Bu yıl içinde Osman Küfe halkından bir grubu Şama mecburi ikamete göndermişti. Bunun da sebebi şu idi: Osman yukarıda izah ettiğimiz gibi Velidin içki içtiği haberini aldığında Küfe Valiliğine Said bin el-Ası tayin edip Velidi Medineye göndermesini emretmişti. Saidin Küfeye varıp Velidi Medineye göndererek minberi yıkatması üzerine Ümeyyeoğullarından bazı kimseler Onu bazı uygulamalarından alıkoymak istediler. Ancak onlara pek aldırış etmeyen Said Müslümanlarla ve Kadisiye gazileriyle bir arada olup Küfelilerin rahatını temin etmek istedi. Said yalnız kaldığında bu adamlar Onun yanına girer, fakat bunlar çıktığında da diğer bütün Müslümanlar huzuruna çıkarlardı. Bir gün bu adamlar Saidin yanına girip sohbet ettikleri sırada Esed Kabilesine mensup birinin oğlu olan Hubeyş şöyle der: “Talha bin Ubeydullah ne kadar cömert bir adamdır!” Bunu duyan Said: “Evet, en-Neşestec Köyüne sahip bir adam mutlaka cömert olur. Vallahi benim de böyle bir köyüm ve arazim olsaydı hepinizi rahat ettirirdim.” diye karşılık verir. Bunun üzerine Abdurrahman bin Hubeyş de: “Vallahi bu vadinin senin olmasını arzu ederdim.” der. Gerçekten söz konusu edilen bu yer Fırat kenarında, Küfeye yakın bir yerde olup son derece mükemmeIdi ve daha evvel Kisraların mülkiyetinde bulunuyordu. Orada hazır bulunanlar bu sözü duyunca Ona: “Hay senin ağzın yamulsun! Vallahi seni bir güzelce benzetmek lazım.” diye söylendiler. Babası onlara cevaben şöyle dedi: “O çocuktur, bırakın onu, vazgeçin” Fakat onlar:
“O bizim mülkümüzün Onun olmasını temenni ediyor.” deyince babası: “Hayır, o size elinizdeki nimetlerin kat kat fazlasını temenni ediyor” diye karşılık verir. Ama orada bulunanlardan el-Eşter, Cündeb, ibn Zil-Heneke, Sasaa, ibn el-Kevve, Kümeyi, Umeyr ibn Dabii adamın üzerine atılırlar. Babası Hubeyş onlara engelolmak isteyince her ikisini dövmeye başlarlar ve onları bayıltırlar. Said onlara ne kadar engelolmak isterse de onlar aldırış etmeden Abdurrahmanı ve babasını bayıltıncaya kadar döverler. Esed Kabilesi bu durumu öğrenince hemen Tuleyha ile birlikte gelip Saidin köşkünü sararlar, diğer kabileler de Saidin etrafında toplanırlar. Nihayet Said dışarı çıkıp şöyle hitap eder: “Ey insanlar! Bir kaç kişi kendi aralarında münakaşa etmiş ve arkasından bu işi bitirmişlerdir.” Onun bu sözü üzerine geri dönüp hepsi kendi geldikleri yere giderler. Dövülen iki adam ayıldıklarında Saide: “Senin muhafızların bizi dövdüler.” derler. Said de: “Hayır, onlar hiçbir zaman benim adamlarım değildir. Siz de dilinizi tutunuz ve insanların arasında ihtilaflara yol açmayınız” diye çıkışır. Bunun üzerine onlar susmuş ve her iki taraf da kendi evlerinde oturmuşlardı. Ancak bazıları da Osmana gitmişlerdi.
