Hüseyin Medineden çıkıp Mekkeye doğru giderken Abdullah bin Muti ile karşılaştı ve Ona: “Canım sana feda! Nereye gitmek istiyorsun?” diye sorunca Hüseyin: “Şu anda Mekkeye. Daha sonrası için ise Allahtan hayırlısını dileyeceğim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Abdullah şunları söyledi: “Allah sana hayırlısını versin, canımız da sana feda olsun! Mekkeye gidecek olursan sakın Kufeye yaklaşmayasın, çünkü orası uğursuz bir beldedir. Baban orada şehit edildi, kardeşin orada aldatıldı, neredeyse ölümüyle sonuçlanacak bir darbeyi orada yedi. O bakımdan sen Haremden ayrılma, çünkü sen Arapların efendisisin. Hicaz halkı seni kimseye değişmez. Her taraftan insanlar etrafında toplanmak için çağrılır. Sakın Haremden ayrılma. Amcalarım, dayılarım sana feda olsun! Allaha yemin ederim ki, sen helak olacak olursan bizler senden sonra köleleştiriliriz. ”
Hüseyin Mekkeye varıncaya kadar yoluna devam etti. Mekkeliler Onun yanına gidip geliyor, orada bulunup umre yapmak için gelmiş olan taşra halkı da ziyaretine geliyorlardı. ibn Zübeyr ise Kabenin bir kenarında duruyor, orada bütün gün namaz kılıyor, tavaf ediyordu. Hüseyin de beraberindekilerle Onun yanına gidiyor ve görüşünü bildiriyordu. ibn ez-Zübeyr için Allahın yarattıkları arasında ondan daha ağır bir kimse olamazdı, çünkü Hüseyin orada kaldığı sürece Hicaz, halkı ibn ez-Zübeyre beyat etmeyeceklerdi.
Kufe halkı Muaviyenin öldüğünü, Hüseyin, ibn Ömer ve ibn ezZübeyrin Yezide beyat etmediklerini haber alınca onları Yezide karşı kışkırtmak istediler. Bu bakımdan Şia diye bilinenler, Huzaalı Süleyman bin Suradın evinde toplandılar ve Hüseyinin Mekkeye yürüdüğünü dile getirerek bir grup kişi adına Ona mektup yazdılar. Süleyman bin Surad, Müseyyeb bin Necebe, Rifaa bin Şeddad Habıb bin Mutahhar ve başkaları bu kişiler arasındaydı.
Mektup şöyleydi: “Rahman ve rahim olan Allahın adıyla. Sana selam olsun. Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allaha hamd ettiğimizi bildiririz. imdi, bu ümmetin işlerini zorla eline alarak onları dağıtan, inatçı, cebbar olan düşmanının belini kıran Allaha hamd olsun. O senin düşmanın ki bu ümmetin ganimetIerini haksız yere onlardan aldı, ümmetin rızasına aykırı olarak onların başına geçti, daha sonra da bu ümmetin hayırlılarını öldürüp kötülerini bıraktı. Şunu bil ki, bizim başımızda önderimiz yoktur; bu işi sen kabul et, belki Allah senin sayende hepimizi hak etrafında bir araya getirir. Numan bin Beşıre gelince, o emirlik sarayında oturuyor. Bizler ne cuma namazında ne de bayram namazında onunla bir araya gelebiliyoruz. Senin buraya gelmekte olduğunu haber alırsak Allahın izniyle Onu Şam bölgesine kaçırtana kadar buradan çıkartırız. Allahın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun. ”
Bu mektubu Hemdanlı Abdullah bin Seb ve Abdullah bin Vail ile birlikte gönderdiler. Bundan iki gün sonra bir mektup daha yazıp gönderdiler. Halk yaklaşık yüz elli sahifeyi bulan mektuplar yazdı. Arkasından Hüseyine üçüncü bir elçi göndererek kendilerine gelmesi için teşvik etmeye başladılar. Daha sonra Şebes bin Ribı, Haccar bin Ebcer, Yezid bin Haris, Yezid bin Ruveym, Urve b; Kays, Zebidli Amr bin Haccac, Temimli Muhammed bin Umeyr de aynı konuda mektuplar yazdılar.
Hüseyin bütün bu mektupları alınca onlara şunları yazdı: “imdi, bütün anlattıklarınızı anlamış bulunuyorum. Sizlere kardeşim, amcamın oğlu ve ailemden güvendiğim kimse olan Müslim bin Akili gönderiyorum. Ona halinizi, durumunuzu ve görüşünüzü bana yazmasını emrettim. Eğer o da sizin ileri gelenlerinizin ve görüş sahiplerinizin, elçilerinizin bana getirdikleri haberlerdeki görüşler etrafında birleşmiş olduklarını yazacak olursa Allahın izniyle pek yakında yanınızda olurum. Yemin ederim, gerçek önder ancak Allahın kitabı ile amel eden, adaleti ayakta tutan ve Hak dinin yolundan giden kimseden başkası olamaz. Vesselam.”
Şiadan bir gurup kişi Basrada adı Saad kızı Mariye olan Abdülkaysli bir kadının evinde bir araya geldiler. Bu kadın da Şiadandı. Onun evi bir araya gelerek sohbet edip konuştukları bir yerdi. Yezid bin Bunayt Hüseyinin yanına gitmeyi kararlaştırdı. O da Abdülkaysoğullarındandı. On tane oğlu vardı. Onlara: “Aranızdan benimle gelecek kim çıkar?” deyince, Abdullah ve Ubeydullah adındaki iki çocuğu çıktı. Hep birlikte Mekkede Hüseyinin yanına gittiler. Daha sonra Hüseyinle birlikte yola koyuldular ve Onunla birlikte öldürüldüler.
Daha sonra Hüseyin Müslim bin Akili çağırarak Küfe tarafına gönderdi. Ona Allahtan korkmasını, işini gizli tutmasını tavsiye etti. Halkın bir görüş etrafında birleşmiş olduklarını gördüğü taktirde acele kendisine bildirmesini söyledi.
Müslim Medineye vardı. Resulallahın mescidinde namaz kıldı, aile efradıyla vedalaştı ve Kayslılardan iki kılavuz kiraladı. Kılavuzlar onunla beraber yola çıktılar ancak yolu kaybettiler ve susuzluk tehlikesiyle karşılaştılar. Her iki kılavuz da susuzluktan öldü. Müslime: “Bu yol seni suya çıkartır” demişlerdi. Müslim Hüseyine şu mektubu yazdı: “Ben Medineye vardım ve oradan iki kılavuz kiraladım; fakat yolu kaybettiler, susuzluktan öldüler. Bizler de suya varıncaya kadar yolumuza devam ettik ve ancak canımızı kurtarabildik. Sözünü ettiğim bu su da Hubeytin iç tarafında Madik denilen yerdedir. Ben bu işin sonunu hayırlı görmüyorum. Uygun görürsen beni bu görevimden affet ve başkasını gönder.” Hüseyin ise kendisine şu cevabı yazdı: “imdi ben yazdığın o mektubu korkaklık yüzünden yazmış olmandan endişe duyuyorum. Yoluna devam et. Selam.”
Müslim daha sonra Küfeye varıncaya kadar yoluna devam etti ve Muhtarın evinde konakladı. Başka bir evde kaldığı da söylenmiştir. Şiaya mensup olanlar Onun yanına gidip gelmeye başladılar. Müslim yanına gelen her topluluğa Hüseyinin mektubunu okuyor, onlar da ağlaşıyor ve Onunla birlikte savaşıp destek olacaklarına söz veriyorlardı.
