Nihavendin bu yılda fethedildiğine dair rivayetler olduğu gibi bu fethin H. 18 (M. 639) veya H. 19 (M. 640)da olduğunu ileri süren rivayetler de vardır. Nihavend olayı, Müslümanların Fars illerinden askerlerini kurtarıp Ahvazı fethetmeleri üzerine iranlıların Merv şehrinde bulunan hükümdarlarına mektuplar yazarak Müslümanların aleyhine kışkırtmaları neticesinde meydana gelmişti. Bunun üzerine iran Kisrası da Babul-Ebvab, Horasan ve Hülvanda bulunan hükümdarlara mektuplar göndererek durumu bildirmiş, onlar da harekete geçerek Nihavendde toplanmak üzere anlaşarak orada bir araya gelmişlerdi. Bu düşman kuvvetlerinin öncülerinin Nihavende ulaştıkları haberi Saad bin Ebi Vakkasa da ulaşmış, bunun üzerine Ömere durumu bildirmişti. Ancak bu arada bir grup Saad bin Ebi Vakkasa karşı isyan edip düşmanın harekete geçişine pek aldırış etmemişlerdi. Saad bin Ebi Vakkasa karşı gelenlerin başında el-Cerrah bin Sinan el-Esedi bulunuyordu. Bunun üzerine Ömer onlara şöyle haber göndermişti: “Vallahi bu tavrınızdan dolayı başınıza gelecek felaket için size acımayacak ve tedbir almaktan vazgeçmeyeceğim. ” Bunun üzerine Ömer, Muhammed bin Mesleme yi Saad bin Ebi Vakkasa yardımcı olarak göndermişti. Halbuki orada bulunan Müslüman kuvvetler iranlılara yeter durumdaydılar. Muhammed bin Mesleme, Ömer zamanında bir şikayette bulunan kimselere karşı gerekli ceza-i müeyyideyi uygulayan birisiydi. Kufede halkın arasına girip Saad bin Ebi Vakkas hakkında onlara sorular sormaya başlamıştı. Sorduğu her bir cemaat Saad hakkında iyilikle söz etmişlerdi. Ancak Cerrah el-Es edi etrafında toplanmış olanlar ondan pek iyilikle söz etmemişler ve bu konuda susmuşlardı. Nihayet Muhammed bin Mesleme, Abeseoğullarına gelip onlara Saad hakkında sorular sorunca, Usame bin Katade şöyle demişti: “Vallahi O eşitçe paylaşmıyor ve adaletle hükmetmiyor, ayrıca ordu içinde de savaşlara katılmıyor.” Bunun üzerine Saad bin Ebi Vakkas şöyle demişti: “Allahım! Eğer o bu sözü riya için ve yalan olarak söylemişse gözlerini kör et, çoluk çocuğunu çoğalt ve onu çeşitli sıkıntılara müptela eyle!” Gerçekten Usame bin Katade, gözlerini kaybetmiş, on tane kızı olmuştu. Bir kadın sesi işittiği zaman ona doğru yaklaşır ve dokunmaya çalışarak şöyle derdi: “O mübarek insan, Saad hakkında beddua ettim de öyle oldu.” Ayrıca Saad bin Ebi Vakkas Bem} Esed hakkında da beddua ederek şöyle demişti: “Allahım! Eğer bu insanlar sevinçlerinden dolayı kibirlenip azgınlaşarak insanlara karşı riyakarca bir tavırla cihada çıkmışlarsa onları bu yaptıklarıyla imtihan et ve hayatlarında meşakkatler çeksinler! ” Gerçekten meşakkatler çektiler. Cerrah el-Esedi, Hasan bin Aliye karşı çıktığında adamları kılıçlarla parça parça edilmişlerdi. Onlardan Kabisa taşlarla, Erbed dövülerek ayaklar altında ve kılıç darbeleriyle öldürülmüştü.
Saad bin Ebi Vakkas şöyle der: “Müşriklerin kanını ilk defa akıtan benim.
Resulallah benim için,Annem babam sana feda olsun demiş ve bunu daha önce başka hiç kimse için de söylememişti. Ben ilk Müslümanların beşincisiyim ve Esedoğulları benim namaz kılarken iyice kılmadığımı ve avcılıkla oyalandığımı zanneder.”
