Hüseyin yoluna devam etti. Günün ortasında arkadaşlarından birisi tekbir getirince Ona: “Neden tekbir getirdin?” diye sordu. Adam: “Hurma ağaçlarını gördüm.” diye karşılık verdi. Fakat Esedoğullarından iki kişi: “Bu bölgede kesinlikle hurma ağacı yoktur.” dedi. Bu sefer Hüseyin onlara:
“Peki bu sizce nedir?” diye sorunca bu iki adam: “Bunun gelen atlılardan başka bir şey olduğunu sanmıyoruz.” diye cevap verdi. Hüseyin kendilerine:
“Ben de aynı şey olduğunu sanıyorum.” dedikten sonra: “Kendisine sığınıp arkamıza alacağımız ve gelenlere karşı tek bir istikametten duracağımız bir sığınak yok mudur?” diye sorduğunda iki kişi: “Öyle bir yer vardır.” dediler ve şöyle devam ettiler: “işte Zu Husum denilen yer yan tarafındadır. Sola doğru oraya gidersin. Şayet bunlardan önce oraya varacak olursan, orası tam istediğin gibi bir yerdir.” Hüseyin oraya doğru gitti. Giderken, gelen atlılar da hızla yaklaşıp göründü ve onların gitmekte olduğu yöne doğru üzerlerine gelmeye başladı. Hüseyin Zü Husum Dağına onlardan önce varıp konakladı. Gelenler 1000 atlı olup başlarında Temimli ve daha sonra Yerbululara mensup olan Hurr bin Yezid vardı. Bunlar da tam öğle sıcağında gelip Hüseyinin ve beraberindekilerin karşısında durdular. Hüseyin arkadaşlarına ve yanında bulunan gençlere: “insanlara su veriniz, atlara da içebildikleri kadar su içiriniz.” dedi.
Bunlar verilen talimatı yerine getirdiler. Gelenler Kadisiyeden geliyordu. Onları bu bin atlı ile birlikte Hüseyini karşılamak üzere Husayn bin Numeyr göndermişti. Öğle namazının vakti gelinceye kadar, Hüseyin ile karşı karşıya durdular. Hüseyin müezzinine emredip ezan okumasını istedi ve o da ezanı okudu. Hüseyin, beraberindekilerin yanına çıkarak Allaha hamd-ü senada bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Ey insanlar! Şu içinde bulunduğunuz durum Allaha ve sizlere karşı bir öşürdür. Ben size mektuplarınız ve elçilerinizle: “Bize gel, bizim şu anda bir imamımız yoktur; olur ki Allah senin sayende bizleri hidayet üzere toplar” şeklinde mesaj göndermeniz üzerine gelmiş bulunuyorum. Şayet siz beni rahatlatacak ahitlerde bulunur söz verecek olursanız şehrinize gelirim; fakat böyle bir şey yapmayacak olursanız yahut da benim gelişimden hoşlanmadıysanız sizi terk eder ve geldiğim yere geri dönerim.”
Seslerini çıkarmayınca müezzine: “ikamet getir” dedi ve o da ikamet getirdi. Hüseyin Hurre: “Kendi arkadaşlarınla ayrıca namaz kılmak istiyor musun.” diye sordu. Hurr: “Hayır, namazı sen kıldır, biz de sana uyarız.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hüseyin onlara namaz kıldırdı. Daha sonra çadırından içeriye girdi. Arkadaşları etrafına toplandı. Hurr da yerine geri döndü. ikindi vakti olunca Hüseyin onlara ikindi namazını kıldırdı ve onlara karşı dönerek, Allaha hamd-ü senada bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Ey insanlar! Eğer siz Allahtan korkarsanız ve hakkı sahiplerine vermeyi kabul ederseniz bu, Allahı daha çok hoşnut edecektir. Bizler ehl-i beytiz; bu işe, şu kendilerine düşmediği halde iddiada bulunanlardan ve aranızda zulüm ve düşmanlıkla iş görenlerden daha layıkız. Şayet sizler bizden hoşlanmıyor, bu konudaki hakkımızı bilmezlikten geliyor ve şu anda mektuplarınızda ve elçileriniz vasıtası ile ifade ettiğiniz görüşten başka bir görüşe sahip bulunuyor iseniz sizi bırakıp gideriz.” Bunun üzerine Hurr şöyle söyledi:
“Allaha yemin ederim, bizler senin sözünü ettiğin mektup ve elçilerin ne olduğunu bilmiyoruz.”
Bunu duyan Hüseyin mektup sayfaları dolu iki torba çıkardı ve onları bu gelenlerin önüne dağıttı. Hurr kendisine şunları söyledi: “Bizler sana bu mektupları yazan kimselerden değiliz. Biz sizinle karşılaşmamız halinde seni Küfede Ubeydullah bin Ziyadın yanına götürmedikçe yanından ayrılmamakla emrolunmuş kimseleriz.” Bunun üzerine Hüseyin şöyle karşılık verdi: “Böyle bir şeyi yapmağa kalkışacak olursan ölümün sana bunu gerçekleştirmekten çok daha yakın olduğunu göreceksin.” Daha sonra Hüseyin arkadaşlarına atlarına binip gitmeleri için emir verdi, ancak Hurr onlara engel oldu. Bunun üzerine: “Hayanası kaybedesice, ne istiyorsun?” diye çıkışınca, Hurr şu cevabı verdi: “Allaha yemin ederim, eğer senden başka birisi bana bu sözü söylemiş olsaydı, ben annesine hakaret etmeden onu bırakmazdım ve kim olduğuna bakmazdım; fakat Allaha and olsun, ben senin annen hakkında mümkün olan en güzel sözleri söyler, bunun dışında başka hiç bir şekilde söz edemem.” Hüseyin Ona: “Peki ne istiyorsun?” diye sorunca Hurr: “Seni ibn Ziyadın yanına götürmek istiyorum.” diye cevap verdi. Hüseyin: “O halde, Allaha yemin ederim, senin peşinden gelmeyeceğim.” deyince Hurr:
“O halde, Allaha yemin ederim, ben de seni bırakmayacağım,” dedi. Karşılıklı olarak konuşmalarına devam ettiler. Daha sonra Hurr: “Ben seninle çarpışmak emrini almadım, sadece seni Kufeye götürünceye kadar senden ayrılmamakla emrolundum. Kabul etmeyecek olursan seni Kufeye götürmeyecek ve Medineye de ulaştırmayacak bir yola koyu!. Bu konuda ben ibn Ziyada yazarım, sen de Yezide yahut da ibn Ziyada yaz. Belki Allah bana seninle ilgili herhangi bir şeye katılmaktan esenliğe kavuşturacak bir yol açar.” dedi. Daha sonra her ikisi da Uzeyb ile Kadisiye arasındaki yola koyuldular. Hüseyin gidiyor, Hurr da Onun yanında yol alıyordu.
Daha sonra Hüseyin onlara bir konuşma yaptı. Allaha hamd-ü sena ettikten sonra şunları söyledi:
“Ey insanlar! Resulallah şöyle buyurdu: “Sizden zalim, Allahın haram kıldıklarını helal kabul eden, Allahın ahdini bozan, Resulallahın sünnetine aykırı hareket eden, Allahın kulları arasında haksızlıkla davranan bir yönetici görüp de onun bu durumunu herhangi bir hareket veya söz ile değiştirmeyen bir kimse olursa, Allahın böyle bir kimseyi de bu zalim yöneticiyi koyduğu yere koyması hakkıdır. Haberiniz olsun ki şunlar şeytana itaate koyulmuş, Rahmana itaat etmeyi bırakmış, fesat çıkartmış, Allahın hadlerini askıya almış, ganimetleri kendi hesabına geçirmiş, Allahın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram kabul etmiş bulunuyorlar. Ben ise bunu değiştirmek hakkına herkesten çok sahip olan kişiyim. Mektuplarınız ve elçileriniz, bana beyat ettiğiniz haberiyle geldi. Sizlerin beni düşmana teslim etmeyeceğinizi ve kesinlikle beni yardımsız bırakmayacağınızı bildirdi. Şayet sizler verdiğiniz beyat üzere devam edecek olursanız, kendiniz için doğru yolu bulursunuz. Ben Alinin ve Resulallahın kızı Fatımanın oğlu Hüseyinim. Ben sizinle birlikteyim. Benim ailem de sizin ailenizle birliktedir. Artık bu durumda bana uymalı, beni örnek almalısınız. Şayet bana uymayıp vermiş olduğunuz ahdi bozacak, beyatimi yerine getirmeyecek olursanız yemin ederim ki bu, sizin yapmadığınız bir şey değildir; çünkü sizler bunu babama da, kardeşime de, amcamın oğlu Müslim bin Akile de yaptınız. Sizin söylediklerinize kanan zaten aldanmış bir kimsedir. Sizler kendi kısmetinizi yitirmiş, payınızı kaybetmiş kimseler oluyorsunuz. Artık kim sözünden cayarsa kendi nefsinin aleyhine caymış olur. (Feth suresi, 10). Allah sizlere ihtiyaç bırakmayacaktır. Vesselam.”
Bunun üzerine Hurr, Hüseyine şunları söyledi: “Ben sana kendi hakkında Allahı hatırlatırım. Açıkça söylüyorum ki, savaşacak olursan kesinlikle öldürülürsün.” Bunun üzerine Hüseyin: “Sen beni ölümle mi korkutuyorsun ve sizler beni öldürecek kadar ileri gidecek misiniz? Sana ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Fakat sana Evslnin, amcasının oğluna Resulallahın yardımına gitmek isterken söylediklerini söylemek istiyorum. Ona: “Nereye gidiyorsun? Sen öldürüleceksin” deyince şunu okumuştu:
Yoluma gideceğim, ölümden dolayı yiğitler ayıplanamaz. Hayır niyet edip Müslüman olarak cihad ederler ise, Salih kimselere iyi davranıp, günahlardan ayrılıp Lanetlilere muhalefet ederlerse. Yaşarsam pişman olmanı, ölürsem kınamazlar beni, Hayatta kalıp da mecbur kalırsan işte en büyük zillet.
Hurr Onun bu sözlerini işitince önünden çekildi. Uzeybul-Hicanat denilen yere varıncaya kadar yanında yürüdü. Buraya, vaktiyle Numanın hecin develeri otladığı için bu isim verilmişti. Burada bulunuyorlarken karşıdan birden Küfeden gelen ve binekleri üzerinde bulunan dört kişi göründü. Bunlar yanlarında Nafi bin Hilale ait olan el-Kamil adındaki bir atı da sürüklüyorlardı. Kılavuzları Tirimmah bin Adiyy de beraberlerinde bulunuyordu. Hüseyinin yanına yaklaşınca Hurr onların üzerine gitti ve: “Bunlar Küfelidir, bunları ya alıkoyacağım, ya da geri çevireceğim,” dedi Bunun üzerine Hüseyin şunları söyledi: “Kendimi nasıl koruyorsam, bunları da öylece koruyacağım. Bunlar benim yardımcılarımdır, benimle beraber gelmiş olanlar gibidir. Şayet benimle aranı bozmak istemiyorsan mesele yok, aksi takdirde seninle çarpışırım.” Bunun üzerine Hurr onlara ilişmedi. Hüseyin gelenlere:
“Geride bıraktığınız insanların durumunu bana bildiriniz.” deyince onlardan biri olan Mücemma bin Ubeydullah el-Aizi şu cevabı verdi: “insanların şereflilerini soruyorsan, onlara büyük rüşvetler verildi, heybeleri dolduruldu. Onlar hep birlikte sana karşıdırlar. Geri kalan kimselere gelince, bunların kalpleri sana meyletmekle birlikte kılıçları sana karşı çekilecektir.”
Daha sonra Hüseyin onlara elçisi Kays bin Müshirin durumunu sordu. Öldürüldüğünü ve Kaysın yaptıklarını öğrenince gözleri yaş la doldu ve gözyaşlarını tutamadı. Daha sonra şu mealdeki ayetleri okudu:Onlardan kimisi vardır ki ahdini yerine getirmiştir, kimisi de vardır ki beklemektedir ve onlar (Allaha verdikleri sözde) hiçbir değişiklik yapmadılar. (Ahzab suresi, 23) ve şöyle dua etti: “Allahım, bize ve onlara cenneti nasip kıl, bizleri ve onları senin rahmetinin karargahında senin gizli olan ve müminlerin arzuladığı sevabında bir araya getir!”
Tirimmah bin Adiy Hüseyine şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, seninle birlikte çok kişi olacağını zannetmiyorum. Şayet sana karşı seninle birlikte gördüğüm şu kimselerden başkaları savaşmayacak olursa bu bile yeter. Fakat ben Küfeden ayrılışımdan bir gün önce şehrin dışında gözlerimin şimdiye kadar daha fazlasını bir arada görmediği bir kalabalık gördüm. Bunlar senin üzerine yürümek üzere hazırlanmıştı. Allahadına rica ediyorum, eğer onlara bir karış yaklaşmamak imkanın varsa bunu yap, eğer Allahın seni bunlara karşı koruyacağı bir beldeye inmek ve orada görüşünü ortaya koyup yapacağını açıkça belirleyinceye kadar kalmak istiyor isen bizim dağımız olan Ecce yürü. Allaha yemin ederim, biz bu dağ sayesinde Gassan ve Himyer krallarından, Numan bin Münzirden ve kırmızı ve beyaz renklilerden korunduk. Allaha yemin ederim, orada bize şimdiye kadar hiç bir zillet gelmedi. Ben seninle, seni el-Kurayyaya yerleştirinceye kadar geleyim. Daha sonra sen Ecc ve Taydan Selmada bulunan yiğitlere haber gönderirsin. And olsun, on gün geçmeden Tay Kabilesinin bütün yiğitleri piyade ve süvari olarak senin yanına geleceklerdir. Daha sonra istediğin kadar bizim aramızda kal. Sen şayet savaşa girecek olursan, ben senin önünde kılıçlarıyla çarpışacak yirmi bin kişinin kefiliyim. Allaha yemin ederim, onlar arasında kaldığın ve onlarda gözlerini kırpacak bir kudret olduğu sürece sana kesinlikle ilişilemeyecektir.”
Hüseyin kendisine şu cevabı verdi: “Allah seni de, kavmini de mükafatlandırsın. Bizimle bunlar arasında bir söz geçmiştir. Biz bu sözü bırakıp gidemeyiz. Ayrıca bu işlerin bizim başımıza ne getireceğini bilmediğimiz gibi bunların başına ne getireceğini de bilemiyoruz.” Tirimmah daha sonra Onunla vedalaşarak ailesinin yanına geri döndü ve beraberindeki yiyecekleri ailesine ulaştırıp Hüseyine yardımcı olacağına dair söz verdi. Tirimmah verdiği sözü yerine getirdi ve daha sonra Hüseyinin yanına gitmek üzere yola çıktı, fakat Uzeybuı-Hicanat denilen yere varınca Hüseyinin öldürüldüğü haberini aldı ve yeniden ailesinin yanına döndü.
Daha sonra Hüseyin Mukatiloğulları sarayına varıncaya kadar yoluna devam etti. Orada kurulmuş bir otağ görünce çevresindekilere: “Bu kimindir?” diye sordu. “Ubeydullah bin Hurr el-Cufınindir” denilince: “Onu bana çağırınız.” dedi. Ubeydullahı çağırmak üzere elçi gittiğinde adam: “inna lillah ve inna ileyhi raciun. Allaha yemin ederim, ben Kufeden, orada olduğum sürece Hüseyinin girmesini arzulamadığım için çıkmıştım. And olsun, Onu görmek istemediğim gibi Onun da beni görmesini istemiyorum.” şeklinde konuştu. Elçi geri dönüp Hüseyine durumu haber verdi. Bunun üzerine Hüseyin ayakkabılarını giyip Onun yanına gitti ve ona selam verip kendisine yardımcı olmasını söyledi. Ancak Ubeydullah aynı şeyleri tekrarladı. Bunun üzerine Hüseyin kendisine şunları söyledi: “Sen bana yardım etmeyecek olursan, bizimle savaşacaklardan biri olacağını düşünerek Allahtan kork. Allaha yemin ederim, bizim söylediklerimizi işittikten sonra bize karşı olmakta devam eden mutlaka helak olur. Ubeydullah şu karşılığı verdi: “Senin bu dediğine gelince, Allahın izniyle kesinlikle olmayacaktır.”
Sonra Hüseyin oradan ayrıldı, yerine döndü. Geceleyin yola koyuldu. Bir süre yol aldıktan sonra uyukladığı için başı hafifçe önüne eğildi. Daha sonra uyanıp: “inna lillah ve inna ileyhi raciun vel hamdu lillahi Rabbil alemin” dedi. Bunun üzerine Oğlu Ali yanına gelerek: “Babacığım sana feda olayım, ne diye hamd ettin ve istircada bulundun?” diye sordu. Hüseyin şu cevabı verdi: “Yavrucuğum, hafifçe uyukladım, bu sırada atı üzerinde birini gördüm, şunları söylüyordu: “Bunlar yollarına devam ediyor. Ecelleri de onlara doğru geliyor.” Anladım ki bizim ölümümüz bize haber veriliyor.” Oğlu kendisine: “Babacığım! Allah sana hiçbir kötülüğün yüzünü göstermesin, bizler hak üzere değil miyiz?” deyince Hüseyin Ona: “Kulların kendisine döneceği kimseye yemin ederim ki biz hak üzereyiz.” dedi. Bu sefer oğlu: “O halde hak üzere olduğumuz halde ölmekten dolayı hiçbir şekilde aldırış etmiyoruz.” diye cevap verince Hüseyin Ona şöylece dua etti: “Allah seni bir babanın oğluna babası yerine verdiği mükafatın en hayırlısıyla mükafatlandırsın. ”
Sabah olunca namaz kılıp alelacele bineğine bindi. Taraftarlarıyla birlikte sol yolu izlemeye başladı. Arkadaşlarını dağıtmak istiyordu. Fakat Hurr gelip Onu ve arkadaşlarını geri çevirdi. Hurr onların Küfe tarafına gitmelerini engelleyip şiddetle geri çevirmek istedikçe onlar geri dönmüyor ileriye doğru gitmek istiyorlardı. Bu şekilde yolun sol tarafını izleyerek sonunda Ninavaya kadar vardılar ve orada Hüseyinin indiği yere ulaştılar. Hüseyin burada indiği sırada Küfe den bir atlı geldi. Durup bu atlıyı beklediler. Gelen atlı Hurra selam verdiği halde Hüseyine ve arkadaşlarına vermedi. Hurra ibn Ziyaddan getirdiği bir mektubu verdi. Mektupta şunlar yazılıydı: “Sen, elçim yanına varıp da bu mektup eline geçer geçmez, Hüseyini dar ve sarp bir yerde sıkıştırıp bırak. Onu açıklıkta, savunmasız ve susuz bir yerde konaklamaya mecbur et. Sana mektubumu getiren bu elçiye emrimi uyguladığına dair bana haber getirinceye kadar yanından ayrılmamasını emretmiş bulunuyorum. Vesselam.” Hurr gelen mektubu okuduktan sonra onlara şunları söyledi: “işte Emirin mektubu bana gelmiş bulunuyor. Bu mektubun elime geçtiği yerde sizleri dar bir yerde sıkıştırmamı emrediyor. Ayrıca mektubu getiren elçisine görüşünü ve emrini uygulayıncaya kadar benden ayrılmamasını emretmiş.” Daha sonra Hurr onları susuz ve kasaba olmayan bir yerde inmeğe mecbur etmek istedi. Ona: “Bırak da Ninavada ya da Gadiriyyede veyahut Şufeyye denilen yerde konaklayalım.” denildiyse de: “Hayır, böyle bir şey yapamam. Bu adam bana casusluk yapmak üzere gönderilmiş bulunuyor.” diye cevap verdi.