Şia Onun bulunduğu yere gide gele sonunda yeri bilindi ve o sırada Küfe Valisi bulunan Numan bin Beşir de bunu haber aldı. Numan minbere çıkıp şöyle konuştu:
“Fitneye ve ayrılığa gitmekte acele etmeyiniz, çünkü bu ikisinde yiğitler ölür, kanlar akıtılır, mallar haksızca alınır.” Numan halim selim, ibadete düşkün ve esenliği seven birisiydi. Daha sonra şunları söyledi: “Ben benimle çarpışmayanla çarpışmam, bana hücum etmeyenin üzerine gitmem, sizden uyuyan kimseleri uykudan uyandırmam, size taarruz etmem, iftirayla, zanla, ithamla kimseyi sorumlu tutmam. Bununla birlikte sizler, içinizi dışınıza vurup verdiğiniz beyati bozarsanız, imamınıza muhalefet ederseniz, kendisinden başka ilah bulunmayan Allaha yemin ederim ki, kabzası elimde durduğu sürece kılıcımla sizi vurmaya devam edeceğim, isterse sizden hiçbir kimse bana yardımcı ve destek olmasın. Fakat her şeye rağmen aranızda hakkı bilenlerin sayısının batılın alçaltacağı kimselerden daha fazla olacağını ümit ediyorum. ”
Bunun üzerine Ümeyyeoğullarının antlaşmalısı olan Abdullah bin Müslim bin Said el-Hadrami ayağa kalkıp şunları söyledi: “Senin bu gördüğün durumu ancak kaba kuvvet düzeltebilir. Fakat senin bu görüşün zayıf iradelilerin görüşüdür.” Bunun üzerine Numan ona: “Allaha itaat edip zayıf kimselerden olmayı, Allaha isyan edip güçlü kimselerden olmaya üstün tutarım” diyerek minberden indi.
Abdullah bin Müslim Yezide mektup yazarak Müslim bin Akilin Küfeye geldiğini, halkın Ona beyat etmekte olduğunu bildirdi ve şunları ekledi:
“Şayet senin Kufeye ihtiyacın varsa oraya senin emirlerini uygulayacak ve düşmanına senin yaptıklarını yapacak güçlü bir adam gönder, çünkü Numan zayıf ya da zayıf görünen bir adamdır. ”
Yezide bu durumu ilk bildiren böylece Abdullah bin Müslim oldu. Daha sonra Umare bin Velid bin Ukbe ile Amr bin Saad bin Ebi Vakkas da benzeri mektuplar yazdılar.
Mektuplar Yezidin elinde birikince Muaviyenin azatlısı Sercunu çağırıp bunları okuttüktan sonra Küfeye kimi vali tayin edeceği konusunda fikrini sordu. Yezid, Ubeydullah bin Ziyada kırgındı. Böyle olduğu halde Sercun Ona şu soruyu sordu: “Şu anda Muaviyeye hayat verilse Onun dediğini yapar mıydın?” Yezid: “Evet” diye cevap verince Sercun şöyle dedi:
“O halde Ubeydullahı Kufeye tayin ettiğine dair bir karar çıkart, çünkü bu Muaviyenin görüşüdür ve Muaviye ölümünden önce bu tayin kararının yazılmasını emretmişti.” Yezid, Sercunun görüşüne uyarak, Ubeydullahı Kufe ve Basra valiliğine getirdi. Konuyla ilgili emirnameyi yazıp Küteybenin babası Müslim bin Amr el-Bahili ile birlikte Ona gönderdi. Ayrıca Müslim bin Akili öldürmeyi ya da bölgeden sürgün etmeyi emretti.
Yezidin mektubu Ubeydullaha ulaşınca Ubeydullah hemen ertesi günü çıkmak üzere hazırlık yapılmasını emretti.
Hüseyin Basra eşrafına yalnızca bir nüsha olmak üzere mektup göndermişti. O bu mektubunu Malik bin Misma el-Bekri, Ahnef bin Kays, Münzir bin Carud, Mesud bin Amr, Kays bin Heysem, Ömer bin Abdullah bin Mamer adındaki kimselere göndermiş, onları Allahın kitabına, Resulünün sünnetine çağırmış, sünnetin artık öldüğünü, bidatin ise canlandırıldığını” söylemişti. Hepsi Onun mektubunu gizledilerse de Münzir bin Carud, ibn Ziyadın bir hilesi olmasından korktuğundan mektubu ve getiren kimseyi yanına alarak ibn Ziyada gitti. ibn Ziyad mektubu getiren elçinin boynunu vurdu, arkasından yaptığı konuşmada halka şunları söyledi:
“Allaha yemin ederim, benim için zorluk söz konusu olamaz. Bana dağınıkların gürültüsü tesir edemez. Ben bana düşmanlık edenden intikam alırım. Benimle savaşana karşı bir ok olurum. Ey Basralılar! müminlerin emiri beni Küfeye tayin etmiş bulunuyor. Sabah erkenden oraya gidiyorum. Benim yerime kardeşim Osman bin Ziyadı vekil bırakıyorum. Sakın ha karışıklık çıkarmayınız. Allaha yemin ederim, sizden herhangi birinizin bir karışıklık çıkardığı haberini alırsam onu da, onu tanıyanı da, onun dostunu da öldüreceğim. En yakını en uzaktakinden sorumlu tutacağım; ta ki dosdoğru yola gelinceye ve aranızda hiçbir muhalif ve ayrılıkçı kalmayıncaya kadar. Ben Ziyadın oğluyum, çakıllar üzerinde yürüyen kişiler arasında bir tek ben Ona benziyorum. Ne bir dayıya, ne de amca oğluna benzeyerek ondan uzaklaşmadım.”
Daha sonra beraberinde Müslim bin Amr el-Bahill, Şerik bin Aver elHarisı, Haşme ve aile halkı ile birlikte Basradan yola çıktı. Şerik şii idi.
ibn Ziyadın beş yüz kişi ile birlikte yola çıktığı, daha sonra bunlardan bir kısmının ayrıldıkları da söylenmiştir. Ondan ilk ayrılan Şerik olmuştur. Onlar Şerikin karşılarına çıkacağını ve Hüseyinin daha önce Kufeye gireceğini sandılarsa da öyle olmadı. ibn Ziyad tek başına Küfeye girinceye kadar Şerik onlardan hiç kimsenin karşısına çıkmadı. ibn Ziyad tek tek meclislere uğruyor, herkes Onun Hüseyin olduğundan şüphe etmediğinden, “Ey Allahın Resulünün oğlu, merhaba!” diyorlar, O ise onlarla hiç konuşmuyordu. Herkes evinden çıkıp Onun önüne geldi. ibn Ziyad gördüğü bu manzaradan hoşlanmadı. Numan da gelenin Hüseyin olduğundan şüphe etmeyerek kapısını üzerine kapatmıştı. Ubeydullah bin Ziyad beraberinde bağrışan halkla birlikte Numanın kapısına kadar vardı. Numan Ona: “Allah adına git, beni bırak. Allaha yemin ederim ben sana emanetimi teslim edecek değilim, seninle çarpışmaya da ihtiyacım yoktur” dedi. Ubeydullah Ona yaklaşıp: “Aç açmaz olasıca!” dedi. Ubeydullahın arkasında bulunan bir kişi onun bu sözlerini işitince diğer insanların yanına varıp onlara: “Bu Mercanenin oğludur” dedi.
