"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Tevvabinin yürüyüşü ve öldürülmeleri

Huzaalı Süleyman bin Surad 65. yılda ortaya çıkmak isteyince arkadaşlarının ileri gelenlerine haber gönderdi ve onları yanına çağırdı. Rebiulahir ayı girince bunlarla birlikte harekete geçti, çünkü bu gece çıkış yapmak üzere birbirleriyle sözleşmişlerdi. en-Nuhayle denilen yere gelince bunun için gelmiş olan kimselerin arasında dolaştı, fakat onların sayılarından memnun olmadı. Bunun üzerine Kindeli Hakim bin Münkiz ile Kinaneli Velid bin Usayrı gönderdi. Bunlar Kufenin ortasında: “Ey Hüseyinin intikamcıları!” diye seslendiler. Böylece bu iki kişi: “Ey Hüseyinin intikamcıları!” diye seslenen ilk kişiler olmuşlardı. Ertesi gün Süleymanın yanına yaklaşık olarak mevcut askerleri kadar kimse daha geldi. Defterlerine bakıp da kendisine bey at edenlerin sayısının on altı bin olduğunu görünce şöyle dedi: “Sübhanallah! On altı bin kişiden sadece dört bin kişi yanımıza geldi.” Kendisine: “Muhtar insanları senden alıkoyuyor, iki bin kişi şu anda Ona tabi olmuş bulunuyor!” denilince:
“Yine de geriye on bin kişi kalıyor, bunlar mümin değil midirler? Bunlar Allahı, verdikleri söz ve ahideri hatırlamıyorlar mı?” dedi. Nuhaylede üç gün süreyle kaldı ve bu süre zarfında gelip kendisine katılmayanlara haberciler gönderdi. Haber gönderdiği kimseler arasından da yaklaşık bin kişi daha gelip Ona katıldı. Bunu gören Müseyyeb bin Necebe ayağa kalkıp Süleymana şunları söyledi: “Allah sana merhamet buyursun. istemeyerek gelenin sana faydası olmaz. Seninle ancak samimi bir niyet ile çıkmış olanlar çarpışırlar. O bakımdan kimseyi bekleme ve elini çabuk tut.” Süleyman Ona: “Görüşün çok yerinde,” diye cevap verdi.
Daha sonra Süleyman arkadaşlarının önüne dikilerek şöyle konuştu: “Ey insanlar! Kim bu çıkışıyla Allahın rızasını ve ahireti isteyerek çıkmışsa o bizdendir, biz de ondanız. O yaşarken de, ölürken de Allahın rahmeti üzerine olsun. Kim de yalnız dünyayı isteyerek çıkmışsa, Allaha yemin ederim ki, bizler Allahın rızası dışında hiç bir ganimet ve hiç bir mal ele geçirecek değiliz. Yanımızda da ne altın, ne gümüş, ne de herhangi bir mal vardır. Beraberimizde olan sadece omuzlarımızdaki kılıçlarımız ve ancak bize yetecek olan azığımızdır. Bunun dışında herhangi bir niyete sahip olan kimseler bizimle birlikte kalmasın.” Arkadaşları dört bir yandan şöyle seslendiler: “Bizler dünyayı istemiyoruz, dünya için de çıkmadık. Biz yalnız tövbe etmek ve Peygamberimiz Resulallahın kızının oğlunun kanını istemek üzere çıktık.”
Süleyman yola koyulmağa karar verince Abdullah bin Saad bin Nufeyl Ona şunları söyledi: “Benim bir görüşüm vardır. Eğer bu görüş doğru ise buna muvaffak kılan elbette Allahtır; doğru değilse bu benim kendi nefsimdendir. Bizler Hüseyinin kanını istemek üzere çıktık. Onun bütün katilleri ise Küfede bulunuyor. Bunlardan bazıları Ömer bin Saad ile ordunun dörtte birlerinin başındakiler ve kabile reisleridir. Bizler nereye gidiyoruz ve asıl intikamı nasıl bırakıyoruz?” Bütün arkadaşları: “işte asıl doğru olan görüş budur!” dediler.
Süleyman ise şöyle dedi: “Ben bu görüşü paylaşmıyorum. Asıl katil Onun üzerine askerleri yığın yığın gönderen, teslim olmadıkça ve hakkında verdiği kararı uygulamadıkça kesinlikle Ona eman vermeyeceğini söyleyen şu fasık oğlu fasık Ubeydullah bin Ziyaddır. Haydi, Allahın bereketi ile yola koyulun ve Onun üzerine gidin. Allah sizlere zafer verecek olursa ondan sonra gelecek olan kimseleri yenmenin bizim için daha kolay olacağını ümit ederiz. Aynı şekilde şehrinizin halkının da kolaylıkla size itaat edeceklerini umarız. O zaman onlar Hüseyinin kanına iştirak etmiş olan kimseleri araştırıp bulurlar, onları öldürürler ve bu konuda herhangi bir akılsızca davranışa ve aldanışa düşmezler. Şayet şehit düşecek olursanız sizler haramları helal sayan kimselerle çarpışmış olarak öldürüleceksiniz. Allahın yanındaki mükafat ise iyiler için daha hayırlıdır. Ben sizlerin bütün gayretlerinizi bu şekilde onun kanını helal sayanlardan başkasına yöneltmenizi istemiyorum. Sizler şayet kendi şehir halkınızla çarpışacak olursanız, herkes şu manzarayla karşılaşacak. Kimisi kardeşini, kimisi babasını, kimisi dostunu, kimisi de öldürmeyi arzuladığı kimseyi öldürecektir. Haydi, Allahtan hayırlısını isteyin ve yolunuza gidin!”
