Ömer bin Meymun el-Evdi şöyle anlatır: “Ömer bin Hattab yaralandığında Ona şöyle denildi:Ey Müminlerin Emiri! Kendi yerine birisini veliaht tayin et. O bu söze şöyle cevap verdi:Eğer Ebu Ubeyde bin el-Cerrah hayatta olsaydı, Onu halife adayı gösterirdim. Şayet RabbimBunu neden böyle yaptın? diye soracak olursa:Ey Rabbim, senin peygamberinin: Ebu Ubeyde bu ümmetin eminidir dediğini işittim, derdim. Ve eğer Ebu Huzeyfenin kölesi Salim hayatta olsaydı aynı şekilde Onu da halife adayı gösterirdim. Rabbim bana bunu da sorsa:Ey Rabbim! Senin peygamberinin:Salim Allahu Tealaya şiddetle muhabbet besleyen bir kişidir dediğini işittim, derim. Orada bulunanlardan birisi o sırada şöyle dedi:Ey Müminlerin Emiri! Abdullah bin Ömeri halife adayı göstersene! Bunun üzerine Ömer:Allah müstahakkını versin. Vallahi sen bu sözünle Allahın rızasını gözetmiş değilsin, yazıklar olsun sana. Ben kendi hanımını boşamaktan aciz olan birisini nasıl halife adayı göstereyim? Sizin bu işinizi yüklenmekte pek tamahkar değiliz. Ben bu işe getirildiğimden dolayı sevinip de hamd etmiş değilim. Bunun için de kalkıp bir ikincisini buna kurban mı edeyim? Eğer bu iş hayırlı bir iş ise, zaten ailemizden birisi buna erişti. Ve eğer şerli bir iş ise Allah bunu bizden gidermiş oldu. Ömerin ailesinden bu iş için birisinin kurban olması yeterlidir. Muhammed ümmetinin işlerini Cenabı Allahın ailemizden bir tek kişiye sorup sual etmesi yeter. Ben bu iş için nefsimi ve kendimi zorlara soktum ve aile efradımı da birçok şeyden mahrum ettim. Şayet bu işten böyle günahsız ve ecirsiz olarak kurtulacaksam ne mutlu bana! Şöyle bir geriye baktığımda gördüğüm şudur: Eğer ben yerime birisini tayin edecek olursam, benden daha hayırlı birisi, kendi yerine birisini tayin etmiştir, eğer bu görevi Şuraya bırakacak olursam yine benden daha hayırlı birisi bu işi şuraya bırakmıştır. Allah kendi dinini böyle muallakta bırakmaz, dedi. Ömerin yanındakiler dışarı çıkıp tekrar geldiler ve şöyle dediler:Ey Müminlerin Emiri! Hiç olmazsa bir vasiyet bıraksan. Bunun üzerine Ömer dedi ki:Size demin söylediklerimi şöyle bir düşündüm, sonra da işlerinizi yüklenip sizi hakka iletecek en layık ve uygun olanınızı seçmek istedim. (Bu sözleriyle Aliyi kastetmişti.) Bunları düşünüp dururken bir ara şöyle bir dalıverdim ve rüyamda birisinin bir gül bahçesine girip oradan güller koparmaya başladığını ve gülleri sürekli olarak kendisine alıp altına koyduğunu gördüm. Anladım ki Cenabı Allah kendi işini daha iyi halledecektir. Bundan dolayı ben hem hayatta iken, hem de ölümümden sonra da bu işin sorumluluğunu yüklenmek istemedim. Bunun için sizlere Resulallahın:Bunlar cennet ehlindendir, diye buyurduğu Ali, Osman Abdurrahman, Saad, Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullaha bu işi havale ettim. Onlar kendi aralarında birini seçsin. Eğer onlar seçerlerse en iyisini seçer ve ona işleri havale ederler.”
Orada bulunanlar kalkıp gittiklerinde Abbas Aliye şöyle der: “Onlar arasına girme.” Bunun üzerine Ali: “Muhalefet etmeyi asla sevmem,” diye cevap verir. Abbas: “O halde sevmediğin bir şeyle karşılaşırsın, ” der. Ömer ertesi gün sabah olunca, Aliye, Osmana, Saada, Abdurrahmana, Zübeyre haber gönderip çağırır ve onlara şöyle der:
“Ben size şöyle baktım da sizi bu ümmetin reisIeri ve ileri gelenleri olarak gördüm. Bu işin mutlaka sizin aranızdan birisine havale edilmesi gerektiğine inanıyorum. Resulallah, Rabbine kavuştuğu sırada sizden razı olarak bu dünyadan göç etmiştir. Eğer siz doğruyu izleyecek ve hakkı ikame edecek olursanız bundan dolayı insanların başına her hangi bir zarar gelir diye asla korkmam. Fakat siz kendi aranızda bir görüş ayrılığına düşerseniz, o zaman ümmetin görüş ayrılığına ve ihtilaflara düşeceğinden korkarım. Kalkınız, Ayşeden izin alarak onun odasına kapanınız ve istişare ediniz.”