Nihayet Muhammed bin Mesleme, Saad bin Ebi Vakkas ve Esedoğulları ile birlikte Medineye Ömerin huzuruna varıp olup bitenleri anlatmış ve Ömer şöyle demişti: “Ey Saad nasıl namaz kılıyorsun?” Saad: “ilk iki rekatı uzun tutar, son iki rekatı ise kısarım” diye cevap vermiş, Ömer buna karşılık olarak: “Ey Ebi ishak! işte senin hakkında yapılan sü-i zan budur. Eğer ihtiyatlı davranmazsak onların sonu şimdiden belli olurdu,” demiş ve sormuştu: “Ey Saadl Senin Küfede bıraktığın vekilin kimdir?” Saad: “Abdullah bin itMndır” diye cevap vermiş, bunun üzerine, Ömer Onu yerinde bırakmıştı. işte Nihavend olayı ve onun meydana gelişi Sa d bin Ebi Vakkas zamanında idi.
Nihavend olayı Ebü Abdullah zamanında meydana gelmişti. Yezdecirdin emri üzerine Nihavendde el-Firuzan kumandasında yüz elli bin iranlı savaşçı toplanmış bulunuyordu. Bunun üzerine Saad bin Ebi Vakkas, Ömere durumu bir mektupla bildirmiş, sonra da durumu şifai olarak görüşerek şöyle demişti: “Küfeliler senden kuvvetlerinin arttırılmasını ve savaşa büyük bir şiddetle girişerek düşmanlarına heybetli görünmekte onlara izin vermeni istiyorlar.”
Bunun üzerine Ömer Medine halkını toplayıp onlarla istişarede bulunmuş ve onlara hitaben şöyle demişti: “içinde bulunduğumuz bugün, sonrası devam edecek bir gündür. Ben, benimle birlikte ve bana katılacak olanlarla oraya doğru gitmeyi arzuluyorum. Bu iki şehir arasında orta bir yerde konaklayıp, Allah fethi müyesser kılıncaya ve arzu ettiğim noktaya gelinceye kadar onlara destek olmayı diliyorum. Eğer Cenab-ı Hak fethi müyesser eyler se onları kendi şehirlerinde bırakıp geri dönerim.”
Bu konuşma üzerine Talha bin Ubeydullah şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! işler seni her konuda sağlam hüküm vermede tecrübeli kılmıştır. Tecrübeler de senin sağlam bir görüş ileri sürmeni sağlamıştır. Sen arzu ettiğin gibi ve kendi görüşüne başvurarak davran. Biz seni terk etmez ve senden uzak durmayız. Bu işi sana bırakıyoruz. Sen bize emret, sana itaat edelim. Bize bir yol göster, senin söylediklerine uyalım. Emret, atlarımıza binelim veya bize komutan ol, senin emrine girelim. Bu işin Emiri sensin. Sen birçok musibetle karşılaştın, birçok tecrübeden geçtin, savaş ile ilgili her konuda uzmanlaştın.”
Sonra Osman kalkarak şöyle dedi: “Ey müminlerin emiri! Bence Şam ehline bir mektup yazıp onların kendi ordularıyla, aynı şekilde Yemenlilerin oradaki askerleriyle gelmelerini sağlaman ve Haremeyndeki askerlerinle birlikte Küfe ve Basraya doğru yönelip orada müşriklerle hep birlikte karşı karşıya gelmeniz muvafık olur. Eğer sen ordunun başında oraya gidecek olursan Müslümanlara çokça görünen bu düşman ordusu gözlerinde küçülecek ve sen en büyük şerefe nail olacaksın. Sen bu sefere çıkacak olsan Araplardan sana katılmadık kimse kalmaz, bu hususta her şeylerini feda eder, ellerinden gelen her şeyi, yaparlar. Bu kendisinden sonraki günlerde meydana gelecek olayları etkileyecek bir gündür. Sen ve yardımcıların bu sefere katılmalısınız. işler Allah takdir ettiği gibi olur. Bizim de başından sonuna kadar itaat ettiğimizi göreceksin.”