Abdullah bin Yezid ile ibrahim bin Muhammed bin Talha ibn Suradın çıkışını haber alınca Küfe halkının eşrafı ile birlikte yanına gittiler. Ancak Hüseyinin kanının dökülmesine iştirak etmiş bulunanlar Süleymandan korktukları için onlarla birlikte olmadı. O sıralarda Ömer bin Saad bunlardan korktuğu için emirlik sarayında kalıyordu. Abdullah ile ibrahim Süleymanın yanına varınca Abdullah Süleymana şunları söyledi: “Gerçek şu ki, Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona ne hainlik eder, ne de onu aldatır. Sizler hem bizim kardeşimiz, hem de Allahın yarattıkları arasında en çok sevdiğimiz hemşerilerimizsiniz. Sizi kaybetmek istemiyoruz. Cemaatimizden ayrılmak suretiyle bizim sayımızı azaltmanızı da arzulamıyoruz. Haydi, bizler de hazırlanıncaya kadar bizimle birlikte kalınız. Düşmanımız bizim üzerimize gelecek olursa, hep birlikte cemaat olarak karşı çıkar ve Onunla savaşırız.”
Ayrıca Abdullah gitmeyip de kalacak oldukları takdirde Süleymana ve arkadaşlarına Cuhanın haracını tahsis etti. ibrahim bin Muhammed de aynı şeyleri söyledi. Süleyman ikisine de cevap olarak şöyle dedi: “ikiniz de samimi olarak öğüt verdiniz ve bize gerçekten sağlıklı bir görüş vermek için elinizden geleni yaptınız. Bizler Allahadına ve Onun için hareket ediyoruz. Allahtan doğruyu bulmak için bir kararlılık talep ediyoruz ve gitmekten başka bir görüşümüz de yoktur.”
Bu sefer Abdullah Ona şöyle dedi: “Peki, sizinle birlikte oldukça kalabalık bir birlik hazırlayıp gönderinceye kadar bekleyiniz, böylelikle düşmanımıza karşı kalabalık bir asker grubu ile karşı çıkmış olacaksınız.”
O sırada Ubeydullah bin Ziyadın Şamdan bir ordu ile gelmekte olduğu haberini almışlardı. Fakat Süleyman durmadı. 65. yılın Rebiulahir ayının beşinci (19 Kasım 684 M.) günü cuma akşamı yola koyuldu. Daha sonra Darul-Ehvaza vardı. Oraya vardığında pek çok kişi onları terk edip geride kalmıştı. Bunun üzerine Süleyman şöyle konuştu: “Ben sizleri bırakıp da geride kalanlarla birlikte olmayı arzu etmiyorum. Zaten onlar sizinle birlikte çıkmış olsaydılar , sadece gevşekliğinizi artırırlardı. O bakımdan Allah onların sizinle birlikte gelmelerinden hoşlanmamış, onları geciktirmiş ve bu işin faziletini sizlere tahsis etmiştir.”
Daha sonra Hüseyinin kabrine varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hüseyinin kabrine vardıklarında hep bir ağızdan feryat ve figana başladılar. O güne kadar bu kadar çok ağlayan kimse görülmüş değildi. Ona rahmet okuyup durdular ve kendisini yardımsız ve desteksiz bıraktıklarından, Onunla birlikte savaşmadıklarından dolayı tövbe ettiler. Kabrinin yanında bir gün, bir gece kaldılar ve bu süre içerisinde ağladılar, dua ettiler, Ona ve arkadaşlarına rahmet okudular. Kabri başında söyledikleri sözler arasında şunlar da vardır:
“Allahım, şehit oğlu şehit olan, mehdi oğlu mehdi ve sıddık oğlu Sıddık olan Hüseyine rahmet buyur, Allahım, bizler seni şahit tutuyoruz ki onların dini, onların yolu üzereyiz. Onları öldürenlerin düşmanıyız, onları sevenlerin dostlarıyız. Allahım, biz peygamberimizin kızının oğlunu yardımsız bıraktık. Sen bizim bu konuda geçmiş günahımızı affet, tövbemizi kabul et! Hüseyine ve onların şehit ve Sıddık olan arkadaşlarına merhamet buyur! Bizler seni şahit tutuyoruz ki, onların dini ve uğrunda öldürüldükleri dava üzereyiz. Şayet sen bize mağfiret etmeyecek ve merhamet buyurmayacak olursan elbette ki zarara uğrayanlardan oluruz.”
Hüseyinin kabrine baktıkça onların kinleri artıyordu.
