Resulallah Mute Gazvesinden sonra Cumadel-ahire ve Receb (26 Eylül -23 Kasım 629) aylarında Medinede kaldı. Daha sonra Bekir bin Abd Menatoğulları, Huzaalılar üzerine saldırdı. Bunlar o sırada Mekkenin alt tarafındael-Vetir diye bilinen kendilerine ait bir su kenarında bulunuyorlardı. Huzaalılar, Hudeybiye antlaşmasında Resulallahın tarafında yer almıştı. Bekroğulları ise, aynı antlaşmada Kureyş tarafında yer almıştı.
Bunun nedeni şöyle olmuştu: el-Hadramioğullarından Malik bin Abbad adındaki birisi, Esved bin Rezn ed-Düeli (daha sonra el-Bekri)nin Cahiliye Döneminde antlaşmalısı onun himayesine girmişti. Ticaret amacıyla yola çıkmıştı. Huzaalıların arazisinden geçerken Onu öldürüp elindeki mallarını aldılar. Bu sefer Bekroğulları da Huzaadan birisine saldırarak öldürdüler. Buna karşılık Huzaa, Esved bin Reznoğullarından Selmu, Külsum ve Züeyb üzerine saldırarak Arafede onları öldürdüler. Bunlar ise Bekroğullarının en şereflileri arasında sayılıyorlardı. İşte Huzaa ve Bekroğulları bu durumda iken İslam geldi ve herkes İslam ile uğraşıp durmaya başladı. Hudeybiye Antlaşması olunca da, Huzaa, Peygamber tarafında, Bekroğulları da Kureyş tarafında antlaşmaya girdiler. Bekrliler bu antlaşmayı ganimet bilerek elEsvedoğullarının öldürülmesine karşılık Huzaadan intikam almak istediler. Bu nedenle Bekroğullarından Nevfel bin Muaviye ed-Düeli, kendisine tabi olanlarla birlikte yola çıktı ve el-Vetir suyu çevresinde Huzaalılar üzerine hücum etti.
Bunun sebebi konusunda şunlar da söylenmiştir: Huzaadan bir adam Bekroğullarından birisinin Peygamberi hicveden bir şiir söylediğini işitti. O da üzerine hücum edip başını yaraladı. Böy lelikle aralarındaki anlaşmazlık büyüdü. Sonunda Bekroğulları el-Vetir diye bilinen su kenarında, Huzaalılar üzerine hücum etti. Kureyş de Bekroğullarına Huzaalılara karşı silah ve bineklerle yardım ettiği gibi gizlice Kureyşten bir topluluk da onların yanında savaşta yer aldı. Bu savaşta çarpışmada yer alanlar arasında Safvan bin Umeyye İkrime bin Ebi Cehil ve Selim bin Amr da vardı. Huzaa, Harem taraflarına çekildi. Onlardan bir grup öldürüldü. Huzaalılar Harem-i Şerife girince Bekroğullarına şöyle seslendiler: “Ey Nevfel, biz Hareme girmiş bulunuyoruz! Tanrından kork!” deyince Nevfel: -Bugün haremin tanrısı yoktur, ey Bekroğulları, intikamınızı alınız. Yemin ederim siz Haremde aşırılığa gidiyorsunuz, günah işliyorsunuz, o halde intikamınızı ne diye almıyorsunuz?”
Bekroğulları ile Kureyşliler bu şekilde kendileriyle Peygamber arasındaki antlaşmayı bozunca aslen Huzaalı daha sonra da Kaablı olan Amr bin Salim, Medinede Resulallahın yanına varıp huzuruna çıktı ve şu şiiri okudu:
Allahım, Muhammede sesleniyorum:
“Atamızın ve soylu atasının antlaşmasına uy” diye
Biz babayken sen çocuktun
Sonra teslim olduk, yardımımızı da esirgemedik
Allahım, Resulallaha yardım et
Allahın kullarını da çağır yardım etsinler
Aralarında Allahın Resulü var
Ayın on dördü gibi parlak ve yüksek
Kureyş sana verdiği sözde durmadı
Sana ettikleri yemini bozdu
Keda da bana tuzak kurdular
Kimseyi yardıma çağırmayacağımı sanarak
Halbuki onlar hem daha zelil, hem daha azdırlar
Vetirde geceleyin bize hücum ettiler
Rüku ve secdede iken öldÜrdüler
Bunun üzerine Resulallah: “Ey Amr bin Salim, sana yardım edilecektir” diye buyurdu. Daha sonra Resulallaha gökte bir bulut göründü. O da şöyle buyurdu: “Muhakkak ki bu bulut Kaab oğularının zaferinin bir başlangıcıdır. ”
Abdülmuttalib ile Huzaa arasında eskiden beri bir antlaşma olduğundan Amr bin Salim:
Atamızın ve soylu atasının antlaşmasına uy anlamındaki mısrayı söylemişti.