Ömer teşekkür etti. Ondan sonra Ali bin Ebi Talib ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey müminlerin emiri! Eğer sen Şamlıları kendi diyarlarından çekecek olursan Bizanslılar onların üzerine saldırır, onların çoluğunu çocuğunu perişan ederler. Yemenlileri de kendi ülkelerinden çekip çağırırsan aynı şekilde Habeşliler de onların çoluk çocuğunu yok ederler. Ayrıca sen de buradan ayrılacak olursan civardaki bütün Arap kabileleri yarımadanın dört bir tarafından buraya saldırırlar. Bundan dolayı askerleri kendi yerlerinde bırak ve Basralılara bir mektup yaz da üç ayrı kola ayrılsınlar. Onlardan bir grup oradakilerin çoluk çocuğunu korumak üzere görev alsın. Diğer bir grup, kendileriyle akitleştikleri kimselere karşı dursun. Üçüncü bir grup ise, Küfedeki diğer Müslüman kardeşlerine yardımcı kuvvet olarak gitsinler. iranlılar zaten seni bekleyip duruyorlar. Oraya vardığın zaman işte bu müminlerin emiri, Arapların emiri deyip seni yok etmeye çalışacaklar. iranlıların üzerimize gelmelerinden söz ettin ve bu gelişlerini hoş karşılamadığını söyledin. Cenab-ı Allah, onların gelişlerinden senden daha çok hoşlanmaz ve O, hoşlanmadığı bir hususu değiştirmede senden daha çok kadirdir. Onların çokluklarına gelince; biz daha evvel karşımızdakilerin sayılarına bakarak savaşmıyor Allahın yardımını dileyerek savaşıyorduk.”
Sonra Ömer: “işte görüş dediğin budur! Benim de uymak istediğim fikir buydu. Bana oraya göndermek üzere bir adam söyleyin de onu görevlendirivereyim. ” dedi.
Başka bir rivayette ise, Talha, Osman ve onlardan başka bazı kimselerin Ömere Medinede kalması için tavsiyelerde bulundukları kaydedilmektedir. Sözün doğrusunu Allah bilir.
Ömer: “Bana görevlendireceğim bir adamı gösterin de oraya göndereyim ve bu adam Irak sınırlarında kumandan olsun.” dediğinde şöyle karşılık verdiler: “Sen kendi ordunu daha iyi bilirsin. Onlar gelmiş senin önünde bekliyorlar.” Bunun üzerine Ömer: “Yarın ben onlar arasında bu işe en ehil birini tayin edeceğim.” demiş, bunun kim olduğu sorulduğunda da: “Görevlendirmek istediğim kişi Numan bin Mukarrin el-Müzenidir.” deyince sahabeler: “Evet, işte O en iyisidir ve bu işin ehlidir.” diye karşılık vermişlerdir.
O gün Numanın yanında Kufelilerden oluşan bir ordu vardı. Numan, bunlarla birlikte Cünd-i Şapur ve Esus şehrine hücum etmişti. Ömer ona bir mektup yazıp Mah şehrine giderek beklemesini emretmiş ve orada toplanacak diğer ordularla birlikte Firuzan ve yanındaki iran askerleri üzerine hücum etmesini emretmişti. Diğer bir rivayette, o sırada Numan, Keskerde bulunuyordu. Burada bulunduğu sırada Ömere bir mektup yazıp kendini bu görevden affetmesini ve başka bir orduda görevlendirmesini istemişti. Ömer ise Ona bir emir göndererek Nihavende gitmesini istemiş, Numan da Nihavende varmıştı.
Ömer, Abdullah bin Abdullah bin itbana mektup yazıp Mah şehrinde Numanın etrafında şu şu şekilde askerlerin toplanmasını istemişti. Numan, halkı buna davet etmiş ve onları, dinlerinde imtihan edilmek ve manevi nasiplerini almaları için, bu en son giden birliklere katmak üzere yola çıkarmıştı.
