koyduğu andır. Ben minberden iniyorum ve almmı koyuyorum. Siz de Allaha secde edin ve halisane dua edin.”
Hepsi secdeye kapandı, başlarını secdeden kaldırdıklarında artık fethin müyesser olacağından kimsenin şüphesi yoktu. Esed kurbanını kestikten sonra, Hakanın üzerine yürümek konusunda arkadaşlarıyla müşavere etti. Bir kısmı Belh şehrini muhafaza etmeyi, Halid ve halifeye haber göndererek yardım istemeyi, bir kısmı Zemm yolunu tutup üzerine yürümeyi teklif etti. Esed onlarla karşılaşmağa karar verdiğinden bu sonuncu teklifi kabul etti. Belh şehrine Kirmani bin Aliyi bırakıp Türkler kapıya dayansa bile şehirden kimsenin çıkmasına müsaade etmemesini emrederek Şam ve Horasanlılardan yedi bin kişiyle yola çıkıp Belh kapılarından bir kapıda konaklayarak orada insanlara iki rekat namaz kıldırdı. Namazı biraz uzattı, halka Allah için dua etmelerini söyleyerek kendisi de kıbleye dönüp uzun müddet dua etti. Duasını bitirdikten sonra: “Kilbenin rabbine yemin ederim ki, inşaallah muzaffer olacaksınız.” dedi.
Yollarına devam ederek Ata Köprüsünü geçip biraz mola verdiler.

Herkesin gelip orduya yetişebilmesi için biraz beklemek niyetinde iken: “Bizim geride kalanlara ihtiyacımız yok.” diyerek tekrar hareket emri verdi.
Üç yüz kişilik öncü kuvvetlerin başında Salim bin Mansur Beceli bulunuyordu. Bunlar Hakanın gözcülüğünü ve casusluğunu yapan üç yüz kişiyle karşılaştılar. Salim bunların komutanını ve ayrıca bu üç yüz kişiyi esir etti diğerleri kaçtılar.
Yakalananlar Esede getirilince komutanları olan Türk ağlamağa başladı.

Esed buna kendisini ağlatanın ne olduğunu sordu. O da: “Ben kendi nefsim için ağlamıyorum, Hakan helak olacağı için ağlıyorum; çünkÜ o ordusunu kendisiyle Merv arasında çeşitli yerlere dağıttı.” diye cevap verdi.
Esed hemen yola çıkarak Cüzcan yakınlarına geldi ve Hakana iki tersah uzaklıkta bir yerde konakladı. Hakan Cüzcanı istediği gibi kullamyordu. Sabahleyin iki ordu birbirlerini gördüler. Hakan, Haris bin Süreyee: “Sen Esedde bir hareket yok diye bana haber vermemiş miydin? Bu askerler kimden geliyor öyleyse?” diye sordu. Süreye: “Bu, Muhammed bin MÜSeml3. ve Onun sancağıdır.” diye cevap verdi.
Hakan: “Gidin, bakın bakalım, deve üzerinde bir taht var mıdır?” diyerek bir grup casus gönderdi. Bunlar geri döndüklerinde tahtı gördüklerini haber verdiler. Hakan: “Bu Eseddir.” dedi.
Esed bir ok atımı mesafe kalıncaya kadar ilerledi. Onu Salim bin Cenah karşıladı ve: “Ey Emir! iyi tahmin etmişsiniz, bunların sayıları döıt bine bile ulaşamaz. Hakanın Allah için kesileceğini ümit ediyorum.” dedi. Esed saflan düzenledi, Halcan da arkadaşlarını hazırladı. Hakanın ordusunun sağ kanadını teşkil eden Suğdlu ve daha başka kimselere kumanda eden Haris, Esedin ordusunun sol cenahına bindirdi ve onları hezimete uğrattı, ancak Esedin çadırı önünden hiç bir şey bunları ayıramadı. Esedin ordusunun Cüzcan, Ezd ve Temim kabilelerinden oluşan sağ kanadı, bu sefer karşı tarafa bindirdi. Bütün Türkler hezimete uğradı. Bütün ordu hücuma geçince Türkler birbirlerini beklemeden dağıldılar. Müslümanlar üç fersah kadar onların peşine düşüp yakaladıklarını katlettiler. Sonunda Türklerin sürülerinin bulunduğu yere vardılar ve oradan yüz elli bin baş koyun ve daha pek çok hayvan aldılar.
Dağda bir yol tutan Hakan, Harisin koruması altında hezimete uğramış olarak yürüyordu. Cüzcanlı biri Osman bin Abdullah bin Şihhire: “Ben ülkemi ve yollarını iyi bilirim. Beni izler misin? Belki Hakanı bulup öldürürüz.” dedi. Osman bu teklifi kabul edince yanlarında bulunanlarla bir yola koşulup Hakana yaklaşıncaya kadar yürüdüler ve birden bastırdılar, fakat Hakan yine kaçtı. Müslümanlar Türkleri kıskaca alarak mallarını aldılar, ayrıca Arap kadınları ve Türk kadınları buldular. Hadım edilmiş bir adamı Hakanın karısını götürmek istemişti, fakat Müslümanlar yetişip onu öldürdüler. Müslümanlar Hakanın yanında esir bulunan diğer Müslümanları da kurtardılar.
Esed Hakanın yağma ve baskın yapmaları için Merv-i Ruza kadar dağıttığı Türk kuvvetlerinin peşine düştü. Bulabildiği Türklerin hepsini katletti. Pek az kişi kurtulabildi. Bundan sonra Esed yeniden Belhe döndü.
Esed Türklerin peşine düşüp eline geçirebildiğini katlettikten sonra Belhe döndü. Bişr el-Kirmani ise seriyyelerle baskına devam ediyor ve birer ikişer Türkleri yakalayıp katlediyordu.
Hakan Taharistana geçerek bir müddet CEbuye el-Hazlicide kaldı, sonra kendi ülkesine doğru hareket etti. UşrUsneye vardığında Hara Buğra Ebu Hanacize (Kavus Ebu Afşinin dedesi) bütün kuvvetiyle kendisine çıktı. Aralarında bir uzaklık, bir soğukluk vardı; ama Rara Buğra Hakanın katında bir makama sahip olmayı ve değer kazanmayı istiyordu. Hakan ülkesine geldiğinde savaş ve Semerkandı muhasara için hazırlıklar yaptı. Haris ve arkadaşlarını beş bin at ile taşıdı.
Hakan bir gün Kürsul ile tavla oynamış, fakat aralarında bir anlaşmazlık çıkmış, Kürsul da Hakanın eline vurarak kırmıştı. Bunun üzerine birbirlerinden ayrıldılar.