istişare heyeti odalarına girip yavaş yavaş konuşmaya başladılar. Hatta bir an oldu ki sesleri dışardan işitilecek kadar yükseldi. Bu arada Abdullah bin Ömer şöyle demişti: “Subhanallah! Daha emirul-müminin ölmüş değildir, bunlar neyin münakaşasını yaparlar?” Ömer: “Şimdilik bu işi bırakınız. Şayet ben ölecek olursam o andan itibaren üç gün içinde istişarenizi yapınız. Bu arada Süheyb namazı kıldırsın. Dördüncü gün girdiğinde mutlaka başınızda bir emir bulunsun. Abdullah bin Ömer de sizin aranızda sadece bir müşavir olarak bulunsun ve onu bu işe sakın katmayınız. Ama Talha bu işte sizin ortağınızdır. Eğer o ilk üç günde Medineye varacak olursa onu şura heyetine alırız ve O da aday alsun, fakat üç gün içinde gelmeyecek olursa o zaman siz işinizi bitirmiş olursunuz. Talhayı ikna edecek kim vardır?” diye sormuş, Saad bin Ebi Vakkas da: “Ey müminlerin emiri! inşaallah muhalefet etmez, ben Onu ikna ederim,” demişti. Bunun üzerine Ömer; “inşaallah muhalefet etmez. Zannedersem bu iki adam, yani Ali ile Osmandan başkası bu işe talip olmaz. Eğer bu işi Osman yüklenirse o bir hayli yumuşaktır, eğer Ali yüklenirse o da bazen şaka yapar, insanları hak yola ileteceklerin layık olanı odur. Saada gelince, gerçekten bu işin ehlidir. Fakat bu iş Saadın dışında kalacak olursa o zaman bu işi yüklenen kimse Saaddan yardım dilesin. Gerçekten de Saadı her hangi bir zaafından veya hıyanetinden dolayı azletmeyi düşünmedim. Evet, sözün en güzelini ve görüşün en iyisini Abdurrahman bin Avf ileri sürer. işte Onu dinleyiniz ve itaat ediniz.”
Ondan sonra Ömer, Ebu Talha el-Ensariye şöyle dedi: “Ey Eba Talha! Cenabı Hak sizinle sürekli olarak islamı aziz kılmıştır. Sen de ensardan elli kişilik bir asker seç ve aralarından birisini seçip halife tayin edinceye kadar bu şura heyetinin kapısında bekle.” Mikdad bin Esvede dedi: “Beni, kabrime koyduktan sonra bu şura heyetini bir araya getir, onları bir eve koy ve kendi aralarında birini seçsinler.” Süheybe de şöyle dedi: “Sen de Müslümanlara üç gün namaz kıldır. Heyeti bir eve sokunuz ve onların yanı başında durunuz. Eğer onlardan beş kişi bir görüşte birleşip de birisi muhalefet ederse, onun başını kılıçla uçur. Eğer dört kişi bir arada görüş beyan eder de iki kişi ters düşerse onların da başlarını uçuruver. Eğer onların üçü bir arada bir görüşe sahip olur, diğer bir üçü de başka bir görüş ileri sürerse Abdullah bin Ömeri hakem tayin ediniz. Ve eğer Abdullahın hakemliğini kabul etmezlerse Abdurrahman bin Avfın içinde bulunduğu üç kişiye uyunuz ve ümmetin içtima ettiği görüşe muhalefet ederlerse diğer üç kişiyi de öldürünüz.”
Oradan çıkıp gittiklerinde Ali yanında bulunan Haşimoğullarından bir gruba şöyle demişti: “Eğer kavminize sizinle ilgili konuda itaat edecek olursanız, biliniz ki siz artık ebediyen emirliğe getirilmezsiniz.” Yolda giderlerken karşılaştığı amcası Abbas Aliye şöyle demişti: “Sen bizden yan çizdin!” Ali ise cevaben: “Peki nereden bildin?” diye sorar. Abbas da: “Bu iş artık Osmanın oğullarına geçti demektir,” diye cevap verir. Ali ise şöyle der: “Siz çoğunlukla birlikte olunuz. Eğer bu şura ehlinden iki kişi birini seçecek olursa siz Abdurrahman bin Avfın içinde bulunduğu tarafa meylediniz. Saad bin Ebi Vakkas amcasının oğluna muhalefet etmez. Abdurrahman da Osmanın yakın akrabasıdır. O da onlarla ihtilafa düşmez. Birisi diğerine bu işi mutlaka tevdi edecektir. Eğer diğerleri benimle birlikte olurlarsa bana pek faydaları olmaz.” Abbas şöyle der: “Sana herhangi bir konuda bir teklif ile geldiğim zaman mutlaka sevmediğim ve arzu etmediğim bir şekilde geri dönmüşümdür. Resulallah vefat etmeden önce sana bu işi kimin yükleneceği konusunda soru sormanı istedim, fakat sen bu işten yan çizdin, vefatından sonra bu işte acele etmeni istedim, yine aynı şekilde vazgeçtin. Ömer seni şuraya dahil ettiği zaman: “Onlardan uzak dur, aralarına girme.” dedim, yine kabul etmedin. Bunun için bu konuda benden şunu dinle:
“Şura ehli sana neyi teklif ederlerse bu iş sana kesinlikle tevdi edilinceye kadar şura ehlinin bizden başkasını seçmelerine hiçbir zaman müsaade etme ki bizden başkasına kayıp gitmesin. Vallahi bu işi Osman yüklenecek olursa mutlaka onu bir kötülükle yüklenecek ki onunla birlikte olacak hayır da fayda etmez.” Buna karşılık Ali: “Eğer Osman yüklenecek olursa ölümünden sonra bunu nasıl kendi aralarında payedeceklerini mutlaka Ona hatırlatacağım. Eğer onlar böyle davranacak olurlarsa mutlaka beni hoşlanmayacakları bir tavırda bulacaklardır.”