Müslümanlar başlarında Huzeyfe bin el-Yeman ve Onun yanında Nuaym bin Mukarrin olmak üzere yola çıkmış ve Numanın yanına varmışlardı. Ömer, Ahvazda bulunan askerleri Farslıların Müslümanlarla uğraşmamalarını sağlamak için Mukterib, Harmele ve Zirr kumandanlığında ileri geçirdi. Bu askerler Tuhum, isfahan ve Fars illerinde ikamet edip Nihavendlilere gelecek iran yardımını kesmiş oldular. Müslümanlar, aralarında Huzeyfe bin el-Yeman, Ömerin oğlu ve Cerır bin Abdullah el-Beceli, Muğire bin Şube ve diğerleri olmak üzere, Numanın yanında bir araya gelmiş bulunuyordu. Müslümanların kumandanı Numan, yanında Tuleyha bin Huveylid, Amr bin Madikerib ve ibn Ebi Selma olan Amr bin Seniyyi düşmandan bazı haberler getirmek üzere düşman tarafına gönderivermişti. Bunlar o gün sabahleyin çıkıp akşama kadar yol almışlardı. Fakat Amr bin Seniyy geri dönmüş, ona neden geri döndün diye sorulunca şöyle demişti: “Ben Acemlerin ülkesinde olmak istemem. Orası öyle bir ülkedir ki cahilini öldürmüş, alimleri de orayı yok etmişlerdir.” Ancak Tuleyha bin Huveylid ve Amr bin Madikerib yollarına devam etmişlerdi. Ertesi gün Amr bin Madikerib de geri dönmüş, ona da dönüşünün sebebi sorulunca şöyle demişti: “Bir gece ve bir gündüz yol aldık. Hiç bir şey görmeyince geri döndüm.” Ancak Tuleyha yoluna devam edip Nihavende kadar gitmişti. Tuleyha, Müslümanların Nihavende yirmi küsur fersah uzaklıkta olduklarını tespit etmişti. Tuleyhanın geciktiğini gören Müslümanlar acaba Tuleyha irtidat mı etti demişlerdi. Tuleyha onların bu sözünü duyunca geri dönmüş, Onu gördüklerinde tekbirler getirmişlerdi. Tuleyha onlara “Size ne oluyor?” diye sorunca onlar kendisine korktukları durumu bildirmişler, O da şöyle cevap vermişti: “Allaha yemin ederim ki Arap asıllı peygamberin getirmiş olduğu bu dinden başka geçerli bir din olsaydı, bu hınbıl Acemleri bu Arab-ı Aribeye doğratmazdım.” Tuleyha daha sonra Numana, Nihavend ile aralarında hiç bir engelin ve hiç bir kimsenin olmadığını bildirmişti.
Numan askerlerini iyice donatıp yola koyulmuştu. Numanın yanında bulunan askerler otuz bin civarında idi. Numan öncülerin başına Nuaym bin Mukarrini, sağ ve sol kanatlara da Huzeyfe bin el-Yeman ve Süveyb bin Mukarrini tayin etmiş, kılıçlıların başına Kaka bin Amrı, yayaların başına da Mücaşi bin Mesudu getirmişti. Medineden Muğire bin Şube kumandasında gelen kuvvetler de Numana ulaştı. Müslüman kuvvetler ispizihana vardıklarında iranlılar da kumandanları Firuzanın emrinde tabyalarını tam teşekkül ettirmişti. Sağ ve sol kumandanlıklarında da ez-Zerdak ve Behmen Cazuveyh bulunuyordu. Behmen Cazuveyh, Zil-Hacibin yerinde görevlendirilmişti. Kadisiyeden ayrılan bütün iranlılar Nihavende, Firuzanın emrine koşup gelmişti. Numan düşman ordusunu gördüğü anda tekbirler getirmiş ve Müslümanlar da Ona tekbirlerle katılmışlardı. Onları gören Acemler birden sarsıntı geçirmişler ve Müslümanlar da ağırlıklarını ve ordugahlarını hazırlamış, Numanın çadırını kurmuşlardı. Aralarında Huzeyfe bin el-Yeman, Ukbe bin Amir, Muğire bin Şube, Buşeyr bin el-Hassasiyye, Hanzala el-Katip ve Cerir bin Abdullah el-Beceli, Eşab bin Kays, Said bin Kays el-Hemdani ve Vail bin Züc ve diğerlerinin bulunduğu birçok kimseyle birlikte Küfenin ileri gelenleri Numanın karargahını kurmuşlardı. Bunlar gibi Irakta iyi karargah kurup çadır yerleştiren kimseler az bulunurdu.