Numan kendisine kapıyı açınca Ubeydullah içeri girdi. Kapıyı kapattılar ve halk da dağılmış oldu. Ertesi gün sabah olunca minbere çıkıp insanlara bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı aynı günde yaptığı da söylenmiştir.
Söz konusu konuşmasında şöyle demişti:
“Şunu bilin ki, müminlerin emiri beni sizin şehrinize, askerlerinize ve ganimetIerinize vali olarak tayin etmiş, sizden mazlum olana hakkını vermeyi yoksulun yoksulluğunu gidermeyi, itaat edene iyilikte bulunmayı, şüphe yayıp karşı geleninize şiddetle davranmayı emretmiştir. Ben de sizin aranızda Onun emirlerine uyacağım, dediklerini uygulayacağım, aranızda iyilik yapana iyi bir baba, itaat edeninize kardeş olacağım. Kılıcım ve kamçım, emrime uymayıp ahdimi yerine getirmeyenin üzerinde olacaktır. Artık herkes kendisine dikkat etsin. ”
Daha sonra minberden inip ileri gelenleri ve halkı çok şiddetli bir şekilde sorguya çekerek şunları söyledi: “Bana aranızdaki yabancıları, müminlerin emirinin aradığı kimseleri, aranızda olup da Haruriyeye mensup olanları, ayrılık ve tefrika çıkarmaktan başka bir şey düşünmeyen kışkırtıcı kimseleri yazınız. Bana onların isimlerini yazan kurtulur. Hiç kimsenin adını yazmayanlar da tanıdığı kimselerin hiç birisinin bize karşı olmayacağını ve bize karşı isyan etmeyeceğini garantilesin. Kim böyle yapmazsa artık onun üzerinden himaye kalkar, kanı ve malı bize helal olur. Müminlerin emirinin aradığı herhangi bir kimse yanında bulunan veya onu tanıyıp da bize bildirmeyen evinin kapısı önünde asılacak ve Uman ez-Zareye sürülecektir.” deyip minberden indi.
Müslim, Ubeydullahın konuşmasını haber alınca Muhtarın evinden çıkarak Murad Kabilesinden Hani bin Urvenin yanına gidip kapısından içeri girdi ve Haniyi çağırdı. Hani Onunla karşılaşınca bundan hoşlanmadı. Müslim kendisine: “Beni himayene alman ve misafir etmen için yanına gelmiş bulunuyorum.” deyince Hani kendisine: “Sen bana gerçekten çok ağır bir iş yüklemiş bulunuyorsun. Şayet evimin içine girmemiş olsaydın çekip gitmenden memnun olacaktım, ancak bu durumda gitmen benim için bir yerilme sebebi olacaktır. Haydi, içeri gir.” dedi. Ondan sonra Müslimi evinde barındırmaya başladı. Şiaya mensup olanlar Müslimin yanına, Haninin evine gidip gelmeye başladılar.
ibn Ziyad bir azatlısını çağırarak ona üç bin dirhem ve şu talimatı verdi:
“Git Müslim bin Akili ve arkadaşlarını arayıp bul, onlarla karşılaş, Onlara bu malı ver ve kendilerine senin onlardan olduğunu söyleyerek ne yaptıklarını, durumlarını öğren!” ibn Ziyadın bu azatlı kölesi bunu yaparak Esedli Müslim bin Avsecenin yanına mescide gitti. Orada namaz kılmakta olan Müslim bin Avsece hakkında herkesin: “Bu adam Hüseyin adına beyat alıyor.” demekte olduğunu işitti. Müslim namazını bitirdikten sonra ona: “Ey Allahın kulu! Ben Şam halkından birisiyim. Allah bana bu Beyt ehlini sevmek nimetini ihsan etmiş bulunuyor. işte elimde bulunan bu üç bin dirhemi Küfeye geldiğinde ve Resulallahın kızının oğlu adına beyat aldığını işittiğim biriyle karşılaşıp vermek istedim. Ben bazı kimselerden senin bu Beyt ehlinin durumunu bilmekte olduğunu işittim. Senin yanına sözünü ettiğim bu paraları alman ve arkadaşının yanına kendisine beyat etmek üzere beni götürmen için gelmiş bulunuyorum. Arzu edersen kendisiyle görüşmeden önce de benim beyatimi alabilirsin. ”
Müslim bin Avsece ibn Ziyadın bu adamına:
“Arzu ettiğin şeye erebilmen için benimle karşılaşmış olman ve Yüce Allahın senin vasıtanla Peygamberinin ehl-i beytine yardımcı olması beni sevindirmiştir. Bununla birlikte iş kemale ermeden önce halkın benim bu durumumu bilmesi de hoşuma gitmemiştir, çünkü şu azgından ve onun zorbalığından korkuyorum.” dedikten sonra ondan beyat aldı ve kesinlikle kötülük etmeyeceğine, bu işi son derece gizli tutacağına dair çok büyük yemin verdirdi. ibn Ziyadın bu adamı ibn Avsecenin yanına kendisini Müslim bin Akilin huzuruna götürmesi için günlerce gidip geldi.
Hani bin Urve hastalanmış, Ubeydullah da Onu ziyarete gelmişti. Umare bin Abd es-Seluli kendisine: “Şu azgın bizim topluluğumuzu öldürmüş, yapmak istediklerimizi boşa çıkarmıştır. Şimdi Allah Ona karşı sana imkan vermiş bulunuyor, haydi Onu öldürüver.” deyince Hani: “Ben Onun evimde öldürülmesinden hoşnut olamam” diye cevap verdi.
ibn Ziyad Onun yanına gelip bir süre oturduktan sonra kalkıp gitti.
Aradan bir hafta geçmeden bu sefer Şerik bin el-Aver hastalandı. Şerik de Haninin evinde misafir bulunuyordu. ibn Ziyadın ve diğer emirlerin yanında oldukça değerli olan Şerik aynı zamanda şiddetli bir Şia taraftarı idi. Sıffin Savaşına Ammar ile birlikte katılmıştı. Ubeydullah bin Ziyad, Şerike: “Akşam yanına ziyarete geleceğim” diye haber gönderdi. Bunun üzerine Şerik Müslime şunları söyledi:
“Bu facir akşam beni ziyarete gelecek. Oturur oturmaz saklandığın yerden çık, daha sonra git saraya otur. Hiç kimse seni bundan alıkoyamayacaktır. Ben iyileşir iyileşmez Basraya gider ve senin için oranın işini hallederim.”
Akşam olduğunda Ubeydullah, Şerikin yanına geldi. Bu sırada Müslim bin Akil içeri girip saklanmak istedi. Şerik kendisine: “Oturur oturmaz sakın fırsatı kaçırmayasın.” deyince Hani bin Urve: “Ben Onun evimde öldürülmesini arzu etmiyorum” diye karşı çıktı. Ubeydullah gelip oturdu ve Şerike hastalığının ne olduğunu sordu. Aradan uzun bir zaman geçtiği halde, Şerik Müslimin dışarı çıkmak istemediğini görünce bu fırsatı elden kaçırmak durumunda olduğundan korktu ve şu beyiti tekrarlamaya başladı: “Niye Selmayı bekliyor ve ona selam vermiyorsunuz Bana ondan bir yudum içiriniz, isterse son nefesim olsun.”
Şerik, bu beyti iki veya üç defa tekrarlayınca Ubeydullah: “Bu ne haldir, acaba hezeyan mı ediyor?” diye sorunca Hani kendisine: “Evet öyle, sabah güneş doğmadan ta şu saate kadar onun durumu hep bu şekilde” diye cevap verdi: Bunun üzerine Ubeydullah bin Ziyad kalkıp gitti.