Başka bir rivayette ise bu olayın sebebi şöyle anlatılır: Said bin el-Asın evinde bazı kimseler sohbet ediyorlarmış. Bunların arasında Malik bin Kaab elErhabi ile NeM Kabilesinden Esved bin Yezid ve Alkame bin Kays, bunların yanında da Malik el-Eşter ve diğerleri bulunuyormuş. Said onlara şöyle der:
“Buradaki arazilerin hepsi Kureyşin bahçeleridir.” Bunu duyan el-Eşter şöyle cevap verir: “Cenab-ı Allahın bize kılıçlarımızla ihsan etmiş olduğu bu sevad arazilerin senin ve kabilenin malı ve bahçeleri olduğunu mu söylüyorsun?” Orada bulunanlardan bazıları da aynı şeyi söyler. Said bin el-Asın koruma memuru olan Abdurrahman el-Esedi de şöyle cevap verir: “Siz emirin sözüne itiraz mı ediyorsunuz?” Başka ağır sözler de söyler. el-Eşter de bunun üzerine:
“Kim bunlar, burada kim oturuyor? Vallahi bu adam sizi fitneye sokmak istiyor” deyince hemen üzerine atılırlar ve bayıltıncaya kadar bir hayli hırpalarlar. Arkasından onu ayaklarından çekip suya atmış ve ayıltmışlardI. Ayıltılınca Saide: “Senin seçtiğin adamlar neredeyse beni öldürüyorlardı” demesi üzerine Said şöyle der: “Vallahi bu günden sonra hiç kimse benim yanımda sohbet etmeyecektir.” Kufeliler de kendi evlerinde oturup sohbetlerini yapıyor ve sürekli olarak Osmana ve Said bin el-Asa küfrediyorlardI. Hatta öyle ki bunlar gittikçe çoğalıyor ve etraflarında devamlı adam birikiyordu. Said Küfelilerin ileri gelenlerinin hallerini Osmana bildirmiş ve onların Küfeden çıkarılmalarını istemişti. Osman onlara cevaben: “Bu adamların Muaviyeye gönderilmelerini istemiş ve Muaviyeye mektup yazarak şöyle demişti:
“Sanki fitne için yaratılmış bazı kimseler sana geliyor. Onların fitne çıkarmalarını önle, ancak ıslah olurlarsa geri gönder. Uslanmayacak olurlarsa da onları bana gönder.” Bu adamlar Muaviyeye vardıklarında onları Şamda Meryem Kilisesinde iskan ettirip Osmanın emriyle Irakta kendilerine verilen maaşlarını burada da vermeye başlamış. Sabah ve akşam yemeklerini onlarla birlikte yermiş.
Bir gün Muaviye onlara şöyle der: “Siz Araplardan bir kavimsiniz. Dişleriniz ve dilleriniz vardır. islam ile şereflenip çeşitli milletlere karşı galip geldiniz, onlara üstün oldunuz ve varlıklarınızı korudunuz. Sizin Kureyşi kınadığınızı işittim. Eğer Kureyş olmasaydı siz zelil olurdunuz. Sizin imamlarınız sizin için koruyucu kalkandırlar, onlardan ayrılmayınız. imamlarınız sizin her türlü zorluklarınıza karşı sabredip duruyor, geçim ve rızkınızı da temin ediyorlar. Eğer bu huyunuzdan vazgeçmezseniz Cenab-ı Allah size kötü davranacak kimseleri musallat eder ve onlar hiçbir zaman size karşı sabırla davranmaz. Siz hem hayatınızda, hem de ölümünüzden sonra Müslümanlar ve reaye üzerine yaptığınız kötülüklerde onlara ortak olursunuz.”
Bu adamlardan Sasaa şöyle cevap verir: “Kureyşten bahsettin. Cahiliyye devrinde Kureyş Kabilesinin nüfuzu diğer kabilelerden daha fazla olmadığı gibi onlardan daha da güçlü değildi ki onunla bizi korkutasın. Kalkandan söz ettin, eğer kalkan yanacak olursa o ateş bize gelir.”