Numan, ordugahın kurulmasından sonra birden savaşa girmiş, çarşamba ve perşembe günleri şiddetli çarpışmalar meydana gelmiş ve nihayet düşman cuma günü kendi hendeklerine gizlenivermişti. Böylece Müslümanlar onları bulundukları yerlerde kıskıvrak kuşatıvermiş oldular. Ancak iranlılar canları istedikleri zaman gizlendikleri yerlerden çıkıyorlardı. Bu durumun uzun bir zaman alacağını anlayan Müslümanlar endişeye kapılmışlardı. Hatta bir gün Müslümanların ileri gelenlerinin bir araya gelip görüştükleri bir toplantıda görüş alışverişinde bulunulmuş ve aralarında şu konuşmalar geçmişti: “Düşmanımızın istediklerinde yerlerinden çıktıklarını görüyoruz.” Kendisine durumu anlattıklarında Numan da onların bu düşüncelerine katılmış; asker içinde bulunan ve iyi görüş sahibi olabilecek kimseleri toplayıp istişarede bulunmuş, onlara şöyle hitap etmişti: “Düşmanın böyle kalelerinde gizlenip durduklarını, savaşa istedikleri zaman çıktıklarını, Müslümanların ise onları yerlerinden çıkarmaya şu anda güçlerinin olmadığını, dolayısı ile içinde bulundukları sıkıntıyı görüyorsunuz. Biz bu düşmanı savaş meydanına nasıl çıkarabiliriz? Bu konudaki görüşleriniz nelerdir? Bu gizlenmelerin uzayıp gitmesinden nasıl kurtulabiliriz?” Bu soru üzerine orada bulunanlar arasında yaşça en büyükleri olan Amr bin Seniyy söz almıştı. O, aralarında konuşma örfü olarak en yaşlılarının söze başlaması gerektiğinden dolayı söz almıştı. Amr şöyle demişti: “Onların bu şekilde kuşatılıp durmaları onlar için sizin böyle durup beklemenizden daha zor bir durumdur. Onun için onları bu şekilde bekleyin. Onlardan savaş meydanına çıkanlarla savaşın ve savaşa bu şekilde devam edin.” Onun bu görüşünü kabul etmemişlerdi.
Amr bin Madikerib ise şöyle demişti: “Onlarla çarpışmaya ve onları sıkıştırmaya devam et ve onlardan asla korkma.” Fakat Müslümanlar Onun da bu görüşünü reddederek şöyle demişlerdi: “Biz şu anda duvarlardan başka neyle çarpışıp duracağız. Karşımızda bu duvarlardan başka bir şey var mı ki?”
Tulayha ise şöyle demişti: “Bence onlara bir grup süvari gönderelim, onlarla savaşadursunlar. iyice savaşa tutuştukları anda bizimkiler yenilmiş gibi görünerek birden bize doğru kaçmaya başlasınlar. Biz düşman yanımıza gelinceye kadar onları durdurmayalım. Bizi bu şekilde görünce onlar üzerimize saldıracak ve yerlerinden çıkmış olacaklardır. işte o zaman biz onlarla Allah bizlere hükmünü verinceye kadar çarpışıp dururuz.”
Başkumandan Numan, Kaka bin Amrı emrindekilerle birlikte düşman tarafına göndermiş, onları yerlerinden söküp atmasını ve kendisine doğru çekmesini istemişti. Ancak düşman ordusu asla kaçmamak üzere ahitleşmiş, demirden dağlar haline gelmişlerdi. Yedişer yedişer birbirlerine iyice kenetlenmiş ve geriye kaçmamaları için demir kazıklara bağlanmışlardı. Kaka ve arkadaşları onlarla karşı karşıya gelince yavaş yavaş geri çekilmeye başlamış, bunun üzerine iranlılar Müslümanların ganimetlerini toplamaya başlamışlardı. Gerçekten Tulayhanın tahmin ettiği durum meydana gelmiş ve Müslümanlar bunu görünce: “Evet, evet; tahmin ettiğimiz gerçekleşiyor” demişlerdi. Düşman ordusu öyle bir şekilde yerlerinden ayrılıp geliyordu ki, şehir kapılarını bekleyen bekçilerden başka kimse orada kalmamıştı. Nihayet Kaka yanındakilerle birlikte Müslümanların yanına ulaşmış ve iranlılar kendi kalelerinden tamamen uzaklara varmışlardı. Müslümanlar da günün tam ortasında savaş durumu almış bekliyorlardı. Numan Müslümanlara kendilerine emir vermedikçe yerlerinden ayrılmamalarını ve savaşa girmemelerini söylemişti. Onlar da Numanın bu dediklerine uymuş ve ok atmamakta sabırlı davranmışlardı. Nihayet düşman ordusu yaklaşmış, onlardan bir kısmını yaralayıncaya kadar ok yağmuruna tutmaya devam etmişlerdi.