Denildiğine göre Şerik “Ondan bana içiriniz.” deyince ve sözleri karıştırınca Mihran onun bu durumunu anladı ve Ubeydullaha işaret edince Ubeydullah kalkıp gitmek üzere davrandı. Şerik kendisine: “Ey Emir! Ben sana vasiyetimi yapmak istiyorum” dediyse de Ubeydullah kendisine: “Yanına bir daha geri geleceğim” diye karşılık verdi. Mihran Ubeydullaha: “O seni öldürmek istedi” deyince Ubeydullah: “Nasılolur? Ben hem Ona çok büyük değer veriyorum, hem de Haninin evinde ve babam da onunla birliktedir” şeklinde karşılık verdiyse de Mihran kendisine: “Durum, gerçekten de benim sana söylediğim gibidir” diye kanaatini tekrarladı.
ibn Ziyad kalkıp gidince Müslim bin Akil de saklandığı yerden çıktı.
Şerik kendisine: “Niye onu öldürmedin?” diye sorunca Müslim şu cevabı verdi:
“iki sebepten dolayı… Birincisi Hani Onun evinde öldürülmesini istemiyordu. Diğerine gelince Alinin Peygamberden bana naklettiği bir Hadis-i Şeriftir: “iman hainlik yapmaktan men etmiştir. Sakın bir mümin bir başka mümine hainlik edip öldürmesin.” Bunun üzerine Hani kendisine: “Sen şayet Onu öldürmüş olsaydın fasık, facir, kafir ve sözlerinde durmayan birisini öldürmüş olurdun.” dedi.
Bundan sonra Şerik üç gün yaşayıp vefat etti ve Ubeydullah da cenaze namazını kıldırdı. Ubeydullah Şerikin, kendisini, öldürmesi için Müslimi kışkırttığını öğrenince şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, ebediyen bir Iraklının cenaze namazını kılmayacağım. Aralarında Ziyadın kabri bulunmamış olsaydı Şerikin kabrini açacaktım.”
Diğer taraftan ibn Ziyadın mal verip gönderdiği şahıs Şerikin ölümünden sonra Müslim bin Avsecenin yanına gidip gelmeye devam etti. ibn Avsece daha sonra bu kişiyi alıp Müslim bin Akilin yanına götürdü. Müslim bin Akil Ondan beyatini aldı ve vermek istediği parayı da ondan teslim aldı. ibn Ziyad ın bu azatlı kölesi onların yanına gidip geliyor, sırlarını öğreniyor ve bütün bunları ibn Ziyada aktarıyordu. Hani ise hastalığı sebebiyle Ubeydullahın yanına gidemiyordu. Bir seferinde Ubeydullah, Muhammed bin Eşas ile Esma bin Hariceyi davet etti. Onlarla beraber Zebidli Amr bin Haccacı da davet ettiği söylenir. Bunlara Haniden ve yanına gelmeyişinden söz edince hasta olduğunu söylerler. Kendisi onlara: “Ben Onun evinin kapısının önünde oturduğu ve hastalığının iyileşmiş olduğu haberini aldım. Haydi, gidip görüşün ve kendisine bu konuda üzerine düşeni yerine getirmesini emredin” der.
Bunun üzerine bu kişiler Haninin yanına giderek kendisine şunu söylediler: “Emir senin halini sordu ve “hasta olduğunu bilseydim ziyaretine giderdim.” dedi.” Ayrıca şunları eklediler: “O senin evinin kapısında oturduğunu haber aldı, senin kendisine gitmeyişinin sebebini merak ediyor. YÖnetimi elinde bulunduranlar bu şekilde katı muameleye tahammül edemezler. O bakımdan keşke bizimle beraber bineğine atlayıp gelsen!” Bunun üzerine Hani elbiselerini giyip onlarla beraber bineğine atladı ve gitti. Emirin köşküne yaklaştığında işin içerisinde bir kötülük olduğunu sezdi. Bunun üzerine Hassan bin Esma bin Hariceye şunları söyledi: “Ey kardeşimin oğlu! Ben bu adamdan çekiniyorum, senin görüşün nedir?” Hassan kendisine: “Ben senden yana hiçbir şeyden korkmuyorum, sakın korku ile hareket etmek suretiyle kendi aleyhine bir yol açma.” diye cevap verdi. Esma olanlar konusunda hiçbir şey bilmiyordu. Muhammed bin Eşas ise durumu biliyordu. Gelenler beraberlerinde Hani olduğu halde ibn Ziyadın huzuruna girdiler. ibn Ziyad Onu görünce Kadı Şureyha: “işte kendi ayağı ile tuzağa düşmek üzere geldi.” dedi. Hani kendisine yaklaşınca Ubeydullah şu anlamdaki beyti okudu:
Ben Onun yaşamasını istiyorken O benim ölümü istiyor Muradlı arkadaşına karşı artık sen mazursun.
ibn Ziyad, Haniye oldukça ikramda bulunan birisiydi. Bunun üzerine Hani; “Bu da ne demek oluyor?” diye sorunca. ibn Ziyad şunları söyledi:
“Senin, evinde müminlerin ve Müslümanların emirine karşı kurduğun bu tuzaklar ne oluyor? Önce Müslümi aldın, evine koydun, onun için silah ve asker topladın ve bütün bunların gizli kalıp tarafımdan bilinemeyeceğini zannettin.” Bunun üzerine Hani: “Hayır, ben öyle bir şey yapmadım” deyince, ibn Ziyad:
“Hayır, yaptın!” diye karşılık verdi ve aralarında tartışma uzadı. Daha sonra ibn Ziyad sözünü ettiğimiz ve casus olarak gönderdiği azatlı kölesini çağırdı. Bu casus gelip önünde durdu. ibn Ziyad: “Bunu tanıyor musun?” diye sorunca Hani: “Evet” diye cevap verdi. Daha sonra Hani Onun casus olduğunu ve böylelikle ibn Ziyadın tuzağına düştüğünü anladı ve kendisine gelerek şunları söyledi:
“Şimdi beni dinle ve söyleyeceklerime inan. Allaha yemin ederim, sana yalan söylemeyeceğim. Allaha yemin ederim, ben Onu çağırmadım ve yanımda misafir kalmak üzere kapımda, görünceye kadar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benden misafir kalmak isteğinde bulununca kendisini geri çevirmekten utandım, bundan dolayı da himayeme girmiş oldu. Ben de evime aldım ve misafir ettim. Daha sonra da senin haber aldığın durumlar oldu. Arzu ediyorsan ben şu anda seni tatmin edecek bir söz ve rehin vereyim, senin elinde bulunsun, ben de Onu gidip evimden çıkartıp senin yanına geri döneyim.”
Fakat ibn Ziyad kabul etmeyerek: “Hayır, Allaha yemin ederim, Onu yanıma getirinceye kadar sen benim yanımdan ayrılamazsın” deyince, Hani:
“Öldürmen için kesinlikle misafirimi getirip sana teslim edecek değilim” diye karşılık verdi.
