Bu yıl içinde Cünade bin Ebi Ümeyye Bizans topraklarında kış seferine çıkmıştı. Başka bir rivayette ise bu sefere Abdurrahman bin Mesudun çıktığı kaydedilir. Yine diğer bir rivayette de Yezid bin Şecerenin bir deniz seferine; iyad bin el-Harisin de karada bir gazaya çıktıkları belirtilir. Bu yılın Recep ayında Muaviye bir umre yapmış, hac emirliği görevini de Velid bin Utbe bin Ebi Süfyan ifa etmişti.
Bu yıl içinde Yezid bin Muaviyeye babasının veliahdı diye beyat edilmişti.
Bu veliahtlık işi ilk defa Muğire bin Şubeden kaynaklanmıştı. Muaviye bin Ebi Süfyanın Muğireyi Küfe den azledip yerine Said bin el-Ası tayin etmek niyetinde olduğu haberi Müğireye ulaştığında şöyle düşünmüştü: “En iyisi ben kendim kalkıp Muaviyeye gideyim ve beni görevden affetmesini isteyeyim ki benim valilikten bıkmış olduğum haberi yayılmış olsun.” Kalkıp Muaviyeye gitmiş, oraya vardığında adamlarına şöyle demişti: “Eğer şu anda ben sizi bir valiliğe veya emirliğe getiremezsem bu artık bundan sonra asla mümkün olmaz.” Arkasından Muğire kalkıp Yezid bin Muaviyenin yanına gitmiş ve Ona: “Resulallahın en yakın arkadaşları ve Kureyşin yaşlı başlı adamları, ileri gelenleri tamamen ölüp gitmişler, geriye onların evlatları kalmıştır. Sen bu evlatlar arasında en faziletli, en ileri görüşlü, sünneti ve siyaseti, yönetim işlerini en iyi bilen bir kimsesin. Müminlerin emirinin kendisinden sonra seni veliaht tayin etmesi konusunda neden bir girişimde bulunmadığını bilmiyorum.” demişti. Yezid, Müğireye: “Bunu imkan dahilinde görüyor musun?” diye sorunca Muğire: “Evet” demiş, Yezid de kalkıp babasına giderek Muğirenin dediklerini anlatmıştı. Muaviye, Muğireyi çağırıp Yezidin söyledikleri konusunda sorular sormuş ve Muğire Muaviyeye şöyle demişti:
“Ey Müminlerin emiri! Görüyorsun ki Osmanın öldürülmesinden sonra birçok ihtilaf meydana gelmiş ve Müslümanların kanı dökülmüştür. Yezid senin halefin olsun. Onu kendinden sonra veliaht tayin et. Eğer bu gerçekleşecek olursa senin vefatından sonra Müslümanların kanları dökülmez ve her hangi bir fitne de meydana gelmez.” Muaviye: “Peki, bu konuda kim bana yardım eder?” diye sorunca Muğire: “Ben Küfe halkını garanti ederim. Ziyad da Basra halkını ayarlar. Eğer bu iki şehir sana bey at edecek olursa zaten bunların dışında hiç kimse muhalefet edecek değildir.” diye cevap vermişti. Muaviye bunun üzerine: “Peki, o halde kalk, görevinin başına dön. Bu konuda güvendiğin kimselerle görüş, durumu bize bildir ve düşündüğünü bize anlat, biz de bu konuda düşünelim.” demiş, Muğire de kalkıp adamlarının yanına gelmişti. Kendisine: “Neler oldu?” diye sorduklarında Muğire: “Muaviyenin kafasına hiç olmayacak ve olması muhal olan bir işi soktum. Bu iş Muhammedin ümmetinde olması asla uygun olmayan bir iştir, fakat ben onlar için öyle bir gedik açtım ki ebediyen bu gedik kapatılamayacaktır.” şeklinde konuşmuştu.