Daha sonra Büdeyl bin Verka, yanına Huzaalılardan bir grup alarak Peygamberin huzuruna Medineye geldiler. Kendisi gusletmekte iken ona seslendiler. O da onlara: “Evet, işittim” diye buyurup onların yanına çıktı. Ona durumu anlatıp Mekkeye geri döndüler. Resulallah şöyle buyurdu: “Bana öyle geliyor ki Ebu Süfyan korkusundan dolayı antlaşmasını yenilemeye gelecek ve antlaşma müddetini uzatmak isteyecektir. ”
Büdeyl yolda giderken “Usfan da Ebu Süfyana rast geldi. Ebu Süfyan korkudan antlaşmayı yenilemek üzere Peygamberin yanına gidiyordu. Büdeyli görünce: “Nereden geliyorsun?” diye sordu Büdeyl: “Şu vadinin iç taraflarında ve deniz kıyısında bulunan Huzaalıların yanından geliyorum” diye cevap verince Ebü Süfyan: “Muhammedin yanına gitmedin mi?” diye sorması üzerine Büdeyl: “Hayır” dedi. Büdeyl yanlarından ayrılıp gidince Ebü Süfyan arkadaşlarına: “Devesinin pisliğine bir bakınız. Eğer Medineden gelmişse devesine hurma çekirdeği yedirmiş olacak.” dedi. Devesinin pisliğine baktıklarında hurma çekirdeği buldular.
Ebü Süfyan, Peygamberin yanına varıncaya kadar yoluna devam etti. Peygamberin zevcesi olan kendi kızı Um Habibenin evine girdi. Resulallahın döşeği üzerine oturmak isteyince, kızı döşeği katladı kaldırdı. Bunu gören Ebü Süfyan şöyle söyledi: “Onu mu bana layık görmedin? Yoksa beni mi ona layık görmedin?” deyince Um Habibe: “Bu, Resulallahın döşeğidir. Sen ise pis bir müşriksin, o bakımdan senin bu döşeğin üzerine oturmanı istemiyorum” dedi. Bu sefer Ebü Süfyan: “Benden sonra sana çok kötülükler isabet etmiş” dedi. Daha sonra Peygamberin yanına çıktı. Onunla konuştuysa da Nebi hiçbir cevap vermedi. Arkasından Ebu Bekirin yanına giderek: “Resulallah ile konuşması konusunda rica ettiyse” de Ebu Bekir: “Böyle bir şey yapamam” diye cevap verdi. Bu sefer Ömerin yanına gidip konuştu. Ömer Ona şöyle söyledi: “Resulallahın yanında size şefaat mi edecekmişim? Allaha yemin ederim eğer toz ve toprağın dışında hiçbir şey bulamayacak olursam onunla bile sizinle savaşırım” dedi. Ebu Süfyan Onun yanından ayrılıp Alinin yanına vardı. Alinin yanında Fatıma ve henüz küçük yaştaki oğlu Hasan vardı. Bu konuda onunla konuştu. Ali: “Allaha yemin ederim Resulallah öyle bir şeye karar vermiş ki hiçbirimiz Onunla bu konuda konuşamayız. ” Bu sefer Fatımaya: “Ey Muhammedin kızı, şu oğluna emredip insanların huzurunda Arapların efendisini himayesine almasını söyleyebilir misin?” deyince, Fatıma: “Benim oğlum insanlara karşı çıkıp başkasını himayeye alacak yaşa gelmedi. Hele Resulallaha karşı hiç kimse kimseyi himayeye alamaz.” diye cevap verdi. Bu sefer Aliye dönerek şöyle söyledi: “Ben, işlerin oldukça sarpa sardığını görüyorum. Bu nedenle bana bir öğüt ver.” Ali: “Sen, Kinaneoğullarının efendisisin. Kalk, herkes arasında himayeme gir ve ondan sonra da bulunduğun yerine git” bu sefer Ebü Süfyan Peygamber Mescidine gidip herkesin önünde: “Ey insanlar, ben himayenize girmiş bulunuyorum” diyerek devesine bindi ve Mekkeye gidip Kureyşe durumu haber verdi, Alinin kendisine verdiği fikri de onlara anlattı. Kureyşliler Ona: “Allaha yemin ederiz Ali seninle alayetmekten başka bir şey yapmadı” dediler.
Resulallah savaşa hazırlandı ve insanlara da Mekkeye gitmek üzere hazırlanmalarını emredip şöyle buyurdu: “Allahım, sen Kureyşe casusları ve haberleri ulaştırma! Ki onu kendi yurdunda ansızın bastırabilelim.”
Hatıb bin Ebi Beltea, Kureyşe bir mektup yazarak onlara durumu haber vermek istedi. Bu mektubu da adı Kenud olan Müzeyne Kabilesinden bir kadın ile birlikte gönderdi. Muttaliboğullarının bir cariyesi olan Sara ile birlikte gönderdi, diyenler de vardır.