Tek tek kabrinin yanına gidip vedalaşır gibi yaptıktan sonra yollarına koyuldular. Vedalaşmak isterken kabri başında olan izdiham Hacer-i Esvedi öpmek için olan izdihamdan daha fazla oluyordu. Bilahare Enbar yolunu tuttular. Abdullah bin Yezid onlara bir mektup yazdı. Bu mektubun bir kısmı şöyledir:
“Ey kavmimiz! Düşmanınıza itaat etmeyiniz. Sizler kendi mıntıkanızda hayırlı kimselersiniz. Düşmanımız ne zaman sizi eline geçirecek olursa, şehrinizin ileri gelenleri olduğunuzu bilecekler ve bu onların geride kalanlara karşı iştahlarını kabartacaktır. Ey kavmimiz!Şayet onlar size karşı zafer kazanacak olurlarsa sizleri taşa tutarlar. Yahut da sizi kendi dinlerine çevirirler ve bir daha ebediyen felah bulamazsInız. (Kehf suresi, 20). Ey kavmim! Ellerimizle elleriniz birdir. Ne zaman söz birliği edecek olursak düşmanımıza karşı zafer kazanırız. Ayrılığa düşecek olursak bizlere muhalif olanlara karşı gücümüz zayıflar. Ey kavmimiz! Benim bu nasihatimi yanlış anlayarak aldanışa düşmeyiniz ve emrime muhalefet etmeyiniz. Bu mektubum sizlere okunur okunmaz, yanıma geliniz. Vesselam.”
Bunun üzerine Süleyman ve arkadaşları şöyle dediler: “Biz henüz şehrimizden dışarıya çıkmamışken bile bu teklifi kabul etmemiştik. Kendimizi cihada alıştırmışken ve düşmanımızın arazisine yaklaşmışken bu bizim için kabul edilebilecek bir görüş olamaz.” Bunun üzerine Süleyman mektup yazıp teşekkür etti ve Onu övdükten sonra şunları söyledi: “Bizimle birlikte olan bu topluluk kendilerini Allaha adamış olmaktan dolayı müjdelenmiş kabul ediyorlar. Onlar büyük günahlarından tövbe etmiş, Allaha yönelmiş, Ona tevekkül etmiş ve Allahın kendileri için takdir ettiği şeye razı olmuş bulunuyorlar.”
Abdullah, Süleymanın bu mektubunu alınca şöyle dedi: “işte bunların hepsi kendilerini ölüme attılar. Onlar hakkında alacağımız ilk haber öldürüldükleri olacaktır. Allaha yemin ederim, onlar şerefli ve Müslüman olarak öldürüleceklerdir. ”
Daha sonra savaşa hazır olarak Karkisiyaya varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Karkisiyanın başında Kilablı Züfer bin Haris bulunuyordu. Züfer onlara karşı kendisini savunmaya almış ve kalenin dışına çıkmamıştı. Süleyman Müseyyeb bin Necebeyi kendilerine alış veriş yapacakları bir pazar kurulmasını istemek üzere Ona gönderdi. Müseyyeb, Karkisiya kapısına vardı ve kendisini tanıttıktan sonra Züferin yanına girmek için izin istedi. Züferin oğlu Hüzeyl babasının yanına vararak şöyle dedi: “Bu güzel görünümlü bir adamdır. Adı Müseyyeb bin Necebe olup senin yanına girmek için izin istiyor.” Züfer oğlu Hüzeyle şöyle karşılık verdi: “Yavrucuğum, sen Onun kim olduğunu bilmiyor musun? Bu bütün Mudarın en iyi atlısıdır. Şayet Mudarın eşrafından on kişi sayılacak olursa onlardan bir tanesi bu olur. Bunun da ilerisinde o oldukça dindar ve abid bir insandır. Ona izin ver.” Bunun üzerine Hüzeyl Müseyyebe izin verdi. Müseyyeb Züferin yanına girince Züfer Onu yanına oturttu ve durumunu sordu. Müseyyeb durumunu bildirdikten sonra kararlarından söz etti. Züfer şöyle cevap verdi: “Şehrin kapılarını sadece bizimle mi, yoksa başkalarıyla mı sa-va şmak istediğinizi öğrenmek için kapattık, yoksa üzerimize yapılan bir hücuma karşılık vermekten aciz değiliz. Üstelik sizinle de çarpışmak istemiyoruz, çünkü sizin salih ve güzel bir işinizin olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.”

Züfer daha sonra oğluna emir vererek şehir dışında bir pazar kurulmasını söyledi. Ayrıca Müseyyebe de bin dirhem ile bir at verilmesini emretti. Müseyyeb parayı reddetti, fakat atı kabul etti ve: “Şayet, atım topallayacak olursa belki ona ihtiyacım olur.” diyerek kabul edişinin sebebini açıkladı.
Züfer onlara oldukça fazla miktarda ekmek, yem ve un gönderdi. Öyle ki Süleyman ile birlikte olanların kamçı veya elbise gibi bir şeyalmak isteyenler dışında, pazara gitmeğe ihtiyaçları kalmadı.