Zübeyr bin el-Kayn Hüseyine şöyle dedi: “Allaha yemin ederim, bundan sonraki durumlar kesinlikle daha ağır ve çetin olacaktır. Ey Resulallahın oğlu! Muhakkak şu anda bunlarla çarpışmak, bunlardan sonra arkadan gelecek kimselerle çarpışmaktan daha kolaydır. Yemin ederim, bunlardan sonra o kadar çok sayıda kimse üzerimize gelecek ki bunlara karşı koyamayacağız.” Hüseyin ise Ona şöyle karşılık verdi: “Savaşı ben başlatacak değilim.” Bunun üzerine Züheyr Hüseyine şu teklifi yaptı: “O halde bizi şu kasabaya götür, orada konaklayalım, çünkü orası savunulabilir bir yerdir ve Fıratın kıyısında bulunuyor. Şu anda bunlar bizi alıkoymak isteyecek olurlarsa onlarla çarpışırız, çünkü şimdi onlarla çarpışmak daha sonra geleceklerle çarpışmaktan bizim için daha kolaydır.” Bu sefer Hüseyin: “Peki burası neresidir?” diye sorunca Züheyr: “Akrdır” diye cevap verdi. Hüseyin şöyle dua etti: “Allahım, ben sana Akrdan sığımyorum.” dedikten sonra orada inip konakladı. Bu olay hicretin 61. yılı Muharrem ayının ikinci (2 Ekim 680 M.) Perşembe günü olmuştu.
Ertesi gün olduğunda Ömer bin Saad bin Ebi Vakkas, Küfeden dört bin kişi ile geldi. Onun buraya gelişinin sebebi şuydu: Ubeydullah bin Ziyad Ömeri dört bin kişiye komutan yaparak Destebeye göndermişti. Deylemliler buranın üzerine yürüyerek ellerine geçirmiş, Ubeydullah bu sefer Ona Rey üzerine yürümesini yazmış, Ömer de beraberindeki kuvvetlerle birlikteHammam Ayun denilen yerde karargahını kurmuştu. Hüseyinin durumu bu şekilde olunca ibn Ziyad Ömer bin Saadı yanına çağırarak şu talimatı verdi: “Sen Hüseyinin üzerine yürü. Önce bu işi halledelim, sonra öbür işe gidersin.” Ömer bu görevden affedilmesini isteyince ibn Ziyad kendisine:
“Olur, fakat bizim sana vermiş olduğumuz emaneti, görevi geri vermen şartıyla kabul ediyorum” diye cevap verdi. Bu cevabı alan Ömer, ibn Ziyada:
“Düşünmek üzere bana bu gün mühlet ver.” teklifinde bulundu. Ömer kendisine samimi olarak görüş bildiren kimselerle danıştı. Hepsi böyle bir şey yapmamasını söyledi. Kız kardeşinin oğlu olan Hamza bin Muğire bin Şube yanına gelerek şunları söyledi: “Allah adına senden şunu istiyorum dayıcığım, Hüseyinin üzerine gitme! Günah kazanırsın, akrabalık bağlarını koparırsın. Allaha yemin ederim, dünyanı, malını ve yeryüzü hakimiyetini terk etmek senin için Allahın huzuruna Hüseyinin kanıyla çıkmaktan çok daha hayırlıdır. ” Ömer Ona: “Olur.” diye cevap verdi. Gece boyu durumunu düşünüp durdu. Şu beyitleri okuduğu da işitildi:
“Rey mülkünü ve Reyi mi bırakayım, Yoksa zemmedilmiş olarak Hüseyinin kanıyla mı döneyim? Onu öldürmek demek engelsiz ateşe girmek demektir. Rey mülkü de göz aydınlığıdır.”
Daha sonra ibn Ziyadın yanına gelerek şunları söyledi: “Sen beni bu işe tayin ettin ve herkes de bunu işitmiş bulunuyor. Beni bu görevde tutmak istiyorsan tutmana devam et. Hüseyinin üzerine de, Küfelilerin ileri gelenlerinden savaş konusunda benden hiç de geri olmayan bazı kimseleri gönder.”
dedikten sonra bir takım kimseleri de ismen söyledi. ibn Ziyad Ona şöyle dedi: “Ben kimi göndermek istediğim konusunda senden görüş istemiyorum. Bizim askerimizle birlikte yola gidersen mesele yok, aksi takdirde bizim görev talimatımızı bize geri ver.” Bunun üzerine Ömer: “O halde yola çıkıyorum.” dedi. işte Ömer bu ordu ile birlikte Hüseyinin bulunduğu yere kadar geldi. Ömer konakladıktan sonra Hüseyine bir elçi göndererek buralara ne diye geldiğini sordurdu. Hüseyin şöyle cevap verdi: “Sizin şehrinizin halkı, benim yanlarına gelmemi yazdı. Onlar şayet benim gelişimden memnun değilseler bırakıp giderim.” Bu cevabı alan Ömer ibn Ziyada mektup yazarak durumu bildirdi. ibn Ziyad mektubu okuyup ardından şu beyiti okudu:
Şu anda pençelerimizle Onu yakalamışken Kurtulmayı umuyor, oysa iş işten geçti.
Daha sonra Ömere mektup yazarak, Ona Yezide beyat etmeyi teklif etmesini emretti. “Şayet Yezide beyat edecek olursa biz de Onun hakkında görüşümüzü ortaya koyacağız.” Ayrıca Ona beraberindekilerle birlikte Hüseyini suya varmaktan men etmesini de emretmişti. Bu emri alan Ömer bin Saad, Amr bin Haccacı beş yüz atlının başına getirerek görevlendirdi. Bunlar suya giden yolun kenarına indiler ve Hüseyin ile suyun arasını tuttular. Bu hadise Hüseyinin öldürülmesinden üç gün önce gerçekleşmişti. Ezdli Abdullah bin Ebul Humyn Bedle Kabilesinden olan kimselerle birlikte şöyle seslendi: “Ey Hüseyin suya bakmıyor musun? Sen susuzluktan ölünceye kadar bir damla bile tatmayacaksın. Bunu gören Hüseyin: “Allahım! Susuz olarak Onun canını al ve Ona ebediyen mağfiret buyurma” diye dua etti.
Taberi der ki: “Daha sonra hastalandı. Bir kap su içiyor, arkasından hemen bu suyu kusuyor, bir daha su içmeye koyuluyor, içi tamamen su doluncaya kadar yine içiyor, arkasından bir daha kusuyor ve içtikçe bir türlü suya kanmıyordu, ölünceye kadar da bu durumu devam edip gitti.”
Hüseyin ve arkadaşlarının susuzlukları ileri dereceye varınca kardeşi Abbas bin Aliye kırbalar taşıyan yirmi kişilik piyade grubuyla ve otuz atlıyla birlikte su getirmeleri için emir verdi. Bunlar da suya yaklaştılar. Suyun kenarında kırbalarını doldurup geri dönünceye kadar çarpışıp durdular. Daha sonra Hüseyin Ömer bin Saada ensardan Amr bin Karaza bin Kaabı göndererek Ona: “Bu gece, benim karargahım ile senin karargahın arasında bir yerde karşılaşmaya gel.” diye haber yolladı. Ömer denilen yere çıktı, ikisi bir araya gelerek uzun süre kendi aralarında konuştular. Daha sonra her birisi askerleri arasına geri döndü. insanlar kendi aralarında Hüseyinin Ömer bin Saad ile şu şekilde konuştuğundan söz ettiler:
Hüseyin: “Benimle beraber gel, Yezid bin Muaviyenin yanına gidelim ve ikimiz de askerlerimizi burada bırakalım.” Ömer: “Evimin yakılmasından korkarım.” Hüseyin: “Ben sana ondan daha hayırlı bir ev yaparım.” Ömer: “Çiftliklerim elimden alınır.” Hüseyin: “Ben sana onlardan daha hayırlısını Hicazdaki malımdan veririm.” Fakat Ömer bu tekliften hoşlanmadı.
Ömer ile Hüseyin arasında böyle bir konuşmanın geçtiği söylendiği halde böyle bir konuşmayı bunu söyleyenlerden kimse işitmiş değildi.
Denildiğine göre aralarında daha değişik bir konuşma geçmiş, Hüseyin Ömer bin Saada şu teklifte bulunmuş: “Şu üç teklifimden birini seçiniz; ya geldiğim yere dönerim, ya Muaviyenin oğlu Yezidin eline, elimi verip beyat ederim, o da benim hakkımdaki görüşünü ortaya koyar, yahut da benimle arzu ettiğiniz Müslüman serhadlerinden birine gelirsiniz, ben de o serhaddin halkından birisi olurum, onların lehine olan benim de lehime, aleyhine olan benim de aleyhime olur.
Fakat Ukbe bin Simanın şunları söylediği rivayet edilmiştir: “Ben Medineden Mekkeye, Mekkeden Iraka kadar Hüseyin ile birlikte bulundum, şehit edilinceye kadar Ondan ayrılmadım. Şehit edildiği güne kadar halka yaptığı bütün konuşmaları dinledim. Allaha yemin ederim ki, bugün insanların dilinde dolaşmakta olan elini Yezidin eline vererek beyat etmesinden yahut kendisini Müslümanların bir serhaddine götürüp orada bırakmalarından hiç bir şekilde söz etmedi, onlara böyle bir şey söylemedi. Onun söyledikleri şundan ibaret idi: “Beni bırakın geldiğim yere gideyim yahut da bu uçsuz bucaksız arzda serbestçe dolaşayım. Sonunda hepimiz insanların nereye varacaklarını görürüz.” Fakat bu dediğini yerine getirmediler.”
Daha sonra Hüseyin ile Ömer bin Saad üç veya dört defa bir araya geldiler. Ömer bin Saad Ubeydullah bin Ziyada şunları yazdı: “Yüce Allah çalkantıyı durdurmuş ve söz birliğini sağlamış bulunuyor. Hüseyin bana gelmiş olduğu yere dönmeyi veya kendisini arzu ettiğimiz bir serhadde götürmemizi teklif etmiş bulunuyor, ya da müminlerin emiri Yezidin yanına giderek beyatte bulunmak istediğini söylüyor. Siz de böyle bir şeyden hoşnut olursunuz ve ümmet için de bunda iyilik ve hayır vardır. ”
ibn Ziyad bu mektubu okuyunca şunları söyledi: “Bu kendi emirine gerçekten samimi bir şekilde öğüt veren ve kavmine karşı şefkatli olan bir insanın mektubudur. Evet, bunu kabul ediyorum.”
Bunun üzerine Şemir bin Zul-Cevşen ayağa kalkarak ibn Ziyada şunları söyledi:
“O, senin arazinde ve sana yakın bir yerde konaklamış bulunuyorken mi bu tekliflerini kabul ediyorsun? Allaha yemin ederim, eğer senin bölgenden Yezidin eline elini verip beyat etmeden ayrılacak olursa kuvvetli ve üstün olması daha çok umulur. Buna karşılık senin zayıf ve aciz olma ihtimalin de daha çok yükselir. Sakın bu durumda Ona itaat etmeyesin. O takdirde bu bir gevşeklik belirtisi olur. O da, arkadaşları da senin hükmünü kabul etsin. Şayet bu durumda ceza verecek olursan ceza vermeye ehil bir kimsesin affedecek olursan bu da senin yetkin dahilindedir. Allaha yemin ederim, ben Hüseyin ile Ömerin genellikle askeri karargah arasında geceleyin konuştukları haberini almış bulunuyorum.”
ibn Ziyad bu sözlere şöyle karşılık verdi: “Gerçekten çok güzel bir görüş ortaya atmış bulunuyorsun. Bu mektubu al ve Ömerin yanına git! Hüseyine ve arkadaşlarına benim vereceğim hükmü kabul etmelerini teklif etsin. Kabul edecek olurlarsa teslim olmuş olarak onları bana göndersin, kabul etmezlerse onlarla savaşsın. Böyle yapacak olursa sen de Onun emrini dinleyip itaat et, kabul etmezse Onun da diğer askerlerin de emiri sensin. Boynunu uçur ve kafasını bana gönder.” Daha sonra bir mektup yazıp Onun vasıtasıyla Ömer bin Saada gönderdi. Mektupta şunlar yazılıydı:
“Ben seni Hüseyine onunla savaşmaktan geri kalman, Onu ilerletip uzun süre tanıman yahut da bana karşı Ona şefaat etmen için göndermedim. Şimdi işi incele. Şayet Hüseyin ve beraberindekiler hükmü kabul edip teslim olurlarsa onları teslim almış olarak bana gönder, kabul etmeyecek olurlarsa onları öldürünceye, onların uzuvlarını kesinceye kadar üzerlerine yürü ve hücum et, çünkü onlar böylesini hak etmiş bulunuyorlar. Hüseyin öldürülecek olursa atlılar Onun göğsü ve sırtı üzerinden geçip çiğnesin; çünkü O hayırsız, birliği bozucu, akrabalık bağlarını kesici ve zalim birisidir. Sen bizim bu emirlerimizi uygulayacak olursan, dinleyip itaat edenler nasıl mükafatlandırılırsa seni öylece mükafatlandırırız; yok kabul etmeyecek olursan o zaman askerlerimiz arasından ayrıl ve askerlerimizi Şemir ile başbaşa bırak. Vesselam.”
Şemir mektubu aldığında yanında Abdullah bin Ebil-Muhil bin Hizam, bulunuyordu. Onun halası olan Hizamın kızı Um el-Benin Alinin hanımı idi. Ondan Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman adındaki çocukları olmuştu. Abdullah, ibn Ziyada şunları söyledi: “Eğer bizim kız kardeşimizin çocuklarına bir eman yazmayı uygun görüyorsan yazıver.” ibn Ziyad onlara bir eman yazarak bu emanı kendisinin bir kölesi ile birlikte onlara gönderdi. Onlar bu eman mektubunu görünce: “Bizim sizin emanınıza ihtiyacımız yoktur, çünkü Allahın emanı Sümeyyenin oğlunun emanından daha hayırlıdır.” dediler.
Şemir ibn Ziyadın mektubunu Ömere ulaştırınca Ömer: “Sana ne oluyor? Vay haline! Allah kahretsin. Şu getirdiğin ne?” deyip şöyle devam etti:
“Allaha yemin ederim, benim kendisine yazmış olduğum şeyi kabul etmekten Onu sen geri çevirmiş bulunuyorsun. Bizim düzelmesini ümit ettiğimiz bir işi sen berbat ettin. And olsun Hüseyin ebediyyen teslim olmaz. O babasının taşıdığı ruhun aynısını taşıyor.” Bu sefer Şemir kendisine: “Peki, ne yapacaksın?” diye sorunca Ömer şöyle cevap verdi: “Bu işi üzerime alacağım.”
Perşembe akşamı Muharremin dokuzuncu (9 Ekim 680 M.) günü Şemir Alinin oğlu Abbası çağırdı, Onunla birlikte diğer kardeşlerini de istedi. Hep birlikte Onun yanına geldiler. Şemir onlara: “Kız kardeşimin çocukları! Sizler eman içindesiniz.” dedi. Fakat onlar şöyle cevap verdiler: “Allah sana da, senin verdiğin emana da lanet etsin. Sen bizim gerçekten dayımız olsaydın, hiç bize eman verip Resulallahın oğlunu emansız bırakır mıydın?”
ikindiden sonra Ömer ve askerleri atlarına bindiler. Hüseyin ise çadırının önünde kılıcına yaslanmış, kafası dizlerine doğru düşmüş bir halde uyuklamıştı. Kız kardeşi Zeynep gürültüyü işitince yaklaşıp uykusundan uyandırdı. Hüseyin başını kaldırıp şunları söyledi: “Resulallahı rüyamda gördüm, bana: “Sen bize doğru geliyorsun” diyordu.” Bunun üzerine kız kardeşi Zeynep yüzüne vurup: “Vay başımıza gelenlere!” diye feryadı bastı. Hüseyin Ona şu cevabı verdi: “Ey kardeşim! Sizin için vay demek söz konusu değiL. Allah sana rahmet eylesin. Sesini kes, sus.” Bu sefer kardeşi Abbas şöyle dedi: “Kardeşim, bunlar sana doğru gelmiş bulunuyorlar.” Bunun üzerine Hüseyin: “Kardeşim, bizzat ben atıma binip gidiyorum.” deyince Abbas: “Hayır ben gideceğim.” dedi. Hüseyin: “Atına bin, karşılarına çık ve onlara: “Ne oluyorsunuz? Hatırınıza ne geldi?” deyip ne için geldiklerini soruver.” diye karşılık verdi. Kardeşi Abbas aralarında Züheyr bin el-Kaynın da bulunduğu yirmi atlı ile birlikte onların yanına gitti. Onlara durumu sorunca şu cevabı verdiler: “Emir bize şunu şunu emretmiş bulunuyor.” Bunun üzerine Abbas onlara şöyle dedi: “Acele etmeyin, ben Ebu Abdullah (Hüseyini kastediyor)a gidip sözünü ettiğiniz bu hususu arz edeceğim.” dedi. Hepsi yerlerinde durdular. Abbas da Hüseyinin yanına gidip kendisini durumdan haberdar etti. Diğer taraftan Abbasın arkadaşları gelenlerle beraber durup onlarla konuştular ve onlara Allahı hatırlamalarını söylediler. Abbas Hüseyine onların söylediklerini haber verince Hüseyin Abbasa şunları söyledi: “Şimdi onların yanına git. Onları yarın sabaha kadar geciktirebilirsen iyi olur. Biz de gece boyu namaz kılarız Rabbimize dua eder ve Ondan mağfiret dileriz. O da biliyor ki ben kendisine namaz kılmayı, kitabını okumayı, çok çok dua etmeyi ve istiğfarda bulunmayı seviyordum.” Hüseyin aynı zamanda ailesine vasiyette bulunmayı da arzu etmişti. Abbas onlara haber götürüp şunları söyledi: “Bu akşam gidiniz. Biz bu işi düşünelim. Sabah olunca inşallah karşılaşırız. Sizin teklifinizi ya kabul ederiz yahut geri çeviririz.”