Bu durumu gören Müslümanlar Numana şikayette bulunup: “içinde bulunduğumuz bu halimizi görmüyor musun ve hala neyi bekliyorsun? Müslümanlara savaş için izin vermeyecek misin?” demişler, Numan ise:
“Yavaş yavaş, acele etmeyin” diye cevap vermiş ve Resulallahın düşmana karşı savaşa giriştiği en uygun saat olan zeval vaktini beklemeye koyulmuştu.
Gerçekten o zeval vakti yaklaştığı zaman Numan atına atlamış ve süratle Müslümanların önünde atını koşturmuş, elinde sancak tutan kumandanların yanına varıp gerekli talimatları vererek onları savaşa teşvik etmiş ve zafere kavuşmalarını temenni etmişti. Ayrıca Numan onlara şunu bildirmişti:
“Ben üç sefer tekbir getireceğim. Siz de üç sefer arkamdan tekbir getirin. Ben hücum ettiğim anda siz de hücum edin. Öldürüldüğüm takdirde benden sonra sizin başkanınız HuzeyfediL Huzeyfe de öldürülürse benim yerime falandır.” Arka arkaya yedi isim saymıştı, bunların en sonuncusu da Muğire bin Şube idi. Sonra şöyle dua etmiş idi: “Allahım! Dinimi aziz kıl ve kullarına yardımcı ol! Bu kulların içinde de ilk şehit olarak şahadeti Numana nasip eyle ve senin dinini şerefli kıl ve kullarına yardım et Yarabbi.”
Diğer bir rivayette Numanın şöyle söylediği kaydedilir: “Allahım! Bu fetih ve zaferle beni sevindirmeni ve islamı aziz kılmanı ve benim ruhumu şehit olarak almanı temenni ederim.” Müslümanlar Onun bu sözleri üzerine ağlamaya başlamışlardı. Nihayet Numan yerine dönüp üç sefer tekbir getirmiş ve Müslümanlar da emrini yerine getirmişler ve savaşa hazır olduklarını göstermişlerdi. Nihayet Numan ve arkasından Müslümanlar büyük bir hamle ile savaşa girişmiş, sancağı ile avının üzerine atılan bir kartal gibi savaş alanına atılmıştı. Numan, sarığı ve elbisesinin beyazlığıyla görünüp tanınıyordu. Aralarında çok şiddetli çarpışmalar meydana gelmiş ve hiç kimse o güne kadar böyle bir savaşın olduğunu duymamıştı. çarpışma sırasında zırh seslerinden başka duyulan bir şey yoktu.
Müslümanlar da bu çarpışmalarda çok mükemmel bir şekilde sabretmiş ve direnmişlerdi. Nihayet iranlılar yenilmiş, onlardan birçok kimse öldürülmüştü. Savaş zeval vaktinden akşama kadar sürmüştü. Savaş meydanında o kadar kan birikmişti ki oraya basan insanlar veya atlar kan üzerinde kayıveriyorlardı.
Gerçekten Numan bu büyük zaferi gözüyle gördükten sonra Cenab-ı Hak duasını kabul etmiş ve savaşta şehit olmuştu. Numanın bir rivayete göre atının ayağı kaymış ve bu yüzden öldürülmüştü. Diğer bir rivayette ise, yan tarafına isabet eden bir okla şehit olmuştu. Kardeşi Onu bir örtü ile örtmüş, sancağı alarak Huzeyfeye götürüp teslim etmiş, Huzeyfe de sancağı alıp Numanın yerine geçmiş ve kendi yerini de Nuayma bırakmıştı. O anda Muğire bin Şube onlara şöyle demişti: “Müslümanların morali bozulmasın ve onlara bir korku gelmesin diye Allahın hakkınızda ve düşman hakkında vereceği hüküın gelip çatana kadar kumandanınızın ölüm haberini gizli tutunuz.” Gerçekten öyle yapmışlar ve savaşa devam etmişlerdi. Gece karanlık basınca ınüşrikler büyük bir hezimete uğrayıp kaçmaya başlamışlar, Müslümanlar da onları kovalayıp peşlerini bırakmamışlardı. Arkalarında bıraktıkları o ateş çukurlarına varınca orada arka arkaya düşmeye başlamışlardı. Onlardan birisi düşünce ona bağlı olan diğer altı kişiyi de arkasından sürüklüyor ve bu şekilde arka arkaya ölüp gidiyorlardı. Savaş alamnda öldürülenleIin dışında bu izdiham esnasında yüz bin kişiye yakın adam ölmüştü.