Resulallah Ali ile ez-Zübeyri gönderdi. Mektup taşıyan kadına yetiştiler ve götürdüğü mektubu ondan aldılar. Resulallaha getirdiler. Hatıb huzura getirildi. Nebi Ona sordu: “Bunu ne diye yaptın?” Bu sefer Hatıb: “Allaha yemin ederim ben, Allaha ve Resulüne iman eden bir kimseyim, ne imanımda bir değişiklik yaptım, ne de bir tahrif. Fakat benim Kureyşliler arasında ailem ve çocuklarım vardır. Beni koruyacak herhangi bir aşiretim de yoktur. İşte bununla onları korumak istedim” dedi. Bunun üzerine Ömer: “Beni bırak, bunun boynunu uçurayım, çünkü o muhakkak münafıklık yapmıştır” deyince Resulallah şöyle buyurdu: “Ya Ömer, sen Allahu Tealanın Bedir Savaşına katılmış bulunanlara: İstediğinizi yapınız, ben size mağfıret ettim, demediğini nerden biliyorsun?” diye cevap verdi. Yüce Allah da Hatıb hakkında şöyle başlayan ayeti kerimeyi inzal buyurdu:Ey iman edenler, benim düşmanım ve sizin düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyiniz (Mümtehine 1).
Daha sonra Resulallah yola koyuldu. Medinede Gifar Kabilesinden Ebu Ruhm Külsum bin Husaynı yerine vekil bıraktı. Ramazanın onuncu günü (1 Ocak 630) Medineden çıktı ve Ramazanın bitmesine on gün kala Mekkeyi fethetti.
Usfan ile Emec arasına varıncaya kadar oruca devam etti. Orada oruçlarını açtılar (iftar ettiler). Muhacir ve Ensarın tümü onunla birlikte idi. Süleymden yedi yüz kişi, Müzeyneden de bin kişi onlara katıldı. Bütün kabilelerden pek çok silahlı ve Müslüman olmuş kimse vardı. Yolda Fezareli Uyeyne bin Hısn ile Akra bin Habis Ona yetişti. Abbas bin Abdülmuttalib dees-Sukya denilen yerde Onunla karşılaştı. Zul-huleyfede karşılaştılar diyenler de vardır. Abbas muhacir olarak yola koyulmuştu. Resulallah Ona yüklerini Medineye gönderip kendisinin de beraber dönmesini emretti ve şunları söyledi: “Sen, en son muhacirsin, ben de en son peygamber.”
Yine yolda Nevfelin oğlu Mahreme ile Abdülmuttalibin oğlu Harisin oğlu Ebu Süfyan ve Ümeyyenin oğlu Abdullah ileNikul-Ukab denilen yerde karşılaştılar. Her ikisi de Resulallahın huzuruna girmenin yollarını aradılar. Um Seleme onlar hakkında Nebile konuşup şöyle dedi: “Birisi senin amcanın oğludur, diğeri halanın oğludur” Peygamber: “İkisine de ihtiyacım yok. Amcamın oğlu benim ırzıma namusuma saldırmış; halamın oğluna gelince, o, Mekkede bildiğin şeyleri söylemiş olan kimsedir.” dedi. Ebu Süfyanın yanında adı Cafer olan bir oğlu vardı. Bu sözleri işitince, şöyle söyledi: “Allaha yemin ederim, ya bana izin verir, Ona katılırım yahut da bu oğlumun elinden tutar, çöllere düşerim, ta ki açlık ve susuzluktan ikimiz de ölür gideriz.” Resulallah onların bu hallerine acıyarak huzuruna kabul etti ve her ikisi de böylece Müslüman oldular.
Denildiğine göre, Ali, Harisin oğlu Ebu Süfyana şöyle demiştir: “Resulallahın huzuruna seni görecek şekilde gir ve Yusufun kardeşlerinin Yusufa söyledikleri şu sözleri söyle:
Allaha yemin ederiz. Allah seni bize üstün kılmıştır ve muhakkak bizler hata işlemiş olan kimseleriz” (Yusuf 91).
Çünkü O, hiçbir zaman herhangi bir kimsenin ne söz, ne de davranış itibariyle kendisinden daha ileri olmasını istemez.” Bunun üzerine Ebu Süfyan aynı şeyleri yaptı. Resulallah Ona:
Bugün sizin başınıza herhangi bir şey kakmıyorum. Allah size mağfiret buyursun, nitekim O, merhametlilerin en merhametlisidir (Yusuf 92) diye cevap verdi.
Onları kendisine yakınlaştırdı ve her ikisi de Müslüman oldu. Daha sonra Ebu Süfyan geçmiş olan durumları ile ilgili olarak özür beyan etmek üzere şu beyitleri okudu:
Yemin ederim, Latın atlıları Muhammedinkileri
Yenmek için sancak taşırken
Kapkaranlık bir gecede giden bir şaşkındım
Dem, hidayet bulup hidayet edileceğim demdir
Hidayetçi bana hidayet verdi ve beni Allaha
Ulaştırdı. Oysa daha önce kovalayıp durmuştum.
Bunun üzerine Resulallah göğsüne vurarak: “Beni kovalayıp duran sendin” diye buyurdu.
Ebu Süfyanın, Peygamberden utancından dolayı kafasını kaldırmadığı söylenir.