Muğire sonra Küfeye gelip burada Ümeyyeoğullarının taraftarları olan bazı kimselerle Yezidin bu durumunu görüşmüş ve bunlar Yezide beyat edecekleri hususunda olumlu cevap vermişlerdi. Muğire bu gibi kimselerden on veya daha fazla kimseden oluşan bir heyet teşekkül ettirip onlara otuz bin dirhemlik bir sürü hediye vermiş, başlarına kendi oğlu Musa bin Muğireyi geçirip Muaviyeye göndermişti. Bu heyet Muaviyenin yanına gidip Yezide beyat edilmesi konusunu son derece uygun gördüklerini söylemiş ve böyle bir beyatin bir an evvel yapılması için Muaviyeyi teşvik etmişlerdi. Muaviye:
“Etrafa yaymadan bu görüşünüzü ve anlayışınızı korumaya çalışınız.” dedikten sonra Musaya dönüp: “Baban bu adamların dinini onlardan kaç paraya satın aldı?” diye sormuş, Musa bin Muğire de Ona: “Otuz bin.” diye cevap verince de Muaviye: “Dinlerini bir hayli ucuza satmışlardır.” şeklinde karşılık vermişti.
Başka bir rivayette ise şöyle anlatılır: Muğire kırk kişilik bir heyet oluşturup başına oğlu Urveyi geçirmiş ve onları Muaviyeye göndermişti. Bunlar Muaviyeye vardıklarında şöyle hitap etmişlerdi: “Biz Muhammedin ümmeti için yararlı olacak bir görüşle geldik. Ey Müminlerin emiri! Sen bir hayli yaşlandın ve artık sana ecelin gelip çatmasından korkuyoruz. Bunun için bize bir yol göster ve bir sınır çiz de o yolu takip edelim.” Muaviye onlara:
“Peki, bana ne tavsiye edersiniz?”, diye sorunca şöyle demişlerdi: “MüminIerin emirinin oğlu Yezidi tavsiye ederiz.” Muaviye: “Peki Yezidden razı mısınız?” diye sorunca da: “Evet” demişler. “Bu sizin görüşünüz müdür?” diye sorması üzerine ise: “Evet, bu bizim kendi görüşümüz ve yanlarından geldiğimiz kimselerin görüşüdür” diye cevap vermişlerdi. Muaviye, Urveye gizlice: “Senin baban bu adamların dinini kaç paraya satın aldı?” diye sormuş, Urve de: “Dört yüz dinara.” diye cevap vermişti. Muaviye bunun üzerine:
“Onların dinleri ne kadar da ucuzmuş!” diye söylenip onlara şöyle demişti:
“Sizin ileri sürdüğünüz bu görüşü bir düşünelim ve Yüce Allahın ne takdir ettiğini görelim. Sabırla hareket etmek acele etmekten çok daha hayırlıdır.” Bu görüşmeden sonra onlar da memleketlerine geri dönmüşlerdi.
Kufelilerin bu ziyaretlerinden sonra Muaviyenin Yezidi veliaht tayin etmesi konusundaki azmi ve isteği bir hayli artmıştı. Muaviye sonra Ziyad bin Ebihe haber göndererek Onunla da danışmış ve Ziyad Ubeyd bin Kaab enNumeyriyi çağırarak şöyle demişti: “Kendisiyle istişare edilen adam mutlaka güvenilir bir kimsedir, kendisine sır verilen bir kimse de bu sırrı mutlaka saklar. insanlar arasında iki huyoluşmuştur. Bunlardan birisi kendilerine tevdi edilen bir sırrı ifşa etmek; diğeri ise ehli olmayan kimselerle istişarede bulunmak. Kendilerine sır verilecek iki adam vardır. Bunlardan biri bu sırrı saklarken ahirette karşılığını bulacağı sevabı umar, diğeri ise dünyada elde edeceği bir ün, şan ve şeref için bu sırrı saklar. işte ben sana bir sır tevdi ediyorum, öyle bir sır ki bu sırrın sahifelere, satırlara bile dökülmesinden çekimnek gerekir. Müminlerin emiri bana bir mektup gönderip şu şu konularda benimle istişare ediyor. O Müslümanların bu konuda nefret ve tepkilerinden korkuyor ve onların itaatlerini de bekliyor. Bir insanın islami sorumluluğu uhdesinde bulundurması ise kolay bir iş değildir, bu bir hayli büyük bir iştir. Yezide gelince, o hem son derece tembel ve ihmalkar, hem de ava son derece merak sarmış bir kimsedir. Kalk, Müminlerin emirine git; Onunla görüş ve Yezidin durumunu kendisine hatırlat. Ona bu konuda biraz sabırlı davranmasını, uygun olan tutumun hiç acele etmemek olduğunu, bir hayrın tehir edilmesinde şerrin ortaya çıkmasından çok daha büyük faydalar bulunduğunu söyle.”