Ömer bin Saad: “Ne dersin ey Şemir?” diye sorunca Şemir: “Emir sensin.” diye cevap verdi. Bu sefer Ömer bin Saad beraberindeki askerlere dönüp sordu: “Görüşünüz nedir?” Zebidli Amr bin Haccac şunları söyledi: “Allah Allah, hayret doğrusu! Allaha yemin ederim, bunlar Deylemli olsaydılar ve sizden böyle bir istekte bulunsaydılar yine de onların dediklerini kabul etmeniz gerekirdi.” Diğer taraftan Kays bin Eşas bin Kays şunları söyledi: “Onların tekliflerini kabul et. Yemin ederim, yarın sabah bunlar savaşla karşına çıkacaklar.” Bunun üzerine Ömer bin Saad şunları söyledi: “Onların böyle yapacaklarını bilseydim. Kesinlikle bu gece fırsat vermezdim.” Daha sonra bırakıp geri döndü.
Ömerin dönmesinden sonra Hüseyin arkadaşlarını toplayıp şunları söyledi: “Yüce Allaha övgülerin en güzelini, en iyisini sunuyorum. Ben kendisine sıkıntılı durumlarım için de, genişlik durumlarım için de hamd ediyorum. Allahım! Ben sana bizleri peygamberlik şerefi ile şereflendirdiğin için şükrediyorum. Bizlere hakkı işitecek kulaklar, görecek gözler, anlayacak kalpler verdiğin için, Kuranı öğrettiğin için ve dinde bizleri derin bilgi sahibi kıldığın için hamd ediyorum. Bizleri sana şükredenlerden kıL. imdi, ben şu arkadaşlarımdan daha vefakar ve onlardan daha hayırlı arkadaş bilmiyorum. Ben benim ailemden daha iyi ve akrabalık haklarına onlardan daha çok riayet eden kimse bilemiyorum, Allah hepinize benim yerime en hayırlı bir şekilde mükafatlar versin. Ben zannediyorum ki yarın bu düşmanlarla karşı karşıya kalacağız. Ben hepinize izin veriyorum. Serbest olarak beni bırakıp gidiniz ve kesinlikle bundan dolayı sizleri kınamayacağım. işte gecenin karanlığı sizleri örtmüş bulunuyor. Siz de onu sırtına bindiğiniz bir deve gibi değerlendiriniz. Sizin her bir erkeğiniz benim ailemden bir erkeğin elinden tutup gitsin. Allah hepinize mükafatlar versin. Daha sonra bu ülkede, bu ovada ve bu şehirlerde Allah bu zorluğun sonunu getirinceye kadar dağılınız. çünkü şunu biliniz ki bunlar beni istiyorlar. Beni ellerine geçirecek olurlarsa başkalarını aramaz ve benimle oyalanırlar. ”
Bunun üzerine kardeşleri, çocukları, kardeşlerinin çocukları ve Abdullah bin Caferin çocukları Ona şöyle sordu: “Ne diye böyle yapalım ki? Senden sonra hayatta kalmak için mi? Hayır Allah bize böylesini ebediyyen göstermesin.”
Hüseyin onlara şunu söyledi: “Ey Akiloğulları! Size ölümden pay olarak Müslimin öldürülmüş olması yeter. Haydi, gidiniz, ben sizlere izin veriyorum.” Fakat Akiloğulları şöyle konuştular: “Peki, biz insanlara ne diyeceğiz? Biz onlara efendimizi, büyüğümüzü, bütün amcaların en hayırlısı olan amcalarımızın çocuklarını bıraktık mı diyeceğiz? Neden biz de onlara bir ok olsun atmayalım? Ne diye biz de onlara karşı bir mızrak kullanmayalım, onlara bir kılıç sallayamayalım? Onları bırakıp da ne yaptıklarını bilmeyelim? Hayır, Allaha yemin ederiz, öyle bir şey yapmayacağız. Fakat gerekirse senin için kendimizi, mallarımızı ve ailemizi feda ederiz. Senin varacağın yere varıncaya kadar seninle birlikte çarpışacağız. Senden sonra hayatta kalacaksak böyle bir hayatın Allah belasını versin.” Daha sonra Esedli Müslim bin Avsece önüne dikilerek şunları söyledi: “Bizler seni bırakıp gideriz ha! Peki, senin hakkını ödediğimiz konusunda Allaha karşı nasıl bir özür beyan edeceğiz? Allaha yemin ederim, mızrağımı göğüslerinde kurmadıkça, kabzası elimde duran kılıcımla onları vurmadıkça senden ayrılmayacağız. Allaha yemin ederim, silahım elimde olmayacak olursa seninle birlikte ölünceye kadar taşlarla dövüşür ve onlara taş atarım.”
Hüseyinin diğer arkadaşları da benzeri şekilde konuşmalar yaptı. Allah onların hepsine mükafatlar ihsan buyursun.
O gece kız kardeşi Zeynep çadırında Ebu Zer el-Gifarinin azatlısı Huvey ile birlikte kılıcını tamir etmekte iken Hüseyinin şu beyitleri okuduğunu işitmişti:
Ey zaman, of senden, ne biçim arkadaşsın! Ne zamandır gün doğuyor, sabah oluyor. Nasıl arkadaşsın, nasıl ölü istersin? Zaman birini başkası yerine kabul etmiyor ki! Emir ancak Celil olan Allahındır. Her hayat sahibi bu yoldan gidiyor.
Bu beyitleri iki veya üç defa tekrarladı. Kız kardeşi Zeynep Onun bu beyitleri okuduğunu işitince eteklerini sürüyerek yanına kadar gitti ve şu şekilde bağırmaktan kendisini alamadı: “Vay başıma gelenlere! Keşke ölüm şu anda hayatımı tüketip bitirse… Annem Fatıma öldü, babam Ali öldü, kardeşim Hasan öldü. Ey geçmişlerin halifesi ve şimdi önümde duran bunların hepsi öldü.” Hüseyin Ona bakıp şöyle dedi: “Canım kardeşim! Sakın şeytan senin dayanma gücünü alıp götürmesin.” Kız kardeşi şöyle karşılık verdi:
“Anam babam sana feda olsun. Sen adeta ölümünü istiyor gibisin. Canım sana feda olsun.” Hüseyin yutkundu, gözlerine yaşlar doldu ve sonra şunları söyledi: “Keklik bu gece bırakılsa uyuyacak.” Bu söz üzerine Zeynep elleriyle yüzüne vurup şöyle dedi: “Vay başıma gelenlere! Senin nefsin istemeye istemeye seni zorluyor ha! işte bu benim kalbimi daha bir parçalayıcı, ruhumu daha bir etkileyicidir.” Daha sonra dövündü, elbisesini yı rttı ve baygın olarak yere düştü. Hüseyin yanına varıp yüzüne su döktü ve şunları söyledi:
“Allahtan kork ve Allahın emrettiği şekilde taziyeni yap. Şunu bil ki, yeryüzündekilerin hepsi ölecektir. Göktekilerin hepsi kalmayacaktır. Kerim olan Allah hariç her şey helak olacaktır. Babam benden hayırlıdır, annem benden hayırlıdır, kardeşim benden hayırlıdır. Bana da, onlara da ve her Müslümana da Resulallahta çok güzel örnek vardır.” Bu şekilde Onu teselli etti ve benzeri şeyler söyledi. Daha sonra Ona şu tavsiyede bulundu: “Canım kız kardeşim! Allahadına sana yemin veriyorum, sakın elbiseni yırtmayasın ve benim için yüzünü tırmalamayasın. Ölecek olursamvay başıma, yazıklar bana demeyesin. ”
Hüseyin daha sonra arkadaşlarının yanına çıkarak onlara çadırlarını birbirlerine yaklaştırmalarını, birinin iplerini diğerine bağlamalarını, kendilerinin çadırlar arasında yer alarak tek bir taraftan rakiplerini karşılamalarını, çadırların sağ, sol ve arka taraflarında bırakmalarını emretti. Akşam olunca hep birlikte namaz kıldılar, Allahtan mağfiret dilediler, yalvarıp yakardılar, dua ve niyazda bulundular.
Aşura (10 Ekim 680 M.) günü olan cuma veya bir görüşe göre cumartesi günü Ömer bin Saad sabah namazını kıldıktan sonra beraberindeki askerlerle birlikte çıktı. Hüseyin de arkadaşlarına savaş vaziyeti aldırdı ve onlara sabah namazını kıldırdı. Onunla birlikte otuz iki atlı ve kırk piyade bulunuyordu. Zübeyr bin el-Kaynı bu kuvvetin sağ kanadına, Habib bin Mutahhiri de sol kanadına yerleştirdi. Bayrağını kardeşi Abbasa verdi. Çadırları arkalarında bıraktılar. Ayrıca Hüseyin bir miktar odun ve kamış toplattırarak arkalarında bulunan çukurca bir yere doldurmalarını emretti. Bunu geceleyin arkalarından kendilerine hücum edilmemesi amacıyla yapmışlardı. Burayı ateşe verdiler ve bu onların işine yaradı.
Ömer bin Saad askerlerinin Medineli olan dörtte birinin başına Ezdli Abdullah bin Züheyri, Rabia ve Kindelilerden oluşan öbür dörtte birin başına Kays bin Eşas bin Kaysı, Mezhic ve Esedlilerden oluşan diğer dörtte birin başına Abdurahman bin Ebi Sebre el-Cufiyi, geri kalan Temim ile Hemdanlılardan meydana gelen dörtte birin başına da Hurr bin Yezid er-Reyahiyi görevlendirdi. Bunların hepsi Hüseyinin şehit edilmesine tanık oldular. Hurr bin Yezid Hüseyin tarafına geçmişti ve Onunla birlikte öldürüldü. Ömer sağ kanadının başına Amr bin Haccac ez-Zübeydiyi, sol kanadının başına Şemir bin ZulCevşeni, atlıların başına Urve bin Kays el-Ahmesiyi, piyadelerin başına Şebes bin Ribi el-Yerbui et-Temimiyi getirirken, sancağını da azatlısı Düreyde teslim etti.
Ömer bin Saad ve askerleri yaklaşınca Hüseyin emir verip kendisine bir otağ kurulmasını istedi. Daha sonra bir kaba misk konularak getirilmesini emretti. Arkasından otağa girerek etek tıraşı yaptı. Abdurrahman bin Abd Rabbih ile Bureyre bin Hudayr el-Hemdani çadırın kapısında durdular ve kendisinden sonra içeri girip hangisinin önce temizleneceği konusunda birbiriyle itiştiler. Bureyr Abdurrahman ile şakalaşmaya başlayınca Abdurrahman:
“Allaha yemin ederim bu saat batıl işler yapacak bir an değildir.” deyince Büreyr şu cevabı verdi: “Allaha yemin ederim, benim kavmim benim hem gençken hem de yaşlıyken batılı sevmediğimi çok iyi biliyor; fakat ben şu karşılaşacağımız şeylerden dolayı kendimize müjdeler çıkartıyorum. Allaha yemin ederim, bizimle hllrul-in arasında sadece şu karşımızdakilerin üzerimize kılıçlarıyla gelmesinden başka bir şey yoktur.” Hüseyin işini bitirdikten sonra onlar içeri girdiler. Daha sonra Hüseyin bineğine binerek bir mushaf getirilmesini istedi. Onu önüne koydu. Arkadaşları önünden geçip çarpıştılar. Ellerini havaya kaldırıp şöyle dua etti: “Allahım! Her türlü sıkıntıda benim güvendiğim sensin, her türlü zorlukta benim ümidim sensin. Başıma gelen, her işte benim güvendiğim ve benim dayandığım sensin. Kalbim zayıfladığı, çarenin azaldığı, arkadaşın bırakıp gittiği, düşmanın sevindiği nice sıkıntılarla karşı karşıya kaldım ki onları sana iletip şekvasını sunduğum ve herkesi bir kenara bırakıp yalnız sana ilettiğim zaman sen bunları hep üzerimden gidermiş, sıkıntılarımı kaldırmış ve beni başkasına muhtaç bırakmamışsındır. Her türlü nimetin sahibi sensin, her türlü iyiliğin sahibi sensin. Bütün arzuların varacağı yer sensin.”
Ömer ile birlikte bulunanlar kamışIarın alev aldığını görünce Şemir Hüseyine şöyle seslendi: “Kıyamet gelmeden önce dünyada ateşe girmeye acele ettin.” Hüseyin Onu tanıyarak şu cevabı verdi: “O ateşe girmeye benden daha çok sen layıksın.”
Daha sonra Hüseyin bineğine atlayıp herkesin önüne geçti ve herkesin duyacağı bir şekilde şöyle seslendi: “Ey insanlar! Sözümü dinleyiniz ve acele etmeyiniz. Ben bunlara sizin üzerimdeki haklarınızı yerine getirecek şekilde öğüt vereceğim ve ben sizin üzerinize gelmekte mazur kalacağım. Benim özrümü kabul ederseniz, sözümü tasdik ederseniz, bana karşı adalet ve insafla hareket ederseniz bununla siz daha mutlu olursunuz. Ayrıca sizin de benim aleyhime gidecek bir yolunuz olmaz. Yok, benim özrümü kabul etmeyecek olursanız:O zaman bütün kararlılığınızla ve bütün ortaklarınızı toplayıp bir araya getiriniz. Sonra da sizin yapacağınız iş sizin için bir keder sebebi olmasın. Daha sonra benim üzerime geliniz ve bana mühlet vermeyiniz. (Yunus suresi, 71)Muhakkak benim velim kitabı (Kuranı) indiren Allahtır, O salih olanları veli ve dost edinir. (Araf suresi, 196)
Kız kardeşleri bu söylediklerini işitince ağladılar, feryat ve figanı basıp sesleri yükseldi. Onlara susturmak amacıyla kardeşi Abbas ile oğlu Aliyi gönderdi ve şunları ekledi: “Yemin ederim, onlar daha çok ağlayacaklardır.” Abbas ile Ali onları susturmak için gidince şunu söyledi: “Abbasın oğlu fazla uzaklara gitmesin.” O bu sözleri kadınların ağlayışlarını işitince söyledi; çünkü Hüseyin, Abbasın oğlunu kadınları yanına alıp çıkmaktan nehy etmişti.
Kadınlar sustuktan sonra Hüseyin Allaha hamd-ü senada bulundu; Muhammede, meleklere ve bütün peygamberlere salat-ü selam getirdi ve hepsi derlenemeyecek ölçüde pek çok söz söyledi. Onun söylediği bu sözlerden daha beliğ sözler işitilmedi. Daha sonra şunları ekledi: “Sizler benim soyuma bir bakınız, benim kim olduğumu hatırınıza getiriniz, ondan sonra kendi nefsinizle başbaşa kalınız, nefsinizi sığaya çekiniz ve düşününüz: Beni öldürmek, çiğnenmesi yasak olan şeyleri çiğnemek, sizin için helal olabilir mi? Ben peygamberinizin kızının, peygamberinizin vasisinin ve peygamberinizin amcasının oğlu değil miyim? Ben müminler arasında Allaha en yakın olan ve Resulünü en çok tasdik eden birisi değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza benim babamın amcası değil midir? Cennette uçan büyük şehit Cafer-i Tayyar benim amcam değil midir? Siz Resulallahın bana ve kardeşime şu sözleri söylediğini çokça işitmediniz mi?:Sizler cennet gençlerinin efendilerisiniz, sizler sünnet ehlinin göz bebeğisiniz. Benim bu söylediklerimi tasdik ediyorsanız -ki bu hakkın kendisidir- Allaha yemin ederim ki, ben yalancıların Allah tarafından sevilmediğini bildiğim andan bu yana kasti olarak yalan söylemiş değilim. Beni yalanlıyor iseniz gerçekten sizin aranızda sorduğunuz takdirde bunları size haber verecek, bu hadisi size söyleyecek kimseler vardır. Cafer bin Abdullaha veya Ebu Saide, Sehl bin Saade, Zeyd bin Erkama ya da Enese sorun. Bunların hepsi sizlere bu hadisi Resulallah dan işittiklerini bildireceklerdir. Acaba bütün bunlarda sizleri benim kanımı akıtmaktan alıkoyacak, engelleyici bir unsur yok mudur?”
Bunun üzerine Şemir Ona şöyle dedi: “Bu kimse Allaha bir uçurumun kenarında ibadet ediyor, keşke ne söylediğini bilebilse.” Habib bin Mutahhir de buna karşılık olmak üzere şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, ben senin yetmiş uçurum kenarında Allaha ibadet ettiğini görüyorum. Allah senin kalbini mühürlemiş bulunuyor, O bakımdan sen neler söylediğini bilmiyorsun.”
Daha sonra Hüseyin şöyle devam etti: “Eğer sizler benim bu söylediklerim hususunda şüphe içerisinde iseniz, yahut benim Peygamberinizin kızının oğlu olduğum konusunda şüpheniz varsa, Allaha yemin ederim, ne sizin aranızda ne de sizden başkaları arasında bir peygamberin kızının oğlu olarak benden başka hiç bir kimse yoktur. Siz bana söyleyin: Beni sizden öldürmüş olduğum bir kimseye karşılık mı, yoksa telef ettiğim bir malınıza karşı mı istiyorsunuz? Yahut isteğiniz yaraladığım bir kimseye karşı kısas etmek mi?” Hiç kimse Ona bir şey söylemedi. Bu sefer şöyle seslendi: “Ey Şebes bin Ribi ey Haccar bin Ebcer, ey Kays bin Eşas, Zeyd bin Haris! Sizler bana yanınıza gelmem için mektuplar yazmadınız mı?” Bunlar: “Biz böyle bir şey yapmadık.” dediler. Fakat Hüseyin onlara: “Hayır yaptınız.” diye cevap verdi, sonra şunları söyledi: “Ey insanlar! Eğer sizler beni değersiz görüyorsanız bırakın yeryüzünde güvenlik duyabileceğim bir yere gideyim. ”
Kays bin Eşas, ibn Ziyadı kast ederek Ona şunları söyledi: “Neden amcamın oğlunun hükmünü kabul etmiyorsun? Kesinlikle sen ondan hoşuna gitmeyecek bir muamele görmeyeceksin.” Hüseyin Ona şu cevabı verdi: “Sen kardeşinin kardeşisin, Haşimoğullarının senden Müslim bin Akilin kanından daha fazla bir şey istemelerini arzu eder misin? Hayır, Allaha yemin ederim, onlara kendi elimle zelil bir kimsenin verdiği şeyleri vermeyeceğim. Ben onlara bir kölenin yaptığı gibi ikrarda bulunmayacağım. Ey Allahın kulları! Ben hem benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allaha beni taşlamanızdan sığınırım. Ben hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allaha hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden sığınırım.” Daha sonra bineğini çöktürüp sırtından yere indi.