Muaviye ona şöyle karşılık verir: “Şu anda sizi tanıdım; hem ne olduğunuzu hem de sizi aldatan tek şeyin akıllarınızın azlığı olduğunu anladım, onların sözcüsü olduğun halde senin de akılsız olduğunu görüyorum. Ben sana islamın büyüklüğünden, iyiliğinden ve nimetinden söz ediyorum; sen bana cahiliyetten bahsediyorsun. Sizin bu halinizi ve işinizi büyüten kavmi Allah rezil etsin. Benden şunları öğreniniz ki -öğreneceğinizi zannetmiyorum yaKureyş ne cahiliyette ne de islamda kendi kendine aziz olmuştur. Bu azizlik ancak Allahın elinde olan bir şeydir. Kureyş Arapların en kalabalık ve en güçlü olanı da değildi. Fakat Kureyşliler Arapların en cömertleri, nesepçe en üstünleri, aralarında en merhametli olanları idiler. Cahiliyet dönemlerinde de bu özelliklerini korumuşlardır. insanlar birbirlerini yiyip dururken bu özelliklerini korumuşlardı. Bütün bunlar Allah eliyle olan şeylerdi. Cenab-ı Allah kendilerini diğer insanlara karşı koruyacak bir Harem-i Şerif inşa ettirmiştir. Siz Araplardan, Acemlerden, siyahından, kırmızısından Kureyşin dışında kendi ülkesinde bela isabet edip de bundan kurtulan kimse gördünüz mü? Kureyşe karşı kin besleyen kimseleri Cenab-ı Allahın zelil ettiğini bilmiyor musunuz? Bu durum Cenab-ı Allahın kendi dinine tabi olup bu dini yüceltmeye çalışan insanları kurtarmak ve yüceltmek istediği ana kadar sürmüştür.
Cenab-ı Allah, insanları dünya heva ve hevesinden, ahiretin azabından korumaya çalışanları da aynı şekilde kurtarmıştır. işte böyle iman edenleri Cenab-ı Allahayırmış, bu din için onların en hayırlıları olarak da Kureyşi seçip çıkarmıştır. Bu dine sarılmalarından dolayı da yönetimi onlara vermiş ve halifeliği de onların deruhte etmelerini dilemiştir. Aslında başka kimseye de pek yakışmaz. Cenab-ı Allah onları cahiliye döneminde küfür üzere oldukları halde bile korumuşken kendi dini üzerinde oldukları sırada nasıl korumaz? Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sana ve adamlarına yazıklar olsun.”
“Ve ey Sasaa, sana ve ülkene gelince: Ülken ülkelerin en şerlisi, ülkenin evleri evlerin en kokuşmuşu, vadisi vadilerin en derini ve kötülüklerle şöhret bulmuş olanıdır. Ondan daha kötü komşu asla olamaz. Şan ve şeref sahibi kimse orada oturmamıştır. Orada oturan ve kalan kimselerden kınanmayan kimse de yoktur. Araplar çeşitli lakap ve akrabalıklara ayrılmışlardı. Ama ümmetler içinde en parçalanmış olanlar onlardı, siz de bunun en zirvede bulunanları idiniz. Ayrıca iranlıların da hakimiyetindeydiniz. Arkasından Resulallahın daveti size ulaştı. Sen, bu davet Bahreyne ulaştığı zaman kavminin arasında değildin, bu yüzden de bu davete nail olamadın. Sen kavminin en kötülerindensin. islam sana ulaşıp da Müslümanlar arasına karıştığın halde bile kalkıp Allahın dinini eğri büğrü görüyor, insanları peşinden sürüklüyorsun. Fakat senin bu yaptıkların Kureyşe zarar vermez ve onlar buna aldırış etmezler. Bunun yanında onlar kendilerine düşeni yapmaktan da alıkonmazlar. Şeytan sizin yaptıklarınızdan gafil değildir. O, sizi kötülükle tanımış ve sizi aldatmıştır. Şeytan sizinle mücadeleye girişmiş ve siz içine düştüğünüz bu şerden bir türlü uyanamamış ve bunu anlayamamışsınız. işte Allahın üzerinize indirdiği şer ve kötülük budur.”