Konuşma bu şekilde uzayıp gidince Müslim bin Amr el-Bahili ayağa kalktı -ki Kufede Ondan başka Şamlı ya da Basralı hiç kimse bulunmuyordu- ve:
“Onunla konuşmak üzere bir süre bizi başbaşa bırak!” diye ibn Ziyada teklifte bulundu. Müslim, bu teklifi ibn Ziyadın bu şekilde taşkınlığını görünce yapmıştı. Daha sonra Haniyi alıp ibn Ziyadın kendilerini göreceği bir yerde uzakta başbaşa konuşmaya başladılar. Müslim, Haniye: “Ey Hani! Allahadına sana söylüyorum, sen kendini ölüme mahkum edip kavminin üzerine niye musibeti sokacaksın ki? Bu adam bu kavmin amca çocuğudur. Onlar Onu ne öldürürler ne de bir zarar verirler. O bakımdan getir, teslim et. Bu konuda senin küçük düşeceğin bir durum söz konusu olmaz, seni bu iş küçültmez. Sen Onu sadece devlet otoritesini elinde bulunduran kimseye vermiş olacaksın” dediyse de Hani şu cevabı verdi: “Hayır, Allaha yemin ederim, böyle bir şey yaparsam hem bu benim için bir küçüklük olur, hem de utanılacak bir şeydir. Bu bakımdan ben gücüm kuvvetim yerinde, sağlıklı ve yardımcılarım çokken misafirimi teslim edemem. Allaha yemin ederim, şayet tek başıma olsaydım ve hiç kimse de bana yardım etmeyecek olsaydı, yine de Onu korumak uğrunda ölünceye kadar direnir, teslim etmezdim.”
Bunları işiten ibn Ziyadın: “Onu yanıma getiriniz.” demesi üzerine Haniyi alıp getirdiler. ibn Ziyad şunları söyledi: “Allaha yemin ederim, ya Onu yanıma getirirsin, yahut da boynunu uçururum.” Bunun üzerine Hani şu cevabı verdi: “O takdirde Allaha yemin ederim, senin evinin etrafında kılıç parıltıları çokça görülür.” Hani aşiretinin kendisini koruyacağı görüşündeydi. Haninin bu sözleri üzerine ibn Ziyad: “Sen parlayacak kılıçlarla mı beni tehdit ediyorsun?” diye çıkıştı.
Denildiğine göre Hani Ubeydullahın casusunu görünce bu casusun Ubeydullaha her şeyi haber verdiğini anladı ve şunları söyledi: “Ey emir! Sana ulaşmış olan şeyler olmuştur. Ben senin bana yaptıklarını unutacak ve boşa çıkartacak değilim. Sen emniyet içerisinde olduğun gibi ailen de emniyet içerisindedir; haydi, istediğin yere git!” Bunun üzerine Ubeydullah, Mihran da yanı başında olduğu halde elinde bulunan asasını yere vurup: “Şu işe bak, bu adam senin hakimiyetin altında olacak, sonra da kalkacak sana eman verecek!” dedikten sonra: “Şunu yakala” diye emir verdi. Mihran kalkıp Haninin iki saç örgüsünü yakaladı. Ubeydullah da eline sopayı alarak Haninin burnuna, almna ve yanağına vurdukça vurdu. Sonunda burun kemiğini kırdı, kanını elbiselerinin üzerine akıttı. Yanağından et parçacıkları dökülmeğe başladı. Alnının ve yanaklarının etleri sakalının üzerine düşüyordu. Ubeydullah bu şekilde dövmesine değneğini kırıncaya kadar devam etti. Hani de elini ayakta dikilmekte bulunan bir koruma görevlisinin kılıcına attı ve onu yakaladıysa da elinden alındı. Ubeydullah kendisine: “Sen, Haruralılardan mısın? Kendi nefsini öldürmeyi kendin helal kıldın, artık bizim de seni öldürmemiz helal oldu.” Daha sonra alınıp bir odaya tıkılmasını ve odanın üzerine kapatılmasını emretti.
Esma bin Harice kalkarak Ona: “Ey sözünde durmayan, Onu serbest bırak! Sen adamı getirmemizi emrettin, biz getirince de tuttun yüzünü yaraladın, kanını akıttın ve öldüreceğini ileri sürdün” diye çıkıştı. Bu sefer Ubeydullah bunun da iteklenip dürtülmesini ve boyun eğdirilmesini emretti. Daha sonra bırakılınca yerine oturdu. ibnul-Eşas ise: “Biz ister lehimize, isterse aleyhimize olsun ne yaparsa uygun görüyoruz” dedi.
Amr bin Haccac Haninin öldürüldüğünü haber alınca Mezhiclilerle birlikte geldi ve sarayın çevresini kuşattılar. Amr şöyle seslendi: “Ben Amr bin Haccacım. Bunlar da Mezhicin süvarileri ve ileri gelenleridir. Bizler ne itaatin dışına çıkmışız ve ne de cemaatten ayrılmışız.”
Bunun üzerine Ubeydullah yanında bulunan Kadı Şüreyhe: “Kalk, önce bunların adamlarının yanına git, durumunu gör, sonra da onlara Haninin hayatta olduğunu haber ver.” dedi. Şureyh de denileni yaptı. Haninin yanına gelince Hani kendisine: “Vay Müslümanların haline! Benim aşiretim hepten yok mu oldu? Nerede bu dinin sahipleri, nerede benim yardımcılarım, beni düşmanlarıyla ve düşmanlarının oğullarıyla baş başa mı bırakacaklar?” dedikten sonra dışarıdaki kalabalık ve gürültüleri işitince şöyle devam etti: “Ey Şureyh! Bu seslerin Mezhiclilerle Müslümanlardan taraftarım olan kimselerin sesleri olduğunu sanıyorum. Gerçek şu ki, şayet on kişi yanıma girecek olursa beni buradan kurtarabileceklerdir.” Şureyh, ibn Ziyadın kendisiyle beraber gönderdiği gözcü ile birlikte çıktı. Şureyh der ki: “Eğer o gözcü yanımda olmamış olsaydı, onlara Haninin neler söylediğini bildirecektim.” Şureyh, dışarıda toplananların huzuruna çıkınca şunları söyledi: “Ben sizin arkadaşınızı gidip gördüm. Kesinlikle söylüyorum ki, o hayattadır ve henüz öldürülmemiştir. ” Bunun üzerine Amr ve arkadaşları: “Şayet öldürülmemişse bundan dolayı Allaha hamd ederiz.” diyerek dağılıp gittiler.
Müslim bin Akil olanları haber alınca arkadaşları arasında: “Ya Mensur öldür.” diye seslendi. Bu ifade onların parolası idi. Müslime on sekiz bin kişi beyat etmiş ve çevresindeki evlerde dört bin kişi bulunuyordu. Etrafında pek çok kişi toplandı. Müslim Kindeli Abdullah bin Uzeyri Kindelilerin başına geçirerek: “Önümden git!” diye talimat verdi. Esedli Müslim bin Avseceyi de Mezhic ve Esedlilerin başına geçirdi. Ebu Sümame es-Saidiyi Temimlilerle Hemdanlıların başına, Abbas bin Cade el-Cedeliyi de Medinelilerin başına eçirerek, kendisi de saraya doğru yürüdü, ibn Ziyad Onun gelmekte olduğunu haber alınca sarayına sığındı ve kapıyı kilitledi. Müslim sarayı kuşattı. Mescit ve çarşılar insanlarla dolup taştı. Akşama kadar toplanmağa devam ettiler. Ubeydullahın durumu gittikçe zorlaşıyordu. Sarayda yanındaki otuz koruma görevlisi ile ailesinden ve kölelerinden bir de eşraftan toplam yirmi kişinin dışında kimse yoktu. Eşraftan olan kimseler ibni Ziyadın yanına Dar er-Rümiyym denilen yerden gelmeğe başladılar. Dışarıda herkes ibn Ziyada ve babasına küfür ve hakaret yağdırıyordu. Bunu gören ibn Ziyad, Harisoğullarından Kesir bin Şihabı çağırıp kendisine Mezhiclilerden itaat edenlerle birlikte dışarıya çıkıp ibn Akil çevresinde bulunanları Ondan ayırmak ve onların kalbine korku yerleştirmek için çalışmak üzere talimat verdi. Muhammed bin Eşası da çağırıp Kinde ve Hadramütlulardan kendisine itaat edenlerin yanına giderek, kendisine gelecek kimselerin eman içerisinde olacaklarını belirten bir sancak tutmasını emretti. Aynı işi yapmak üzere Kaka bin Sevr ez-Zühli, Temimli Şebes bin Ribı, iclli Haccar bin Ebcer, Dahablı Şemir bin Zülcevşene aynı şekilde talimat verdi. Şerefli olan kimseleri de, beraberinde bulunan kimselerin azlığı dolayısıyla, onlarla manen güçlenmek için yanında bıraktı.