Diğer bir rivayette, bu izdiham anında ateşte ölenlerin seksen bin, savaşta ölenlerin ise otuz bin kişi oldukları kaydedilir. Kaçanlardan başka kurtulan olmamıştı. Kumandanları Firuzan da kaçanlar arasında idi. Kaçarak kurtulmuş ve Hemedana yönelmişti. O arada Nuaym bin Mukarrin ve arkasında da Kaka, Onu kovalamışlar ve Hemedanın önlerinde yetişmişlerdi. O sırada bal yüklü büyük bir kervan ile karşı karşıya gelen Firuzan bir türlü kaçamamış, kervancılar atını sıkıştırmışlardı. Bu arada Firuzan ileri gidemeyeceğini anlayınca atından inmiş ve dağa doğru yaya olarak kaçmaya başlamıştı. Onu gören Kaka da aynı şekilde yaya olarak takip etmiş ve Müslümanların da yetişmeleriyle Firuzanı öldürmüşler ve şöyle demişlerdi: “Allahın baldan gönderdiği orduları vardır. ” Bu bala olduğu gibi el koyan Müslümanlar olaya “Bal Olayı” adını vermişlerdi.
Müşrikler kaçıp Hemedana gitmiş, Müslümanlar da onları kovalayıp şehrin içine kaçan düşmanları dışardan kuşatmışlardı. Hemedanın kumandanı bulunan Hüsrev Şünum bu durumu görünce Müslümanlardan eman dilemişti. Zafer tamamen Müslümanların lehine sonuçlanınca, Müslümanlar kumandanları Numan bin Mukarrini sormaya başlamışlardı. Kardeşi Makil onlara şöyle demişti: “Canab-ı Allah kardeşiniz Numanın gözünü aydın kılmış ve hayatını şahadet ile sona erdirmiştir. işte kumandanınız Huzeyfedir, Ona tabi olunuz.”
Müslümanlar Nihavende bu büyük zaferden sonra girdiklerinde bir sürü mal, eşya, her türlü ev eşyası ele geçirmiş, bütün bunları bir araya toplayarak Saib bin el-Akraa teslim etmişlerdi. Nihavendde ikamet eden Müslümanlar Kaka ve Nuaym kumandasında Hemedana giden kardeşlerinden haber almak üzere bekleyeduruyorlardı. Bu arada Mecusi tapınağı yöneticisi olan Hirbiz Müslümanlara gelip eman dilemiş ve bu isteği kumandan Huzeyfeye iletilmişti. Hirbiz, Huzeyfeye şöyle dedi: “Bana ve dilediğim kimselere eman verecek olursan Kisranın bende emanet olarak bıraktığı bütün zahire ve hazinesini sana vereceğim.” Bunun üzerine Huzeyfe olumlu cevap vermiş ve aldığı bu mücevheratı bir kap içerisine doldurup humuslarla birlikte, Saib bin el-Akra es-Sekafiye vererek Ömere göndermişti. Bu Saib bin el-Akra es-Sekafi gayet iyi muhasebe bilen bir katipti. Ömer Onu iranlı Müslümanlara gönderip şöyle demişti: “Eğer Cenab-ı Hak Müslümanlara burada bir zafer nasip ederse ganimetten kendilerine isabet eden hisselerini ver ve geri kalan beşte biri al getir. Fakat bu askerler şayet hezimete uğrayacak olursa bil ki Cenab-ı Allahın yerin derinliklerinde sakladığı nimetleri yeryüzünde bulunanlardan çok daha fazladır.”