ResulallahMerruzzahran diye bilinen yere on bin atlı ile birlikte gelmiş bulunuyordu. Bunların dört yüzü Gifaroğullarından, bin üçü Müzeyneden, yedi yüzü Süleymoğullarından, bin dört yüzü Cüheyneden diğer geri kalan kısmı ise, Kureyşten, Ensardan, onlarla antlaşmalı olanlardan, çeşitli Arap kabilelerinden, Temim, Esed ve Kays kabilelerinden oluşmuştu.
Resulallah Merruzzahranda konaklayınca Abbas bin Abdülmuttalib: “Eyvah, Kureyş helak oldu, Allaha yemin ederim, eğer Resulallah onların şehirlerine ansızın baskın yapıp, savaşarak oraya girecek olursa kıyamete kadar Kureyş bir daha var olmayacaktır” dedi. Peygamber katırına binerek şöyle dedi: “Hele bir çıkayım, belki bir oduncuya veya Mekkeye girecek birisine rastlarım da onlara Resulallahın olduğu yeri haber verir, onlar da gelerek ondan eman isterler.”
Abbas anlatmaya devam ediyor: “Ben, yerimden ayrılıp Erak ağaçlarının bulunduğu bölgede dolaşmaya başladım. Aniden Ebu Süfyanın Hakim bin Hizamın, Büdeyl bin Verka el-Huzainin seslerini işittim. Onlar casusluk yapmak üzere dışarı çıkmış bulunuyorlardı. Ebu Süfyan:Şu, ateşlerden daha çok ateş görmüş değilim deyince Büdeyl:Bu Huzaalıların ateşidir dedi. Ebu Süfyan:Huzaa bu kadar çok değildir. Oldukça azdır dedi. Ben:Ey Ebu Hanzala diye seslendim. -Ebu Hanzala Ebu Süfyanın künyesiydi- Ebu Süfyan bana:Ey Ebul-Fadl, sen misin? deyince, ben:Evet dedim. Ebu Süfyan bana:Buyur, annem babam sana feda olsun, ne haber? diye sordu. Ben kendisine:İşte Resulallah Müslümanlar arasında bulunuyor. On bin kişi ile birlikte üzerinize geldi deyince, Ebu Süfyan:Peki ne yapmamı emredersin?” diye sordu, ben:Benimle bin, Resulallahtan senin için eman isteyeyim, çünkü Allaha yemin ederim, eğer seni ele geçirecek olursa, kesinlikle boynunu uçurur. Bunun üzerine Ebu Süfyan, benim terkime bindi. Onunla birlikte aynı bineğin sırtında Resulallahın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladım. Müslümanların yaktıkları her bir ateşin yanından geçtikçe şöyle diyorlardı:Resulallahın amcası, Resulallahın katırına binmiş Sonunda Ömer bin Hattabın yanından geçince Ebu Süfyan:Seni böyle vakitsiz ve antlaşmasız bu imkanlara sahip kılan Allaha hamdolsun dedi. Daha sonra hızlıca Peygambere doğru ilerledi. Ben de atı vurunca Ömeri geride bıraktım. Ömer, Resulallahın huzuruna girip durumu anlattıktan sonra:Bırak beni, boynunu uçurayım dedi. Bu sefer ben:Hayır ey Allahın Resulü, ben kendisini himayeye almış bulunuyorum dedim. Sonra da Resulallahın başını tutarak şöyle söyledim:Bugün, benden başka hiç kimse onunla gizlice konuşmayacaktır. Fakat Ömerin durmayıp konuşmaya devam ettiğini görünce:Yavaş ol ya Ömer, dedim. Allaha yemin ederim sen bu yaptıklarını sırf bu adam Abdu Menaf oğullarındandır, diye yapıyorsun, eğer bu Adiyoğullarından olsaydı bu söylediklerini söylemezdin. Bu sefer Ömer:Yavaş ol, ya Abbas, dedi.Allaha yemin ederim, senin Müslüman olduğun gün eğer Hattab Müslüman olmuş olsaydı, o kadar sevinmezdim. Bu sefer Resulallah:Haydi git biz ona tekrar sabah huzuruma getirinceye kadar eman verdik diye buyurdu. Ben de alıp yerime gittim. Sabah olunca, Resulallahın yanına getirdim. Resulallah Onu görünce:Vay sana ey Ebu Süfyan, artık Allahtan başka hiçbir ilah olmadığını kabul etmenin zamanı gelmedi mi? diye sorunca, Ebu Süfyan:Evet, geldi annem babam sana feda olsun ey Allahın Resulü, eğer gerçekten ondan başka bir ilah olmuş olsaydı, hiç olmazsa birazcık faydası dokunurdu. dedi. Bu sefer Resulallah:Vay sana benim muhakkak Allahın Resulü olduğumu bilmenin zamanı gelmedi mi? diye sorunca, Ebu Süfyan:Annem babam feda olsun buna gelince, bu konuda içimde bir tereddüt var gibi deyince, ben de şöyle söyledim:Vay sana, sen hak olan şahadeti boynun uçurulmadan evvel getiriver dedim. Bu sefer Ebu Süfyan şahadet getirdi. Onunla birlikte Hakim bin Hizam ile Büdeyl bin Verka da Müslüman oldular. Resulallah Abbasa şöyle söyledi:Git ve Ebu Süfyanı vadinin dar boğazındaki tepenin hakim mevkiinde tut. Allahın orduları onun önünden geçsin de görsün. Ben:Ey Allahın Resulü, Ebu Süfyan öğünmeyi seven bir kişidir. Bu bakımdan kavmi arasında Ona bir özellik tanı deyince, Resulallah şöyle buyurdu:Ebu Süfyanın evine giren emniyettedir. Hakim bin Hizamın evine giren emniyettedir. Mescide giren emniyettedir, kapısını üzerine kapatan kimse emniyettedir diye buyurdu.”