Züheyr bin el-Kayn silahlarını kuşanmış olarak atının üzerinde ileriye çıkıp şunları söyledi: “Ey Kufe halkı! Allahın azabından korkan. Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı ona nasihat etmesidir. Bizler şu ana kadar ve aramızda kılıç çekilmesi söz konusu olmadığı sürece bir tek dinin sahipleri olan kardeşleriz, fakat aramıza kılıç girecek olursa her şey biter ve kesilir. O zaman bizler bir ümmet, sizler ayrı bir ümmet olursunuz. Gerçek şu ki, Allah bizleri de, sizleri de göndermiş olduğu peygamberi Muhammedin soyundan gelmiş bulunan kimselerle imtihan etmiş bulunuyor, böylece bizim ve sizin ne yapacağını görmüş olacak. Sizi Muhammede yardımcı olmaya ve azgın oğlu azgın olan Ubeydullah bin Ziyada yardım etmemeye çağırıyoruz. Siz bu ikisinden kötülükten başka bir şey görmeyeceksiniz: Bunlar gözlerinize mil çeker, ellerinizi ayaklarınızı keser, kulak ve burunlarınızı kopartır ve sizleri hurma dallarına asarlar. Sizin ileri gelenlerinizi ve Kurra (Kuran okuyanları) nızı öldürürler. Nitekim Hucr bin Adiyy ve arkadaşlarına, Hani bin Urve ve benzerlerine aynı şeyleri yapmışlardır. ”
Karşı tarafta bulunanlar ona hakaretler yağdırarak ibn Ziyada övgülerde bulunduktan sonra şunları söylediler: “Allaha yemin ederiz, senin adamını ve onunla birlikte olanları öldürmedikçe yahut da onu ve arkadaşlarını teslim alarak emir Ubeydullah bin Ziyada göndermedikçe buradan ayrılmayacağız.”
Bu sefer Züheyr onlara şöyle seslendi: “Ey Allahın kulları! Fatmanın oğlu sevilmeğe ve yardım edilmeğe Sümeyyenin oğlundan daha layıktır. Siz onlara yardım etmiyor iseniz ben, onları öldürmekten Allahın sizi muhafaza etmesini dilerim. Adamı amcasının oğlu Yezid bin Muaviye ile başbaşa bırakınız. Yemin ederim, Yezid siz Hüseyini öldürmeden de kendisine itaat etmenizden hoşnut olacaktır. ”
Bu sözler üzerine Şemir Ona bir ok atarak şöyle dedi: “Allah, senin sesini kıssın, sus artık! Fazla sözlerinle bizleri çok oyaladın.” Züheyr: “Ey topuklarına işeyenin oğlu! Ben seninle konuşmuyorum. Sen bir davardan başka bir şey değisin. Allaha yemin ederim, ben senin Allahın kitabından ayeti bile doğru dürüst bildiğini zannetmiyorum. Kıyamet gününde sana rezilliği ve acıklı azabı şimdiden müjdeliyorum.” diye karşılık verdi.
Şemir bunun üzerine şöyle dedi: “Bir saat içerisinde Allah senin canını alacaktır.” Züheyr Ona: “Sen beni ölüınle mi korkutuyorsun? Allaha yemin ederim, Onunla beraber ölmek sizinle birlikte ebediyen yaşamaktan daha sevimlidir,” diye karşılık verdi ve daha sonra sesini yükselterek şunları söyledi: “Ey Allahın kulları! Bu katı yürekli ve ahmak herif, sakın sizleri dininiz konusunda aldanışa düşürmesin. Allaha yemin ederim, zürriyetinin ve ehl-i beytinin kanını akıtanlar, onlara yardımcı olanlar ve onların namuslarını koruyanları öldüren kimseler Muhammedin şefaatine nail olamayacaklardır. ”
Hüseyin dönmesini emredince O da bırakıp geri döndü.
Ömer Hüseyine doğru yürümekte iken Hurr bin Yezid yanına gelerek şunları söyledi: “Allah seni ıslah etsin, sen Onunla gerçekten savaşacak mısın?” Ömer: “Evet, Allaha yemin ederim ki evet, Onunla yapacağım savaşın en basit şekli kellelerin düşmesi ve ellerin kaybedilmesi şeklinde olacaktır.” diye cevap verdi. Hurr Ona sordu: “Peki Onun size teklif etmiş olduğu noktalardan herhangi bir tanesi sizi memnun edemez miydi?” Ömer bin Saad şöyle cevap verdi: “Allaha yemin ederim, eğer iş benimle bitseydi yapardım, fakat senin emirin (ibn Ziyad) bunları kabul etmemiş bulunuyor.” Hurr yavaş yavaş Hüseyine doğru ilerlemeye başladı ve Onu bir titreme tuttu. Onun kavminden, adı Muhacir bin Evs olan bir kişi Hurra şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, senin bu durumun beni şüpheye düşürüyor. And olsun, ben şimdiye kadar seni şu anda gördüğüm kinle dolu durumda görmüş değilim. Şayet bana: “Küfelilerin en yiğit ve bahadırı kimdir?” diye sorulsaydı senden başkasını söyleyecek değilim.” Hurr ona şu cevabı verdi: “Allaha yemin ederim, ben kendi nefsimi Cennet ile Cehennem arasında serbest bırakıyorum, fakat istersem paramparça edileyim ve ateşlerde yakılayım, Cennete hiçbir şeyi tercih edemiyorum.” Daha sonra atını mahmuzlayarak Hüseyinin askerleri arasına katıldı ve Hüseyine şunları söyledi: “Ey Allahın Resulünün oğlu, canım feda olsun sana! Ben seni geri dönmekten alıkoyan, yolda seninle birlikte yürüyen ve seni buraya sıkıştıran birisiyim. Allaha yemin ederim, ben onların kendilerine yapmış olduğu teklifi reddedeceklerini hiç zannetmiyordum. Onların sana karşı işi buraya kadar getireceklerini kesinlikle beklemiyordum. Kendi kendime şöyle demiştim: “Ben bazı konularda bunlara itaat etsem de olur. Böylesi onların beni itaatlerinin dışına çıkmış olarak görmelerinden daha iyidir” ve onlar zaten senin kendilerini davet edeceğin şeylerden birisini kabul edeceklerdi. Allaha yemin ederim, ben onların kesinlikle senin tekliflerini kabul etmeyeceklerini bilseydim, asla sana karşı bu durumda olmazdım. Şimdi ben sana karşı yapmış olduklarımdan dolayı Rabbime tövbe etmiş olarak geliyorum. Senin önünde ölü düşünceye kadar seni kendime örnek edinmiş bulunuyorum. Ne dersin acaba, bu tövbe olabilir mi?” Hüseyin kendisine: “Evet, Allah senin tövbeni kabul etsin ve kusurlarını bağışlasın.”
Hurr arkadaşlarının önüne geçtikten sonra da şöyle konuştu: “Ey savaşmak üzere toplanıp gelmiş olanlar! Sizler Hüseyinin teklif etmiş olduğu noktalardan bir tanesini kabul etmiyor musunuz? Böylelikle Allah sizleri savaşmaktan, Ona karşı çarpışmaktan kurtarmış olacaktır.”
Ömer şu cevabı verdi: “Ben bir çıkar yol bulabilmiş olsaydım bunu çok arzu ederdim.” Bunun üzerine Hurr şöyle dedi: “Ey Küfeliler, gözlerinizi açınız, kendinize geliniz! Sizler Onu çağırdınız, gelince de tutup düşmanına teslim ettiniz. Sizler Onun uğrunda canınızı feda edeceğinizi ileri sürdünüz. Daha sonra öldürmeye kalkıştınız. Onu yakaladınız, çevresini sardınız ve Allahın uçsuz bucaksız diyarından kendisinin ve ailesinin emin olacağı bir yere gitmesine imkan tanımadınız. Sonunda esir gibi oluverdi. Ne kendisine bir faydası dokunabiliyor, ne de kendisine gelecek bir zararı önleyebiliyor. Onu beraberindekilerle birlikte Fıratın akan suyundan mahrum bıraktınız. Halbuki Yahudiler de, hristiyanlar da, Mecusiler de bu sudan içmekte, Sevad bölgesinin domuzları ve köpekleri bile bu suya dalıp dalıp çıkmaktadır. işte kendisi ve ailesinin efradını susuzluk yere yıkmış bulunuyor. Sizler Muhammedden sonra Onun zürriyetine ne kadar da kötü davrandınız! Şayet tövbe etmeyecek ve bu durumdan vazgeçmeyecek olursanız, dilerim Allahtan, herkesin susuz kalacağı günde size su vermesin.” Bu sözleri üzerine ona ok atmağa başladılar. O da geri dönüp Hüseyinin önünde yerini aldı.
Daha sonra Ömer bin Saad sancağıyla birlikte ileriye geçti, bir ok alıp attı ve şunları söyledi: “Benim ilk ok atan kişi olduğuma şahitlik ediniz!” Daha sonra diğer askerler de ok atmağa başladılar. Ziyadın azatlısı olan Yesar ile Ubeydullahın azatlısı Salim ileri atılarak karşılıklı olarak er dilediler. Onlara karşı Kelbli Abdullah bin Umeyr çıktı. Abdullah Hüseyinin yanına Küfeden hanımıyla birlikte gelip katılmıştı. Yesar ile Salim Ona: “Sen kimsin?” diye sorunca o da onlara nesebini söyledi. Ona: “Bizler seni tanımıyoruz. Bize karşı Züheyr bin el-Kayn, Habib bin Mutahhir ya da Büreyr bin Hudayrdan birisi çıksın.” dediler. Yesar Salimin önünde yer alıyordu. Kelbli, Yesara şunları söyledi: “Ey Zaniyenin oğlu! Sen insanlardan herhangi bir kimseyle teke tek dövüşmek istemiyor musun? Senin önüne kim çıkarsa mutlaka senden daha hayırlıdır.” Daha sonra üzerine bir hamle yaptı ve Onu etkisiz hale getirinceye kadar kılıcıyla vurmaya devam etti. Ona vurmakla meşgul iken Salim de üzerine bir hamle yaptı, fakat üzerine gelip darbesini vuruncaya kadar farkına varamadı. Kelbli ondan eliyle korundu ve sol elinin parmakları uçtu. Daha sonra Kelbli, Salimin üzerine atılarak Onu öldürünceye kadar vurmağa devam etti. Diğer taraftan Onun hanımı bir demir çubuk alıp kocasına doğru gelmeye başladı. Hanımına Um Vehb deniliyor idi. Um Vehb kocasının yanına gelirken: “Anam babam sana feda olsun! Muhammedin zürriyeti olan bu iyi insanlar uğruna sen de çarpış.” diyordu. Kocası Onu hanımların olduğu yere geri göndermek istediyse de kendisi kabul etmeyip şöyle söyledi: “Seninle birlikte ölmedikçe seni bırakmayacağım.” Fakat Hüseyin Ona seslenerek şunları söyledi: “Resulallahın ailesi için bu yaptıklarımızdan dolayı dilerim ki sizlere en iyi mükafatlar verilsin! Haydi, geri dön, Allahın rahmeti üzerine olsun, cihad kadınlar için değildir.” Bunun üzerine kadın geri döndü.
Bu sefer Ömerin sağ kanadındaki Amr bin Haccac ileri atıldı. Hüseyine yaklaşınca Hüseyin ile birlikte olanlar dizleri üstüne oturarak onlara doğru mızraklarını çektiler! Atları mızrakların olduğu tarafa doğru bir türlü gidemedi. Atlar geri dönmek isterken bu sefer ok atışında bulundular, onlardan pek çok kimseyi ölü olarak yere yıktılar, bir kısmını da yaraladılar.
Adı ibn Havze diye bilinen bir kişi aralarından çıkıp şunları söyledi:
“Sizin aranızda Hüseyin var mıdır?” Kimse ona cevap vermeyince aynı soruyu üç defa tekrarladı. Ona: “Evet vardır, ne istiyorsun?” diye sorulunca şöyle dedi: “Ya Hüseyin! Ben sana ateşi müjdeliyorum.” Hüseyin şu cevabı verdi: “Yalan söyledin, bilakis ben rahim, şefaatleri kabul eden ve emirlerine uyulan bir Rabbin huzuruna gidiyorum. Sen kimsin?” Adam: “Ben ibn Havzeyim,” deyince Hüseyin ellerini yukarıya doğru kaldırıp:” Allahım, sen de onu cehennemine çek!” diye dua etti. ibn Havze bundan dolayı gazaba geldi, atını aralarında bulunan bir su koluna sürdü. Ayağı atının kolanlarından birisine takılı olduğu halde atıyla ilerledi, fakat atından düştü, düşerken de baldırı, bacağı ve ayağı koptu, diğer tarafı ise atın kalanlarında asılı kaldı. Ölünceye kadar önüne gelen her taşa ve ağaca vura vura gitti.
Mesruk bin Vail el-Hadremi de onlarla birlikte çıkmış ve Aliye şunları söylemişti: “Ben Hüseyinin kafasını elime geçireceğim, Onun sayesinde ibn Ziyadın yanında mevkiim Yükselecektir.” Fakat Allahın, ibn Havzeye Hüseyinin duası üzerine yaptıklarını görünce geri dönmüş ve şöyle demişti:
“Ben bu peygamber ailesinden bir şeyler gördüm, artık ebediyen onlarla çarpışmayacağım. ”
çarpışma başlayınca Abdulkayslıların antlaşmalısı olan Yezid bin Makil ortaya atılıp şöyle dedi: “Ey Bureyr bin Hudayr, Allahın, sana neler yaptığını görüyor musun?” Bureyr: “Allaha yemin ederim, Allah bana hayır, sana da şer dilemiştir.” diye cevap verdi. Makil: “Yalan söyledin, halbuki sen bundan önce yalancı değildin. Ben şahitlik ederim ki sen sapıklardansın.” deyince ibn Hudayr şu karşılığı verdi: “Allahın yalan söyleyene lanet etmesi ve batıl yolda olanı da öldürmesi konusunda seninle Allah huzurunda lanetleşelim mi? Daha sonra ben çıkayım ve seninle tek teke çarpışayım.” Bunun üzerine her ikisi de ortaya çıktılar ve Allahın yalan söyleyeni lanetlemesini, hak üzere olanın batıl üzere olanı da öldürmesini istediler. Daha sonra teke tek çarpışmaya başladılar. Karşılıklı olarak birbirlerine birer darbe vurdular. Yezid bin Makil, Bureyr bin Hudayra bir darbe indirdi, ancak bununla Ona herhangi bir şey yapamadı. ibn Hudayr da Ona bir darbe indirdi. Bu darbeyle miğferini biçti, beynine kadar vardı ve kılıç kafasının ortasında çakılı olduğu halde yere düştü. Abdlı Radiy bin Munkiz Onun üzerine hamle yaptı ve ibn Hudayr ile sarmaş dolaş oldu. Bir süre çarpıştıktan sonra ibn Hudayr Radiyin göğsü üzerine oturdu. Bu sefer Ezdli Kaab bin Cabir mızrağıyla Ona hamle yaptı ve mızrağını ucunu sırtında kaybedinceye kadar sapladı. Mızrağın sırtına saplandığını fark eden ibn Hudayr Radiyin üzerinden inerken burnunu ısırıp bir parçasını da kopardı. Kaab bin Cabir gelip kılıcıyla bir darbe indirdi ve Onu öldürdü. Radiy ayağa kalktığında üzerinden toprağı silkeliyordu. Kaab geri dönünce karısı Ona şunları söyledi: “Sen Fatımanın oğluna karşı olanlara yardımcı oldun ve Kuran okuyucuların efendisi olan Bureyri öldürdün. Allaha yemin ederim, ölünceye kadar seninle konuşmayacağım. ”
Ensardan Amr bin Karaza ortaya atılıp Hüseyinin önünde çarpıştı ve sonunda öldürüldü. Onun kardeşi ise Ömer bin Saad ile beraber idi. Kardeşi öldürülünce şöyle seslendi: “Ey Hüseyin, ey yalancı oğlu yalancı! Sen kardeşimi saptırdın ve öldürünceye kadar aldatıp durdun.” Bunun üzerine Hüseyin şunları söyledi: “Gerçek şu ki Allah senin kardeşini saptırmış değildir. Bilakis Ona hidayet vermiş ve seni sapıklıkta bırakmıştır.” Amrın kardeşi:
“Seni öldürmezsem yahut bu uğurda ölmezsem Allah benim canımı alsın.” diyerek bir hamle yaptı. Muradlı Nafi bin HilalOnun karşısına çıktı, bir darbe vurup yere düşürdü. Arkadaşları bir hamle yaparak Onu kurtardılar. Daha sonra tedavi ettiler ve bilahare iyileşti.
Hurr bin Yezid Hüseyin saflarında çetin bir şekilde çarpıştı. Onun önüne Yezid bin Süfyan çıktı. Hurr Onu öldürdü. Nafi bin Hilal de Hüseyin tarafında çarpıştı. Nafi karşısına çıkan Müzahim bin Hureysi öldürdü.
Amr bin Haccac herkesin ortasında bağırarak şunları söyledi: “Sizler kiminle çarpıştığınızı biliyor musunuz? Bunlar öyle bir şehrin atlılarıdır ki, ölürcesine savaşırlar. Sizin aranızdan onlara karşı kimse çıkmasın, çünkü onlar çok azdırlar ve az bir süre hayatta kalırlar. Allaha yemin ederim sizler onlara yalnız ve yalnız taşlarla bile hücum edecek olursanız, onları öldürürsünüz. Ey Küfeliler! itaatinize devam ediniz, topluluğunuzdan ayrılmayınız, dinden uzaklaşan ve öndere muhalefet eden kimseleri öldürmekte tereddüt etmeyiniz.”