Saib şöyle anlatır: “Cenab-ı Hak Müslümanlara Nihavendde zafer nasip edince yukarıda sözü edilen tapınak görevlisi iki kap içerisinde hazırlamış olduğu bir sürü inci, yakut ve zümrütten oluşan mücevheratı getirdi ve bunlar ganimetlerin beşte biri ile birlikte Ömere gönderildi. Ömer, Nihavendden haber alamadığı için geceleri bir türlü uyuyamıyor, hüzün ve keder içinde haber bekleyip duruyordu. Nihayet bir gün Nihavende katılan Müslümanlardan bir tanesi bazı işlerini halletmek üzere Medineye dönmüş, Ömer onu geceleyin karşılayıp:Nereden geliyorsun? diye sormuş, adam:Nihavendden geliyorum. deyip Allahın nasip ettiği zaferi ve Numanın şehit edildiğini haber vermişti. Ertesi gün sabah olunca bu adam Nihavend hakkında üç gün üst üste Müslümanlara bilgi vermişti. Ömer bu adama sorular sormuş ve ondan cevaplar almıştı. Fakat Ömer:Bu cinin getirdiği posta haberidir. demişti. Nihayet asıl haberci gelip Ömere gerçek haberi verdikten sonra Nihavenddeki zaferi anlatmış, fakat Numanın şehit edildiğinden söz etmemişti. Saib:Ömer bir gün öncesinden çıkıp Nihavendden gelecek haberleri bekliyordu. der ve ekler:Ona vardığım zaman bana şöyle dedi:Neler oldu? Arkanda neler bıraktın? Ben de:Hayırlı şeyler bıraktım ey müminlerin emiri! Allah sana büyük bir zafer ve fetih hediye etti. Numan bin Mukarrin de şehit oldu. diye cevap verdim. Ömer:Biz Allahınız ve tekrar Allaha dönücüleriz. diye söylenip hıçkıra hıçkıra bitkin bir hale düşünceye kadar ağlayıp durmuştu. Bu perişan halini gördüğüm zaman Ona:Ey müminlerin emiri! Numandan sonra gerçekten hiç bir kimse şehit olmadı, ancak bilinmeyen bazı askerler şehit oldu. dedim. O zaman Ömer şöyle dedi:işte onlar Müslümanların müstezaf (zayıf, zaafa uğratılmış, güçten düşürülmüş) olanlarıdır. Ancak Cenab-ı Allahın kendilerine şahadet nasip ettiği kimselerin yüzleri ve nesepleri mutlaka bilinecektir. Fakat Ömerin bunları bilmesi neyi ifade eder? Sonra iki kap içinde getirdiğim inci, yakut ve zümrütleri takdim ettim. Ömer bu ganimetleri Beytül-mala koydu ve bunları sonra görüşeceğiz diyerek haydi sen ordunun yanına koşuver diye emir verdi. Ben de hemen emrine uyarak süratle Küfeye vardım.
Ertesi gün yola çıktıktan hemen sonra arkamdan birisini gönderip beni geri çağırdı. Fakat bu adam bana Küfeye kadar yetişememişti. Ben Küfeye varıp da devemi ıhtırdıktan çok kısa bir süre sonra gelip devesini benim devemin ıhtırıldığı yerde ıhtırdı ve bana şöyle dedi:Koş, Emirul-müminin seni çağırıyor. Beni seni çağırmak üzere gönderdi. Sana yolda bir türlü yetişemedim. Bunun üzerine ben de onunla birlikte deveme binip Ömerin huzuruna vardım. Ömer beni görünce şöyle dedi:Benim ve Saibin başına gelen musibetler nedir? Ben de onaPeki neden? diye sordum.Yazıklar olsun sana! Senin çıkıp gittiğin o gece melekler sürekli olarak bana bu iki kabın yanıp durduğunu söylediler ve şöyle dediler:Seni bu zümrüt ve incilerle yakacağız. Ben de dedim ki:Onları mutlaka Müslümanlar arasında paylaştıracağım.işte al bunları götür ve benden uzak tut. Onları Müslümanlara geri ver. Bunlar onların hakkı ve rızıklarıdır. dedi.” es-Saib de şöyle der: “Onları alıp Küfe mescidine götürdüm. Amr bin Hureys el-Mahzumi onları benden iki milyon dirheme satın aldı. Sonra o da onları alıp Acem diyarına götürmüş, dört milyon dirheme satmıştı. Nihavendde taksim edilen ganimetlerden süvariler altı bin, yayalar da ikişer bin dirhem almışlardı. ”
Nihavendden getirilen esirler Medineye vardıklarında Muğıre bin Şubenin kölesi Ebu Lülüe esir çocukların başını okşamış, ağlamış ve şöyle demişti: “Ömer ciğerimi parçaladı.” Ebu Lülüe Nihavendden olup Onu Rumlar esir almışlar ve Müslümanlar da Rumlardan harb ganimeti olarak ele geçirmiş, esir olarak Muğıre bin Şubenin eline geçmişti.
Müslümanlar Nihavend zaferini “Fetihlerin Fethi” diye adlandırıyorlardı. Çünkü gerçekten bu zaferden sonra Sasallilerin hakimiyetine tamamen son verilmiş ve onların ülkesi tümüyle Müslümanların eline geçmişti.