Ertesi günü yollarına koyuldular. Züfer onları uğurlamak için çıktığında Süleymana şunları söylemişti: “Rakkadan beş komutan yola koyulmuş bulunuyor. Bunlar Husayn bin Numeyr, Şürahbil bin Zul-Kela, Edhem bin Muhriz, Hasamlı Cebele bin Abdullah ve Ubeydullah bin Ziyaddır. Beraberlerindeki asker dikenler ve ağaç yaprakları kadar çoktur. Eğer bizim şehrimize girmeyi arzu ediyorsanız sizinle birlikte oluruz. Düşman üzerimize gelecek olursa hep birlikte onlarla savaşınz.” Süleyman Züfere şu cevabı verdi: “Bizim şehrimizin halkı da aynı şeyi istediler, fakat onların da bu tekliflerini kabul etmedik.”
Züfer o zaman şöyle söyledi: “O halde Aynul-Verdeye onlardan önce varmağa çalışınız. Burası bir pınar başıdır. Şehir arkanızda kalsın; öbür meskun yerler, su ve malzeme de önünüzde ve elinizin altında olsun. Sizinle aramızda bulunan bölgeden ve her şeyden kendinizi emniyette kabul ediniz. Mesafeleri kat ediniz. Allaha yemin ederim, ben sizden daha kerim hiç bir topluluk görmedim. Onlardan daha önce varacağınızı ümit ediyorum. Onlarla savaşacak olursanız sakın düzlükte, karşılıklı ok atarak veya mızrak kullanarak savaşmayınız, çünkü onlar sayıca sizden daha fazladırlar ve etrafınızı sarıp kuşatmayacaklarından emin değilim. Sakın önlerinde durmayın, sizleri yere yıkarlar. Onlara karşı askerlerinizi dizip saf düzeni de almayınız; çünkü ben sizinle birlikte piyade görmüyorum, halbuki onlarla birlikte hem piyade, hem de süvari vardır, biri ötekini korur. O bakımdan onlara karşı küçük birlikler ve küçük müfrezeler halinde karşılaşmalar yapınız. Daha sonra o birlikleri onların sol kanatları ile sağ kanatları arasında dağıtınız. Her bir birlik ile birlikte ve onun hemen yanı başında bir başka birlik olsun. Bu iki birlikten birisinin üzerine hamle yapılacak olursa ikinci birlik onların üzerine gider ve onlara bir parça rahat nefes aldırır. Böylelikle her bir birlik istediği zaman açılır, istediği zaman da daralır. Şayet tek bir saf olacak olursanız ve onların piyadeleri üzerinize gelecek olurlarsa, bu yapılan hücumu püskürteceğiniz zaman saf bozulur ve işte o vakit yenilgiden başka bir şeyle de karşılaşmamış olursunuz.” Daha sonra vedalaştı ve onlara dua etti. Onlar da dua ettiler ve Onu övdüler.
Bilahare hızlı bir şekilde yollarına koyuldular. Aynul-Verdeye vardılar ve batı tarafına konakladılar. Orada beş gün kalıp hem kendileri dinlendi, hem de bineklerini dinlendirdiler.
Diğer taraftan Şamlılar askerleri ile birlikte Aynul-Verdeye doğru geldiler ve Aynul-Verdeden bir gün bir gece mesafede durdular. Süleyman arkadaşlarına bir konuşma yaparak ahiretten söz edip şevklerini artırdıktan sonra şunları söyledi: “Şunu biliniz ki, gece gündüz yorgunluk nedir, dinlenmek nedir bilmeden takip edip durduğunuz düşmanınız yaklaşmış bulunuyor. Karşılaşacak olursanız samimi olarak onlarla savaşınız ve sabırlı olunuz, çünkü muhakkak Allah sabredenlerle beraberdir. Hiç biriniz sakın onlara arkasını dönerek kaçmasın, ancak bir savaş hilesi olarak yerini değiştirmesi yahut da bir başka savaşan gruba katılmak için yerinden ayrılması hali müstesna. Kaçan bir kimseyi öldürmeyiniz, yaralı bir kimsenin de işini bitirmeyiniz. Davet etmeniz gereken bir kimseyi esir aldıktan sonra sizinle çarpışması hali müstesna, öldürmeyiniz, çünkü Alinin, bu davetin kendilerine ulaşması gereken kimselere karşı uygulaması böyle idi.”
Daha sonra onlara şöyle dedi: “Şayet ben öldürülecek olursam komutan Müseyyeb bin Necebedir. O da öldürülecek olursa komutan Abdullah bin Saad bin Nüfeyldir. O da öldürülürse o zaman komutan Abdullah bin Valdir. O da öldürülürse komutan Rifaa bin Şeddad olsun. Allah, vermiş olduğu ahitte duran kişilere merhamet buyursun!”
Süleyman, ardından dört yüz atlı ile birlikte Müseyyebi gönderip şunları söyledi: “Onların askerlerinin öncüleriyle karşılaşıncaya kadar yoluna devam et. Onları görür görmez üzerlerine baskın yap. Başarı kazanırsan mesele yok, aksi takdirde geri dön. Sakın atından inme ve seninle birlikte olanlardan herhangi birinin atından inmesine yahut da yaya olarak birisi ile karşılaşmasına imkan verme, başka çare bulamaman hali müstesna.”