Ali geri döndüğünde Ebu Talhayı görür ve orada bulunmuş olmaktan hoşlanmaz. Ebu Talha: “Ey Ebal-Hasan! Çekinecek bir şey yok,” der.
Ömer vefat ettiğinde cenazesi namaz için çıkarıldı ve Süheyb namazını kıldırdı. Ömer defnedildikten sonra şura ehli el-Mis ver bin Mahremenin evinde toplandılar. Başka bir rivayete göre ise Beytul-malde toplandılar. Diğer bir rivayette ise Ayşenin müsaadesiyle Onun hücresinde bir araya gelmişlerdi. Şura heyeti toplandığı zaman Talha bin Ubeydullah daha Medineye varmamıştı. Onlar hücrede bir araya geldiklerinde Ebu Talha el-Ensariye onları korumasını ve yanlarına kimseyi sokmamasını emrettiler. Amr bin el-Ass ve Muğire bin Şube de gelip kapıda oturmuşlardı. Onların oturduğunu gören Saad bin Ebi Vakkas onları uzaklaştırmış ve: “Biz de şura ehlinden idik, demek için mi geldiniz?” demiştir. Nihayet aralarında bir sürü konuşmalar ve tartışmalar oldu ve vakit hayli ilerledi. Ebu Talha onlara şöyle der: “Böyle tartışacağınıza bir an evvel işi hallediverseniz, benden kendinizi korumuş olursunuz. Vallahi, Ömerin ruhunu kabzeden Allaha yemin ederim, bu iş için size üç günden fazla müddet veremeyeceğim. Şimdi de evime gidip sizin ne yapacağınızı bekleyeceğim.” Abdurrahman bin Avf da: “Sizden hanginiz bu işten feragat edip de kendisinden daha faziletli olan kimseye bu işi terk ediverecek?” diye sormuş, fakat kimse Ona cevap vermemişti. Bunun üzerine kendisi: “Ben kendimi bu işten uzak tutuyorum,” der. Osman:
“Evet senin bu dediğine razı oldum,” der, diğerleri de: “Biz de senin dediğine razı olduk,” derler. Fakat Ali sesini çıkarmaz. Abdurrahman şöyle der:
“Sen ne dersin ey Ebal-Hasan?” Ali: “Bana hakkı gizlemeyeceğine, nevana tabi olmayacağına ve akrabanı gözetmeyip de ümmete layık olanı seçecegıne güven verirsenEvet derim.” diye karşılık verir. Bundan sonra Abdurrahman: “Benim göstereceğim, sizin işlerinizi yürütecek ve kendisinden razı olacağınız kimseye itaat edip de seçeceğinize dair söz veriniz. Allaha söz veriyorum ki akrabayı sırf akraba olduğundan dolayı gözetmeyeceğim ve Müslümanlara da bu konuda zarar vermeyeceğim,” der ve onlardan söz alıp aynı sözü o da onlara verir. Sonra Aliye: “Sen, Nebie ve islama olan yakınlığından, dindeki hassasiyetinden ve dine olan bağlılığından dolayı bu işe en ehil ve hak sahibi kimse olduğunu söylüyorsun. Peki, şayet bu iş senden başka birisine havale edilecekse bu şura ehli içinde senden sonra kimi layık görürsün?” diye sorar. Ali de Osmanın layık olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf Osmanla birlikte bir araya gelip Ona: “Ben Abdi Menafin ileri gelenlerindenim, Resulallahın yakın akrabasıyım ve amcasının oğluyum. Benim de islamda sebkatim ve faziletim vardır. “Bu işin bana havale edilmesi gerekir” diyorsun. Fakat bu iş sana değil de, bir başkasına havale edilseydi, sen kimi layık görürdün?” diye sorar. Osman: “Aliyi uygun görürdüm,” diye cevap verir.
Ali, yolda Saad bin Ebi Vakkasa rastlar ve Nisa Suresinin birinci ayetini okur: “Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allahtan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakımn. Şüphesiz Allah sizın üzerinizde gözetleyicidir.” Sonra Saada şöyle ilave eder: “Sana Resulallaha olan yakınlığımı, amcam Hamzaya olan akrabalığımı hatırlatırım. Bunun için de senin Abdurrahmanla birlikte Osmana yardımcı ve destek olmanı dilerim. Daha sonra Abdurrahman bin Avf o gece Resulallahın ashabı ile istişarelerde bulunur. Medinede karşılaştığı kimselerle, ordu komutanlarıyla, Müslümanların ileri gelenleriyle istişare eder durur. O gece Ömerin tayin ettiği müddetin biteceği gece idi. Onun sabahında bu müddet bitecekti. O günün sabahında Abdurrahman bin Avf Misver bin Mahremenin evine gelerek Onu uykudan uyandırmış ve şöyle demişti: “Bu gece gözüme bir an bile olsa uyku girmiş değildir. Git ve bana Zübeyr ve Saadı çağır. Zübeyr ve Saad geldiklerinde, önce Zübeyre şöyle der: “Abdi Menafı ve bu işi birbirinden uzak tut.” Bunun üzerine Zübeyr: “Benim reyim Alinin olsun,” der. Sonra Saada: “Sen de reyini bana ver,” der. Bunun üzerine Saad: “Eğer sen kendini bu iş için seçeceksen reyim senindir, yok eğer sen Osmanı seçeceksen reyimin Alinin olması beni daha çok sevindirir. Be heyadam, gel de kendi kendine bu beyati yap ve kendini bu iş için tayin et de gönlümüzü rahatlat,” diye cevap verir. Fakat Abdurrahman şöyle der: “Ben başkasını seçmek üzere bu işten kendimi uzak tuttum. Eğer bunu yapacak olsa idim böyle davranmazdım. Bir rüya gördüm, yemyeşil bir bahçe ve içinde bir sürü kuru ot. Bu bahçeye son derece kerim bir insan, mükemmel bir kişi girdi de ok gibi bir tarafından girip tarafından çıkarak içinde bulunan hiç bir şeye meyletmedi. Onun arkasından bir başkası girdi, aynı şekilde o da bahçenin öbür tarafından çıktı. Daha sonra bir üçüncü kişi geldi o da aynı şekilde öncekiler gibi çıktı. Arkasından bir dördüncüsü girdi, o ise bu bahçenin içine dalıp gitti. Bundan dolayı bu dördüncü kişi olmayı istemem. Ebu Bekirin ve Ömerin hilafetinden sonra bu işi yüklenecek kimseden insanlar tam bir şekilde razı olamazlar.”