Buna karşılık Ömer: “Doğru görüş senin söylediğindir.” diyerek askerleri teke tek çarpışmaktan alıkoydu.
Taberinin dediğine göre, Hüseyin Onun bu söylediklerini işitmiş ve şöyle demişti: “Ey Amr bin Haccac! Sen insanları benim aleyhime mi kışkırtıyorsun, bizler mi dinden çıktık yoksa sizler mi? Allaha yemin ederim, ruhlarınız kabzedilip bu amelleriniz üzerine ölecek olursanız hangimizin dinden çıkmış olduğunu çok iyi anlayacaksınız.”
Arkasından Amr bin Haccac Hüseyine Fırat tarafından bir hamle yaptı ve karşılıklı olarak birbirleriyle vuruştular. Esedli Müslim bin Avsece öldürülürken, Amr geri dönüp Müslimi olduğu yerde bırakıp gitti. Hüseyin Onun yanına vardığında Müslim can çekişmekte idi. Ona şöyle söyledi: “Ey Müslim bin Avsece! Allah sana merhamet buyursun. Onlardan kimisi adadığını yerine getirdi. Kimisi de beklemektedir. ” (Ahzab suresi, 23)
Habib bin Mutahhir Müslimin yanına varıp şunları söyledi: “Senin ölümün gerçekten bana ağır geldi, sana Cenneti müjdeliyorum. Eğer benim de arkandan yetişeceğimi bilmeyecek olsaydım, sana layık bir şekilde seni korumak üzere bana vasiyet etmeni arzulayacaktım.” Müslim Ona şu cevabı verdi:
“Ben sana şunu vasiyet ediyorum: Allah sana merhamet buyursun, Onun yolunda ölmeni istiyorum.” Bunları söylerken eliyle Hüseyin tarafını işaret ediyordu. Habib: “Olur, yaparım.” diye cevap verdi. Daha sonra Müslim vefat etti. Onun bir cariyesi: “Ey ibn Avsece! Amrın arkadaşları:Bizler Müslimi öldürdük. diye bağırıyorlar.” şeklinde uyardı. Şebes etrafında bulunanların bir kısmına şunları söyledi: “Hay anneleriniz sizleri kaybetsin emi! Siz kendinizi kendi ellerinizle öldürüyor ve başkaları uğruna kendinizi zelil ediyorsunuz! Müslim gibi birisinin öldürülmesinden dolayı nasıl sevinirsiniz? Kendisine teslim olduğum Allaha yemin ederim, ben Onun Müslümanlar arasında çok büyük kahramanlıklarını görmüşümdür. Azerbaycandaki savaşta Onun, Müslümanların atlıları daha uykuya çekilmeden altı müşriki öldürdüğünü gördüm. O nun gibisi öldürülürken sizler nasılolur da sevinebilirsiniz!”
Onu öldürenler Dibablı Müslim bin Abdullah ile Bedileli Abdurrahman bin Ebi Huşkare idi.
Şemir sol kanatlara bir hamle yaptı. Ona karşı oldukça sebat ettiler. Ayrıca Hüseyinin ve arkadaşlarının üzerine dört bir yandan hamleler yapılıp hücum edildi. el-Kelbi ilk öldürdüğü iki kişiden sonra iki kişi daha öldürdükten sonra öldürüldü. el-Kelbi çok şiddetli bir şekilde çarpışmıştı. Onu Hani bin Zübeyd el-Hadrami ile Teymullah bin Salebeye mensup bulunan Bukeyr bin Hayy et-TeymI öldürdü. Hüseyin ile birlikte bulunanlar çok şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Atlıların sayısı otuz iki kişiden ibaret idi. Küfelilerin atlıları her ne tarafa hücum ettiler ise püskürtüldüler. Küfelilerin süva-rilerinin başında bulunan Azre bin Kays bunu görünce Ömere haber gönderip şunları söyledi: “Benim atlılarımın bu birkaç atlıdan bugün neler çektiklerini görmüyor musunuz? Haydi, onların yanına piyadeleri ve okçuları da gönderiniz!” Ömer, Şebes bin Ribiye şöyle cevap verdi: “Sen onların üzerine gider misin?” Şebes bunun üzerine: “Fesubhanallah! Mudar Kabilesinin şeyhi ve bütün bu şehir halkının efendisi olan bir kimseyi okçularla birlikte nasılolur da gönderebilirsin? Bu işe benden daha başkasını bulamadın mı?” dedi. Onlar Şebesin sürekli olarak çarpışmak istemediğini görüp durdular. Öyle ki Şebes Musabın emirliği sırasında şunları söylüyordu:
“Allah bu şehir halkına kesinlikle ve ebediyen iyilik vermeyeceği gibi onları doğruluğa da iletmeyecektir. Hiç hayret etmez misiniz? Bizler Ali bin Ebi Talib ile ve Onun oğlu ile birlikte Ebu Süfyanın soyundan gelenlere karşı beş yıl boyunca savaşıp durduk, daha sonra da Onun oğlunun üzerine hücum ettik. Halbuki O yeryüzünün en hayırlı insanı idi. Bizler Muaviyenin soyundan gelenler ve Sümeyyenin oğlu (ibn Ziyad) ile birlikte olup Onunla savaştık. Bu öyle bir sapıklıktır ki, bunun benzeri bulunmaz.”
Şebes Ömere bu sözleri söyledikten sonra Ömer bin Saad Husayn bin
Numeyri çağırıp Onunla birlikte silahlı birlikleri ve beş yüz de okçuyu gönderdi. Bunlar Hüseyne ve Onunla birlikte olanlara yaklaştılar ve onlara ok atmağa başladılar. Kısa bir zaman içinde hepsinin bineklerini öldürdüler ve dolayısıyla hepsi yaya kalıverdiler. Hurr bin Yezid piyade olarak çetin bir şekilde çarpıştı. Yeni gelenlerle günün ortasına kadar çarpışmalarına devam ettiler. Allahın var etmiş olduğu en çetin bir çarpışma idi bu. Onlara ancak tek bir istikametten gidebiliyorlardı, çünkü her taraflarını kapatmışlardı ve yalnız bir taraftan onlarla çarpışmak imkanı kalmıştı. Ömer bu durumu görünce bu safları dağItmak ve onların çevresini sarmak amacıyla sağ ve sol taraflarından bazı kimseleri gönderdi. Hüseyinin taraftarlarından üç veya dört kişi çadırların arasına giriyor, bu şekilde, safları bölmek ve malları talan etmek isteyen kimseyi öldürüyor, ona ya yakından ok atıyor veya onu kesiyorlardı. Sonunda Ömer bin Saad çadırların yakılmasını emredince çadırlar yakılmağa başlandı. Hüseyin onlara: “Bırakınız yaksınlar! Çünkü onlar buraları yakacak olurlarsa burayı aşıp size varamazlar.” dedi. Nitekim de böyle oldu.
el-Kelbinin hanımı aradan çıkıp kocasının yanıbaşında durdu ve yüzündeki toprakları silerek: “Artık esenlikle Cennete gir, kutlu olsun sana” derken Şemir, adı Rüstem olan bir delikanlıya emir verdi, o da elindeki demir bir çubukla kafasına vurdu, kadın da olduğu yerde vefat etti.
Şemir, Hüseyinin çadırına varıncaya kadar, ileriye doğru hamle yaptı ve şöyle seslendi: “Bana ateş veriniz, bu evi sahiplerinin üzerinde yakıvereyim.” içeride bulunan kadınlar feryat ve figanlarla dışarı çıktılar. Hüseyin Ona şöyle bağırdı: “Sen benim evimi ailem içerisindeyken ateşe mi veriyorsun? Allah da seni ateşiyle yaksın. ”
Bunun üzerine Humeyd bin Müslim Şemire şunları söyledi: “Bu senin yaptığın iyi bir şey değildir. Sen Allahın azabıyla azaplandırıyorsun, ayrıca çocukları ve kadınları öldürüyorsun. Allaha yemin ederim, senin erkekleri öldürmene bile senin emirin razı değildir.” Fakat Şemir, Onun bu dediklerine kulak asmadı. Daha sonra Şebes bin Ribi gelerek, Ondan yaptığı bu işe son vermesini istedi, O da vazgeçti. Geri gitmek isterken Züheyr bin el-Kayn on kişi ile birlikte ona doğru hamle yaptı ve anılan çadırlardan uzaklaştırdı. Ayrıca Dibablı Ebu izzeyi de öldürdüler. Ebu izze Şemir ile bulunanlardan birisi idi. Karşı taraftan, onların üzerine pek çok kişi geldi. Hüseyin taraftarlarından -az olmaları sebebiyle- bir veya iki kişi öldürüldüğünde hemen fark ediliyor, ancak diğerlerinden -çok olmaları sebebiyle- fark edilmiyordu.
Namaz vakti girince Ebu Sümame es-Saidi Hüseyine şunları söyledi: “Canım sana feda olsun! Ben bunların sana yaklaşmış olduklarını görüyorum. Allaha yemin ederim, senin uğruna ben öldürülmeyecek olduğum sürece sen de öldürülmeyeceksin. Ben ayrıca Rabbime bu namazı kılmış olarak kavuşmak istiyorum!”
Bunun üzerine Hüseyin başını kaldırıp şunu söyledi: “Sen namazı hatırladın, bu bakımdan Allah seni namaz kılanlardan, hatırlayanlardan ve kılanlardan kılsın. Evet, bu gerçekten namaz vaktinin başlangıcıdır.” Daha sonra da; “Onlara söyleyin, namaz kılıncaya kadar bize ilişmesinler.” dedi. Bu tekliflerini kabul ettiler. Husayn onlara: “Bu namaz kabul olunmaz” deyince Habib bin Mutahhir şu cevabı verdi: “Sen Resulallahın soyundan gelenlerin namazının kabul olmayacağını ileri sürerken kendininkinin kabul olunacağını mı zannediyorsun, eşek herif!” Bunun üzerine Husayn Ona hamle yapınca Habib de karşı çıktı ve atının suratına kılıcıyla bir darbe indirdi. Atından düşen Husaynı arkadaşları gelip kurtardılar. Habib oldukça çetin bir şekilde çarpıştı. Adı Budeyl bin Suraym olan ve kendisine hamle yapan Temimoğullarından birisini öldürdü. Bir başka Temimli üzerine hamle yaparak bir darbe indirdi. Kalkmak isterken Husayn başına kılıcıyla vurdu, Habib yere düştü. Temimli atından inip başını kesti. Husayn Temimliye: “Onu seninle birlikte ikimiz öldürdük.” deyince Temimli: “Allaha yemin ederim ki hayır.” diye itiraz etti. Bu sefer Husayn şöyle söyledi: “Sen Onun başını ver, atımın boynuna asayım. Böylelikle herkes Onun öldürülmesinde benim de ortak olduğumu görmüş olsun. Daha sonra sen o başı al ve ibn Ziyada götür, bunun karşılığında Onun sana vereceği hiçbir şeye benim ihtiyacım yoktur.”
Temimli Onun dediğini kabul etti, Husayn da Habibin başını alıp herkesin arasında dolaştırdıktan sonra Ona geri verdi. Kufeye vardıklarında Temimli başı alıp atının boynuna koyarak o halde ibn Ziyadın sarayına ilerledi. Ergenlik yaşına yaklaşmış bulunan Habibin oğlu Kasım bunu görünce atlının yanına vardı ve ondan ayrılmayıp birlikte yürüdü. Bu çocuğun yanında yürüyüp durmakta olduğunu gören adam şüphelendi, ona durumunu sorunca Kasım durumu açıkladı ve gömmek üzere babasının başını istedi. Adam ona:
“Emir bu başın gömülmesini kabul etmez, ayrıca onun beni mükafatlandıracağını da ümit ediyorum.” deyince, Kasım: “Fakat Allah en kötü bir şekilde sana karşılık verir.” dedi. Kasım babasını öldürenin gafil bir anını Musabın valilik zamanı gelinceye kadar kollayıp durdu. Musab Bacılmeyra Gazasında iken Kasım askeri ile birlikte oraya girdi. Babasının katilinin çadırında durduğunu görünce günün ortasında yanına girip öldürdü.
Habibin öldürülmesi Hüseyinin üzerinde yıkıcı bir tesir bıraktı. Hurr ve Züheyr bin el-Kayn ileriye doğru hamle yaptılar ve çetin bir şekilde çarpıştılar. Onlardan biri hamle yapıp karşı tarafın askerleri arasına dalınca diğeri bir başka hamle yaparak onu kurtarıyordu. Bunu bir süre devam ettirdiler. Daha sonra birkaç piyade Hurr bin Yezidin üzerine atılıp öldürdüler. Ebu Sumame es-Saidi kendisinin düşmanı olan amcasının oğlunu öldürdü. Daha sonra öğle namazını kıldılar. Hüseyin onlara bu namazı korku namazı suretinde kıldırdı. Öğleden sonra çarpışmalarına devam ettiler. Çarpışma oldukça şiddetlendi. Hüseyinin bulunduğu yere kadar vardılar. el-Hamefi Hüseyinin önüne geçerek karşı tarafın attıkları oklara kendisini hedef yaptı. Kendisi yıkılıp ölünceye kadar Hüseyinin önünden ayrılmadı.
Züheyr bin el-Kayn da çok çetin bir şekilde çarpışmalarını sürdürüyordu.
Kesir bin Ubeydullah eş-Şabi ile Muhacir bin Evs üzerine atılarak Onu öldürdüler.
Nafi bin Hilal el-Cümeli adındaki birisi oklarının üzerine ismini yazmış idi. Onun bu okları zehirli idi. Onlarla yaraladığı kimselerin dışında on kişi öldürmüştü. Nafiin pazu kemikleri darbelerle kırıldı ve esir alındı. Şemir bin Zul-Cevşen Onu esir alarak Ömer bin Saadın yanına götürdü. Nafi Ömerin yanına götürülürken şöyle diyordu: “Ben yaraladıklarım hariç sizden on iki kişi öldürdüm, şayet kolum ve pazum yerinde kalmış olsaydı beni esir alamazdınız.”
Şemir onu öldürmek üzere kılıcını çekince Nafi şöyle dedi: “Allaha yemin ederim, şayet sen Müslüman olsaydın bizim kanlarımızla Allahın huzuruna çıkmak senin için çok büyük bir şeyolurdu. Bizim ecellerimizi yaratıklarının en kötülerinin elleriyle bitiren Allaha hamd-ü senalar olsun.” Şemir Onu öldürdükten sonra Hüseyinin arkadaşlarının üzerine bir hamle daha yaptı.
Hüseyin ile beraber olanlar karşılarındakilerin çok olduklarını görünce ve hem Hüseyini, hem de kendilerini koruyamadıklarını anlayınca Hüseyinin önünde ölmek için yarışmağa başladılar. Gıfarlı Azvedenin iki oğlu olan Abdullah ile Abdurrahman Hüseyinin yanına varıp: “Artık karşımızdakiler bizleri senin yanına gelmek zorunda bıraktı.” diyerek Hüseyinin önünde çarpışmağa başladılar. Cabirli iki genç olan Seyf bin Haris bin Seri ile Malik bin Abd bin Seride Onun yanına geldiler. Bunlar hem amca çocukları, hem de anne bir kardeştiler. Hüseyinin yanına vardıklarında ağlıyorlardı. Hüseyin onlara: “Niçin ağlıyorsunuz? Ben kısa bir an içerisinde ikinizin de benim gözbebeğim olacağınızı ümit ediyorum.” dedi. iki amca çocuğu şöyle söyledi: “Allaha yemin ederiz, kendimiz için değil senin için ağlıyoruz. Senin etrafının çepeçevre kuşatıldığını görüyor, fakat seni koruyamıyoruz.” Hüseyin onlara: “Allah sizlere müttakileri mükafatlandırdığı gibi mükafat versin” diye cevap verip teselli etti.
Şibamlı Hanzala bin Esad gelerek Hüseyinin önünde durdu ve yüksek sesle şu ayetleri okumağa başladı:Ey kavmim, gerçekten ben o sürü sürü fırkaların gününe benzemenizden, Nuh kavminin, Adin, Semudun ve daha sonrakilerin hali gibi (bir felakete uğramanızdan) korkuyorum. Allah kullarına zulüm isteyecek değildir. Ey kavm, gerçekten ben size karşı o bağırışıp çağrışma gününden endişe etmekteyim. O gün (hesap yerini) arkanızda bırakıp (cehenneme) döneceğiniz gündür. Sizi Allahtan kurtaracak hiç bir kurtarıcı yoktur. Allah kimi şaşırtırsa onun yolunu doğrultacak kimse olmaz. (mümin suresi, 30-33). Daha sonra şöyle devam etti: “Ey kavmim, sizler Hüseyini öldürmeyiniz. O zaman Allah sizleri büyük bir azaba duçar edecektir. Zaten iftira eden kimse zarar etmiştir. (Ta ha suresi, 61)
Hüseyin Ona: “Allah sana merhamet buyursun. Gerçekten onlar benim kendilerini davet etmiş olduğum hakkı kabul etmeyince, azabı zaten hak etmişlerdi.” diyerek şöyle devam etti: “Onlar seni ve seninle birlikte olanları öldürmeyi kendileri için mubah kabul ederek üzerinize hücum ettiler ve şu anda da zaten senin salih kardeşlerini öldürmüş bulunuyorlar.” Daha sonra Hanzala Hüseyine selam verip, Ona ve ailesine dua ettikten sonra ileri atıldı ve öldürülünceye kadar savaşmağa devam etti.
Cabirli iki genç de ileri geçerek Hüseyinle vedalaştılar ve öldürülünceye kadar savaşmalarına devam ettiler.
Şakirli Abis bin Ebi Şebib ile Şakirlilerin azatlısı olan Şevzeb Hüseyinin yanına gelip selam verdiler, daha sonra ileri atılıp çarpıştılar. Şevzeb öldürüldü. Abis ise teke tek dövüşmek için er diledi. Kahramanlığı dolayısıyla kimse Ona karşı çıkmayınca Ömer: “Onu taşa tutunuz” dedi. Her taraftan üzerine taş yağdırdılar. Durumu gören Abis, zırhını ve miğferini çıkarıp attı ve kendini taşa tutanların üzerine hamle yapıp hepsini önüne katarak geriletti. Daha sonra geri dönüp üzerine geldiler ve Onu öldürdüler. Bir grup kişi hep birlikte Onu öldürdüklerini ileri sürdü.