Sözü edilen bu kimseler dışarı çıkıp halkı dağıtmak için çalışmağa başladılar. Ubeydullah da yanında bulunan şerefli kimselere saraydan halkı gözetlemelerini ve kendilerine itaat edecek kimselere çeşitli vaatlerde, isyan edecek kimseleri de korkutacak ifadelerde bulunmaarını emretti. Bunlar da aynı şeyi yaptılar. Toplanmış bulunan insanlar ileri gelenlerin söylediklerini işitince dağılmaya başladılar. O kadar ki kadınlar geliyor, çocuklarını, kardeşlerini buluyor: “Haydi sen buradan ayrılıp git, kalan başkaları sana ihtiyaç bırakmayacaktır.” diyor, hatta erkekler de aynı şeyleri yapıyorlardı. insanlar bu şekilde dağılıp durdu. Sonunda ibn Akil mescitte otuz kişiyle kala kaldı.
ibn Akil, durumun böyle olduğunu görünce Kinde kapılarına doğru yürüdü. Kapıya vardığında beraberinde hiç kimse kalmamıştı. Küfe sokaklarında nereye gideceğini bilemeden yol alıp gitti. Sonunda adı Tava olan Kindeli bir kadının kapısına vardı. Bu kadın Eşasın cariyesi iken bir çocuk doğurmuş, Eşas da onu azad etmiş, daha sonra Esid el-Hadrami ile evlenmiş, Esıdin ondan Bilal adında bir oğlu olmuştu. Bilal da o sırada herkesle beraber dışarı çıkmıştı, annesi onu beklemekte idi. ibn Akil gelip bu kadına selam verdi ve kendisinden su istedi. Kadın da getirip verdi. ibn Akil orada durup oturdu. Kadın kendisine: “Ey Allahın kulu! Su içmedin mi?” diye sorunca, ibn Akil:
“içtim” diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın: “O halde ailenin yanına çek git!” deyince, ibn Akil sustu, cevap vermedi. Kadın aynı sözleri üç defa tekrarladığı halde ibn Akil yerinden ayrılmadı. Bu sefer kadın: “Allah Allah! Ben sana kapımın önünde oturmayı helal kılmıyorum, müsaade etmiyorum” diye çıkışınca ibn Akil kendisine: “Bu şehirde benim ne bir evim, ne bir akrabam vardır. Belirli bir ücret ve muhtemelen bu günden sonra vereceğim bir mükafat karşılığında beni evinde barındıramaz mısın?” dedi. Bunun üzerine kadın:
“O da neymiş?” diye sorunca, Müslim ona şu cevabı verdi: “Ben Müslim bin Akilim. işte şu kavim bana yalan söyledi ve beni aldattı.” Bunun üzerine kadın kendisine: “içeri gir” dedi ve evine aldı. Ona yemek yemesini teklif ettiyse de ibn Akil yemek yemedi. Kadının oğlu gelince ibn Akilin bulunduğu odaya çokça girip çıktığını gördü. Annesine: “Senin oraya girip çıkman sebepsiz olamaz” diyerek sebebini sorduysa da durumu ona bildirmedi. Israr edince kadın ona durumu anlattı, işi gizli tutmasını söyledi, bu konuda ondan yeminler aldı; fakat oğlu hiç sesini çıkarmadı.
Diğer taraftan Ziyad artık seslerin kesildiğini görünce yanında bulunanlara: “Bakın bakalım kimseyi görüyor musunuz?” diye emir verince kalkıp baktılar, hiç kimsenin bulunmadığını gördüler. Bunun üzerine ibn Ziyad karanlık basmadan mescide indi, yakınlarını minberin etrafına oturtup şu şekilde seslenilmesini ve ilan yapılmasını emretti: “Yatsı namazını mescitte kılmayan hiç bir kimse himaye altında olmayacaktır.” Bunun üzerine mescit dolup taştı. Namazı kıldıktan sonra ayağa kalkıp Allaha hamd etti ve şunları söyledi: “Şu cahil ve akılsız ibn Akil sizin de görmüş olduğunuz ayrılıkçı ve bölücü davranışlarda bulunup yapacağını yaptı. Bu bakımdan biz Onu evinde bulduğunuz kimseyi himaye altında kabul etmiyoruz. Onu bize getiren kimseye mükafat olarak diyetini vereceğiz.” Daha sonra onlara itaatte bulunmayı, itaatten ayrılmamayı emretti. Diğer taraftan Husayn bin Temime şehrin bütün çıkış kapılarını tutmasını ve bilahare evleri aramasını söyledi. Husayn, güvenlik kuvvetlerinin başında bulunuyordu, Temimoğullarına mensup birisi idi.
ibn Ziyad Amr bin Hureysi komutan tayin etti ve sarayına girdi. Sabah olunca herkesin arasına çıkıp oturdu. Müslim bin Akili evinde barındıran sözünü ettiğimiz o yaşlı kadının oğlu olan Bilal sabah olunca Abdurrahman bin Muhammed bin Eşasın yanına gelerek ibn Akilin yerini bildirdi. Abdurrahman da babasının yanına gidip haberi verdi. Abdurrahmanın babası o sırada ibn Ziyadın yanında bulunduğundan bunu babasına gizlice söyledi. Muhammed bin Ziyad da durumu Ona iletti. Bunun üzerine ibn Ziyad kendisine:
“Kalk ve Onu hemen yanıma getir” diye emir vererek onunla birlikte Amr bin Ubeydullah bin Abbas es-Sülemiyi Kayslılardan yetmiş kişinin başında olmak üzere gönderdi. Nihayet ibn Akilin içinde bulunduğu eve vardılar. ibn Akil sesleri işitince kendisini kuşatmak üzere gelindiğini anladı. Kılıcıyla çıktı ve onları evin dışına çıkartıncaya kadar çarpıştı. Daha sonra tekrar üzerine geldiklerinde, onlara hamle yaptı ve defalarca onları dışarı çıkardı. Ahmerli Bukeyr b. Humran Müslimin ağzına bir darbe vurarak onun üst dudağını kopardı ve öndeki iki dişini düşürdü. Müslim de onun başına bir darbe indirdi, daha sonra omuzuna bir darbe daha vurarak karnına kadar varacak oldu. Etrafında bulunanlar bu durumu görünce evin damına çıktılar, üzerinde taş ve ateşe verdikleri kamışları atmaya başladılar. Durumu bu şekilde gören ibn Akil kılıcı ile onlara karşı çıktı ve yolun ortasında onlarla çarpıştı. Muhammed Eşas Ona:
“Sana eman veriyoruz, kendini ölüme atma.” deyince, ibn Akil çarpışmaya devam etti ve şu beyideri okuyarak cevap verdi:
Hür öleceğim diye yemin ettim. isterse ölüm alışılmamış şekilde gelsin, Yahut soğuğu sıcağa ve acıya katsın, Güneşin ışığı dönüp karar kılsın Herkes bir gün kötülük görebilir. Ben yalan söylenip aldatılmaktan korkarım.
