Resulallahın hizmetçilerinden olan Ebu Rafi Ali döneminde Beytullahın bekçisi idi. Ali bir gün eve girdiğinde kızının süslendiğini ve üzerinde bir mücevheratın olduğunu görmüş ve bunun Beytülmalden alındığını anlamıştı. Ona: “Bu mücevherat kızın eline nereden geçti?” diye sormuş ve: “Onun elini kestireceğim.” di-yerek hiddetlenmişti. Ebu Rafi Alinin bu hususta ciddi olduğunu görünce hemen ortaya atılır ve şöyle der: “Ey Müminlerin emiri! Vallahi, Onu bu mücevheratla ben süsledim.” Ali şöyle karşılık verir: “Ben Fatıma ile evlendiğimde bir koyun postundan başka bir sergimiz yoktu. Geceleyin bu post üzerine yatar, gündüz onun üzerine oturur ve onda yemeğimizi yerdik. Fatımadan başka da hiç bir hizmetçim yoktu. ”
ibn Abbas şöyle anlatır: insanların ilmi beş bölüme ayrıldı. Alinin bu beş bölümden dördüne sahip olduğu diğer insanların ise bir tek kısma sahip oldukları ve yine bu ilimlerinde de Alinin onlara ortak olduğu görüldü. Gerçekten o insanların en alimi idi.
Ahmed bin Hanbel de şöyle anlatır: Resulallahın ashabından Aliye verilen ilim kadar kimseye ilim verilmemiştir.
Amr bin Meymun şöyle der: Ömer bin el-Hattab yaralanıp da hilafeti ashabdan ileri gelen altı kişiye bıraktığında onlara gerekeni söyleyip de yanlarından ayrıldıktan sonra şöyle demişti: “Eğer aralarında şu saçları dökük adama bu işi havale etseler onları doğru yola iletir.” Oğlu Abdullah: “Peki, ey Müminlerin emiri, Onu neden kendin tayin etmiyorsun?” diye sorunca Ömer:
“Onu (Hilafet görevini) hayatta iken ve öldükten sonra yüklenmek istemiyorum.” diye karşılık vermişti.
Asım bin Küleyb babasından şöyle nakleder: Aliye isfahandan bir miktar mal gelmiş, bu malları yedi paya ayırmıştı. Ayrıca bunlar arasında bir ekmek parçasına rastlamış, bu ekmeği de yedi ayrı parçaya böldükten sonra bunları alacak kimseleri çağırmış ve onların huzurunda bu malları kura ile sahiplerine taksim etmişti.
Harun bin Antere babasından şunları aktarır: Ali Havamakta iken kış mevsiminde yanına vardım. Sırtında kadifeden bir gömlek vardı ve kışın ortasında titreyip duruyordu. Ona: “Ey Müminlerin emiri! Yüce Allah sana ve çoluk çocuğuna bu mallardan bir nasip ayırmıştır. Böyle olduğu halde sen neden kendi nefsine böyle eziyet ediyorsun?” diye sordum. Bana şöyle karşılık verdi: “Vallahi, sizin mallarınızdan tek bir şeyalacak değilim, işte bu sırtımdaki kadife gömlek ta Medineden getirdiğim elbisemdir.”
Yahya bin Selime şunları anlatır: Ali Amr bin Selimeyi isfahana vali tayin etmişti. Amr oradan geri dönüşünde bir sürü mal getirmişti ve bu mallar arasında da bal ve yağ tulumları vardı. Alinin kızı Ümmü Külsüm, Amr bin Selimeye haber gönderip ondan biraz bal ve biraz da yağ istemiş, o da Ümmü Külsume bir tulum yağ ve bir tulum bal göndermişti. Ertesi gün Ali balları toplayıp taksim etmek istediğinde tulumları saymış, iki tulumun eksik olduğunu görmüştü. Bu iki tuluma ne olduğunu sorduğunda ondan bu durum gizlenmiş ve hemen bunları getireceklerini söylemişlerdi. Ancak Alinin ısrarı üzerine Amr bin Selime bu iki tulumun ne olduğunu ve durumu açıklamış, Ali hemen kızı Ümmü Külsume haber gönderip bu iki bal ve yağ tulumunu geri almış ve onların biraz eksildiğini görmüştü. Hemen tüccarlardan bilirkişileri çağırıp bunların ne kadar eksildiklerini söylemelerini istemişti. iki tulumun her biri üçer dirhem kadar eksilmişlerdi. Ali hemen Ümmü Külsume haber gönderip bu eksilenleri ondan geri almış ve malları tümüyle hak sahipleri arasında bölüştürmüştü.