Dahhak bin Abdullah el-Meşrifi Hüseyine gelerek şöyle dedi: “Ey Resulallahın oğlu! Sen de bilirsin ki ben sana:(seninle birlikte) savaşanı gördükçe senin için savaşırım, ancak savaşan görmeyecek olursam dönebilirim. demiştim.” Hüseyin kendisine: “Doğru söylüyorsun, fakat nasıl kurtulabileceksin? Eğer kurtulabiliyorsan gitmek için sana müsaade ediyorum.” diye karşılık verdi. Dahhak anlatıyor: “Atımın olduğu tarafa gittim. Onu daha önce bizim safımızdakilerin atlarının kesildiğini görünce gizlemiştim. Piyade olarak çarpışmış, iki kişi öldürmüş, bir başkasının elini kesmiştim.” Hüseyine defalarca dua etti. Dahhak şöyle devam ediyor: “Atımı gizlediğim yerden çıkardım, üzerine bindim ve karşı tarafın tam ortasına bir hamle yapınca bir gedik açıldı. Onlardan tam on beş kişi peşime takıldı, hepsini geride bırakıp kendimi kurtardım.”
Asıl adı Yezid bin Ebi Ziyad olan Kindeli Ebu Şasa Hüseyinin önüne diz çökerek yüz tane ok attı. Bunlardan beş tanesi bile boşa gitmedi. Her ok attıkça Hüseyin Onun için şöyle dua ediyordu: “Allahım! Sen Onun atışına isabet ver ve mükafatını cennet kıl.” Bu Yezid, Ömer bin Saad ile birlikte çıkanlar arasında idi. Fakat Ömer ve beraberindekiler Hüseyinin teklif ettiği şartları reddedince Hüseyinin tarafına geçmiş ve Onun önünde çarpışmalarına devam etmişti. Yezid ilk olarak öldürülen kimseler arasındaydı.
Saydalı Amr bin Halid, Cebbar bin Haris es-Selmam, Amr bin Halidin azatlısı Saad, Aizli Mücemma bin Ubeydullaha gelince, bunlar ilk olarak çarpışmağa başlayanlar arasındadır. Karşı tarafın içlerine doğru ilerleyince etraflarını sardılar ve onların arkadaşlarıyla olan ilişkilerini kestiler. Bunun üzerine Alinin oğlu Abbas bir hamle yaparak onları yaralı halleriyle kurtarabildi, fakat düşmanları onlara yaklaşınca tekrar hamle yaptılar ve yeniden çarpıştılar. Hepsi de aynı yerde ve henüz çarpışmaların başlangıcında öldürüldü.
Hüseyin ile birlikte bulunanlar arasında en son kalan kişi Hasamlı Suveyd bin Ebil-Muta olmuştu. Ebu Taliboğulları ailesinden o gün ilk öldürülen kişi ise Hüseyinin oğlu Aliyyül-Ekber oldu. Bu büyük Alinin annesi Ebu Murre bin Urve bin Mesudun kızı olan Sakili Leyladır. Ali onların üzerine, defalarca hamle yapıp şu mısraları okumuştu:
Ben Alinin oğlu Hüseynin oğlu Aliyim. Beytin Rabbine and ederim ki biz daha yakınız Peygambere. Allaha and olsun şunun bunun çocuğu aramızda hüküm veremeyecektir.
Aynı şeyi birkaç defa tekrarladıktan sonra Murre bin Munkiz el-Abdi Ona hamle yaparak bir mızrak darbesi indirdi. Ali yere düştü. Üzerine çullanıp kılıçlarıyla parçaladılar. Hüseyin bunu görünce şunları söyledi: “Seni öldürenleri de Allah öldürsün. Yavrucuğum, bunlar Allaha karşı ve Resulüne karşı saygısızlık etmekte ne kadar da cesurdurlar! Senden sonra dünyanın ne önemi var.” Daha sonra Hüseyin beraberinde çocuklarıyla birlikte Ona yöneldi ve onlara: “Haydi kardeşinizi taşıyınız.” dedi. Onlar da kardeşlerini taşıdılar ve önünde çarpıştıkları otağın yanına kadar götürdüler.
Daha sonra Sudalı Amr bin Subay Müslim bin Akilin oğlu Abdullaha bir ok attı. Abdullah elini alnına koydu, hareket ettiremedi. Arkasından Amr bir ok daha atarak Onu öldürdü.
Ömerin askerleri her taraftan onların üzerine hücum ediyordu. Taylı Abdullah bin Kutbe Avn bin Abdullah bin Caferin üzerine hamle yaptı ve öldürdü. Cüheyneli Osman bin Halid bin Üseyr ile Hemdanlı Bişr bin Sevt Akil bin Ebi Talibin oğlu Abdurrahmanın üzerine hamle yaptılar ve öldürdüler. Hasanlı Abdullah bin Urve, Akilin oğlu Cafer üzerine hamle yaparak öldürdü. Daha sonra Alinin oğlu Hasanın oğlu Kasım elinde kılıç olduğu halde bir hamle yaptı. Ezdli Amr bin Saad bin Nufeyl ona karşı bir hamle yaparak başına bir kılıç darbesi vurdu. Kasım yüz üstü yere düştü ve: “Amcacığım” diye bağırınca Hüseyin onun yanına kartal hızıyla uçup gitti. Daha sonra kükremiş bir aslan gibi ileri atılarak Amra bir kılıç darbesi vurdu. Amr elini, kılıca karşı siper edince eli bileğinden koptu ve büyük bir feryatla bağırdı. Küfelilerin atlıları Amrı kurtarmak üzere ileri geçtiler, fakat atlılar ile karşı karşıya gelince atlar onun üzerinden geçti ve onların ayakları altında ölünceye kadar çiğnenip durdu. Ortalığın tozu bulutu gidince Hüseyin Kasımın başı ucunda ayaklarını yokluyor ve bu arada şöyle söylüyordu: “Seni öldürenler Allahın rahmetinden ne kadar uzaktırlar! Kıyamet gününde bunların hasmı senin deden olacaktır.” Daha sonra şunları ekledi: “Allaha yemin ederim, sen amcanı çağırırken, amcanın çağırman üzere gelmemesi yahut gelip de sana bir faydasının dokunmaması ona çok ağır geldi. And olsun, bugün zalimi çok, yardımcısı az olan bir gündür.” Daha sonra onu göğsü üzerinde taşıdı ve oğlu Ali ile ailesi fertlerinden öldürülen diğer kimselerin yanına koydu.
O gün uzun bir süre Hüseyinin yanına gelen herkes bırakıp geri dönüyor idi, çünkü hiç kimse Onu öldürmek istemiyor ve böyle büyük bir günahın altına girmeyi arzu etmiyordu. Daha sonra Kindeli ve Malik bin enNuseyr adındaki birisi Onun yanına geldi, kılıcıyla başına bir darbe indirdi, başındaki başlığını kopardı, kafasını yaraladı ve başlığın içi kanla doldu. Hüseyin kendisine şunları söyledi: “Bu başlığımın parasıyla dilerim ki hiçbir şey yiyemeyesin ve içemeyesin ve Allah seni zalimlerle birlikte haşr etsin.” Daha sonra Hüseyin bu başlığını çıkartıp yere attı ve başkasını giydi. Kindeli Hüseyinin bu başlığını alıp gitti. Ailesinin yanına vardığında başlık üzerindeki kanları yıkamaya başladı. Hanımı Ona: “Resulallahın kızının oğlundan almış olduğun ganimeti mi evime sokacaksın, çıkart onu dışarıya” diye söylendi.
Taberi der ki: Bu adam ölünceye kadar kötülük ve fakirlik içeri-sinde yaşayışını sürdürdü.
Hüseyin henüz küçük olan oğlu Abdullahı istetti ve kucağına oturttu. Esadoğullarından birisi Ona bir ok attı ve boğazı kesildi. Hüseyin, kanını alarak yere boşalttı ve şunları söyledi: “Rabbim! Eğer gökten bize zafer ihsan etmeyecek isen bunu daha hayırlı bir şeyin sebebi kıl ve bu zalimlerden sen intikam al. ”
Diğer taraftan Abdullah bin Ukbe el-Ganevi Hüseyinin oğlu Ebu Bekire bir ok attı ve öldürdü. Alinin diğer oğlu Abbas, anne bir kardeşleri olan Abdullah, Cafer ve Osmana şunları söyledi: “ileri geçin, sizin mirasçınız ben olayım, çünkü sizin çocuğunuz yoktur.” Onlar da aynı şeyi yaparak ileri geçtiler ve öldürüldüler. Şöyle ki: Hani bin Subeyt el-Hadrami, Alinin oğlu Abdullah üzerine bir hamle yaptı ve öldürdü. Daha sonra Alinin oğlu Cafer üzerine de hamle yaparak Onu da öldürdü. Haveli bin Yezid el-Asbahi Alinin oğlu Osmana bir ok attı. Daha sonra Eban bin Darimoğullarından bir başkası Onun üzerine hamle yaparak öldürdü ve kafasını alıp götürdü.
Çadırlardan birisinden bir genç çıkarak eline bir çubuk aldı, korkup dehşete kapılmış gibi etrafına baktı. Hani bin Subeyt el-Hadrami olduğu söylenen birisi ona hamle yaparak öldürdü.
Hüseyin aşırı derecede susamış bulunduğundan içmek amacıyla Fırata yaklaştı. Husayn bin Numey bir ok attı ve bu ok ağzına isabet etti. Hüseyin eliyle kanları topluyor ve topladığı bu kanları gökyüzüne doğru fırlattıktan sonra Allaha hamd-ü senada bulunuyordu. Şöyle dua etti: “Allahım! Peygamberinin kızının oğluna yapılmakta olanları sana şikayet ediyorum. Allahım! Sen onların sayılarını, biliyorsun, onları teker teker öldür ve onlardan hiçbir kimseyi hayatta bırakma!”
Ona ok atanın Eban bin Darimoğullarından birisi olduğu da söylenmiştir.
Bu adam kısa bir süre kaldıktan sonra Allah Ona ne kadar içerse içsin susuzluğunun gitmemesi gibi bir musibete müptela kıldı. Susuzluğunun giderilmesi için, içine şeker katılmış sular soğutuluyor ve büyük kaplarla içine süt katılmış su veriliyordu. Kendisi sürekli olarak: “Bana su veriniz.” diye su istiyor, büyük büyük kaplarla verilen suyu içiyor, içtikten sonra kısa bir süre sırt üstü yatıyor, daha sonra bir daha: “Bana su veriniz. Susuzluktan ölüyorum.” diyordu. Kısa bir süre geçtikten sonra karnı devenin karnı gibi şişip çatladI.
Diğer taraftan Şemir bin Zul-cevşen yaklaşık on kişilik bir grup ile Hüseyinin kaldığı yere geldi. Kendisi ile eşyaları arasında kalınca Hüseyin onlara şöyle seslendi: “Yazıklar olsun size! Sizler dinine bağlı ve kıyamet gününden korkan kimseler olamıyorsanız hiç olmazsa soylu ve hür kimseler gibi olunuz. Benim eşyamı ve ailemi sizin azgınlarınızdan ve cahillerinizden koruyunuz.” Ona: “Senin bu istediğin yerine getirilecektir, ey Fatımanın oğlu” diye cevap verdiler. Daha sonra Şemir beraberindeki piyadeler ile Hüseyinin üzerine yürüdü. Adı Abdurrahman el-Cüfi olan Ebul-Cenub, Kaşam bin Nuzer el-Cufi, Salih bin Veheb el-Yezeni, Sinan bin Enes en-Nehai ve Haveli bin Yezid el-Asbahi bunlar arasındadır. Şemir bunları Hüseyine karşı kışkırtıyor, Hüseyin ise onlara hamle yapıyor ve etrafından dağılıyorlardI. Daha sonra Hüseyinin etrafını çevirdiler. Hüseyinin yanına ailesi ile birlikte bulunan bir genç gelerek yanında ayakta dikildi. Bahr bin Kaab bin Teymullah bin Salebe Hüseyinin üzerine kılıçla hücum edince bu genç: “Eyadinin oğlu! Sen benim amcamı mı öldüreceksin?” dedi. Bahr ona bir kılıç darbesi indirince bu genç eliyle kılıca karşı siper aldı, eli derisine kadar koptu. Genç: “Aman anneciğim!” diye bağırınca Hüseyin onu bağrına basarak şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Başına gelene karşı sabret, çünkü Allah seni salih ve tertemiz olan babalarının yanına gönderecektir. Seni Resulallahın, Alinin, Hamzanın, Caferin ve Hasanın yanına gönderecektir.” Daha sonra Hüseyin şöyle dua etti: “Allahım! Onlara gökten yağmur indirme, yeryüzünün bereketlerinden onları mahrum et. Allahım! Sen onları bir zamana kadar bile hayattan faydalandıracak olursan, onları darmadağın et, onları bölük pörçük yap, yöneticiler hiçbir zaman onlardan razı olmasın; çünkü onlar bizlere yardımcı olmak üzere bizi çağırdılar, fakat bu sefer üzerimize saldırdılar, bizleri öldürdüler.”
Daha sonra etrafını sarmış piyadelerle onları dağıtıncaya kadar çarpıştı.
Hüseyin üç veya dört kişi ile birlikte kalınca kendisine bir kaç pantolon getirilmesini istedi. Ganimet olarak alınmaması için bunları parça parça etti. Birileri Ona: “Sen elbisenin altına bir kısa pantolon giysen.” deyince şu cevabı verdi: “Sizin o dediğiniz zillet elbisesidir, benim ise onu giymemem gerekir. ”
Hüseyin öldürüldükten sonra üzerindeki eşyaları Bahr bin Kaab aldı.
Bu Bahrın elleri kışın su akıtır, yazın ise kupkuru bir ağaç parçasıymış gibi kururdu.
Sağından ve solundan Hüseyinin üstüne hamle üstüne hamle yapılıyordu. O sağındakilere hamle yapıyor, onları dağıtıyor, daha sonra solundakilere de hamle yapıyor, onları da dağıtıyordu. Oğlu, ailesi ve arkadaşları öldürülmüş olduğu halde Onun kadar kendisini üzüntüye kaptırmayan, hareketsiz kalakalmayan ve cesaretle ileri atılan bir kişi daha görülmemiştir. Piyadeler Onun sağından ve solundan kurdun saldırısına uğramış koyunlar gibi dağılıyordu.
Hüseyin bu durumda iken, Zeynep şunu söyleyerek dışarı çıktı:
“Keşke gökyüzü yerin üzerine kapaklanıverse!” Bu sırada Ömer bin Saad yanına yaklaşmıştı, Ona şöyle dedi: “Ya Ömer! (Hüseyni kast ederek) Abdullahın babası senin gözünün önünde ve baka baka mı öldürülecek?” Ömerin gözleri yaşardı, gözyaşlarını tutamadı, yanakları ve sakalının üzerine aktı. Yüzünü Ondan çevirdi.
Hüseyinin üzerinde ipek bir cübbe bulunuyordu. Başı sarıklıydı ve saçlarını da kınalamıştı. Piyade olarak, kahraman atlılar gibi çarpıştı. Atılan oklardan korunuyor, gediklerden faydalanıp fırsatları değerlendiriyor, atlılar üzerine hamle yapıyor ve şunları söylüyordu: “Hep birlikte beni öldürmek için mi bir araya gelmiş bulunuyorsunuz? Allaha yemin ederim, benden sonra kullarından kimi öldürürseniz, hiçbir şekilde beni öldürdüğünüz kadar gazaba gelmeyecektir. And olsun, sizin alçalmanızla Allahın beni kerim kılacağını ümit ederim. Zaten daha sonra benim intikamımı sizin bilemeyeceğiniz bir yerden sizden alacaktır. Yemin ederim, beni öldürecek olursanız, Allah sizin, güçlerinizi birbirinizin arasına ve birbirinize karşı koyacak ve birbirinizin kanını akıtacak, bununla da yetinmeyerek acıklı azabı size kat kat artıracaktır. ”
Günün uzun bir bölümü böylece kaldı. Fakat öldürmek isteselerdi Onu öldürebilirlerdi. Herkes Onu “bizler değil başkaları öldürsün” diye çekinirken, Şemir ortalıkta şöyle bağırdı: “Ne oluyor size, adamı ne diye bekliyorsunuz? Anneleri kaybedesiceler, Onu öldürsenize!” Bunun üzerine dört bir yandan Ona hamle yaptılar. Temimli Züra bin Şerik sol eline bir darbe indirdi. Omuzuna da bir darbe indirildi. Daha sonra kendisi kalkmağa çalışıp sendelerken bırakıp gittiler. Nehalı Sinan bin Enes Hüseyine bu durumda iken hamle yaptı ve mızrağıyla bir darbe indirdi. Hüseyin bu darbe ile yere düştü. Sinan, Haveli bin Yezid el-Esbahiye: “Kafasını kes!” diye seslendi. Haveli, bunu yapmak istedi ise de kendisinde bunu yapacak güç bulamadı. Kendisini bir titreme tuttu. Bu sefer Sinan Ona: “Hay Allah senin pazunu darmadağın etsin.”, diyerek atından indi. Hüseyinin boğazını kesip kafasını kopardı ve Haveliye verdi. Hüseyinin üzerinde ne varsa alındı. Pantolonlarını Bahr bin Kaab, üzerindeki ipek cübbesini Kays bin Eşas aldı. Daha sonra Kaysa:Kays-u Katife adı verilir oldu. Ayakkabılarını Esved el-Evdi, kılıcını da Darim Kabilesinden bir adam aldı. Herkes mevcut bulunan yiyeceklere, develere ve elbiselere hücum etti ve bunları talan ettiler. Ayrıca ağır yüklerini ve mallarını da yağmaladılar. Kadınların üzerinde ne varsa aldılar, öyle ki kadınların sırtındaki elbiseyi çıkartıyor ve bunu bile alıyorlardı.
Hüseyinin üzerinde otuz üç mızrak yarası ve otuz dört de darbe tespit edildi. Bu yaralar okların yaralarının dışında idi.
Süveyd bin el-Muta daha önce yere düşmüş ve ağır yaralar almış olarak öldürülenler arasında kalmıştı. Herkesin “Hüseyin öldürüldü” dediğini işitince kendisinde bir hafiflik gördü. Elinde bir bıçakla kalkıp ileri atıldı, çünkü kılıcı daha önce alınmış bulunuyordu. Onlarla bir süre elindeki bıçakla çarpıştıktan sonra öldürüldü. Onu Urve bin Battan es-Salebi ile Zeyd bin Rukad el-Cunubi öldürdüler. Suveyd Hüseyinin arkadaşları arasında en son öldürülen kişi oldu.