Kürsul bir ordu toplamış ve Hakanın, elini kırmağa yemin ettiğini öğrenmişti. Bunun üzerine geceleyin bir baskın yaptı ve Hakanı katletti. Bunun üzerine Türkler ayrılarak Kürsulu yalnız bıraktılar. Bir grup Türk gelip Hakanı defnettiler.
Türkler artık birbirlerine baskın yapmağa başladılar. Bu durumda Suğd ehli tekrar Suğda dönmeyi istediler.
Esed Hişam bin Abdülmelike elçi göndererek fethettiği yerleri ve Hakanın ölümünü müjdeledi. Hişam buna inanmadı. Hacibi olan Rebi bu haberin doğru olduğunu Hişama bildirdi. Esedin gönderdiği başka bir müjdeci Hişamın kapısına gelip, tekbir getirdi. Hişam buna tekbirle karşılık verdi ve Hişamın huzuruna çıkarak fethi müjdeledi. Hişam bunun üzerine şükür secdesine kapandı.
Esede haset eden Kaysiler, Hişamdan Mukatil bin Hayyan en-Nabatiyi Esedin yanından çıkartıp bir de Ona sormasını istediler. Hişamın isteği üzerine Esed, Mukatil bin Hayyanı gönderdi. Mukatil Hişama olup biteni anlattı. Hişam: “Bir ihtiyacın, bir isteğin var mı?” diye sordu. Mukatil: “Yezid bin Mühelleb babamdan haksız yere yüz bin dirhem almıştı.” dedi. Hişam Esede haber göndererek bu parayı Mukatile iade etmesini söyledi. Mukatil bu parayı babası Hayyanın varislerine, Kuranın hükmüne göre taksim etti.
Ebu-Hindi bu vakayı hatırlayarak şöyle demiştir:

“Ey Ebu Münzir! Sen bazı şeylere karar verdin, bunları birbirine

kıyas ettin ve haris bir pazarlıkçı gibi bunları soruşturdun; insanların görüşlerini, hayvanlar gibi, kendi görüşünle kıyasladın.
Ebu Münzir! Eğer sen gelmeseydin Irak olmazdı ve Acem hükümdarları boyun eğmezdi; BinekU olarak haccetmek isteyenler haccedemezdi.

SanCI) ve Cezze arasında elleri kırılmış nice meUk öldürülmüştür. Cüzcanı yırtıcı hayvan ve akbabaların insanların enselerini parçalamaları için bıraktın.

Bizden kaçanlar ve bize boyun eğen esirler kelepçelerin şiddetine maruz kaldılar.

Harp meydanlarında Temim, Amir ve Mudarlıların canı sana feda olsun!