Bunun üzerine Muhammed kendisine şunları söyledi: “Kesinlikle sana kimse yalan söylemez ve kimse de seni aldatmaz. Bunların hepsi senin amca çocuklarındır. Kesinlikle ne seni öldürürler, ne de sana vururlar.” Müslime oldukça fazla taş atıldığından savaşamaz bir duruma düşmüştü. Bu bakımdan sırtını muhasara edildiği evin duvarına vermişti. ibnul-Eşas ve diğerleri -Amr bin Ubeydullah es-Süleminin dışında- Ona eman Verdiler. Ancak Amr bin Ubeydullah: “Benim bu konuda alıp verecek hiçbir şeyim yoktur” diyerek eman vermek konusunda ilgi göstermemişti. Daha sonra bir katır getirilip üstüne bindirildi, kılıcı alındı. Müslim artık kendisinden ümit kesmiş gibi idi. Gözleri yaşardı ve şunları söyledi: “işte bu sözde durmamanın başlangıcıdır.” Buna karşılık Muhammed şunları söyledi: “Hayır, sana herhangi bir kötülük gelmeyeceğini ümit ederim.” Müslim: “Şimdi sadece ümit eder oldun, nerede sizin vermiş olduğunuz eman?” dedikten sonra ağlamaya başladı. Amr bin Ubeydullah bin Abbas bin es-Sülemi kendisine şunları söyledi: “Senin istediğini isteyen kimseye başına gelen bu olay gibisi gelecek olursa kesinlikle ağlamaz. ” Bunun üzerine Müslim şunları söyledi: “Ben kendim için ağlamıyorum, sizin yanınıza gelmek üzere olan yakınlarım için ağlıyorum. Ben Hüseyin ve Hüseyinin ailesi için ağlıyorum.” Daha sonra Muhammed bin Eşasa yönelerek şöyle devam etti: “Gördüğüm kadarıyla sen bana vermiş olduğun emanın gereğini yerine getiremeyeceksin. Yanından bir kişi gönderip Hüseyine durumumu haber verdirebilir misin? Göndereceğin bu kişi benim adıma kendisine şunları söylesin: “Ailenin yanına dön, hiç bir zaman Küfeliler seni aldatmasın. Onlar senin babanın arkadaşlarıdır, baban ölmekle ya da öldürülmekle onlardan ayrılmayı arzu ediyordu.” Bunun üzerine ibnul Eşas: “Allaha yemin ederim, senin bu dediğini yerine getireceğim.” dedi. Daha sonra Müslimin bu söylediklerini Hüseyine yazılı olarak bildirdi. Elçi Hüseyinle Zübalede karşılaştı. Durumu haber verince Hüseyin şunları söyledi: “Başımıza her musibet geldiğinde bizler onun ecrini Allahtan bekliyoruz ve fakat ümmetin daha bir fesada ermesiyle karşılaşıyoruz. ”
Hüseyinin Mekkeden ayrılmasının sebebi Müslimin kendisine on sekiz bin kişinin beyat ettiğini belirten ve Kufeye gelmek için teşvik eden mektubu olmuştu.
Müslime gelince, Muhammed Onu alıp saraya getirmiş, Ubeydullahın huzuruna girerek durumu haber verdikten sonra kendisine eman verdiğini söylemiş, fakat Ubeydullah şu cevabı vermişti: “Sen kim, eman vermek kim? Biz seni, Ona eman vermek için göndermedik. Bizler onu dize getirmen için seni gönderdik.” Bunun üzerine Muhammed susmuş ve sesini çıkarmamıştı. Müslim sarayın kapısında oturmakta iken içinde soğuk su bulunan bir testi görmüştü. Orada bulunanlara: “Bana bu sudan biraz verin içeyim.” deyince Müslim bin Amr el-Bahili: “Gördüğün gibi ne kadar soğuk değil mi? Allaha yemin ederim, Cehennemin sımsıcak suyundan tatmadığın sürece bundan bir damlasının tadına bakamayacaksın.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine ibn Akil kendisine: “Sen kimsin?” diye sormuş, Müslim bin Amr şöyle cevap vermişti: “Ben, sen terk ettiğin zaman hakkı bilen, ümmeti ve imamı aldattığın zaman onlara samimiyetle bağlanan, imama isyan ettiğin zaman Onu dinleyip itaat eden kimseyim; ben Müslim bin Amrım.” Bunun üzerine Müslim bin Akil şu cevabı verdi: “Yazıklar olsun senin annene! Sen ne kadar katı, ne kadar kaba ve ne kadar haşin bir kimsesin! Ey Bahilenin oğlu! Sen benden çok Cehennemin sımsıcak suyuna ve orada ebediyen kalmaya layıksın.” Taberi der ki: “Umare bin Ukbe soğuk su getirilmesini istemiş, bir bardağa doldurulmuş, fakat Müslim içmek üzere eline aldığında bardağın kanla dolduğunu görmüş, bunu üç defa tekrarlamış, aynı şeyle karşılaşınca şunu söylemişti: “Şayet bu taksim edilmiş rızıktan olsaydı içecektim.”
Müslim bin Akil ibn Ziyadın huzuruna çıkarılınca ona: “Ey Emlr!” diyerek selam vermeyince koruma görevlisi: “Emire selam vermeyecek misin?” diye sordu. ibn Akil: “Beni öldürmek istiyorsa benim selamım olmasın, şayet beni öldürmek istemiyor ise çok çok selamım olsun.” dedi. ibn Ziyad ise:
“Yemin ederim, kesinlikle öldürüleceksin.” diye karşılık verdi. Bu sefer Müslim: “Demek ki öyle” diye söylendi. ibn Ziyad: “Evet” deyince ibn Akil:
“O halde bana müsaade et, kavmimden olan bir kişiye bir vasiyetim var, onu yapayım.” diyerek izin istedi ve ibn Ziyad: “Yapabilirsin” diye cevap verdi. ibn Akil Ömer “b. Saade dönerek: “Benimle senin aranda bir akrabalık vardır. Şu anda sana gizlice söylemem gereken bir vasiyetim var.” dediği halde Ömer b. Saad Onun söylemek istediğini gizlice söylemesine imkan vermeyince, ibn Ziyadın, Ömere: “Amcanın oğlunun ihtiyacını görmekten geri kalma!” demesi üzerine Ömer ibn Akil ile birlikte kalktı. ibn Akil kendisine şunları söyledi: “Küfeye geldiğim zamandan beri almış olduğum yedi yüz dirhemlik bir borcum var. Onu benim yerime ödeyiver. Ayrıca benim cesedime göz kulak ol, onu sana hibe etmelerini iste. Cesedimi al, onu göm. Hüseyine bir haber gönder, buraya gelmeyip geri dönsün. ”
Ömer, ibn Ziyada: “Şunları şunları söyledi.” deyince, ibn Ziyad kendisine: “Emin olan bir kimse sana hainlik etmez, fakat bazen hain olan bir kimseye de emniyet duyulabilir. Senin malına gelince, osenindir, onunla istediğini yaparsın. Hüseyine gelince, o bize hücum edip bizimle savaşmak istemeyecek olursa biz de kendisiyle savaşacak değiliz. Üzerimize gelecek olursa kendimizi savunuruz. Senin adamının cesedine gelince, o konuda senin şefaatini kabul etmiyoruz.” diye cevap verdi. “Senin adamının cesedine gelince, biz onu öldürdükten sonra o cesede ne yapıldığına ehemmiyet vermeyiz” dediği de söylenmiştir.