Daha sonra Hüseyinin oğluZeynul-Abidin diye bilinen Alinin yanına vardılar. Şemir Onu öldürmek isteyince Humeyd bin Müslim: “Fesubhanallah, çocukları da mı öldüreceksin.” diye söylendi. Ali o sırada hasta bulunuyordu. Ömer bin Saad gelerek: “Bu kadınların çadırına hiç kimse girmeyecek ve bu hasta çocuğa hiç kimse el uzatma-yacak. Kim bunların mallarından bir şeyalmış ise onları geri versin.” dediyse de hiç kimse hiçbir şeyi geri vermedi. Herkes Sinan bin Enes en-Nehaiye şöyle diyordu: “Sen Alinin ve Resulallahın kızı Fatımanın oğlu Hüseyini öldürdün. Sen bunların mülküne son vermek isteyen Arapların en tehlikeli adamını öldürdün. Haydi, git, emirlerinin yanına var, onlardan mükafatını iste, çünkü onlar onu öldürmenin karşılığında bütün hazinelerini sana verecek olsalar bile, bu yine de az gelecektir.” Bunun üzerine Sinan atına bindi, yiğit ve şair bir kişiydi. Dilinde bir parça ağırlık vardı. Gelip Ömer bin Saadın çadırının kapısında durduktan sonra sesinin çıkabildiği kadar şöyle bağırdı:
Haydi atıma altın ve gümüş yükle, Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve babası itibariyle en hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı öldürdüm.
Ömer bin Saad: “Ben kesin olarak söylüyorum ki sen bir delisin. Onu içeri alınız.” dedi. Yanına girince Ona elindeki sopayla vurarak şunları söyledi: “Ey deli, nasıloluyor da böyle konuşabiliyorsun? Allaha yemin ederim, şayet ibn Ziyad senin böyle konuştuğunu duyacak olursa boynunu uçurur.”
Daha sonra Ömer bin Saad Kelbli imruul-Kaysın kızı ve Hüseyinin hanımı Rebabın kölesi olan Ukbe bin Simanı ele geçirdi. Ona: “Sen kimsin?” diye sorunca, Ukbenin: “Ben köleyim.” demesi üzerine Onu serbest bıraktı. Bu köleden ve Esedli Murakka bin Su-mameden başka onlardan kurtulan olmadı. Murakka oklarını bitirip çarpışmaya başlamış, bu sırada kavminden bir grup eman verince kendisi de onların yanına gitmişti. ibn Ziyada durumu anlatılınca Onu Zaraya sürmüştü.
Daha sonra Ömer bin Saad kendisiyle birlikte bulunanlara: “Kimler çıkıp Hüseyini atlarıyla çiğneyecekler?” diye seslenmiş, bu iş için on kişi ortaya çıkmıştı. Hadramlı ishak bin Hayve onlardan birisidir. Söz konusu bu ishak Hüseyinin gömleğini almıştı. Daha sonra alaca hastalığına yakalandı. Bu on kişi gidip Hüseyin i atlarına çiğnettiler ve sırtını, göğsünü tamamıyla ezinceye kadar bu çiğneme işine devam ettiler.
Hüseyinin arkadaşlarından öldürülenlerin sayısı yetmiş iki kişi idi. Hüseyini ve onunla birlikte öldürülenleri Esedoğullarından el-Gadiriyyeliler, ölümlerinden bir gün sonra gömmüşlerdi.
Ömer bin Saadın askerlerinden ise yaralı olanların dışında seksen kişi öldürülmüştü. Ömer onların cenaze namazını kıldı ve gömülmelerini emretti.
Hüseyin öldürülünce Onun ve diğer arkadaşlarının kesilen başları Haveli bin Yezid ve Ezdli Humeyd bin Müslim ile birlikte ibn Ziyada gönderildi. Haveli gittiğinde sarayın kapısının kapalı olduğunu görmüş, bunun üzerine evine giderek Hüseyinin başını evinde bulunan bir leğenin altına koymuş, yatağına girmiş ve Nevvar adındaki hanımına şöyle demişti: “Ben sana dünyanın zenginliğini getirmiş bulunuyorum. işte Hüseyinin başı senin bulunduğun bu evdedir.” Karısı ise: “Yazıklar olsun sana! Herkes altın ve gümüş getirirken sen bana Resulallahın oğlunun kafasını getiriyorsun. Allaha yemin ederim, ben seninle hiç bir yerde artık başbaşa kalmayacağım” diyerek yataktan kalkmış, evin dışına çıkmıştı. Nevvar şöyle diyor: “Ben leğenden göğe kadar yükselen bir nura uzun süre bakıp durdum. Daha sonra etrafında kanat çırpan bembeyaz bir kuş gördüm.”
Sabah olunca Haveli başı alıp ibn Ziyada götürdü.
Hüseyinin başını götürenin Şemir ile Kays bin Eşas, Amr bin Haccac ve Urve bin Kays olduğu da söylenmiştir.
ibn Ziyad yerine oturduktan sonra gelenlerin huzuruna girmesi için izin verdi. Kafalar teker teker getirilip önüne konuldu. Elindeki bir değnek ile bir süre Hüseyinin dişleri üzerine vurup durdu. Zeyd bin Erkam Onun değneğini geri çekmediğini görünce şöyle dedi: “Bu değneği bu dişlerin arasından çekip aL. Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allaha yemin ediyorum ki, ben Resulallahın iki dudağını bu iki dudak üzerinde, onları öperken görmüşümdür.” Ve ağlamağa koyuldu. ibn Ziyad Ona şöyle cevap verdi:
“Hay Allah senin iki gözünü de sürekli olarak ağlatsın. Allaha yemin ederim, şayet sen bunamış ve aklını yitirmiş bir yaşlı olmasaydın senin boynunu uçururdum.” Zeyd, oradan ayrılırken şöyle diyordu: “Ey Araplar! Artık bu günden sonra sizler köle olacaksınız. Fatımanın oğlunu öldürdünüz. Mercanenin oğlunu emir yaptınız. işte o sizin en hayırlılarınızı öldürüyor, kötülerinizi de köle yapıyor. Sizler zilleti kabul ettiniz. Zilleti kabul edenler Allahın rahmetinden uzak olsun!”
Ömer Hüseyinin öldürülmesinden sonra iki gün daha orada kaldı ve Küfeye gitti. Küfeye giderken beraberinde Hüseyinin kızlarını, kız kardeşlerini ve onlarla beraber bulunan bütün çocuklarını alıp gitti. Bu yolculuk sırasında Hüseyinin küçük oğlu Ali henüz hasta bulunuyor idi. Hep birlikte Hüseyinin ve ölü olarak yere yıkılmış arkadaşlarıyla yakınlarının yanından geçerken kadınlar feryada başladılar ve yüzlerine vurdular. Kız kardeşi Zeyneb: “Ah ya Muhammed! Semanın bütün melekleri sana selat-ü selam etsin. işte Hüseyin düzlükte yatıyor, kanlara boyanmış, azaları kesilmiş. Senin kızların ise esir alınmış, zürriyetin tek tek öldürülmüş. Rüzgar onların üzerine toprak savuruyor.” diyerek hem kendisi ağladı, hem de dost düşman herkesi ağlattı.
Onları ibn Ziyadın huzuruna çıkarttıklarında Zeynep en adi elbiselerini giydi, tanınmaz bir hale geldi. Cariyeleri etrafını sardı. Ubeydullah:
“Şu oturan kadın kimdir?” diye sorunca Zeynep Onunla konuşmadı. Üç defa tekrarladığı halde Ona cevap vermedi. Sonra Onun cariyelerinden biri: “Bu Fatımanın kızı Zeynebdir,” deyince ibn Ziyad şöyle dedi: “Sizleri alçaltan, tek tek öldüren ve ortaya attığınız şeyleri yalanlayan Allaha hamd olsun!” Zeynep şu cevabı verdi: “Bizleri Muhammed ile şereflendiren ve tertemiz yapan Allaha hamd olsun! Bizler kesinlikle senin söylediğin gibi değiliz. Ancak fasıklar rezil olur ve facirler yalancı çıkartılır.” ibn Ziyad: “Nasıl, Allahın senin ailene yaptıklarını nasıl buldun?” deyince Zeynep şöyle karşılık verdi: “Onların üzerine ölüm yazılmıştı. Onlar da öldürülecekleri yere geldiler. Allah seni ve onları bir araya getirecek ve sizler karşılıklı olarak Onun huzurunda muhakemeleşeceksiniz.” ibn Ziyad hiddetlenerek şöyle dedi: “Senin azgın kardeşine ve ailenden asi ve isyankar olanlara karşı duyduğum kinden artık rahatlamış bulunuyorum.” Bu sefer Zeynep ağlayarak şu cevabı verdi: “Yemin ederim sen benim yiğidimi öldürdün, ailemi ortada bıraktın. Benim akrabalarımı da benden kopardın, kökünü kazıdın. Eğer seni bunlar rahatlatıyorsa rahatlamış oldun.” Bu sefer ibn Ziyad Ona: “Bu bir kahramanlıktır. Yemin ederim, gerçekten senin baban bir kahramandı.” deyince Zeyneb:
“Bir kadının kahramanlıkla ne ilgisi olabilir ki?” diye karşılık verdi. ibn Ziyad Hüseyinin oğlu Aliyi görünce: “Senin adın ne?” diye sordu. Ali: “Benim adım Ali bin Hüseyindir.” dedi. ibn Ziyad: “Allah Ali bin Hüseyini öldürmedi mi?” diye sordu, fakat Ali sesini çıkarmadı. ibn Ziyad: “Ne diye konuşmuyorsun?” diye sorunca Ali şöyle cevap verdi: “Benim aynı şekilde adı Ali olan bir başka kardeşim daha vardı. Onu insanlar öldürdü.” ibn Ziyad: “Onu Allah öldürdü!” dedi, fakat Ali sesini çıkarmadı. ibn Ziyad tekrar: “Niye konuşmuyorsun?” diye sorunca Ali şu ayetle cevap verdi:Öldüğü zaman canları alan Allahtır (Zumer suresi, 42)Hiç bir nefis için Allahın izni olmaksızın ölmek imkanı yoktur. (Al-i imran suresi, 145). ibn Ziyad Ona: “Allaha yemin ederim, sen de onlardansın.” dedikten sonra orada bulunan birine şöyle söyledi: “Eyadam, şuna bir bak ergenleşmiş mi? Ben bunun artık adam olduğunu sanıyorum.” Ahmerli Murri bin Muaz Onun üzerini açarak: “Evet, ergenleşmiştir.” diye cevap verince ibn Ziyad: “Onu öldür!” diye emir verdi. Fakat Ali Ona: “Peki bu kadınları kim görüp gözetecek?” diye sordu. Zeynep de Ona sarılıp kaldı ve şunları söyledi: “Ey ibn Ziyad! Bizden öldürdüğün kimseler sana yeter. Bizim kanlarımızı içmeye kanmadın mı? Bizden kimseyi bıraktın mı?” Alinin boynuna sarıldı ve şunları ekledi:
“Eğer sen mümin isen Allahadına senden şunu diliyorum: Onu öldürürsen mutlaka beni de onunla birlikte öldür.” Ali de şöyle konuştu: “Ey ibn Ziyad! Şayet seninle bu kadınlar arasında bir akrabalık var ise onlarla birlikte islamın gerektirdiği şekilde bulunacak, Allahtan korkan, muttaki bir adam gönder.” ibn Ziyad bir süre Zeynebe baktıktan sonra şunları söyledi: “Şu akrabalık duygusu gerçekten hayret verici! Allaha yemin ederim, ben Onun gerçekten Aliyi öldürecek olursam kendisini de öldürmemi samimiyetle istediğine inanıyorum. Haydi, genci bırakın, o da kadınlarla beraber gitsin.”
Daha sonra ibn Ziyad: “Topluca namaza!” diye seslenilmesini emretti. Herkes namaz için toplandı. ibn Ziyad minbere çıkıp hutbe okudu. Hutbesinde şunları söyledi: “Hakkı ve hak ehlini ortaya çıkartan, onları galip kılan, müminlerin emiri Yezidi ve taraftarlarını muzaffer kılan, yalancı oğlu yalancı Hüseyin bin Aliyi ve taraftarlarını öldüren Allaha hamd olsun!”
Bu sözler üzerine Ezdli ve bilahare el-Valibli olan Abdullah bin Afif Onun önüne atıldı. Abdullah gözlerinden birisini Ali ile birlikte Cemel Vakasında, diğerini de yine Onunla birlikte Sıffin Vakasında kaybetmiş ama bir kimse idi. Mescitten hiç ayrılmaz, geceye kadar orada namaz kılar, daha sonra ayrılır giderdi. ibn Ziyadın bu sözlerini işitince ayağa kalkıp şunları söyledi: “Ey Mercanenin oğlu! Gerçek şu ki asıl yalancı oğlu yalancı sensin ve senin babandır, seni vali tayin eden kimsedir ve onun babasıdır. Ey Mercanenin oğlu! Sizler Peygamberlerin çocuklarını öldürüyor, ondan sonra da Sıddıklerin ko-nuştuğu gibi konuşuyorsunuz ha!”
ibn Ziyad: “Onu yanıma getiriniz!” diye emir verdi. Alıp yanına götürünce Abdullah Ezdlilerin parolası olan: “Ya Mebrur” diye seslendi. Bunun üzerine Ezdlilerden bir grup genç yanına varıp Onu kurtardılar. ibn Ziyad daha sonra Abdullaha adamlar gönderip yanına getirtti ve öldürdü. Mescitte asılmasını emretmesi üzerine astılar. Allahın rahmeti Onun üzerine olsun.
ibn Ziyad, Hüseyinin başının alınarak Kufede dolaştırılmasını emretti. Böylece Hüseyinin başı bir görüşe göre bir ağaç üzerinde taşınan ilk baş oldu. Ancak doğru olan, islam tarihinde bu şekilde taşınan ilk başın Amr bin Hamikin başı olduğudur.
Daha sonra ibn Ziyad Hüseyinin ve arkadaşlarının başlarını Zahr bin Kays eşliğinde bir grup kişi ile Şama, Yezidin yanına gönderdi. Başları Şemir ve bir grup kişi ile gönderdiği de söylenmiştir. Onlarla beraber kadın ve çocukları da göndermişti. Bunlar arasında Hüseyinin oğlu Ali de vardı. ibn Ziyad Alinin ellerini ve boynunu demirlerle bağlamış ve onları bineklere bindirmişti. Yol boyunca Şama varıncaya kadar Ali onlarla hiç konuşmadı. Zahr bin Kays Yezidin huzuruna girince Yezid ona: “Ne haber?” diye sorunca Zahr şu cevabı verdi: “Ey Müminlerin emiri! Sana Allahın ihsan ettiği zaferin ve yardımın müjdesini getiriyorum. Allahalinin oğlu Hüseyini önümüze ailesinden on sekiz, taraftarlarından da altmış kişi ile birlikte çıkarttı. Onların üzerine gittik ve emir Ubeydullahın hükmünü kabul etmelerini, aksi takdirde kendileriyle çarpışacağımızı söyledik. Onlar çarpışmayı tercih ettiler. Güneşin doğuşu ile birlikte üzerlerine yürüdük, her taraftan onları kuşattık. Kılıçlarımız tepelerine inince sığınacak bir yer bulamayıp kaçışmağa ve çukurlarla tepelere sığınmağa başladılar. Adeta kartaldan kaçan güvercinleri andırıyorlardı. Allaha yemin ederim, sadece bir deveyi kesecek yahut da kuşluk vakti uyuyanın uyuyabileceği zamandan fazla bir süre geçmedi ki biz onların sonuncularını da öldürmüştük. işte onların cesetleri çırılçıplak senin önünde. Elbiseleri kumlara batmış, yanakları toprağa yatmış. Güneş onları kızdırıyor, rüzgarlar onların üzerinden geçip gidiyor. Akbabalar onların ziyaretçileri, kartallar o kuru ve boş arazilerde uçup konuyor. ”
Taberi der ki: Yezid gözleri yaşararak: “Başınızdaki o azgın Hüseyini öldürmeseydi yine bana yeterdi. Allah Sümeyyenin oğluna lanet etsin! Allaha yemin ederim, şayet ben karşı karşıya olsaydım, Onu hapsederdim. Allah Hüseyine rahmet buyursun!” dedi ve bu gelene hiç bir şey vermedi.
Denildiğine göre Hüseyinin ailesi Küfeye vardığında ibn Ziyad onları hapsetti ve Yezide durumu haber verdi. Onlar hapiste iken içeriye taşa bağlanmış bir pusula atıldı. Pusulada şunlar yazılı idi: “Posta sizin durumunuzu Yezide götürdü. Falan gün varacak ve falan gün geri dönecektir. Eğer tekbir sesleri duyarsanız öldürüleceğinizi biliniz, tekbir sesi duymayacak olursanız o zaman kendinizi emniyette kabul edebilirsiniz.”
Postanın gelişinden iki veya üç gün önce yine bir taşa bağlı olarak bir mektup atıldı. Bunda da şu satırlar bulunuyordu: “Artık vasiyetinizi yapınız ve söyleyeceklerinizi söyleyiniz. Postanın varması yakındır.” Daha sonra posta Yezid den tutuklu bulunanların kendisine gönderilmesine dair emri getirdi. Bunun üzerine ibn Ziyad Muhaffir bin Salebe ile Şemir bin Zul-Cevşeni çağırarak eşyalarla ve Hüseyinin başıyla birlikte gönderdi. Bunlar Dimaşka varınca Muhaffir bin Salebe Yezidin kapısından şöyle seslendi:
“insanların en ahmak ve alçağının başını getirdik.” Yezid bunu duyunca şöyle dedi:
“Muhaffirden daha alçak ve daha ahmak birisini Onun anasından başka bir ana doğurmuş değildir. O zalim ve her türlü bağı koparıcı bir kimsedir.”
Daha sonra Yezidin huzuruna girdiler. Başı önüne koydular ve Onunla konuştular. Abdullah bin Amir bin Kureyzin kızı ve Yezidin hanımı olan Hind bu sözleri işitince örtünerek dışarı çıktı ve şunları söyledi: “Ey müminlerin emiri! Bu Alinin ve Resulallahın kızı Fatmanın oğulları olan Hüseyinin başı mıdır?” Yezid: “Evet, Onun için ağla! Resulallahın ve Kureyşin en belli başlı kızının oğlunun yasını tut! ibn Ziyad acele davranıp Onu öldürdü. Allah da Onun canını alsın!”