Müseyyeb bütün gün ve gece yoluna devam etti ve seher vakti konakladı.
Sabah olunca arkadaşlarını dört bir yana göndererek karşılaştıkları kimseyi getirmelerini istedi. Derken bir Bedevi Arap getirdiler. Kendilerine en yakın askerin nerede bulunduğunu sorunca Bedevi: “Şamlıların sana en yakın askeri birlikleri Şurahbil bin Zul-Kelanın birliğidir. Buradan bir mil uzaklıktadır. Şurahbil ile Husayn arasında ihtilaf çıkmış bulunuyor. Husayn kendisinin cemaat ile birlikte olduğunu ileri sürerken Şurahbil bunu kabul etmiyor. işte bu ikisi şu anda ibn Ziyadın emirlerini beklemektedirler.”
Bunun üzerine Müseyyeb ve beraberindekiler hızlıca yola koyuldular.
Hiçbir şeyden haberli bulunmadıkları bir sırada onlara yaklaştılar, askerlerinin bir kanatları üzerine hamle yaptılar ve bozguna uğratıp geri çekilmek zorunda bıraktılar. Müseyyeb bizzat kendisi onlardan bazı kimseleri öldürdü. Oldukça fazla sayıda Şamlı askeri yaraladılar ve bineklerini aldılar. Şamlılar karargahlarını bırakıp kaçıştılar ve bozguna uğradılar. Müseyyebin askerleri istediklerini ganimet olarak aldıktan sonra yanlarında oldukça fazla mal ile birlikte Süleymanın yanına döndüler.
ibn Ziyad durumu haber alınca, alelacele Husayn bin Numeyri yola koydu. Husayn hızlı bir şekilde on iki bin askerle yoluna devam etti. Süleymanın arkadaşları da Cumadelula ayının bitmesine dört gün kala onlara karşı çıktı. Süleymanın askerlerinin sağ kanadının başında Abdullah bin Saad, sol kanadının başında Müseyyeb bin Necebe bulunuyordu. Merkezde de kendisi vardı. Diğer taraftan Husayn askerlerinin sağ kanadının başına Cümle bin Abdullah, sol kanadının başına Rabia bin Muharik el-Ganeviyi komutan yaptı. Her iki taraf birbirine yaklaşınca Şamlılar Süleyman ı ve beraberindekileri Abdulmelik bin Mervan etrafında toplanmağa çağırırken, Süleymanın arkadaşları ise Şamlılara Abdulmelike olan beyatlerini bozmayı, Ubeydullah bin Ziyadı kendilerine teslim etmeyi ve Irakta bulunan ibn ez-Zübeyr taraftarlarını çıkartarak işi Peygamberin Ehl-i Beytine iade etmeyi teklif ettiler. Ancak her iki taraf da karşı tarafın tekliflerini kabul etmedi. Daha sonra Süleymanın sağ kanadı Husaynın sol kanadına, sol kanadı da onun sağ kanadına hücum etti. Süleyman da merkezde bulunan askerlerle birlikte hücuma geçti. Şamlılar kendi karargahlarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Gece karanlık basıncaya kadar Süleymanın arkadaşlarının üstünlüğü devam etti.
Ertesi gün sabah olunca ibn Zul-Kela komutasında sekiz bin kişilik bir ordu gelip Husayna katıldı. Onlara bu yardımcı kuvveti Ubeydullah bin Ziyad göndermişti. Süleymanın arkadaşları karargahlarından çıkıp daha şiddetlisi olamayacak bir şekilde bütün gün çarpıştılar. Sadece namaz kılmak için savaşa ara veriyorlardı. Akşam olunca iki taraf birbirlerinden ayrıldı. Her iki tarafta da oldukça fazla yaralı vardı. Vaizler Süleymanın askerleri arasında dolaşarak onları savaşa teşvik ediyordu.
Sabah olunca Edhem bin Muhriz el-Bahili ibn Ziyad tarafından gönderilen on bin asker ile birlikte Şamlılara yardımcı kuvvet olarak geldi. Cuma günü kuşluk vakti olup güneş yükselinceye kadar şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Daha sonra Şamlılar büyük kalabalıklar halinde üzerlerine atılıp her taraftan onları sardılar. Süleyman arkadaşlarının çektikleri sıkıntıları ve karşılaştıkları musibetleri görünce atından inip onlara şöyle seslendi: “Ey Allahın kulları! Rabbine erken kavuşmak isteyen ve günahından tövbe etmeyi arzulayan yanıma gelsin.” Daha sonra kılıcının kınını kırıp attı. Pek çok kişi atından indi ve aynı şekilde kılıçlarının kınlarını kırarak Onunla beraber yürüdü. Şamlılarla çarpıştılar. Şamlılardan çok sayıda kişi öldürüldü ve yaralandı. Husayn onların sabırla ve metanetle çarpıştıklarını görünce piyadeleri ok atmak üzere ileri gönderdi. Atlılarla piyadeler Süleymanın ve arkadaşlarının etrafını sardılar. Süleyman, Yezid bin Husaynın attığı bir okla önce yere düştü, daha sonra ileri atıldı ve arkasından bir daha yere düşüp öldü. Allah rahmet eylesin!