Sonra Muaviye kalkarak onları kendi hallerine bırakıp ayrılmış, onların canları da bir hayli sıkılmıştı. Muaviye sonra tekrar onlara dönüp şöyle der:
“Ben size istediğiniz yere gitmek üzere izin verdim. Sizin hiç kimseye faydanız dokunmadığı gibi zararınız da dokunmayacaktır. insanlara ne menfaati, ne de zararı dokunacak insanlarsınız. Eğer kurtuluşu arzu ediyorsanız gidin, kendi cemaatinize uyun ve onlara katılın. Allahın size verdiği bu nimetler sizi azdırmasın. Ayrıca bu azgınlık da başıboş davranmanızı gerektirmez. istediğiniz yere gidin. müminlerin emirine bu hallerinizi mutlaka bildireceğim.”
Tam çıkıp gidecekleri sırada Muaviye onlara şöyle seslenir: “Sizlere şunu son defa hatırlatayım ki, Resulallah her türlü günahtan azade olarak beni kendi emrine aldı ve bana görev verdi. Ebu Bekir halifeliğe gelince o da aynı şekilde bana görev verdi. Arkasından Ömer halife seçilince o da bu görevimi sürdürdü. Osman halife olunca o da aynı şekilde beni görevlendirdi. Beni görevlendiren herkes mutlaka benden razı olarak bana görev vermişti. Resulallah bu işlere Müslümanlar adına yeterli gelecek ve ona ihtiyacı olmayan kimseleri araştırırdı. Cenab-ı Allah kendisine karşı hile ve tuzak hazırlayanlara karşı en mükemmel şekilde intikam alandır. Siz kötülük olduğunu bildiğiniz bir konuya yanaşmayasınız. Allah sizi bu şekilde başıboş bırakmaz. Mutlaka içinizden geçenleri iyi bilmektedir ve sizin gizlediklerinizi de insanlara ifşa edecektir. ”
Muaviye daha sonra Osmana mektup yazıp şöyle demişti: “Bana akılları ve dinleri olmayan bir grup insan geldi. Adalet onlara sıkıntı veriyor. Allahtan bir şey dilemiyorlar, delille konuşmuyorlar. işleri güçleri, başlıca meşgaleleri fitnedir. Zimmet ehlinin mallarına göz dikiyorlar. Allah da onları imtihan ediyor, onların kötü hallerini biliyor ve bunu açığa vuruyordur. Bunlar, ancak başkalarıyla birlik olup insanlara zarar verebilirler. Said ve çevresindekileri bunlara yaklaştırma. Onlar kötülük çıkarmaktan başka bir işe yaramazlar.”
Nihayet Dımaşktan çıkıp giderler. Fakat birbirlerine şöyle derler:
“Kufeye dönmeyelim, halk bizimle alayeder.” Onun için el-Cezireye doğru yola koyulurlar. O sırada Humusta vali bulunan Abdurrahman bin Halid bin Velid onları çağırarak şöyle der: “Ey şeytanın arkadaşları! Size esenlik dilemiyorum. Şeytan bağlanmış ve kıskıvrak yakalanmışken siz ondan sonra ortaya atıldınız. Eğer sizi tedip etmezsem ben
Abdurrahmana yazıklar olsun. Ey şu Arap mıdır Acem midir ne olduklarını bilmediğim kavim! Muaviyeye söylediklerinizi işittim, bana aynı şeyleri söylemeyesiniz. Ben ibn el-Velidin oğluyum. Ben tecrübelerle yoğrulmuş o adamın oğluyum. BenRidde Gününde mürtetleri kahreden adamın oğluyum. Vallahi ey Sasaa, eğer adamlarımdan biri senin burnunu kırsa, sonra da sana olmadık hakaretlerde bulunsa yine de seni kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere sürerim.”