Ubeyd, Ziyada: “Bundan daha iyi bir görüş olur mu?” diye sormuş, o da: “Nedir?” diye sorunca Ubeyd şöyle demişti: “Muaviyenin varmış olduğu kararı bozmayasın ve oğlunu da gözünden düşürüp buğz ettirmeyesin. Ben emire gitmekten ziyade Yezidi bulayım. Yezidle görüşerek babasının bu konuda sana bir mektup yazıp istişare ettiğini ve kendisine beyat konusunda ne düşündüğünü sorduğunu ileteyim. Bu arada senin kendisine yapılacak beyatten korktuğunu, ihmalkarlığını ve ümmetin tahammül etmeyeceği şeylerle meşgul olduğunu, ancak böyle bir beyatin yapılabilmesi için bu gibi adetlerini terk etmesini tavsiye ettiğini ve o zaman Müslümanlara karşı savunulacak bir delilimiz olabileceğini söyleyeyim. O zaman bu iş arzu edilen noktaya varır. Yezide böyle söylemnesi durumunda Müminlerin emirine de iyi bir nasihat edilmiş olur ve böyle ümmetin bu konuda göstereceği tepkiyi de hafifletmiş oluruz.” Ziyad Onun bu sözleri üzerine: “Sen bu görüşünle gerçekten işin can alıcı noktasına parmak bastın ve gayet isabetli şeyler söyledin. Kalk, Allahın bereketiyle Şama git ve eğer görüşün hatalı ise hiç olmazsa aldatıcı olmazsın ve sen iyi gördüğünü de söylersin. O zaman da Yüce Allah bizim bilmediğimiz şeyleri takdir eder.” demişti.
Ubeyd kalkıp Yezidin yanına varmış, konuyu açıp herhangi bir işe girişmeden evvel bunu gizli tutması tavsiyesinde bulunmuş ve ayrıca Ziyadın Muaviyeye yazdığı bir mektubu ona iletmişti ki Ziyad bu mektubunda Muaviyeye acele etmemesini, teenni ile hareket etmesini tavsiye etmiş, Muaviye de bu tavsiyeleri kabul etmişti.
Ziyad bin Ebih vefat ettiğinde Muaviye, oğlu Yezide beyat edilmesi hususunda teşebbüslere girişmişti, önce tutup Abdullah bin Ömere yüz bin dirhemlik bir hediye göndermiş, Abdullah bin Ömer önce bu hediyeyi kabul etmiş, ancak Muaviye kendisine Yezide beyat edilmesi konusunu açınca:
“Muaviye benim dinimin bu kadar ucuz olduğunu mu zannetmiştir?” demiş ve bu hediyeyi kabul etmekten vazgeçmişti.
Muaviye bundan sonra Medine Valisi olan Mervan bin el-Hakeme bir mektup yazıp: “Yaşım bir hayli ilerlemiş, kemiklerim ve gücüm zayıflamıştır, ölümümden sonra ümmetin tekrar ihtilafa düşüp birbirlerini kırmasından korkuyorum. Benden sonra onların başına geçecek kimseyi seçmek istiyorum, ancak bu işi yaparken sen ve senin yanında bulunan kimselere danışmadan asla böyle bir şeye teşebbüs etmek istemedim. Onlara benim bu görüşümü ilet ve onların da nasıl düşündüklerini bana yaz.” Mervan Medinede Müslümanların huzuruna çıkıp onlara Muaviyenin yazmış olduğu bu mektubu duyurmuş, Müslümanlar Mervana şöyle demişlerdi: “Gerçekten isabet etti. Allah Onu bu konuda muvaffak eylesin. Biz de böyle bir şeyi sevinçle karşıladık. Ancak bize kimi tayin edeceğini de bildirmesi gerekir.” Bunun üzerine Mervan kendisine durumu bildirdiğinde Muaviye gönderdiği cevabi mektupta Yezidden söz etmiş Mervan da kalkıp Medineli Müslümanlara şöyle hitap etmişti:
“Müminlerin emiri kendisinden sonra başınıza geçecek kimseyi seçmiş ve kendisinden sonra oğlu Yezidi veliaht tayin etmiş bulunmaktadır.”