Süleymanın öldürülmesi üzerine bayrağı Müseyyeb bin Necebe aldı.
Süleymana rahmet diledikten sonra O da öne geçti, sancak elinde olduğu halde bir süre çarpıştı. Sonra geri döndü ve tekrar hamle yaptı. Aynı şeyi defalarca tekrarladıktan ve pek çok kişi öldürdükten sonra O da öldürüldü. Allahın rahmeti üzerine olsun.
Müseyyeb öldürülünce sancağı Abdullah bin Saad bin Nufeyl eline aldı ve her ikisine de rahmet okuduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:Onlardan kimisi sözünü yerine getirmiş, sözünde durmuştur. Kimisi de beklemektedir ve onlar hiçbir değişiklik yapmadılar. (Ahzab suresi, 23).
Beraberinde bulunan Ezdliler Abdullahın çevresini sardılar. Onlar bu şekilde çarpışmakta iken üç atlı gelerek Saad bin Huzeyfenin Medain halkından yüz yetmiş kişi ile birlikte gelmekte olduğunu haber verdiler. Ayrıca Basra halkının Abdlı Müsenna bin Muharribe komutasında üç yüz kişi ile birlikte geldiklerini bildirdiler. Bu haber herkesi oldukça sevindirdi ve Abdullah bin Saad: “Keşke bizler henüz hayattayken gelip bize yetişseler!” temennisinde bulundu.
Gelen elçiler kardeşlerinin öldürülmüş olduklarını görünce oldukça üzüldüler ve istircada bulunduktan sonra onlarla birlikte çarpıştılar. Abdullah bin Saad bin Nufeyl, Rabia bin Muharikin kardeşinin oğlu tarafından öldürüldü. Halid bin Saad bin Nufeyl de kardeşini öldürenin üzerine hamle yapıp kılıçla yaraladı. Ancak öbürü boynuna sarılınca arkadaşları Halidin üzerine hamle yaptılar ve oldukça kalabalık oldukları için kendisini kurtarıp Halidi öldürdüler. Sancağın yanında hiç bir kimse kalmamıştı. Abdullah bin Vale seslendilerse de Onun yanında bir grup ile birlikte savaşmakta olduğunu gördüler. Rifaa bin Şeddad hamle yaptı ve Abdullahın etrafındaki Şamlıları dağıttı. Böylelikle Abdullah gelip sancağı almak imkanını bulmuş oldu. Daha sonra arkadaşlarına şunları söyledi: “Sonunda ölüm bulunmayan hayatı, hiç bir şekilde yorgunluk bulunmayan. rahatı, hiç bir kederin söz konusu olmayacağı sevinci kim arzu ediyorsa Allahın haram kıldığı kanın dökülmesini helal kabul eden bu kimselerle savaşmak suretiyle, haydi, Allaha ve Cennete varmaya yaklaşsın!” Onun bu seslenişi ikindi vakitlerinde idi. Arkadaşlarıyla birlikte hamle yaptılar, pek çok kişi öldürdüler ve onları etraflarından dağıttılar.
Daha sonra Şam halkı dört bir taraftan üzerlerine hücum edip etraflarını sardılar ve sonunda onları karargahlarının bulunduğu yere kadar geri püskürttüler. Karargahlarına ancak bir tek taraftan hücum edilebiliyordu. Akşam olunca savaşmak görevini Edhem bin Muhriz el-Bahili üzerine aldı. Edhem, atlı ve piyadeleriyle onların üzerine hamle yaptı, sonunda ibn Valin yanına vardı. Bu sırada ibn Val şu mealdeki ayeti okumaktaydı:Sakın Allah yolunda öldürülmüş olanları ölüler sanma. (Al-i imran suresi, 169) Edhem bin Muhriz bundan oldukça öfkelendi ve Abdullahın üzerine bir hamle yaparak eline bir darbe indirdi. Abdullahın eli kesildikten sonra Edhem yana çekilerek şöyle dedi: “Zannederim ki keşke ailem yanımda olsaydı diye düşünüyorsun.” Fakat ibn Val Ona şöyle cevap verdi: “Çok yanlış bir zanda bulunuyorsun. Allaha yemin ederim ki senin günahının artması, benim de ecrimin çoğalması için senin elinin benim elimin yerinde olmasını istemiyorum.” Edhem buna da kızdı, köpürdü, üzerine bir hamle daha yaptı ve Abdullahı öldürdü. Edhem bulunduğu noktadan daha da ileriye gitti. Abdullah bin Val fakih ve abid kimselerden idi.