Ebu Cafer et- Taberi ise, bu arada şu rivayeti kaydeder: Arkasından Abdurrahman Misver bin Mahremeyi gönderir, Aliyi çağırtıp uzun uzun konuşur. Ali hiç şüphe etmeden kendisine bu işin bırakılacağına inanıyordu. Sonra kalkıp Osmanı çağırdı, onunla da uzun uzun konuşur ve sabaha kadar sohbetlerini sürdürürler.
Amr bin Meymun rivayetine şöyle devam eder: Abdullah bin Ömer bana şöyle rivayet etmişti: “Abdurrahman bin Avfın Ali ve Osman ile konuşmadığını söyleyen kimse bil ki bunu bir bilgisizlikten dolayı söylemiştir ve Allahın takdiri Osmana isabet etti.”
Sabah namazından sonra bu şura heyeti bir araya gelmiş, arkasından muhacirlerden ve islamın ileri gelenlerinden, ensarın faziletli şahsiyetlerinden ve bölge valilerinden bir sürü kimse çağırıldı. Hepsi mescitte toplandılar. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf şöyle bir hutbe okudu: “Ey insanlar! insanlar burada toplanmış bulunmaktalar. Şu bölge yöneticilerinin şehirlerine bir an evvel gitmesi gerekir. Onun için bana nasihat ediniz de bu işi bitirelim. ” Bunun üzerine Ammar bin Yasir: “Müslümanların ihtilafa düşmesini istemiyorsan Aliye beyat et.” Arkasından Mikdad bin el-Esved kalkıp: “Ammar doğru söyledi, eğer Aliye beyat edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik.” dedi. Sonra ibn Ebi Serh kalkıp şöyle der: “Eğer Kureyşin ihtilafa düşmesini istemiyorsak Osmana beyat et.” Abdullah bin Ebi Rabia şöyle der: “Evet, doğru söyledin; eğer Osmana beyat edecek olursan biz de işittik ve itaat ettik.” Bu sözleri duyan Ammar, Abdullah bin Ebi Serhe küfreder ve Ona:
“Sen ne zaman Müslümanlara nasihat etmeye başladın?” der. Arkasından Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları karşılıklı sözler söylemeye başlarlar. Nihayet Ammar: “Ey insanlar! Cenabı Allah sizi peygamberiyle aziz kıldı, diniyle yüceltti, bu görevi nasılolur da peygamberimizin ehl-i beytinden uzak tutarsınız?” Bu sözden sonra Mahzumoğullarından birisi: “Ey Sümeyyenin oğlu! Sen haddi aştın, sen kim oluyorsun da Kureyşin seçeceği emiri tayin etmeye kalkışıyorsun?” diye Ammara bağırır. Saad bin Ebi Vakkas Abdurrahman bin Avfa hitaben şöyle der: “Ey Abdurrahman! insanlar arasında fitne zuhur etmeden ve aramızda fitne yayılmadan bu işi bitir artık.” Abdurrahman:
“Ben daha evvel Müslümanlarla ve ileri gelenlerle görüşüp bu işi bir karara bağlamış olduğumu umuyordum. Siz, ey şura ehli, bu konuda kendinize bir tuzak hazırlamayasınız,” dedikten sonra Aliyi çağırdı ve ona şöyle dedi:
“Ey Ali! Sen bu işi yüklendikten sonra Allahın kitabı, peygamberinin sünneti ve ondan sonraki halifelerin yolunu izleyeceğine söz verir misin?” Ali de:
“ilmim ve gücüm oranında bu yolu izleyeceğimi umarım inşaallah,” diye karşılık verdi. Daha sonra Osmanı çağırarak Ona da aynı şeyleri söyledi, aynı soruyu sordu. Osman da: “Evet, bu yolu izleyeceğim,” deyince Abdurrahman bin Avf, başını mescidin tavanına doğru kaldırırken Osmanın elini tutup eliyle havaya doğru kaldırarak: “Allahım şahit ol! Allahım şahit ol! Ben benim boynumda ve üzerimde olan emaneti Osmanın boynuna bu şekilde yüklemiş oldum,” diyerek ona halife beyatiyle beyat etmişti.