Mervanın bu sözleri üzerine Abdurrahman bin Ebi Bekir Ona: “Vallahi, ey Mervan, yalan söyledin ve Muaviye de yalan söylüyor. Siz bununla Muhammed ümmetinin hayrını kesinlikle istemiyorsunuz. Siz bunu Bizans yönetiminde olduğu gibi babadan oğula geçen bir hükümdarlık haline getirmek istiyorsunuz. Bir imparator ölür, yerine başka bir imparator gelir!” demiş, Mervan ise şöyle karşılık vermişti: “işte Kuran-ı Kerimin hakkında annesine babasına,öf size dediği adam budur.”
O sırada mescitte bulunan Ayşe perde arkasından kalkarak; “Ey Mervan, ey Mervan!” diye seslenmiş, bütün Müslümanlar o anda kulak kabartmış, Mervan da sesin geldiği tarafa doğru yönelmişti. Ayşe devamla şöyle demişti: “Kuranın bu ay etinin Abdurrahman hakkında nazil olduğunu ileri sürüyorsun. Vallahi yalan söylüyorsun. Bu ayetin hakkında nazil olduğu adam falan falan kimsedir. Vallahi, sen ortalığı fesada boğan adamsın. Ve sen Allahın peygamberinin lanetlediği bir kimsesin.”
Arkasından Hüseyin bin Ali kalkar, böyle bir beyati kesinlikle reddettiğini bildirir. Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr de bunu kesinlikle reddederler. Mervan durumu bir mektupla Muaviyeye iletir. Muaviye bunun üzerine diğer vilayetlerdeki valilere mektuplar yazmış, Yezid in iyiliklerinden ve faziletlerinden bahsederek heyetler halinde Şama gelmelerini emretmişti. Muaviyenin yanına gidenler Medineden Muhammed bin Amr bin Hazm, Basradan da Ahnef bin Kays idi. Muhammed bin Amr Muaviyeye şöyle demişti:
“Her bir çoban güttüğü sürüsünden sorumludur. Muhammed ümmetinin işlerini kime bırakacağını sen tayin et.” Onun bu sözleri üzerine Muaviye son derece rahat bir nefes almış, sanki şiddetle arzu ettiği bir şeye kavuşmuş gibi olmuştu. Muhammed bin Amra hediyeler vermiş ve Onu yerine göndermişti. Sonra Ahnef bin Kaysa haber gönderip Yezid in yanına varmasını emretmiş, Ahnef Yezidin yanına varıp da oradan ayrılıncaOna: “Yeğenini nasıl buldun?” diye sormuştu. O da: “Karşımda genç bir delikanlı, neşeli, sabırlı, güçlü, kuvvetli ve latife yapan bir şahsiyet gördüm” diye cevap vermişti.
Daha sonra muhtelif yörelerden gelen heyetler etrafında birikince Muaviye Dahhak bin Kays el-Pihriye şöyle demişti: “Ben kalkıp bir konuşma yapacağım. Konuşma arasında sustuğumda sen kalk, konuşmağa devam et ve Yezide beyat edilmesi konusunda beni teşvik etmeğe çalış.” Muaviye Müslümanlara karşı hitapta bulunmak üzere minbere çıktığında konuşmasını yapmış, islamın emirlerini bildirmiş, hilafetin üstünlüğünden, Allahın emirlerinden, emirlere ve valilere gösterilmesi gereken itaatten söz etmiş, arkasından da oğlu Yezidin faziletinden, siyasete ve yönetime olan vukufundan ve bu husustaki bilgisinden bahsederek Ona beyat edilmesini teklif etmişti. Arkasından hemen Dahhak bin Kays ortaya atılıp Allaha hamd ve sena ettikten sonra şöyle konuşmuştu: “Ey Müminlerin emiri! Senden sonra mutlaka kendisine uyulacak ve Müslümanları yönetecek bir emire ihtiyaç vardır. Biz cemaate ve bunlar arasındaki birlik ve bağlılığa baktığımızda insanların kanlarının akmaması, ümmetin salahı ve neticenin hayırlı olması için bu birlik ve bağlılığın tek çare olduğunu gördük. Halbuki ihtilaflar sürüp gitmekte ve hep aynı noktalara gelindiği görülmektedir. Allah her gün, her an yeni bir iştedir. Bildiğim kadarıyla Müminlerin emirinin oğlu Yezid gayet iyi bir yolda, son derece mazbut bir hayat sürmektedir. O ilim ve huyaçısından hepimizden çok daha üstündür, hepimizden çok daha ileri görüşlü bir şahsiyettir. işte bundan dolayı Onu veliaht edin, senden sonra bizim için bir rehber ve gölgesinde durup sığınabileceğimiz bir sığınağımız olsun.”