Daha sonra Hüseyinin başı önünde olduğu halde elindeki çubukla ağzını kurcalarken insanların huzuruna girmeleri için izin verdi ve bu arada şunları söyledi: “Bunun ve bizim durumumuz Husayn bin el-Humamın şu söylediklerine benziyor:
Kavmimiz bize karşı adaletli olmadı, Kan damlayan kılıçlarımız da hakkı aldı. Bu kılıçlar bizim için değerli olanların kafasını yere yıkıyor, Onlarsa daha zalim ve daha asi idi.
Bunun üzerine Eslemli Ebu Berze şöyle konuştu: “Elindeki sopayla Hüseyinin ağzına mı vuruyorsun? Sopan Hüseyinin ağzına girmiş bulunuyor. Ben Resulallahın o ağzı öptüğünü görmüşümdür. Ey Yezid! Sen kıyamet gününde geleceksin ve şefaatçin ibn Ziyad olacaktır. Bu da gelecektir ve Onun şefaatçisi Muhammed olacaktır.” Daha sonra kalkıp gitti.
Yezid şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ey Hüseyin, eğer seninle çarpışan ben olsaydım seni öldürmezdim.” Daha sonra şunları söyledi: “Bütün bunların sebebi nedir biliyor musunuz?” O: “Benim babam Ali Onun babasından, annem Fatıma da Onun annesinden daha hayırlıdır. Dedem Resulallah Onun dedesinden daha hayırlı olduğu gibi ben de Ondan daha hayırlıyım ve bu işte Ondan daha çok hak sahibiyim.” dedi. Babasının benim babamdan daha hayırlı olmasına gelince: Babalarımız Allahın huzurunda delilleriyle ortaya çıkmışlardır. insanlar artık kimin lehine hüküm verildiğini de biliyorlar. Onun: “Benim annem Onun annesinden hayırlıdır.” demesine gelince: Yemin ederim ki Resulallahın kızı Fatıma benim annemden hayırlıdır. “Dedem Resulallah Onun dedesinden hayırlıdır.” demesine gelince: Yemin ederim ki Allaha, ahiret gününe inanan hiç bir kimse aramızda Resulallaha denk, Resulallaha eş değerde hiçbir kimse olduğu görüşünde değildir. Fakat o derin bilgisine kurban gitmiş ve:De ki ey mülkün sahibi olan Allahım… (Al-i imran suresi, 26) buyruğunu okumamış gibidir.”
Daha sonra Hüseyinin başı önünde olduğu halde hanımı ve yakınları huzuruna getirildi. Hüseyinin kızları olan Sukeyne ile Fatıma uzanarak babalarının başını görmek istediler, ancak Yezid görmelerini önlemek amacıyla önlerinde duruyordu. Başı görünce hep birlikte feryat ettiler. Bu arada Yezidin kadınları bağrışmağa, Muaviyenin kızları da etrafı velveleye vermeğe başladılar. Hüseyinin yaşça Sükeyneden daha büyük olan kızı Fatıma şöyle dedi: “Ey Yezid! Resulallahın kızları şu anda esir midir?” Yezid onlara: “Ey kardeşimin kızı, işte benim de arzulamadığım şey bu idi.” deyince Fatıma: “Allaha yemin ederim, bizim bir yüzüğümüz bile bırakılmadı.” dedi. Bunun üzerine Yezid: “Sizin başınıza gelmiş olanlar sizden alınanlardan daha büyüktür.” diye karşılık verdi.
Bu arada Şamlı bir adam ayağa kalkarak ve Fatımayı kast ederek: “Bunu bana bağışlayıver!” deyince Fatıma kız kardeşi Zeynebin elbiselerini yakaladı. Zeynep Fatmadan daha büyük idi, Yezide şöyle dedi: “Yalan söyledin ve çok alçakça hareket ettin. Böyle bir iş ne sana, ne de ona düşer.” Bu söz üzerine Yezid gazaba geldi ve şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, sen yalan söyledin, bu bana düşer ve ben onu bağışlamayı istesem bağışlayabilirdim. ” Zeynep şöyle karşılık verdi: “And olsun, Allah sana böyle bir imkan vermiş olamaz; ancak senin dinimizden çıkıp başka bir dine göre hüküm vermen hali bundan müstesnadır.” Yezid yine gazaplandı ve adeta aklı başından gitmişçesine: “Sen bu şekilde bana mı karşılık veriyorsun? Dinden olsa olsa senin baban ve kardeşin çıkmış olabilir.” dedi. Zeynep de: “Allahın dini ile babamın, kardeşimin ve dedemin dini ile sen de, baban da, deden de hidayet buldunuz.” diye cevap verdi. Yezid bu sefer şöyle dedi: “Ey Allahın düşmanı, yalan söylüyorsun.” Zeyneb: “Sen emir olduğun halde haksızlık ediyor, hakarette bulunuyorsun. Elindeki otoriteyle bizleri baskı altında tutmak mı istiyorsun?” deyince Yezid utandı ve sesini kesti. Daha sonra yanından çıkartılıp Yezidin odalarına yerleştirildiler. Yezidin ailesinden olup da onların yanına gelmeyen, onlara taziyede bulunmayan ve kendilerinden neler alındığını sorup da kat katını onlara vermeyen hiçbir kadın olmadı. Sükeyne şöyle diyordu:
“Ben Muaviyenin oğlu Yezidden daha iyilikçi bir Allah inkarcısı görmedim.”
Daha sonra Yezid emir verdi, Hüseyinin oğlu Ali elleri kolları bağlı olarak huzuruna getirildi. Ali: “Resulallah eğer bizleri bu şekilde, eli kolu bağlı olarak görecek olsaydı, mutlaka bağlarımızı çözerdi.” deyince Yezid: “Doğru söylüyorsun,” diyerek Alinin bağlarının çözülmesini emretti. Daha sonra Ali şöyle söyledi: “Şayet Resulallah bizim bu şekilde uzak durduğumuzu görseydi bizi yakınlaştırmak isterdi.” Bunun üzerine Yezid emir verdi ve Ali kendisine yaklaştırıldı. Yezid kendisine şöyle dedi: “Ey Hüseyinin oğlu Ali! Benim akrabalık bağlarımı koparan, hakkımı tanımayan, otoritem konusunda benimle mücadeleye girişen senin baban oldu. Allah Onun başına senin şahit olduğun şeyleri getirdi.” Ali şu ayetle cevap verdi:Ne yerde, ne de sizin nefislerinizde (size isabet eden) hiçbir musibet yoktur ki, bizler onu yaratmazdan önce (Lehv-i Mahfuz adındaki bir) kitapta yazılı olmasın. Muhakkak bu Allaha göre çok kolaydır. Ta ki kaybettiğinize üzülmneyesiniz, (Allahın) size verdiğine de sevinmeyesiniz. Allah zaten her kibirlenip böbürleneni sevmez. (Hadid suresi, 22-23).
Yezid de Ona şu ayetle cevap verdi:Size gelen her bir musibet sizin ellerinizin kazanması iledir. (Şura suresi, 30).
Daha sonra sustu ve bir şey söylemedi. Onun, beraberindeki diğer hanımlarla birlikte dedesi Alinin evinde ağırlanmalarını emretti. Yezid bütün öğle ve akşam yemeklerinde mutlaka Aliyi de yemeğe çağırırdı. Bir gün yanında henüz küçük bir çocuk olan Hüseyinin oğlu Amr bulunduğu sırada Aliyi çağırdı ve Amra Halid bin Yezidi kast ederek sordu: “Bununla boğuşur musun?” Amr şöyle cevap verdi: “ikimize de birer bıçak ver, dövüşelim. ” Bunun üzerine Yezid Onu kucaklayarak şöyle dedi: “Bu benim öteden beri tanıdığım bir tabiattır. Hiç yılan yılandan başka bir şey doğurur mu?”
Denildiğine göre Hüseyinin başı Yezide varınca ibn Ziyadın durumu daha bir iyileşti ve sağlamlaştı. Ona daha fazla şeyler vermeğe başladı, Onunla olan bağlarını güçlendirdi ve yaptığından memnun, oldu. Fakat fazla bir süre geçmeden herkesin Ona kin beslediğini ve lanet edip küfrettiğini haber alınca Hüseyinin öldürülmesine pişman olup şöyle demeye başladı:
“Ben bazı sıkıntılara katlanıp Hüseyini evimde misafir etseydim ve Onu istediği şekilde hakim kılsaydım ne kaybederdim? Her ne kadar bu benim otoritemi zayıflatmış olurdu ise de Resulallahın haklarını korumuş, Onun hukukuna riayet etmiş olurdum. Allah Mercanenin oğluna lanet etsin, çünkü beni bu duruma düşüren O oldu. Halbuki Hüseyin ondan bana elini verip beyat etmek yahut vefat edinceye kadar herhangi bir serhadde oturmak konularında izin istemişti; ancak ibn Ziyad bu isteklerini kabul etmeyip Onu öldürdü, bu yüzden de Müslümanlar bana kin besledi, onların kalplerine bana karşı düşmanlık tohumu ekti, iyileri de kötüleri de Hüseyini öldürmemi çok büyük bir iş olarak değerlendirdiklerinden bana buğz ettiler. Bu Mercanenin oğluna ne yapayım? Allah Ona lanet etsin, gazap etsin!”
Yezid, Medineye göndermek isteyince Numan bin Beşire onları hazırlamayı ve uygun gelecek şekilde ihtiyaçlarını karşılayarak Şam halkından emin birisini onlarla birlikte göndermesini, ayrıca yanlarına Medineye kadar refakat edecek bir grup atlı da katmasını emretti. Daha sonra vedalaşmak üzere Aliyi çağırıp şunları söyledi: “Allah Mercanenin oğluna lanet etsin! Allaha yemin ederim, şayet onun karşısında ben olsaydım ve benden bir şey istemiş olsaydı kesinlikle onun o isteğini yerine getirirdim ve Onu -isterse çocuklarımın helakiyle, ölümüyle neticelensin- elimden geldiğince ölümden kurtarmağa çalışırdım, fakat gördüğün gibi Allahın hükmü böyle tecelli etmiştir. Yavrucuğum, bir ihtiyacın olursa bana yaz, bildir.” Daha sonra bu elçiye onlar hakkında tavsiyelerde bulundu. Elçi onlarla birlikte çıktı. Geceleyin yol aldıkları zaman fazla ileri geçmeyecek şekilde onun önünde gidiyorlar, konaklayacak oldukları zaman da o ve arkadaşları onlardan ancak bir miktar uzaklaşıyorlar, çevrelerinde bekçi gibi onları korur bir durum alıyorlardı. Bu elçi onların ihtiyaçlarını soruyor, onlara Medineye varıncaya kadar nazik bir şekilde muamele ediyor, iyi bir şekilde davranıyordu. Alinin kızı Fatıma, kız kardeşi Zeynebe şöyle dedi: “Bu adam bize gerçekten iyilik yaptı. Ne dersin, ona herhangi bir hediye vererek karşılık verelim mi?” Zeynep Ona:
“Allaha yemin ederim, süs eşyalarımızdan başka verecek hiçbir şeyimiz yoktur.” diyerek karşılık verdi. Her ikisi iki bilezik çıkartıp gönderdiler ve özür beyan ettiler, fakat bu adam hepsini geri çevirerek şöyle söyledi: “Eğer ben bunu dünya için yapmış olsaydım sizin bu gönderdikleriniz gerçekten beni memnun ederdi, fakat Allaha yemin ederim, ben bu yaptıklarımı sadece Allah için ve sizlerin Resulallaha olan yakınlığınız dolayısıyla yapmışımdır.”
imruul-Kaysın kızı olan er-Rebab Hüseyinin hanımı olup onunla birlikte bulunuyordu. er-Rebab Hüseyinin kızı Sukaynenin annesidir. Hüseyinin ailesinden olan kimselerle birlikte o da Şama götürülmüş, daha sonra Medineye geri dönmüştü. Kureyşin eşrafından olan kimseler talip olmuş, fakat O: “Ben Resulallahdan sonra hiç bir kimseyi kayınpeder edinemem” diye cevap vermiş ve bu teklifleri kabul etmemişti. Hüseyinden sonra bir yıl daha yaşadı ve bu süre içerisinde hiç bir evin çatısı altında barınmadı. Sonunda kalp ağrısından vefat etti. Onun Hüseyinin kabri başında bir yıl kaldıktan sonra Medineye döndüğü ve üzüntüden öldüğü de söylenmiştir.
Ubeydullah bin Ziyad Hüseyinin ölümünü bildirmek üzere Amr bin Saide bir elçi göndermişti. Yolda Kureyşten bir kişi bu elçi ile karşılaşmış ve:
“Ne haber?” diye sorunca elçi: “Haber emirin yanındadır” diye cevap vermiş, bunun üzerine Kureyşli adam da; “inna lillah ve inna ileyhi raciun, Hüseyin öldürüldü.” demişti.
Haberi getiren Amr bin Saidin yanına girmiş, Amr Ona: “Ne gibi bir haberle geldin?” diye sorunca elçi; “Emiri sevindirecek haber getirdim, Alinin oğlu Hüseyin öldürüldü.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Amr: “O halde Onun öldürüldüğünü ilan et!” diye emir verince elçi bu ilanı yaptı. Haberi duyan Haşimoğullarının kadınları feryadı bastı ve Ebü Talibin oğlu Akilin kızı yanında yakın akrabası olan diğer kadınlarla birlikte peçesiz ve elbiselerini çeke çeke dışarı çıktı. Bu sırada bir taraftan da şu beyitleri okuyordu:
Ne diyeceksiniz, Peygamber size sorsa: Son ümmet olduğunuz halde ne yaptınız, Benim soyumu ve ailemi benden sonra? Kimini esir aldınız, kimini yaraladınız, Benim sizden göreceğim karşılık böyle olmamalıydı. Akrabama böyle kötü davranmamalıydınız.
Amr kadınların bu şekilde bağrıştıklarını işitince gülerek şu beyti okudu:
Ziyadoğullarının kadınları feryadı bastı, Kadınlarımızın Ernab sabahı bağırdığı gibi.
Ernab, Zebidoğullarının Haris bin Kaaboğullarından olan Ziyadoğulları üzerine yaptığı bir baskın olayıdır. Söz konusu bu beyit de Amr bin Madikeribe aittir.
Daha sonra Amr: “Osman için bağırıldığı gibi bağırılıyor.” dedi, arkasından minbere çıkarak halka Hüseyinin ölümünü bildirdi.
Abdullah bin Caferin iki oğlunun Hüseyin ile birlikte öldürüldüğünü haber alınca kölelerinden birisi ve bazı kimseler taziyesine gittiler. Kölesi: “işte bu bizim başımıza Hüseyinin yüzünden geldi.” deyince Abdullah ayakkabısıyla Onu dürterek şöyle dedi: “Ey kokuşmuşun oğlu! Sen bunu Hüseyine mi söylüyorsun? Allaha yemin ederim, ben de görmüş olsaydım Onunla birlikte öldürülünceye kadar Ondan ayrılmamayı arzu ederdim. And olsun kardeşim ve amcamın oğlunun Onu destekleyerek ve Onunla beraber sabrederek öldürülmüş olmaları başıma gelen bu musibeti hafifletici ve kederimi azaltıcı bir durumdur.” Daha sonra şöyle devam etti: “Bizzat benim iki elim Hüseyine karşı yapılması gerekeni yapamadıysa da benim çocuklarım gerekeni yapmışlardır. ”
Kufeliler Hüseyinin başını Şama getirip Dimaşk mescidine indiklerinde Mervan bin Hakem onlara gidip bu işi nasıl yaptıklarını sordu, onlar da anlattılar. Daha sonra Mervan onların yanından ayrılıp gitti. Arkasından kardeşi Yahya bin Hakem yanlarına geldi ve onlara aynı soruyu sordu. Ona da aynı şeyi anlattılar. Yahya onlara şöyle dedi: “Kıyamet gününde Muhammedi artık göremeyeceksiniz. Hiçbir konuda artık sizinle birlikte olmayacağım”
Yezidin yanına girdiklerinde Yahya bin Eksem şu beyitleri okudu:
Alçak soylu ibn Ziyada yakın Kalabalık asker Taffa yakındı. Sumeyyenin soyu artık toprak gibidir Al-i Mustafanınsa soyu kalmadı.
Bunu duyan Yezid Yahyanın göğsüne vurarak: “Sus” diye emretti.
Denildiğine göre, Hüseyinin öldürüldüğü gece birisinin şu beyitleri okuduğu işitilmiştir:
Ey bilgisizce Hüseyini öldürenler!
Azabı ve cezayı müjdelerim size,
Gökteki herkes size beddua ediyor,
Ne kadar melek ve peygamber varsa…
Süleyman da, Musa da, incilin sahibi de size lanet ediyor.
iki ya da üç ay süreyle güneşin doğuşundan itibaren yükselişine kadar herkes adeta duvarlara kan sürüldüğünü görüyor gibi oluyordu.
Ras Calüt o günleri anlatırken şöyle der: “Kerbeladan her geçişimde, orayı geride bırakıncaya kadar atımı koştururdum, çünkü bizler orada bir Peygamber çocuğu öldürülecek diye kendi aramızda konuşuyorduk ve bundan dolayı korkuya kapılırdım. Hüseyinin öldürülmesinden sonra artık kendimi emniyet içerisinde görmeye başladım. Oradan atımı koşturmadan geçer giderdim. ”
Öldürüldüğü gün Hüseyinin elli beş yaşında olduğu söylenmiştir.
Altmış bir yaşında olduğu da söylenmiş olmakla birlikte bu rivayetin hiçbir değeri yoktur.
Her şeyiyle Haşimoğullarına bağlı, Teym Murradan olan şair etTeymi, Hüseyine ve ailesine yazmış olduğu mersiyede şunları söyler:
Muhammedin aile halkının evlerinden geçtim, Boş kaldıkları günkü halleriyle benzerlerini görmedim. Allah bir yerden sakinlerini uzaklaştırmasın, isterse orayı kendileri bırakıp gitmiş olsun. Haşimlerden nehir kıyısında Taffda öldürülenler, Müslümanların boynunu büktü ve onları üzüntüye boğdu. Onlar bir umutken fada oluverdiler, Çok büyük bir fada ve çok ağır… Varlıklıya göre bir damla kanımız varsa, Bir gün onlara bunun karşılığını veririz. Kayslılar fakir düşerse fakirlerini koruruz, Onlar ise ayağımız kayınca öldürür bizi.