Bu durum karşısında Ali: “Bize karşı bir araya gelip dayanışmanız sadece bu güne mahsus değildir.Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak (ancak) Allahtır (Yusuf suresi, 18). Vallahi, kendisinden sonra seni halife tayin etmesi için Osmanı bu işe tayin etmiş bulunuyorsun. Sübhanallah O, her gün bir emir (iş) içindedir!” Alinin bu sözlerine karşılık Abdurrahman şöyle der. “Ey Ali, bu söylediklerinle kendi aleyhinde dedikodulara yol açıyorsun.” Ali giderken: “iş, zaten oluruna varacak” diye söylenip ayrılmıştı. Bu olayların arkasından Mikdad şöyle der: “Ey Abdurrahman! Vallahi adaletle ve hak ile hüküm vereceklerden ve insanları yöneteceklerden birisini terk etmiş bulunuyorsun”. Abdurrahman: “Ey Mikdad! Vallahi ben Müslümanlar adına daha hayır olur diye böyle içtihatta bulundum” diye cevap verir. Mikdad: “Eğer sen bu içtihadınla Allahın rızasını gözetmiş isen mutlaka Allah sana sevabını verecektir” der ve devamla: “Peygamberlerinden sonra bu ehl-i beytin başına gelenlerin hiç kimsenin başına geldiğini görmedim ben. Şu Kureyşe hayret ediyorum ki, gerçekten adaletle hükmedecek, aralarında adaleti en mükemmel bir şekilde uygulayacak bir adamı terk etmiş bulunuyor. Eğer bana yardım edecek kimse bulursam… ” deyince Abdurrahman bin Avf Ona: “Ey Mikdad! Allahtan kork. Ben senin fitnenin ilk çekicisi ve başı olmandan korkuyorum,” diye karşılık verdi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan birisi Mikdada:
“Ey Mikdad! Allah sana merhamet etsin. Bu ehl-i beyt dediğin kimseler kimlerdir? Ve bu bahsettiğin adam da kimdir?” diye sorunca, Mikdad: “Bu ehl-i beytten kasıt, Abdülmuttaliboğullarıdır ve söz konusu ettiğim kişi de Ali bin Ebi Talibdir” diye cevap verdi. Bu arada Ali şöyle dedi: “insanlar Kureyşe bakar, Kureyş de kendi arasında olayı tartışır ve şöyle der: Eğer sizin başınıza Haşimoğulları getirilecekse bu iş aralarında sürer gider, fakat onların dışında bir kimseye verilecek olursa siz bunu sırayla kendi aranızda halleder gidersiniz… ”
Osmana beyat edildiği gün Talha bin Ubeydullah çıkıp Medineye gelir. Kendisine Osmana hilafet ile beyat edildiği haberi verilince:
“Bütün Kureyşliler bu işten razı oldu mu?” diye sorar. Talhaya “Evet” diye cevap verilir. Bunun üzerine Talha Osmana gelir, Osman Ona: “Sen, kendi reyini istediğin gibi kullanmakta serbestsin. Eğer bana beyat etmekten sarf-ı nazar edecek olursan ben bu işi kendi üzerimden atarım”. Bunun üzerine Talha: “Bu işten vazgeçer misin?” diye sorunca Osman da: “Evet” diye cevap verir. Talha. “Bütün Müslümanlar sana beyat ettiler mi?” diye sorar. Osman, “Evet” diye cevap verir. Bunun üzerine Talha: “Ben bütün ümmetin icma ile sana beyat etmesini nasıl reddederim? Ben de razı oldum” diyerek O na bey at eder.
Muğire bin Şube Abdurrahman bin Avfa: “Ey Ebu Muhammed! Sen Osmana beyat etmekle gerçekten isabet ettin” der, sonra Osmana giderek şöyle der: “Eğer Abdurrahman senden başkasına beyat etmiş olsaydı böyle bir beyatı kesinlikle kabul etmezdik.” Abdurrahman da: “Ey gözü şaşı herif! Yalan söyledin. Eğer ben başkasına beyat etmiş olsaydım, sen de o kişiye beyat ederdin ve aynı sözleri de gider bu şekilde söylerdin” diye karşılık verir. Misver şöyle der: “Ben bir işe müdahale etmelerinden dolayı Abdurrahman kadar insanlara ağır ve hakaretamiz söz söyleyen kimseyi görmüş değilim.”
Abdurrahmanın Osman ile akrabalık bağları vardı, yani Abdurrahman, Ukbe bin Ebi Muaytın kızı Ümmü Külsum ile evli idi. Ümmü Külsum de Osman ile ana bir kardeş bulunuyordu.