Dahhaktan sonra Amr bin Said el-Eşdak da aynı hususta bir konuşma yapmış ve arkasından Yezid bin el-Mukanna el-Uzri (Muaviyeyi göstererek):
“Müminlerin emiri ölecek olursa, (Yezidi göstererek) işte bu Onun yerini tutar.” demiş, sonra: “Kim ki bunu kabullenmezse (kılıcını göstererek) onun için de bu vardır.” diye ilave etmişti. Muaviye Ona: “Sen otur, sen hatiplerin üstadısın.” diye seslenmiş ve onu susturmuştu. Arkasından gelen heyetlerin temsilcileri tek tek konuşmalar yapmışlardı.
Muaviye, el-Ahnefe: “Ey Eba Bahr, sen ne dersin?” diye sormuş, O da şöyle cevap vermişti: “Eğer doğruyu söylemeğe kalksak sizden korkuyoruz, yalan söylemeğe ise Allahtan korkuyoruz. Sen ey Müminlerin emiri! Yezidi bizden çok daha iyi bilirsin. Onun gecesini gündüzünü, açığını gizlisini, bütün girdisini çıktısını bizden iyi bilmektesin. Yezid gerçekten Allahın razı olacağı bir halife olacaksa ve bu ümmetin salahı için bir önder olabilecekse bu konuda bizimle istişare etmene gerek yoktur. Eğer Onda bu özellikleri görmüyorsan tutup da dünyayı teslim etme, çünkü sen ahirete göçüp gitmek üzeresin. Fakat buna rağmen bize düşenişittik ve itaat ettik demekse bunu der, işin içinden çıkarız. Sonra Şamlılardan birisi ortaya atılıp şöyle demişti:Bu Iraklılar düşmanca bir tavır içerisindedirler. Ne söyleyip durduklarını anlayamıyoruz. Bizdeişittik ve itaat ettik demekten başka vuruşmak ve ileriye atılmak düşüncesi vardır.”
Bu gelen heyetler oradan ayrıldığında Müslümanlar el-Ahnefin dediklerini aralarında konuşup duruyorlardı. Ancak Muaviye kendisine yakın olanlara yaklaşıyor, uzakta duranları idare etmeye çalışıp onlara da bahşişler veriyor ve her türlü maddi yardımda bulunuyordu. çoğunu kendisine çekmiş ve ekseriyeti temin ederek bey ati sağlamıştı. Iraklılar ve Şamlılar Yezid in veliahtlığı konusunda Muaviyeye beyat edince Muaviye bin atlı ile birlikte Hicaza gitmişti. Muaviye adamlarıyla birlikte Medineye yaklaştığında Onunla ilk karşılaşan kişi Hüseyin bin Ali olmuştu. Hüseyin, şöyle demişti: “Sana ne merhaba ne de hoş geldin diyorum. Kanı kaynayıp duran ve Yüce Allahın kanını akıtacağı bir beden… ” Muaviye Onun bu sözlerine:
“Yavaş ol! Vallahi, ben bu söylediğin sözlerle nitelenecek bir kimse değilim!” diye karşılık vermiş, Hüseyin ise: “Evet, bence bu söylediklerimden çok daha kötü bir şahsiyetsin” demişti. Muaviye Ondan sonra Abdullah bin Zübeyr ile karşılaşmış, Abdullah da şöyle demişti:
“Sana ne merhaba, ne de hoş geldin diyorum. Kertenkele oldu da tümseğe tırmandı. Başını içeriye sokarken kuyruğunu dışarıda sallıyor. Vallahi, Onun kuyruğu yakalanıp sırtı ezilecektir. Onu gözümden uzaklaştırın.” Sonra atının yüzüne vurup geri çevirmeğe çalışmıştı. Arkasından Abdurrahman bin Ebi Bekir Muaviye ile karşılaşmış ve O da şöyle demişti: “Hoş gelmedin ve merhabalar olmasın sana! Bunamış bir yaşlı, aklı gitmiş bir herif… ” Bu sözleri üzerine Muaviye Onun atının yüzüne vurulmasını emretmişti. Aynı şekilde Abdullah bin Ömere karşı da bu davranış tekrarlanmıştı. Bunlar Muaviye ile birlikte Medineye girinceye kadar yürümüş, ancak Muaviye onlara asla dönüp iltifat etmemişti. Muaviyenin bulunduğu yere varmak istediklerinde girmelerine asla müsaade etmemiş Ondan yakınlık görmeyince çıkıp Mekkeye gitmişler, orada ikamet etmişlerdi. Muaviye Medine mescidinde okuduğu bir hutbede Yezidi sürekli olarak methetmiş ve şöyle demişti: “Zekası, fazileti ve mevkiinin üstünlüğü göz önüne alındığında hilafet için ondan daha çok hak sahibi bir kimsenin bulunduğu ileri sürülebilir mi? Şu giden adamlar var ya, onların köklerinin kesilmesinden ve başlarına bir sürü musibetin gelmesinden endişe ediyorum. Ben tembih edilmeleri gerekmediği zaman bile onları tembih ettim.” Sonra dönüp şu beyitleri okumuştu:
Ey Mustalikoğulları! Ben daha evvel dikkatinizi çekip sizi uyarmıştım,
Ve ey Amr! Bana itaat et, ondan sonra çekip git, diye söylemiştim.
Eğer gücümün yetmeyeceğini ileri sürecek olursan
Hoşuna gitmeyecek bir davranışla karşı karşıya kalırsın,
Ve eğer o içmek istediğin suyu sindirmek istiyorsan
Önce tadına bak, sonra iç; daha iyi edersin.
Sonra Muaviye Ayşenin yanına gitmişti. Ancak Ayşe Muaviyenin Hüseyin ve arkadaşları için: “beyat etmezlerse onları öldürürüm.” dediğini işitmişti. Şimdi ise Muaviye gidip onları Ayşeye şikayet ediyordu. Ayşe Ona bazı öğütlerde bulunarak şöyle demişti: “Senin Hüseyin ile arkadaşlarını ölüm ile tehdit ettiğini işittim.” Muaviye: “Ey Müminlerin annesi! Onlar benim için çok azizdirler, ancak ben Yezid için beyat almış bulunuyorum. Onların dışında bulunan herkes beyat etmiştir. Yapılan ve tamamlanan bir beyatin tekrar geri alınmasını uygun görüyor musunuz?” diye sorunca Ayşe: “Onlara karşı yumuşak davran! inşallah onlar da senin arzu ettiğin davranışta bulunurlar.” diye karşılık vermiş, Muaviye de: “Evet, senin söylediğin gibi yapacağım.” demişti. Ancak bu konuşma arasında Ayşenin Muaviyeye şöyle dediği de kaydedilir: “Kardeşim Muhammede yaptığın gibi şu anda ben de seni öldürmek üzere burada bir adam saklamış olsaydım buna ne derdin?” Muaviye bu sözlere: “Hayır, ey Müminlerin annesi! Ben son derece emin bir evde bulunuyorum ve kendimi eman içinde görüyorum.” şeklinde karşılık vermiş, Ayşe de ona: “Evet, eman içindesin.” demişti.
Muaviye, Medinede bir süre ikamet ettikten sonra Mekkeye gitmiş, Müslümanlar Onu karşılamışlar. Hüseyin ile arkadaşları da kendi aralarında şöyle demişlerdi: “Onu biz de karşılayalım, umulur ki yaptıklarından pişman olmuştur.” Onu Batn Merre denilen yerde karşılamışlar ve kendisiyle ilk defa karşılaşan Hüseyin olmuştu. Muaviye Hüseyine: “Merhabalar , hoş geldin Resulallahın torunu ve Müslüman gençlerin efendisi!” demiş, bu şekilde iltifat ettikten sonra Ona bir at getirilmesini emretmiş ve bindirerek yanına alıp yürümüştü. Diğerleriyle karşılaştığında da aynı şekilde bu hitaplarda bulunmuş ve onları da atlara bindirerek birlikte Mekkeye girmişlerdi. Onlar Mekkeye ilk giren ve en son çıkan kimseler olmuşlardı. Muaviye onlarla her gün görüşüp konuşur, sohbet eder, fakat beyat konusunda onlara asla bir şey zikretmezdi. Nihayet Muaviye hac menasikini yerine getirip ağırlıklarını yükler. Ayrılık saati yaklaştığında Hüseyinin arkadaşları birbirleriyle şöyle konuşurlar: “Sakın bu adamın yapmış olduğu iltifatlara aldanmayasınız. O bu iltifatları sevdiğinden dolayı değil, sizi kendi arzu ettiği istikamette yönlendirmek ve arzu ettiğini gerçekleştirmek için yapıyor. ” Ona nasıl bir cevap verecekleri konusunda ittifak etmişler ve Abdullah bin Zübeyrin Onunla konuşmasını kararlaştırmışlardı.