Abdullah öldürüldükten sonra Rifaa bin Şeddad el-Becelinin yanına gittiler ve Ona: “Şu sancağı al” dediler. Rifaa onlara: “Şimdi hep birlikte geri dönelim, belki Allah onların kötülüklerinin gerçekleşeceği günde bizi bir araya getirir.” dedi. Fakat Abdullah bin Avf bin el-Ahmer Ona şöyle dedi: “Allaha yemin ederim, şayet sen geri dönecek olursan bizler helak olur gideriz. Bunlar bizim omuzlarımıza binerler ve son kişimiz ölünceye kadar bir fersahlık mesafe bile alamayız. Bizden kurtulan olsa bile Araplar onu yakalar ve daha bir yakınlaşmak için onlara takdim ederler, o da eli kolu bağlı olarak öldürülür. işte güneş batmak üzeredir. Atlarımızın sırtında bunlarla çarpışmamıza devam edelim. Geceleyin karanlık basınca, atlarımıza biner ve sabah oluncaya kadar yolumuza devam ederiz. Ağır ağır gideriz, kimin yaralı arkadaşı varsa onu taşır ve ondan sonra da gideceğimiz yolu bilmiş oluruz.”
Rifaa Ona: “Görüşün oldukça yerindedir.” diye cevap verdikten sonra Şamlılarla çetin bir şekilde çarpışmağa başladı. Şamlılar onları gece karanlık basmadan önce tümden yok etmek istedilerse de şiddetli bir şekilde çarpışmalarından dolayı böyle bir imkanı elde edemediler. Kinaneli Abdullah bin Uzeyr beraberinde henüz küçük yaştaki oğlu Muhammed olduğu halde ileri atılıp Şamlılarla çarpıştı. Arkasından Şamlılar arasında bulunan Kinaneoğullarına seslendi ve Kufeye ulaştırmaları için çocuğunu onlara teslim etti. Kinaneoğulları eman vermeyi teklif ettilerse de kabul etmedi ve öldürülünceye kadar onlarla çarpışmasına devam etti.
Akşam vakti Himyerli Kerib bin Yezid yüz arkadaşı ile birlikte ileri atıldı ve Şamlılarla çok şiddetli bir şekilde çarpıştı. Himyerli ibn Zul-Kela hem Ona, hem de arkadaşlarına eman vermeyi teklif edince kendilerine şöyle dedi:
“Bizler dünyada zaten eman içerisinde idik. Şimdi ahirette eman içerisinde olmayı arzu ederek çıkmış bulunuyoruz.” Arkasından öldürülünceye kadar Şamlılarla çarpışmalarına devam ettiler. Sahr bin Hilal el-Müzeni de Müzeyneli üç kişi ile birlikte ileri atıldı ve öldürülünceye kadar çarpışmalarına devam ettiler.
Akşam olunca Şam halkı karargahlarına geri döndü. Rifaa ise atı yaralanmış veya ölmüş kimselerle yaralı düşmüş savaşçıları teker teker tespit etti ve onları yakınlarına teslim ettikten sonra geri kalanlarla birlikte aynı gece yola koyuldu. Husayn sabah olunca onlarla karşılaşmak üzere çıktı, fakat onları göremeyince arkalarından kimseyi göndermedi. Bunlar Karkisiyaya varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Züfer burada kalmalarını teklif etti ve üç günlük bir süre boyunca orada kaldılar. Züfer onlara misafirperverlik gösterdi, üç gün sonra gerekli yol azıklarını verdi ve Kufeye kadar gittiler.
Daha sonra Saad bin Huzeyfe bin el-Yeman Medain halkı ile birlikte Hit denilen yere kadar geldi. Orada durumu haber alınca geri döndü ve Basralılarla birlikte Abdlı Müsenna bin Muharribeyle Sandılda denilen yerde karşılaştı, Onu da durumdan haberdar etti. Rifaa kendilerine gelinceye kadar orada kaldılar ve Onu karşıladılar. Karşılıklı olarak ağladılar ve bir gün bir gece kaldıktan sonra dağıldılar. Herkes kendi şehrine ayrılıp gitti.
Rifaa Kufeye vardığında Muhtar hapiste bulunuyordu. Muhtar Ona şöyle bir mektup gönderdi: “Allahın ayrıldıkları zaman ecirlerini yükselttiği, öldürüldükleri zaman da yaptıklarından razı olduğu bu kimselere merhaba diyorum. Kabenin Rabbi olan Allaha yemin ediyorum ki, herhangi birinizin attığı her adım ve çıktığı her tepeden dolayı almış olduğu sevap dünyadan daha büyüktür. Gerçekten Süleyman üzerine düşen görevi yapmış bulunuyor. Allah da Onun ruhunu kabzetti. O, gerçekten kendi ruhunu peygamberlerin, Sıddıklerin, şehitlerin ve salihlerin ruhuna katmış bulunuyor. Fakat bununla birlikte O, kendisiyle zafere erişeceğiniz lideriniz değildir. Hem emir, hem memur, hem emin, hem de Memun benim. Zorbaları öldürecek olan benim, din düşmanlarından intikam alacak benim. Şu anda elim kolum bağlı ise de hazırlıklı olunuz, insanlardan hazırlanmalarını isteyiniz ve şimdiden sizlere müjdeler olsun. Ben sizleri Allahın kitabına, Peygamberinin sünnetine, Ehl-ı Beytin kanını istemeğe, zayıfları korumağa ve bu kanları akıtmayı helal kabul edenlere karşı cihada çağırıyorum. Vesselam.”