Abbas anlatmasına devam ediyor: “Ebu Süfyanı alıp dağın geçide hakim yerinde yanımda tuttum. Onun önünden kabileler geçtikçe:Bunlar, kimdir? diye sordu. Ben:Bunlar Eslem Kabilesidir. O:Eslemden bana ne? diyordu. Daha sonra geçenleri:Bunlar kimdir? diye sordu. Ben:Bunlar Cüheynedir diye cevap verince:Cüheyneden bana ne? diye cevap veriyordu. Sonunda Resulallah askerleri arasında yeşil sancağıyla Muhacir ve Ensar ile birlikte geçti. Zırhlara bürünmüşlerdi. Sadece gözleri görünüyordu. Ebu Süfyan bana:Bunlar kim? diye sorunca, ben:Bu, Resulallahdır. yanındakiler ise Muhacirler ve Ensardır dedim. Bu sefer Ebu Süfyan bana:Senin kardeşinin oğlunun mülkü gerçekten büyümüştür deyince ben:Hayır bu mülk ve krallık değil, peygamberliktir dedim. Bu sefer:Öyle olsun dedi. Ben Ona:Haydi, alelacele kavminin yanına git, onlara tehlikeyi haber ver dedim. Hakim bin Hizam ile birlikte Mekkeye gitti ve Mescitte bağırarak şunları söyledi:Ey Kureyşliler, işte Muhammed hiç bir şekilde karşı koymayacağınız son derece kalabalık bir asker gurubuyla gelmiş bulunuyor. Bu sefer onlar:Peki, ne yapacağız? diye sordular. Ebu Süfyan:Kim benim evime girerse emniyettedir, kim Mescide girerse emniyettedir, kim kapısını üzerine kapatıp dışarı çıkmazsa emniyettedir, dedikten sonra şunları ekledi:Ey Kureyşliler, Müslüman olun, kurtulursunuz!
Bu sefer karısı Hind gelerek onun sakalını yakalayıp şöyle söyledi:Ey Galiboğulları, şu ahmak İhtiyarı öldürünüz. Ebu Süfyan:Bırak sakalımı, yemin ederim eğer bizzat sen bile Müslüman olmayacak olursan senin de boynun vurulacaktır. Haydi, evine git dedi. Bunun üzerine Hind Onu bırakıp gitti. ”
Resulallah onların peşinden (yani Ebu Süfyan ile Hakimin peşinden) Zübeyri gönderdi ve Ona: “Bir kısım askerle birlikte Keda tarafından girmesini” emretti. Zübeyr, sol kanadın komutanı idi. Saad bin Vbadeye de yine bazı askerlerle birlikte Keda tarafından girmeyi emretti. Saadı görevlendirince Saad dedi ki: “İşte bugün savaş günüdür. Bugün, Kabenin hürmetinin helal kılındığı (yani kan dökmenin helal kılındığı) bir gündür” dedi. Muhacirlerden birisi bu sözleri işitip Resulallaha bildirince, Ali bin Ebi Talibe şöyle söyledi: “Haydi yetiş, sancağı Onun elinden al, elinde sancakla sen gir!” dedi. Halid bin Velide de Mekkenin alt kısımlarından bir grup askerle birlikte “el-Lit” diye bilinen yerden girmesini emretti. Onunla birlikte Eslemden, Gifardan, Müzeyneden, Cüheyneden, diğer Arap kabilelerinden bazı kimseler vardı. Resulallahın Halid bin Velidi komutan olarak tayin ettiği ilk gün budur.
ResulallahZi Tava diye bilinen yere varınca bineğini durdurdu. Üzerinde kırmızı renkli ipek karışımı bir elbise vardı. Yüce Allahın fetih ile bu şekilde kendisini mükerrem kıldığını görünce, alçak gönüllülük ve tevazu ile başını önüne eğdi. O kadar ki sakalının alt tarafı bineğinin sırtının ortalarına değiyordu, sanki. Daha sonra ilerledi ve Mekkenin üst taraflarındakiEzahir adlı yerden girdi. Çadırı da oraya kuruldu.