Daha sonra Müslime dönerek şunları söyledi: “Ey Akil! Sen halkın karşısına çıkıp birlik ve beraberlik içinde iken, söz birliği etmiş iken onları dağıtmak ve söz birliğini parçalamak istedin.” ibn Akil kendisine şu cevabı verdi: “Hayır, fakat bu şehir halkı senin babanın kendilerinin en hayırlılarını öldürdüğünü, kanlarını akıttığını, kendi aralarında Kisranın ve Kayserin davranışı gibi davrandığını ileri sürdüler. Biz de onların yanına adaletle emredip Kitabullah ile Resulallahın sünnetinin hükmüne davet etmek üzere geldik.” deyince, ibn Ziyad şöyle çıkıştı: “Ey fasık! Sen bunları yapacak adam mısın? Sen Medinede şarap içerken, insanlar arasında bu şekilde amel edilmiyor muydu?” Müslim şu cevabı verdi: “Ben içki içiyormuşum ha! Allaha yemin ederim, Allah da, sen de doğru söylemediğini ve benim böyle olmadığımı biliyorsunuz. insanlar arasında içki içmeye ben değil, sen layıksın, senin gibi Müslümanların kanlarını içen, Allahın öldürülmesini haram kıldığı bir nefsi kızgınlık ve adavetle öldüren ve hiç bir şey yapmamış gibi eğlenip oynayan kimse ancak bunu yapabilir.” Bunun üzerine ibn Ziyad şunları söyler:
“Eğer islam tarihinde görülmemiş bir şekilde seni öldürmeyecek olursam Allah şu canımı alsın.” Müslim buna şöyle karşılık verir: “Zaten islam da olmayan bir şeyi icat etmeye senden daha layık hiç bir kimse yoktur. Senin gibi birisi en kötü bir şekilde öldürür, öldürdüğü cesede yapmadık hakareti bırakmaz. Sen kötü yaşayışlı ve galip geldiği zaman kötü davranan bir kimsesin. O bakımdan böyle bir şeyi yapacak senden daha layık hiç bir kimse bulunamaz.” Bunun üzerine ibn Ziyad hem kendisine, hem Hüseyine hem Aliye, hem de Müslimin babası Akile hakaretler yağdırır. Fakat Müslim kendisine hiçbir şey söylemez. Daha sonra ibn Ziyad Müslimin alınıp sarayın tepesine çıkartılarak boynunun vurulmasını ve kafasını, arkasından da cesedini atmalarını emreder. Müslim, ibn Eşasa: “Allaha yemin ederim, senin verdiğin eman olmasaydı, teslim olacak değildim. Haydi, kalk ve kılıcınla beni koru. Senin vermiş olduğun emana riayet edilmemiş bulunuyor.”
Müslim alınıp sarayın damına çıkartıldı. Bu arada Müslim istiğfar ediyor ve Allaha tesbih ediyordu. Develere türkü çağıranların bulunduğu yerin kenarına getirildi, orada boynu vuruldu. Onu öldüren Müslimin vurup yaraladığı Bukeyr bin Humran adındaki kişidir. Daha sonra da cesedini kafasının arkasından bıraktı.
Bukeyr, sarayın damından indikten sonra ibn Ziyad kendisine: “Onu dama çıkartırken ne söylüyordu?” diye sordu. Bukeyr: “Tesbih edip istiğfarda bulunuyordu. Öldürmek için yaklaştığımda kendisine: “Haydi yanıma gel, seni öldürmek imkanını veren ve senden intikam almak fırsatını veren Allaha hamd olsun” dedim. Bir darbe indirdim, hiçbir fayda vermedi. Bunun üzerine bana:
“Ey Köle! Sen akıttığım kanına karşılık bir yara bile açamayacak mısın?” dedi. Bunu duyan ibn Ziyad: “Yahu, ölüm esnasında da mı övünüyor?” dedi. Daha sonra Bukeyr: “Sonra vurduğum ikinci darbe ile Onu öldürdüm.” diye sözlerini tamamladı.
Muhammed bin Eşas kalkıp ibn Ziyad ile Hani hakkında konuştu ve şunları söyledi: “Sen Haninin Mısırdaki mevkiini ve ailesini iyi biliyorsun. Onun kavmi de benim kendisini sana getirdiğimi iyi biliyorlar. Senden Allahadına Onu bana bağışlamanı istiyorum. Kavminin bana düşman kesilmesini arzu etmiyorum.” deyince ibn Ziyad ona dediğini yapacağını vaat etti. Fakat Müslimin bu durumları ortaya çıkınca Haninin de Müslim öldürüldükten sonra alınarak çarşıya götürülmesini emretmiş ve orada boynu uçurulmuştu. Onu ibn Ziyadın Türk olan bir kölesi öldürmüştü. Taberinin dediğine göre, daha sonra Muradlı Abdurrahman bin Husayn, “Hazir” denilen yerde bu köleyi ibn Ziyadla birlikte görmüş ve öldürmüştü. Esedli Abdullah bin Zübeyr, Hani ile Müslim in öldürülmesi ile ilgili olarak şu beyitleri söylemiştir. Bu beyitleri söyleyenin Ferezdak olduğu da söylenmiştir:
Ölümün ne olduğunu bilmiyorsan Çarşıdaki Haniye ve ibn Akile bak!
Bir kahraman ki kılıç yüzünü darmadağın etmiş, Diğeri ise ölü olarak yüksekten düşüyor.
Bu şiir böylece bir kaç beyit olarak uzayıp gider.
ibn Ziyad, Müslim ile Haninin kafalarını Yezide gönderince, Yezid kendisine teşekkür mektubu yazarak şunları söyledi: “Hüseyinin lraka doğru gelmekte olduğu haberini almış bulunuyorum. Sen gerekli gözcüleri ve silahları yerlerine yerleştir. Kendini iyi koru. En basit bir itham dolayısıyla hapset ve basit bir zanla sorguya çek. Bununla birlikte seninle çarpışmayan kimseleri de öldürme.”
Denildiğine göre ibn Akilin Kufede ayaklanması, 60. yılın Zilhicce ayının sekizinde olmuştur. Aynı ayın dokuzunda olduğu da söylenmiştir. Onunla birlikte ayaklananlar arasında Muhtar bin Ebi Ubeyd, Abdullah bin Haris bin Nevfel de varmış. ibn Ziyad onların ikisini de yakalatıp hapse atmıştı. Müslime karşı çarpışanlar arasında ise Muhammed bin Eşas, Temimli Şebes bin Ribi, Kaka bin Sevr de vardı. Şebes şöyle demişti: “Onlara iyi dikkat edin, bu gece darmadağın olup gidecekler.” Bunun üzerine Kaka kendisine: “Sen onların kaçıp gidecekleri yönü kapatmış bulunuyorsun, onların önünü aç ki kaçıp dağılsınlar.”