Süleyman ve beraberindekilerle çarpışma ve onların öldürülmesi Rebiulahir ayında (Kasım-Aralık 684 M.) olmuştu.
Abdülmelik bin Mervan Süleymanın öldürülmesi ve arkadaşlarının da bozguna uğratılması haberini alınca minbere çıktı, Allaha hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle konuştu: “Allah Irak halkından ileri gelen, fitne tohumunu eken ve sapıklığın başı olan Süleyman bin Suradı helak etmiş bulunuyor. Kılıçlar Müseyyebin başını darmadağın etti. Ayrıca Allah onlar arasından büyük, hem kendisi sapık, hem başkalarını saptırıcı iki ileri gelen kimseyi de öldürmüştür. Bunlar Ezdli Abdullah bin Saad ile Bekrli Abdullah bin Valdir. Onlardan sonra artık kendilerini koruyabilecek durumları kalmamıştır.”
Bu konuda Hemdan Aşası, o sıralarda gizli okunan ve açıklanmayan şu şiiri söylemişti:
Ey Um GalibI Bir hayal gördün de Uzak bir sevgiliden bizim yerimize selam verdiler sana. Hala kederdeyim, hala senden Ayrılmanın üzüntüsü var içimde. Tesellisi yok kuşluk vakti gibisin O güzel yüzlü, beyaz tenlilerle birlikte; Çok susamış, içi geçmiş olarak görünen bize, Beli bükülmüş ve incelmiş olarak, Hafif nemli ıslak değnek gibi gençleri, Bulutlar arasında kaybolan kuşluk güneşi gibi, Bulut örtünce etrafından Bir kısmı görülünce diğeri kayboldu, diğeri. işte sevgim, işte aşkım, işte arzum… Ayrılmayan bu dostluk ne kadar güzel! Allah gençlikten ve onu anmaktan ayırmasın; Genç ve tazeleri vurgunca sevmekten de… Fakat sevdiğime sitem ettikçe Yanaklarımı ıslatması artıyor, Ben onları unutmadım, hep hatırımdalar Şerefli mevkili ve çok abid olanların musibetini. Samimi olarak takva yolunu seçtiler ve Allahı. -Zaten Allah korkusu en iyi kazançtır- Dünyayı bıraktı, ona dalmadı, Mertebeleri yükselten Allaha tövbe etti. Bıraktı dünyayı ve “Onu bıraktım” dedi, “Hayatta oldukça dönecek değilim ona. Ben herkesin kaybetti diye üzüldüğüne üzülmem, Şevkle ele geçirmek istediklerini de istemem!” Askerleriyle birlikte yürüyüp Yola koyuldu ibn Ziyada doğru, Takva ve akıl sahipleriyle birlikte… Kahraman, imdada koşan ve asillerle Yürüdüler; takvayı isteyerek kimi, Kimi de tövbe etmişti dünden. Karşılaştılar Aynul- Verdede, Biçtiler onu beyaz keskin kılıçlarla. Yemen kılıçlarıydı hem, bazen bileği kesen, Bazen de uzun boylu atlarla gittiler üzerlerine. Sonra Şamdan bir grup daha geldi onlara, Her taraftan deniz dalgaları gibi gruplar…. Fazla geçmeden başları yok edildi. Kimse kurtulmadı onlardan bir kaç kişi dışında. Sabır ehli yıkıldı yere; sonra da Sam ve güney rüzgarı esiverdi üzerlerine, Huzaalı başkan düştü yere, Hiç çarpışmamış ve savaşmamış gibi. Şamoğullarının başı ve süvarisi de, Şenuenin başı olan birliklere yol gösteren de Bişroğlu Amr, Velid ve Halid Zeyd bin Bekir ve Huleys bin Galib… Her kavmin lideri isabet aldı, Soylu ve şerefin zirvesindeki herkes de. Kabul etmediler düşüren darbeden başkasını, Ve yerini bulan keskin kılıçlar vurmaktan başkasını. Saidin Amiri darmadağın ettiği gün, Atılgan bir aslandan daha yiğitti. Ey lraktaki ordunun askerleri! Yüklü bulutların sularını içesiniz. Sakın atlılarımız, koruyucularımız gitmesin uzağa, Kılıçlar karşıdan geliverince, Yasağı helal kabul edenleri
Öfkelendirdiler ve öyle öldüler.
Denildiğine göre Süleyman ve onunla birlikte olanlar Rabiulahir ayında öldürülmüştü.
Bu şiirde sözü edilen Huzaalı, Süleyman bin Suraddır. Şamoğullarının başı ise Fezareli Müseyyeb bin Necebe, Şenuenin başı Abdullah bin Saad bin Nufeyl olup, Ezdli Şenuedendir. Teymli diye söz ettiği kişi Abdullah b Val olup, Salebe bin Ukabe bin Saad bin Ali bin Bekir bin Vailin oğlu olan Teym-ül Lata mensuptur.
Velid Kinaneli Asirin oğludur. Halid ise Abdullahın kardeşi olan Halid bin Saad bin Nufeyldir.