Ebu Cafer et-Taberi bu konuda Misver bin Mahreme yoluyla gelen daha değişik bir rivayet kaydeder. Bu rivayet de daha evvel zikrettiğimiz Ömerin şahadetiyle ilgili olarak kaydedilen rivayettir. Burada ise Taberinin zikrettiği rivayet, yukarıda zikredilen rivayete yakın bir rivayettir. Bunun dışında Taberi, şunları kaydeder: “Ömer vefat ettikten sonra Abdurrahman bin Avf Müslümanları bir araya toplayıp onlara hutbe okuyarak parçalanıp ayrılmamalarını ve bir arada birlik olmalarını tavsiye eder. Bunun üzerine Osman bir konuşma yapıp şöyle der: “Muhammedi peygamber edinip onun emirlerini bize tebliğ etmek üzere gönderen Allaha hamd ederim. O, vaadinde sadık, vaadini yerine getirici ve kullarına yardım edicidir. Cenabı Allaha yine sonsuz şükürler olsun ki bizi Onun Resulüne tabi kılmış ve hidayete erdirmiştir. O bizim için bir hidayet nurudur. Biz kendi aramızda ihtilafa düştüğümüzde mutlaka bu nur sayesinde heva ve hevesimizin verdiği ayrılıkları bırakır ve düşmanlarımıza karşı mücadelede birlik oluruz. Cenab-ı Allah bizi, Resulünün fazlıyla imamlar ve ona itaat eden emirler olarak kılmıştır. işte bundan dolayı bize çizilen bu sınırların dışına asla çıkmayız. aynı şekilde kimsenin tahakkümü altına da girecek değiliz. Ey Avfin oğlu! Sen bu tuttuğun yolu bırakma ve senin emrine muhalefet edilmesin. Eğer senin emrine muhalefet edilir, davetin terk edilirse ben sana ilk icabet eden kimse olayım ve sana yardımcı arkadaş olayım. Bu dediklerime de sadık olayım. Sizin ve benim için Allahtan mağfıretler dilerim.” Arkasından Zübeyr bin Avvam sözü alıp şöyle der:
“Emma badu… Allaha davet eden kimseler bellidir. Onun emrine icabet eden asla perişan olmaz. Heva ve heveslere tabi olunduğu anda mutlaka Onun yoluna döndürücü veliler bulunur. Bu söylediklerinden de ancak kendi heva ve heveslerine tabi olanlar geri durur. Senin davet ettiklerine ancak isyan edenler geri durur. Allahın emirleri farz olmasaydı ve farz kıldıkları da belli ve sınırlandırılmış olmasaydı, dipdiri ve ebedi olan Allaha sırt çevrilir ve bu işten uzak kalınırdı. Gerçekten bu işten, yani hilafet işinden kurtulmanın tek yolu onu yüklenen kimsenin ölümüdür. Böyle bir görevi yüklenmekten kaçınmak gerçekten günaha düşmekten korkulduğu içindir. Fakat biz Müslümanların boyunlarının boyun borcu Allaha daveti gerçekleştirmek, Resulünün sünnetini anlatmaktır. Eğer bu şekilde davranmazsak mutlaka gayet adi bir ölümle ölürüz. Bu da yetmiyormuş gibi cahiliyet devri anlayışı üzere hayatımızı terk eder gideriz. Ben senin yaptığın davete ilk icabet eden ve sana yardımcı olan, senin emrettiklerine itaat eden ilk kişi olayım. Cenabı Allahın emri ve arzusu olmadıkça hiç bir şeye güç yetirmek mümkün değildir. Allahtan sizin ve benim için mağfıretler dilerim.
Saad bin Ebi Vakkas Allaha hamd ederek, Resulallaha salavat getirerek şöyle der: “Artık insanların yolları apaydın. Yollar gayet açık ve her şey belli olmuştur. Hak ortaya çıkmış, batıl tamamen yok olup gitmiştir. Ey burada toplanmış insanlar! Yalan yere şahitlik etmeleri, kendi heva ve heveslerine tabi olmaları sizden evvelki ümmetleri tamamen yok etmiş ve sizin mirasçı olduklarınıza onlar da mirasçı olmuşlardı. işte bundan dolayı onlar böyle heva ve heveslerine tabi oldukları için Cenabı Allah onları düşman olarak ilan etmiş, son derece büyük lanete uğratmıştır. Allah şöyle buyurur:israiloğullarından olup da küfredenlere Davudun da Meryemoğlu isanın da diliyle lanet olunmuştur. Bunun sebebi isyan etmeleri ve ifrata sapmalarıdır. Onlar işledikleri her hangi bir fenalıktan birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Gerçekten yapmakta devam ettikleri (o hal) ne kötü idi. (el-Maide suresi, 78-79). Ben bu konuda, kararımı verdim ve gerekli yöne meylettim. Ayrıca, Talha bin Ubeydullah için de aynı sözü veriyorum. Ben Onun kefiliyim ve Onun adına ben de bu konuda size söz veriyorum. Ey ibn Avf, emir senindir. Nefsine karşı mücadele etmek ve iyiliği yapmak konusunda söz sendedir. Allaha doğru giden yolda gitmek herkes için görevdir. Dönüş Allahadır. Size ve kendi nefsime Allahtan mağfıretler dilerim. Allaha sığınırım.”
Arkasından Ali bin Ebi Talib söz alıp şöyle der: “Muhammedi peygamber olarak seçen ve Onu bize Resul olarak gönderen Allaha hamd ederim. Biz peygamberlik görevinin ehl-i beytiyiz. Biz hikmetin ve güzel sözün madeniyiz. Biz yeryüzündeki insanların garantileriyiz. Hakkı isteyenler için de kurtuluş yolunu gösteren kimseleriz. Bize verildiği takdirde onu hakkıyla yerine getirecek bir cevhere sahip bulunuyoruz. Eğer bu işi terk edip de yoldan çıkacak olursak gerçekten başını almış süratle giden bir devenin kulakları arasına oturmuş oluruz. Eğer Resulallah bize bu konuda emir vermiş olsaydı biz Onun bu emrini mutlaka yerine getirmiş olurduk. Eğer bize bu konuda bir şey söylemiş olsaydı aynı şekilde ölünceye kadar onu gerçekleştirmek için çarpışırdık. Hak bir davayı ikame etmek ve Müslümanlar arasında sıla-i rahmi gerçekleştirmek için benden daha süratli davranacak kimse yoktur. Allahtan başka hiç bir güç ve kuvvete sahip olan kimse de yoktur. Söyleyeceklerimi dinleyiniz. Olabilir ki şu toplantınızdan sonra toplantınızın sebebi olan bu konuda kılıçlar çekilir ve çarpışmalar olur. Arada ahitler bozulur, böylelikle bu cemaat paramparça olur. Sizler de gruplara ayrılırsınız. Olabilir ki o zaman bir kısmınız dalalet ehline imamlar ve cehalet fırkasına da önderler olursunuz.”
Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf: “Sizden hanginiz bu iş için kendi nefsinden feragat edip de başkasına devretmek ister?” demiş ve daha evvel zikredilen rivayette olduğu gibi sözüne devam etmişti.
Nihayet Osman kendisine beyat edildikten sonra, mescidin bir kenarına çekilip oturmuş, Ubeydullah bin Ömer bin Hattabı çağırarak Onunla görüşmüştü. Çünkü Ubeydullah bin Ömer babasının katili olan Ebu Lülüeyi ve onunla ilgisi bulunan Hire ehlinden Cüfeyne adında hristiyan birisini öldürmüş bulunuyordu. Bu da Saad bin Malike yakın olan bir kimse idi. Ayrıca Ubeydullah bin Ömer Hürmüzanı da öldürmüş bulunuyordu. Kılıçla ona vurduğu zaman Hürmüzan “La ilahe illah” diyerek can vermişti. Babasının intikamını almak üzere bunları öldüren Ubeydullahı Saad bin Ebi Vakkas kılıcını alarak evine hapsetmişti. Ubeydullah bin Ömer şöyle diyordu: “Vallahi babamın kanının akıtılmasında parmağı olan herkesi öldüreceğim. Ubeydullah bin Ömer, Abdurrahman bin Ebi Bekrin Ömerin öldürüldüğü günün gündüzünde şu olayı nakletmesi üzerine bu kimseleri öldürmüş bulunuyordu. Abdurrahman bin Ebi Bekir şöyle demişti: “Dün akşam Hürmüzan, Ebu Lülüe ve Cüfeynenin bir arada yavaşça konuşup görüştüklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde birden infial gösterip dağıldılar ve o anda da onlardan bir tanesi yere iki başlı ve ortasında dikenleri olan büyük bir hançer düşürdü. Bu hançer de Ömere saldırıda kullanılan hançerdi.” işte Abdurrahmanın bu sözleri üzerine Ubeydullah bin Ömer de bu adı geçen kimseleri öldürmüştü. Osman, Ubeydullahı huzuruna çağırdığı zaman şöyle dedi: “islamda ilk fitneyi çıkaran ve bu insanları öldüren bu adama uygulayacağım ceza konusunda siz de bana yardımcı olunuz?” Bunun üzerine Ali söz alıp şöyle der: “Benim görüşüm onu öldürmendir.” Fakat muhacirlerden, bazıları da şöyle derler: “Dün Ömer öldürüldü, bugün de Onun oğlunu mu öldüreceksiniz?” Amr bin el-Ass da şöyle demişti: “Senin Müslümanlar üzerine bir otoriten olduğu müddetçe bu işi senin halletmen daha uygun olur. Allah seni affedesiye… ” Bunun üzerine Osman da şöyle der: “Ben, halife olarak Onun velisiyim ve bu yaptığına karşılık kendi malımdan diyet vermeyi taahhüt ediyorum.” Ensardan Ziyad bin Lebid elBeyadi, Ubeydullahı her gördüğünde şöyle derdi:
Ey Ubeydullah! Senin kaçıp kurtulacağın bir yer yoktur. Senin de Ervanın oğlundan sığınacağın bir yerin de yok. Vallahi sen hakkın olmayan bir kanı akıttın.
Hürmüzanın kanı gerçekten haram ve tehlikeliydi.
Birisi şöyle derdi: Siz, Ömerin katli için Hürmüzanı itham mı ediyorsunuz?
Yine olayların böyle yoğunlaştığı bir zamanda sefihin birisi şöyle der:
Evet, çünkü o bunun için direktifler yöneltti. Lülüenin silahı Onun evindeydi.
O da bu emri durmadan evirip çeviriyordu.
Ziyad bin Lebidin sürekli olarak bu şiiri okuması üzerine Ubeydullah durumu Osmana şikayet etmiş, Osman da Ziyadı bu şiiri okumaktan alıkoymuştu. Bunun üzerine Ziyad şöyle bir şiir söylemişti:
Amrın babası ve Ubeydullah Sen Hürmüzanın katlinde şüpheye düşmeyesin. Eğer sen yapılmış bir kötülüğü affetmişsen, Fakat bu hatanın sebepleri apaçıktır.
Sen haksız yere affetmişsen, Benim söylediklerimi engellemen sana ne kazandırır?
Yine aynı şekilde Osman Ziyadı çağırarak onu alıkoymuş ve azarlamıştı.