Sonra Abdurrahman onları yanında bir ay kadar alıkoyar ve nereye giderse kendisi atına biner onları yaya olarak yanında götürür. Abdurrahman bir gün Sasaaya şöyle der: “Ey bücürün oğlu! Şunu iyi bildim ki hayır ve güzellikle yola gelmeyen adam zorla ve kötülükle de yola gelebilir. Niye Said ve Muaviyeye söylediklerini bana da söylemiyorsun?” Sasaa ve adamları şöyle cevap verir: “Allaha tövbe ettik, ne olur bizi serbest bırak da Allah da seni affetsin.” Bunu sürekli söyleyip durdular. Arkasından Abdurrahman:
“Allah tövbelerinizi kabul etsin.” der. Sonra el-Eşteri Osmana gönderir. el-Eşter tekrar Osmana geldiğinde Osman Ona: “istediğin yere git.” der. el-Eşter: “Ben Abdurrahman bin Halidle birlikte olmayı isterim” deyince Osman: “istediğin yere gidebilirsin.” demiş ve O da Abdurrahman bin Halidin yanına dönmüştü.
Bu olayla ilgili olarak diğer bir rivayette şunlar ilave edilir: Muaviye onlarla konuşup gittikten sonra tekrar geri geldiğinde söylediklerine şunları eklemişti: “Ben kendi başıma yaptıklarımı ve akrabalarım arasında yapmayı başarabildiklerimi sizlere de emrediyorum. Ben Kureyşi bildim bileli Ebu Süfyan ve Onun babası, Resulallaha gelinceye kadar en cömert kimseler idiler. Ancak Kureyş içinde Cenab-ı Allah Resulallahı seçip Ona ikramda bulunmuş ve Onu en cömert insan kılmıştır. Vallahi Ebu Süfyan bütün insanları doğuracak olsaydı mutlaka hepsini akıllı olarak doğururdu.” Onun bu sözünü duyan Sasaa: “Yalan söyledin, insanlar arasında Ebu Süfyandan daha akıllı kimseler vardır. Cenab-ı Allahın kendi elleriyle yarattığı ve kendi ruhundan ona üfürdüğü ve meleklerin kendisine secde etmesini istediği insan vardır. Bunlar arasında iyileri ve kötüleri, ahmağı ve zekisi de vardır.” Sonra Muaviye onların yanından çıkıp gider, tekrar dönüp gelerek onlarla uzun uzun sohbet edip şöyle der: “Bre adamlar! Ya hayır söyleyin, ya da susun. Düşünün ve kendinize, akrabalarınıza ve Müslümanlara yararı dokunacak şeyleri gözetleyin, onları isteyin.”, Sasaa şöyle karşılık verir: “Sen buna layık ve Allaha isyan hususunda kendisine itaat edilecek bir adam da değilsin.” Muaviye şöyle der: “Ben sizinle ilk karşılaşıp da konuşmağa başladığımda Allaha itaat etmenizi ve Onun peygamberine uymanızı, Allahın ipine sımsıkı sarılıp ayrılmamanızı söylememiş miydim?” Onlar da şöyle derler: “Hayır, sen ayrılıkla ve Resulallahın getirdiklerine muhalefetle başladın.” O da: “Evet, size böyle demişsem de şu anda size marufla emrediyorum. Allaha tövbe edip sizi Allaha ve Resulüne itaate ve cemaate bağlanmağa, imamlarınızı yüceltmeğe ve onları hayır yoluna yöneltmeğe davet ediyorum.” Sasaa şöyle karşılık verir: “Biz de şu anda yapmakta olduğun görevden ayrılmanı ve senden daha hayırlı, babası babandan daha iyi ve daha önce Müslüman olmuş, imanı ve ameli de babandan daha iyi ve üstün olan kimselere bu görevi devretmeni istiyoruz.” Muaviye şöyle der: “Allaha yemin olsun ki benim islamda bir önceliğim vardır, fakat benden