Bunlar aramızda Hakanı doyurdular ve böylece onun adamları ganimetlerin kendilerine kalmasını ümit eder oldular.
Hakanın gelişini Esede haber veren ibnüs-Sayiciyi Sebl, ölümü esnasında memleketine halife olarak bırakmış ve Ona üç şeyi tavsiye etmişti:
“Huttel ehline benim yaptıklarımı yapma; çünkü ben bir hükümdarım. sen ise onlardan birisin. Harıiş (Huneyş)i bulup ülkemize getirin, benden sonra hükümdar Odur. (Harıiş Çine kaçmıştı.) Araplarla muharebeye girmeyin. bütün yolları deneyerek onları kendinizden uzak tutun.” ibnül-Sayici Seble şöyle cevap verdi: “Huttel ehline senin gibi davramnamam ve Hanişi bulup getirmem isabetli bir görüş, fakat sen Araplarla en fazla muharebe eden bir melik olduğun halde benim onlarla savaşmamam nasıl olacak?” Sebl onun bu sözlerine: “Ben sizin gücünüzü kendi gücümle tecrübe ettim. Sizin benim yerimi tutamayacağıillzı anladım. Ben onlarla harp ettiğim zaman kıl payı kurtuluyordum. Siz ise helak olursunuz.” diyerek karşılık verdi. işte ibnüs-Sayiciye Araplarla muharebe etmeyi kötü gösteren budur.
MUĞiRE BiN SAiDiN ÖLDÜRÜLMESi
Mugıre bin Said Vebyan altı kişilik bir grupla çıktı. Bunlara vusa-fa (yeni yetmeler) deniyordu. Mugıre sihirbazdı. “Ad ve Semud kavimlerini ve bunlar arasındaki nesilleri diriltmek istesem, bunu yapabilirim.” diyordu. Halid bin Abdullah Kasrl bunların Mekke yolundan geldiklerini öğrendiği sırada hutbe okuyordu, “Bana su verin.” dedi.

Yahya bin Nevfel bu hususta şöyle der:
Ey Halid! Allah seni hayzrla mükafatlandzrmasın…

Sen Mugfrenin yanında kükreyişten korkup altına işeyen kötü bir köleydin.

Başına bir iş gelince: “Bana su verin. ” dedin, sonra tahta işedin.

Halid adamlarını göndererek bunları yakalatıp huzura getirtti. Sonra odun ve gaz yağı getirterek hepsini yaktırdı. Malik bin Ayün el-Cürmlye elçi göndererek durumunu öğrendikten sonra onu bıraktı.
Mugıre, tescim (Allahı cisimlere benzetme) görüşüne sahipti, “Allah başında taç olan bir insan şeklindedir. Uzuvları hece harflerinin sayısı kadardır.” diyordu. (Mugıre ağza alınmayacak şeyler söylüyordu. Allah bunlardan münezzehtir. )
O, şöyle diyordu: “Allah yaratmayı murat ettiği zaman ism-i azam söyleyerek uçup tacına geldi. Sonra parmağıyla avucuna kullarının işleyeceği günah ve sevapları yazdı. Günahları görünce kendinden bir ter boşandı. Bu terden biri tuzlu ve karanlık, öbürü tatlı ve aydınlık iki deniz toplandı. Denize muttali olunca gölgesini gördü ve onu almak için uçup denize geldi. Bu gölgenin gözlerini çıkardı ve gölgeyi yok etti. Gözlerinden güneşi ve başka bir semayı, tuzlu denizden kafirleri, tatlı denizden ise müminleri yarattı.”

Alinin tanrı olduğunu söylüyor, Ebu Bekiri, Ömeri ve Hz, Alinin yanında bulunan sahabller hariç diğer bütün Sahabeyi tekfir ediyordu.

Ona göre nebiler hiç bir şerı konuda ihtilaf etmemişlerdir.

Fırat Nehrinin ve içine necaset düşmüş diğer bütün nehirlerin, pınarların, kuyuların suyunun haram olduğunu söylüyordu. Mezarlığa gidip konuşuyor ve kabirlerde çekirge gibi şeyler görüyordu.
Bir gün Muhammed Bakıra gelmiş ve: “Gaybı bildiğini ikrar et de Irakı senin için toplayayım.” demişti. Muhammed Bakır Mugıreyi azarlayarak yanından kovmuştu. Sonra Muhammed Bakırın oğlu Cafer bin Muhammed Sadıka gelerek aynı şeyleri söylemiş, Cafer: “Allaha sığınırım.” demişti.
Şabı Mugıreye: “imam ne yaptı?” diye sorduğunda Muğire: “Yoksa imamla alay mı ediyorsun?” demiş, Şabı de: “Hayır, ben seninle alay ediyorum.” diye karşılık vermişti.

Muğire bir çeşit tenasüh inancıyla Alinin uluhiyetini, Hasan ve Hüseyinin de iki ilah olduğunu ve bunlardan sonra da Muhammed bin el-Hanefiyyenin ilah olduğunu, bundan sonra da oğlu Ebu Haşim bin Muhammedin ilah olduğunu iddia ediyordu.

Yine, Sadece celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi baki kalacaktır. (Rahman, 27) ayetiyle ihticac ederek Allahın yüzü hariç diğer taraflarının yok olacağını iddia etmiştir.

Allah zalimlerin ve inkarcıların söylediklerinden münezzehtir.
Muğire daha sonra, Bu, insanlar için bir beyan, bir açıklamadır. (Al-i imran, 138) ayetinden kendisinin kastedildiğini zannederek nübüvvet iddiasında bulunmuştur.