Ubeydullah bin Ömerin fidyesi konusunda başka bir rivayet daha kaydedilir. el-Gamaziyan bin Hürmüz şöyle der: “Medinede yaşayan iranlılar ara sıra birlikte olur, sohbet ederlerdi. Bir gün Firuz Ebu Lülüe, Hürmüzana uğramıştı, sohbet ederlerken elinde iki başlı bir hançer bulunuyordu. Hürmüzan bu hançeri görünce, Lülüeye:Bu hançerle ne yapıyorsun? diye sormuş, o da:Bununla eğleniyorum, diye cevap vermişti. Bu şekilde konuşurlarken birisi onları görmüş ve Ömer bu hançerle öldürüldüğünde Hürmüzanın bu hançeri Firuza verdiğini gördüğünü söylemişti. Bunun üzerine Ubeydullah bin Ömer gelip babam Hürmüzanı öldürdü. Osman hilMete tayin edildikten sonra yanına vardım. Ubeydullaha kısas yapma konusunda elimde bir delilim vardı. Sonra Osmanın yanından çıktım. Bütün Medineliler beni destekliyordu. Onlar benden Ubeydullahın affedilmesini istemişlerdi. Ben de onlara:Onun ölümü benim elimde olan bir şey midir? diye sordum. OnlarEvet deyip Ubeydullaha küfrettiler. Onlara dedim ki:Siz bunu engelleyebilir misiniz?Hayır dediler ve aynı şekilde Ona küfrettiler. Ben de bunun üzerine Ubeydullahı affedip Allahla baş başa bıraktım. Oradakiler de bana teşekkür ettiler. Vallahi evime kadar orada bulunanların omuzları üzerinde götürüldüm. ”
Ubeydullahın affedilmesi konusunda birinci rivayet daha doğrudur, çünkü Ali hilafete getirildiğinde Ubeydullah bin Ömer Muaviyenin yanına Şama kaçmıştı. Eğer Ubeydullahın serbest bırakılması, öldürülen kimsenin velisinin izni ile yani Hürmüzanın oğlunun izni ile olmuş olsaydı, Ali halife olarak Ubeydullahı öldürmeğe kalkışmazdı.BU (23.) YILIN DiĞER OLAYLARI
Bu yıl içinde Mekke valisi Nafi bin Abdül-hars el-Huzai, Taif Valisi Süfyan bin Abdullah es-Sakafi, Sana Valisi Yala bin Münye, ordu kumandanı Abdullah bin Ebi Rabia, Küfe Valisi Muğire bin Şube, Basra Valisi Ebu Müsa el-Eşari, Mısır valisi Amr bin el-Ass, Humus Valisi Umeyr bin Sad, Dımaşk Valisi Muaviye, Bahreyn ve civarının valisi de Osman bin Ebil-As es-Sakafi idiler.
Yine bu yıl içinde Ubade bin es-Samit, Ebu Eyyub el-Ensari, Ebu Zerr ve Şeddad bin Evs Muaviye ile birlikte yaz seferine çıkmışlardı.
Bu yıl içinde Muaviye sulh yoluyla Askalan şehrini fethetmiş ve Küfe Kadılığına Şureyh, Basra Kadılığına Kaab bin Suver getirilmişti. Diğer bir rivayette Ebu Bekir ve Ömerin tayin ettiği kadılar yoktu.
Bu yıl içinde Bedir ashabından olup bir ara gözleri görmez olan ve Resulallah tarafından iyileştirilmiş bulunan Katade bin Numan el-Ensari vefat etmişti. Namazını Ömer kıldırdı. Başka bir rivayette onun H. 24. yılda vefat ettiği kaydedilir. Yine Ömerin hilafeti döneminde Bedir ashabından olan Hubab bin Münzir bin el-Cemuh el-Ensari vefat etmişti. aynı şekilde bu yıl içinde Abbastan daha büyük olan Rabia bin el-Hars bin Abdülmuttalib vefat etmişti. Yine bu yıl içinde Bedir ashabından ve Süheyl bin Amrın kölesi olan Umeyr bin Avf, Uhudda bulunmuş olan Umeyr bin Vehb bin Halef yine aynı şekilde Uhudda bulunmuş Habeşistan muhacirlerinden olan Abdullah bin Mesudun kardeşi Utbe, Resulallahın Bedir Gazvesinde tayin etmiş olduğu casuslardan olan diğer gazvelere katılmış bulunan Adiyy bin Ebi ez-Zeğba el-Cüheni vefat etmiş bulunuyorlardı.
Yine bu yıl içinde Akabe beyatinde bulunup Bedir ashabından olan Uveym bin Saide el-Ensari vefat etmişti. Diğer taraftan Bedir ashabından yine Süheyl bin Rafi el-Ensari ve Mesud bin Evs bin Zeyd el-Ensari de vefat etmişlerdi. Diğer bir rivayete göre ise Mesud bin Evsin daha da yaşayıp Sıffın savaşında Alinin yanında yer aldığı kaydedilir. Yine bu yıl içinde Ömerin babası Hattabın dostlarından olduğu söylenen ve Allah rızası için islam yolunda ilk defa savaşıp Amr bin el-Hadramiyi öldürmüş bulunan Vakid bin Abdullah et-Temimi vefat etmiş bulunuyordu. Vakid bin Abdullah et-Temiminin Resulallahın Darül-Erkama gelip yerleşmesinden evvel Müslüman olduğu söylenir. Yine bu yıl içinde Ebu Cendel bin Süheyl bin Amr ve kardeşi Abdullah vefat etmiş bulunuyorlardı. Abdullah Bedir ashabından idi. Fakat Ebu Cendel babası tarafından Mekkede hapsedilip Hudeybiye barışına kadar orada tutulduğundan dolayı Bedir Gazvesine katılamamıştı. Daha önce (ikinci ciltte) nasıl kurtulduğunu ifade etmiştik.
Yine bu yıl içinde Ebu Halid bin Kays bin Halid vefat etmişti. O Yemamede almış olduğu yaranın etkisiyle hastalanmış ve yarası bir çıban haline geldiğinden bu yılda vefat etmiştir. aynı şekilde o da Akabede bulunmuş ve Bedir Gazvesine katılmış sahabelerdendi. Yine ölüm haberi meşhur olan Şair Ebu Hiraş el-Hezeli vefat etmişti. Müslüman olduğu zaman on hanımı olan Ceylan bin Selime es-Sakafi vefat etmiştir. aynı şekilde bu yılın sonlarında Saad bin Cisame bin Kays el-Leysi vefat etmişti.