Anlatıldığına göre bir gün Ali Hemedanda iki adamın kavga ettiklerini görmüş, onları birbirinden ayırarak yoluna devam etmiş, arkasından bir ses işitmişti: “Allah rızası için yok mu beni kurtaracak!” Birden o sesin geldiği tarafa yönelerek: “Kurtarıcı geliyor!” diye seslenmiş ve bir adamın diğerini yakalayıp bırakmadığını görmüştü. Adam Ona: “Ey Müminlerin emiri! Ona bir kumaş sattım. Bana ayıbı olmayan, çürük olmayan dirhem vermesini şart koşmuştum. Şartımız bu gün içinde verilmesi idi. işte bana bu dirhemleri getirip verince ben de ona bunları getirdim ve onu dava ettim. O da beni dövmeğe başladı” diye söyleyince Ali O döven adama döner: “Sen ne dersin?” diye sorar. Adam: “Doğru söylüyor ey Müminlerin emiri!” diye cevap verince Ali dönüp: “O halde onun şart koştuğunu yerine getir.” der, o da dirhemlerini tam olarak verir. Sonra Ali dönüp o dövülen adama: “Sen kısas uygula” der, adam da: “Affetsem mi ey Müminlerin emiri?” diye sorunca Ali: “Bu senin bileceğin iştir.” der ve dönüp: “Ey Müslümanlar, yakalayın şu adamı” diye bağırır. Onu yakalarlar ve aynen yeni okuma yazma öğrenen çocuklar gibi birisinin sırtına YÜkletirler. Ali ona on beş kırbaç vurmuş ve şöyle ilave etmişti: “Bu, işlediğin kötülüğün cezasıdır.”
Ali , öldürüldüğünde oğlu Hasan kalkıp bir hutbe okumuş ve şöyle hitapta bulunmuştu: “Vallahi, Onu öyle bir gecede öldürdünüz ki o gece Kuranın nazil olmağa başladığı gecedir, öldürdüğünüz o gece isanın göklere kaldırıldığı, Yuşa bin Nunun öldürüldüğü gecedir. Vallahi Ondan evvel ölüp de Onu geride bırakan veya Ondan sonra ölüp de Ona yetişebilen hiç kimse olmamıştır. Resulallah Onu bir gazaya bir askeri birlik başında gönderdiği zaman, and olsun ki Cebrail sağında Mikail de solunda yer alırdı. Vallahi, bir cariye için ayırdığı sekiz yüz ya da yedi yüz dirhem dışında altın olsun, gümüş olsun geriye bir şey bırakmadı. ”
Süfyan şöyle anlatır: Ali dünya hayatında iken taş üstüne taş koymadı, bir elbise üstüne elbise giymedi ve köşk üstüne köşk de yaptırmadı. Onun hububatı Medineden bir torba içerisinde taşınırdı. Bir rivayete göre bir gün bir kılıcını çarşıya çıkarıp satmış ve şöyle demişti: “Eğer bende bir izar parası olarak dört dirhem olsaydı bunu satmazdım.” Ali tanıdığı adamdan alış veriş etmezdi. Bir gömlek satın aldığı zaman gömleğin kolunu eline varacak yere kadar ölçer ve geri kalanını keserdi. Kullandığı arpa ununun tulumunu mühürlerdi ve şöyle derdi: “Ben yediğimin miktarını mutlaka bilmek isterim.”
Şabi şöyle anlatır: Ali bir gün kendisinin kaybolan zırhını bir hristiyanda bulur ve Kadı Şurayhe giderek hristiyanın yanında oturur ve ona şöyle der: “Eğer hasmım Müslüman olsaydı onunla eşit olarak aynı yerde otururdum. Bu zırh benim zırhımdır.” hristiyan da: “Hayır, bu benim zırhımdır. Müminlerin emiri neden yalan söylüyor?” deyince Kadı Şurayh Aliye:
“Elinde bu zırhın sana ait olduğuna dair şu anda bir delilin var mıdır?” diye sorar. Ali gülümseyerek “Hayır.” der. hristiyan da zırhı alır ve bir müddet gittikten sonra geri dönüp şöyle der: “Bu hükümlerin peygamberlerin hükümleri olduğuna şahadet ederim. Müminlerin emiri beni kadısına götürdü ve buna rağmen kadı halifenin aleyhine hüküm verdi.” Bunun üzerine bu hristiyan Müslüman olmuş ve bu zırhın Aliye ait olduğunu, bir gün yol sırasında Sıffıne giderken düşürdüğünü itiraf etmişti. Ali bu adamın Müslüman olduğuna sevinerek ona zırhı hibe ettiği gibi ayrıca bir de at vermişti. Bu adam Alinin yanında Nehrevan Savaşında Haricilere karşı yer almıştı.
Anlatıldığına göre bir gün Ali çarşıdan almış olduğu bir dirhemlik hurmayı bir çarşafa doldurmuş ve sırtlanmış getirirken kendisini yolda görenler: “Ey Müminlerin emiri! Müsaade et biz taşıyalım.” diyerek taşımak istemişler, ancak Ali şöyle demişti: “Bir aile reisinin kendi çoluk çocuğu için aldığı azığı taşıması onun görevidir. ”
Hasan bin Salih şöyle anlatır: Ömer bin Abdülazizin huzurunda zahit kişilerden söz edildi. Ömer bin Abdülaziz şöyle dedi: “Dünyada insanlar içinde en zahit olanı Ali bin Ebi Talibdir.”
Medaini şöyle anlatır: “Ali bir gün kapısına toplanmış olan bir grup insana bakıp kölesi Kanbere bunların kim olduklarını sormuş, Kanber Ona şöyle demişti:Bunlar senin taraftarlarındandır ey Müminlerin emiri! Ali:Peki, o halde neden ben onların yüzlerinde benim taraftarlarım olduklarına dair bir emmare görmüyorum? diye sormuş, Kanber de: <