Muaviye ayrılıp gideceği zaman onları toplamış ve şöyle demişti:
“Benim sizin hakkınızda nasıl davrandığımı, akrabalık hukukunu nasıl koruduğumu ve size olan iltifatlarımı gördünüz. Yezid sizin kardeşinizdir ve amcanızın oğludur. Ona hilafet ile beyat etmenizi arzu ediyorum. Böylece o halife olduğunda sizler de yardımcıları olarak istediklerinizi azleder, istediklerinizi tayin eder, zekat ve haracı toplar, arzu ettiğiniz gibi taksim edersiniz. Bu konularda Yezid size asla muhalefet etmeyecek ve size uyacaktır.” Onlar, Muaviyenin bu sözlerine karşı susmuşlar, o ise: “Neden bana cevap vermiyorsunuz?” diye sormuş ve bu sözünü iki defa tekrarlamıştı. Nihayet Abdullah bin Zübeyre yaklaşıp: “Haydi, sen onların en iyi konuşanısın, söyle bakalım.” deyince Abdullah bin Zübeyr söze şöyle başlamıştı: “Evet, biz seni üç husustan birini seçmekte serbest bırakacağız.” Muaviye: “Nedir bunlar?” diye sormuş, Abdullah bin Zübeyr: “Resulallahın, Ebu Bekrin veya Ömerin yaptıkları uygulamayı yapmanı, senin de onlara uymanı istiyoruz.” diye karşılık vermiş, Muaviye: “Onlar ne yaptılar?” diye sorunca da ibn Zübeyr şöyle devam etmişti: “Resulallah ahirete irtihal ettiğinde hiç kimseyi hilafete tayin etmedi ve kimseyi belirlemedi. Müslümanlar Ebu Bekiri seçip Ondan razı oldular.” Ancak Muaviye söze karışarak: “Aranızda Ebu Bekir gibi bir kimse yoktur ki Onu seçeyim. Bu konuda Müslümanların görüş ayrılığına düşmesinden korkuyorum.” deyince, “Evet, doğru söyledin; o halde Ebu Bekirin yaptığı gibi Kureyş içinden ancak Ümeyyeoğullarından olmayan birisini halife adayı göster veya istiyorsan Ömerin yaptığı gibi aralarında Ümeyyeoğullarından ve senin evlatlarından ve akrabalarından kimsenin bulunmadığı altı kişilik bir şuraya işi havale et.” şeklinde konuşmuş, Muaviye:
“Bunlardan başka söyleyeceğin bir şey var mıdır?” diye sormuş ve O da:
“Hayır!” diye karşılık vermişti. Arkasından diğerlerine de “Sizler ne dersiniz?” diye sormuş, onlar da: “Abdullah bin Zübeyrin söylediklerinin aynısını deriz.” diye karşılık vermişlerdi. Sonra Muaviye onlara dönüp: “Ben size yaklaşmayı arzu ettim. Tebliğini yapan artık mazur sayılır. Daha evvel sizin de aralarında bulunduğunuz Müslümanlara hitap ettiğimde birisi kalkar, herkesin gözü önünde beni yalanlardı ve ben de onun bu davranışına karşı susar, sesimi çıkarmazdım. Ancak ben şimdi Müslümanlara bir hutbe okuyacağım. Yemin ederim ki eğer sizden birisi benim bu konuşmam arasında kalkar da itiraz eder veya benim söylediklerimi reddederse kesinlikle hiç bir cevap vermeden kılıç onun boynuna dayanacak ve kellesini uçuracaktır. Artık herkes kendi canını kurtarmaya çalışsın.” diyerek tehdit etmişti.