Ebu Cehilin oğlu İkrime ile Umeyyenin oğlu Safvan ve Amr bin Süheyl,el-Handeme diye bilinen yere bazı kişileri toplamış ve savaşmak amacıyla bir araya gelmişlerdi. Onlarla birlikte Enhabiş, Bekiroğulları ve Haris bin Abdu Menafoğulları da vardı. Halid bin Velid onlarla karşılaştı ve çarpıştı. Müslümanlardan Cabir bin Cüheyr el-Fihri ile Hubeyş bin Halid şehid edildi. Hubeyş,el-Eşar el-Kabi diye de bilinen kişidir. Seleme bin el-Meyla da öldürülen Müslümanlar arasında idi. Müşriklerden de on üç kişi öldürülmüş ve müşrikler daha sonra yenilgiye uğramıştı.
İkrime ile birlikte Himas bin Halid ed-Düeli de vardı. Himas karısına şöyle demişti: “Ben, sana Muhammedin arkadaşlarından bir hizmetçi getireceğim.” Fakat yenik olarak geri dönünce karısı alaylı bir şekilde: “Hizmetçi nerede” diye sordu.
Bu sefer Himas şöyle dedi:
Görmüş olsaydın bizi Handemede, Safvan da kaçtı, İkrime de, Ebu Yezid yas tutan kocakarı gibiydi Tek kelime demezdin görseydin bunları Bizleri vura vura körelmişti kılıçları Arkamızdan geliyorlardı homurdanarak.
Burada kendisinden Ebu Yezid diye söz edilen kişi, Süheyl bin Amrdır. Resulallah komutanlara ancak kendileriyle savaşanlarla savaşmayı emretmişti.
Müşrikler yenik düşüp Müslümanlar da Mekkeye girmek isteyince önlerinde bazı müşrik kadınlar dikilip, atlarının yüzlerine şarap dökmeye başlamışlardı. Saçları çözülmüştü. Resulallah yanında Ebu Bekir olduğu halde bunları görünce gülümsedi ve şöyle söyledi: “Ey Ebu Bekir Hassan ne söylemişti?” diye sorunca, Ebu Bekir şu beyitleri okudu:
Atlarımız sanki yağmura tutulmuş
Kadınlar onlara şarap dökünce
Resulallah sekiz erkek ve dört kadının kesinlikle öldürülmesini emretmişti. Erkekler arasında Ebu Cehilin oğlu İkrime de vardı. İkrime, Resulallaha eziyet ve düşmanlık etmekte, Ona karşı yapılacak savaşlar için malını harcamakta babası gibi idi. Resulallah Mekkeyi fethedince İkrime öldürülmekten korkarak Yemene kaçtı. Karısı olan el- Haris bin Hişamın kızı Um Hakim ise Müslüman olmuş ve kocası için eman almıştı. yanında Rum bir kölesi olduğu halde Onu aramaya koyuldu. Köle, kadından murad almak istedi. Kadın, ümit vermekle birlikte böyle bir şeye fırsat vermedi. Sonunda Araplardan bir kabileye yolları düştü ve onlardan buna karşı yardım istedi. Araplar da onu bağladılar. İkrime, deniz yoluyla kaçmak amacıyla kayığa binmek üzereyken karısı yetişti ve şunları söyledi: “Sana, akrabalık haklarına en çok riayet eden, insanların en affedicisi, en kerimi olan kişinin yanından geliyorum. Bu kişi sana eman vermiş bulunuyor” dedi. İkrime geri döndü, Ona Rum kölesinin durumunu anlattı. İkrime Müslüman olmadan önce bu köleyi öldürdü.
İkrime, Resulallahın huzuruna vardığında Resulallah bundan dolayı oldukça sevindi, İkrime, Müslüman oldu ve Resulallahtan kendisine mağfiret dilemesini istedi. Resulallah da bu isteğini yerine getirdi.
Öldürülmeleri emredilenlerden bir tanesi de Umeyye bin Halefin oğlu Safvan idi. Bu da Peygambere karşı çok şiddetli düşmanlık besleyenlerdendi. Bundan korkarak Ciddeye kaçmıştı. Umeyr bin Vehb el-Cumahi: “Ey Allahın Resulü, Safvan benim kavmimin efendisidir, senden kaçıp gitti. Ona eman ver” deyince, Nebi: “O emandadır” diye cevap verdi. Bunun belirtisi olmak ve kendisine eman verildiğinin bilinmesi için Mekkeye girdiği sırada başında bulunan sarığını Umeyre verdi. Umeyr bu sarığı alarak Ciddede Safvana yetişti ve kendisine eman verildiğini bildirerek: “O, insanların en müsamahalısı ve akrabalık haklarına en çok riayet edenidir, o senin amcanın oğludur, onun izzeti senin izzetin, şerefi de senin şerefindir” deyince, Safvan: “Ben, Onun beni öldürmesinden korkuyorum” dedi. Bu sefer Umeyr: “Hayır, O sandığından daha çok müsamahakardır” deyince, Safvan geri döndü ve Resulallaha: “Bu kişi senin bana eman verdiğini söylüyor” deyince, Resulallah: “Doğru söylüyor” dedi. Bunun üzerine Safvan: “O halde bana tercihimi yapmak üzere iki aylık bir süre tanı” deyince Nebi: “Hayır, sana dört ay veriyorum” buyurdu. Onunla birlikte kafir olarak kaldı, Huneyn ve Taif olaylarında bulundu. Daha sonra İslama girdi ve güzel bir şekilde İslama bağlandı. Cemel vakası gününde Mekkede bulunanlar, Basraya doğru çıkarken o da Mekkede vefat etti.