önce Müslüman olanların da önceliği ve üstünlüğü vardır. Ancak hali şu anda bulunduğum halden daha iyi ve daha takva sahibi kimse yoktur. Ömer bin el-Hattab bizzat bunu görüp müşahede etmiştir. Ömer bin el-Hattab ne bana ne de başkalarına ayrıcalık tanırdı. Görevimi terk etmeme ve ondan ayrılmama sebep olacak herhangi bir iş de yapmış değilim. müminlerin emiri bunu uygun görüp de bu konuda bana mektup yazacak olursa görevimden derhal ayrılırım. Evet, durun bakalım. Bu ve buna benzer işlerde şeytan mutlaka iyi temennilerde bulunur ve size bunları emreder, ömrüme yemin olsun ki eğer işler sizin görüşleriniz ve temennilerinizle olacak olsaydı vallahi tek bir gece bile doğru gitmezdi. Sizler her zaman hayrı anın ve sürekli iyilikten söz edin. Allahın insanlara musallat ettiği nice güçlükler vardır ve ben size bu güçlüklerin isabet etmesinden korkuyorum. Eğer siz Rahmana isyan etmekte devam ederseniz Yüce Allah sizi dünya ve ahirette böyle zorluklara ve meşakkatlere sürükler.” Muaviye böyle söyleyince hepsi üzerine atılıp saçını başını yolmağa başlamışlardı. Bunun üzerine O da şöyle demişti: “Burası Küfe değildir. Vallahi Şamlılar bana yaptıklarınızı görürlerse sizi onların elinden kurtaramam, hepinizi öldürürler. Sizin yaptıklarınız sürekli olarak birbirlerine benzer şeylerdir.” Sonra Muaviye Osmana daha önce yazdığını belirttiğimiz mektubun benzerini yazar. Kendisine gelen mektupta Osman onları Küfeye Said bin el-Asın yanına göndermesini emreder. Onları Kufeye gönderir ve fakat orada yine dillerini tutamazlar. Said bin el-As onlardan bıktığından dolayı Osmana feryadını iletir. Bunun üzerine Osman, Saide mektup yazıp onları Humusa Abdurrahman bin Halidin yanına göndermesini emreder. Said onları emredilen yere gönderir. Abdurrahman bin Halid gönderilen bu adamları konuklandırır ve onlara geçimleri verilir. Bunlar el-Eşter, Sabit bin Kays el-Hemdani, Kumeyi bin Ziyad, Yezid bin Suhan ve kardeşi Sasaa, Cündeb bin Züheyr el-Gamidi, Cündeb bin Kaab el-Ezdi, Urve bin Cad ve Amr bin el-Hamik el-Huzai ve ibn Kevvadır.
Anlatıldığına göre, Muaviye ibn el-Kevvaa kendisi hakkında ne düşündüğünü sorar. ibn el-Kavva şöyle der: “Sen iyilik sever, iyi idareci, güzel düşünceli, saldırgan olmayan, halim-selim bir adamsın ve islamın temel direklerinden bir direksin. Senin vasıtanla korkunç bir keder kapanmıştır.” Onun bu sözleri üzerine Muaviye: “Sen, arkadaşlarının en akıllısı görünüyorsun. Şu vilayetlerde meydana gelen olaylar ve onları çıkaranlar hakkında ne dersin, anlat bakalım.” ibn el-Kevva der ki: “Medine halkı kötülükten en çok kaçınan, fakat onun üstesinden bir türlü gelemeyen kimselerdir. Küfeliler birlikte gelirler fakat darmadağın dönerler. Mısırlılar insanlar arasında şerre en çok meyyal olan ve en çabuk pişman olan kimselerdir. Şamlılara gelince, onlar insanlar arasında yöneticilerine ve kendilerine nasihat edenlere en çok itaat eden ve onları saptıranlara en çok karşı çıkan kimselerdir. ”