Sonra Muaviye kendi muhafız başısını çağırarak onların da huzurunda:
“Bunların her birinin başında iki adam bulundur ve bu adamların her birinin eline bir kılıç ver. Ben hutbemi okuduğum sırada eğer onlardan birisi kalkar da ağzını açıp bir kelime söyleyecek olursa hemen başındaki muhafızlar kılıçlarıyla bunların boynunu vursun.” diye talimat vermiş, sonra oradan çıkmış, onunla birlikte onlar da çıkarak mescide gitmişlerdi. Muaviye minbere çıkıp Allaha hamd ve sena ettikten sonra şöyle demişti: “Bunlar Müslümanların ileri gelenleri ve en hayırlılarıdırlar. Bunlara danışmadan ve onların görüşlerine başvurulup onlarla istişare edilmeden hiç bir iş yapılamaz ve icra edilemez. Onlar Yezide beyat etme konusunda razı olmuşlar ve beyat etmişlerdir. Haydi, sizler de Allahın adıyla Yezide beyat ediniz!” Muaviyenin bu sözleri üzerine orada hazır bulunan Mekkeli Müslümanlar gelip Yezide beyat etmişlerdi, ancak bu beyatlerini yaparlarken Abdullah bin Zübeyr, Hüseyin ve diğer arkadaşlarının yapmış oldukları beyate dayanarak ve güvenerek yapmışlardı. Bu beyat işinden sonra Muaviye hemen atına binip oradan ayrılarak Medineye doğru gitmişti. Müslümanlar Hüseyin ve arkadaşlarına gelip:
“Sizler beyat etmeyeceğinizi iddia ediyordunuz, neden razı olup da beyat ettiniz?” diye sormuşlar, Hüseyin ve arkadaşları ise: “Hayır, Vallahi biz asla beyat etmedik.” diye karşılık vermişlerdi. Bunun üzerine: “Peki, o hutbesinde sizin de beyat ettiğinizi söylediği halde neden ona itiraz etmediniz?” demişler, onlar da: “Kılıçtan ve öldürülmekten korktuk da onun için sesimizi çıkarmadık,” diye cevap vermişlerdi.
Muaviye Medineye döndüğünde Mekkede olup bitenleri onlara anlatmış onların da beyatini alarak oradan Şama gitmiş ve Haşimoğullarına eziyet etmeğe başlamıştı. Muaviyenin bu davranışı üzerine Abdullah bin Abbas kalkıp Şama Muaviyeye gitmiş ve Ona şöyle demişti: “Sana ne oluyor da bize böyle cephe alıp duruyorsun?” Muaviye Ona: “Sizin adamınız Yezide beyat etmiş değildir, siz de onun bu davranışına karşı çıkmadınız.” deyince Abdullah bin Abbas: “Ey Muaviye! Sen çok iyi biliyorsun ki ben bir kenara çekilip Müslümanları senin aleyhinde kışkırtmağa kalkışmış olsam hepsini sana karşı isyan ettirebilirim.” şeklinde konuşmuş, Muaviye de: “Ey Abbasın oğlu! Önce beyat ediyor, razı oluyor, ondan sonra da vaz mı geçiyorsunuz?” diye karşılık vermişti.
Bir rivayete göre Abdullah bin Ömer Muaviyeye şöyle demişti: “Ben sana ümmetin tümüyle beyat edip razı olacağı kimse için beyat ederim. Vallahi eğer bu ümmet siyahi bir Habeşliye beyat edecek olsa ben de bu ümmetle birlikte beyat ederdim.” Sonra evine çekilmiş, kapısını kapatmış ve hiç kimseyle görüşme kabul etmemişti.
Abdurrahman bin Ebi Bekrin hicri 53. yılda vefat ettiğini söyleyen tarihçilerin bu kayıtlarına göre Onun Muaviyeye yukarıda zikredilen sözleri söylemiş olması mümkün değildir, çünkü o H. 53. yılda vefat etmiş olsaydı zaten bu olaylara yetişmesi mümkün olmazdı. Ancak daha sonra vefat ettiğini söyleyenlerin görüşüne göre Muaviyeye söylediği sözlerin doğru olduğu kabul edilebilir.