Amir bin Lüleyyoğullarından Abdullah bin Saad bin Ebi Serh de öldürülmeleri emredilenler arasında idi. Abdullah Müslüman olmuş ve Resulallahın vahiy katipliğini yapmıştı. Fakat Resulallah Ona: “Azizün Hakim” yazmasını emrettiği zaman O: “Alimün Hakim” ve bu gibi şekillerde değiştirip yazıyordu. Daha sonra irtidat edip Kureyşe şöyle söyledi: “Ben, Muhammedin Kuranında okuduğu harfleri istediğim gibi yazıyordum. Sizin dininiz, onun dininden daha hayırlıdır.” Fakat Mekkenin fethedildiği gün kaçıp Osman bin Affanın yanına sığınmıştı. Osman, Onun sütkardeşi idi. Etraf duruluncaya kadar Osman Onu gizledi. Daha sonra Resulallahın yanına getirip eman istedi. Resulallah uzun bir süre sustuktan sonra eman verdi. Böylece Abdullah, İslama girip huzurundan ayrıldı. Oradan ayrıldığında Resulallah ashabına: “Sizden biriniz kalkar Onu öldürür diye sustum” deyince, birisi şöyle sordu: “Niye bize gizlice bir işaret vermedin?” Bu sefer Nebi: “İşaret vermek suretiyle birisini öldürmek bir peygambere yakışmaz. Çünkü muhakkak peygamberler hain bir şekilde bakmazlar.” diye buyurdu.
Abdullah bin Hatal da öldürülmeleri emredilenler arasındaydı. Daha önce Müslüman olmuştu. Resulallah Onun Müslüman olduğunu kabul ederek, Ensardan birisi ve Müslüman olmuş bir Rum kölesi ile birlikte bir yere gönderdi. Rum köle Ona hizmet eder, yemek pişirirdi. Bir gün yemek yapmayı unuttu. Bunun üzerine bu köleyi öldürüp irtidat etti. Bu Abdullahın iki tane şarkıcı cariyesi vardı. Bunlar Resulallahı yeren şarkılar söylerlerdi. Onu Mahzumilerden Amr bin Hureysin kardeşi olan Said bin Hureys ile Eslemli Ebu Berze öldürdü.
Yine öldürülmeleri emredilenlerden bir tanesi de el-Huveyris bin Nukayz bin Vehb bin Abd bin Kusaydır. el-Huveyris, Resulallaha Mekkede iken eziyet eder ve hakkında hicvedici kasideler söylerdi. Fetih gününde evinden kaçmıştı. Onu gören Ali bin Ebi Talib öldürdü.
Yine öldürülmeleri emredilenlerden bir tanesi Mikyas bin Subabe idi. Bunun öldürülmesinin emredilmesinin nedeni, kardeşi Hişami hataen öldüren Ensardan birisini öldürmesi ve sonra da irtidat etmesiydi. Mekkeliler Fetih günü yenik düşünce beraberlerinde bir grup kişi ile birlikte gizlenip şarap içmeye başladılar. Kinaneli Numeyle bin Abdullah Onun bu durumunu öğrenince gidip kılıç darbeleriyle vurmaya başladı ve sonunda öldürdü.
Selimli Abdullah bin ez-Zibari de öldürülmeleri emredilen kimselerdendi. Abdullah, Mekkede Resulallahı hicveder ve hakkında çok kaba sözler sarfederdi. Fetih günü o ve Ebu Talibin kızı Umra Haninin eşi Mahzum oğullarından Hübeyre bin Ebi Vehb ile birlikte Necrana kaçtı. Hübey re orada ölünceye kadar müşrik olarak kaldı. İbnuz-Zibariye gelince Resulallaha geri dönüp özür beyan etti. Resulallah da özrünü kabul etti. İbnuz-Zibari, İslama girince şu beyitleri okudu:
Ey her şeye sahip olanın elçisi
Benim dilim, ben bozguncu iken ve
Kötülük yollarında şeytan la yarıştığımda
Söylediklerimi düzeltecektir.
-Zaten kim onunla yola giderse onun gibi kovulur-
Etim de kemiğim de Rabbime inanmıştır.
Hem nefsim de şahit: Sen nezirsin
Onun bu şekilde özür beyan ettiği şiirleri pek çoktur. Hamzanın katili Vahşi bin Harb da bunlar arasındadır. Fetih günü Taife kaçmıştı. Daha sonra Taiflilerin temsilcileri arasında Resulallah.in huzuruna gelmiş ve şunları söylüyordu: “Şahadet ederim ki Allahtan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki Muhammed Allahın Resulüdür.” Bunun üzerine Peygamber: “Sen Vahşi misin yoksa?” diye sorunca o: “Evet” dedi. Bunun üzerine Nebi: “Söyle bakayım, amcamı nasıl öldürdün?” diye sordu. Vahşi de anlattı. Nebi ağladı ve: “Yüzünü görmeyeyim” dedi. Vahşi, içki içtiğinden dolayı ilk sopa vurulan kişidir. Ayrıca Şamda Muasfar diye bilinen bir çeşit elbiseyi de ilk olarak giyen odur.
Huvaytib bin Abdul-Uzza kaçarken Ebu Zerr bir bahçe duvarı içindeyken görür ve Peygambere bulunduğu yeri bildirir. Onun üzerine: “Bizler, öldürülmesini emrettiklerimizin dışında geri kalanlara eman vermemiş miydik? Ona bunu haber veriniz.” diye buyurdu. O da Peygambere gelip Müslüman oldu. Denildiğine göre O, bir gün Mervan bin el-Hakemin huzuruna Medine Valisi iken girer. Mervan ona: “Ey yaşlı adam, sen oldukça geç Müslüman oldun” deyince kendisi: “Ben, birden fazla Müslüman olmak istedimse de her seferinde senin baban beni bundan alıkoyuyordu” diye cevap verdi.
Öldürülmeleri emredilen kadınlara gelince; bunlardan bir tanesi Utbenin kızı Hind idi. Resulallah, Hamzaya Hindin yaptıklarını görünce öldürülmesini emretmişti. Ayrıca Mekkede iken Resulallaha oldukça eziyet ediyordu. Bir grup kadın ile birlikte örtülerine bürünmüş olarak Resulallahın yanına geldi ve Müslüman oldu. Daha sonra da evinde bulunan bütün putları teker teker kırıp: “Bizler sizin hakkınızda gerçekten gurura kapılmış ve aklanmıştık” diyerek Resulallaha iki tane oğlak hediye etti ve koyunlarının çok az doğurmalarından şikayette bulunup özür beyan etti. Bunun üzerine Resulallah koyunlarının bereketlenmesi için duada bulundu. Bu duanın bereketiyle koyunları çoğaldı. Bu bakımdan Hind, koyun hibe eder ve: “İşte bu Resulallahın bereketiyledir. Bizi İslama hidayet eden Allaha hamdü senalar olsun” derdi.
Bunlar arasında Amr bin Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdu Menafın cariyesi Sara da vardı. Bu Hatıb bin Ebi Beltaanın mektubunu taşıyan kadındır, diyenler de vardır. Resulallahın yanına Müslüman olarak gelmiş, Nebi ise Ona iyilikte bulunmuş, o da irtidat edip Mekkeye geri dönmüştü. Bunun üzerine öldürülmesini emretmişti. Onu Ali bin Ebi Talib öldürdü.
Abdullah bin Hatalın iki şarkıcı cariyesi de öldürülmeleri emredilen kadınlardandı. Bunlar, Resulallahı hicveden şarkılar söylerlerdi. Bu bakımdan öldürülmelerini emir buyurmuştu. Adı Küraybe olan birileri öldürülmüş, öbürü ise kaçmıştı. Daha sonra kılık değiştirerek Resulallahın huzuruna gelip Müslüman oldu. Ömer bin Hattabın halifeliği dönemine kadar hayatta kaldı. Hataen birisinin atı onu çiğnedi ve öldü. Osmanın halifeliği dönemine kadar hayatta kaldığını söyleyenler de vardır. Bunlara göre bir adam hataen onun kaburga kemiklerinden birisini kırmış ve ölümüne neden olmuştu. Bunun üzerine Osman adama kadının diyetini ödemek mükellefiyetini yüklemişti.
Resulallah Mekkeye girdiğinde başında siyah renkli bir sarık vardı. Kabenin kapısında durup şunları söyledi: “Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. O, birdir. Vaadini yerine getirdi. Kuluna zafer nasip etti. Tek başına türlü, çeşitli bütün orduları yenilgiye uğrattı. Haberiniz olsun (Cahiliyyeden kalma) her türlü kan veya intikam ya da ileri sürülen mal davası şu anda benim iki ayağımın altındadır. Beytullahın hizmeti ile hacılara su verilme hizmetleri bunların dışındadır.” Daha sonra şöyle sordu: “Ey Kureyşliler, şu anda size ne yapacağımı sanı-yorsunuz?” Onlar: “Hayır umuyoruz. Kerim bir kardeş ve kerim bir kardeşin oğlusun” deyince Resulallah: “Haydi gidiniz, serbestsiniz” diyerek onları affetti. Allah, onlara karşı kendisine istediğini yapabilecek bir imkanı vermişti ve onlar Onun bir ganimeti idi. Bu nedenle Mekke halkına: (serbest bırakılanlar anlamına gelen)Tulaka adı verilmiştir.
Daha sonra Kabenin etrafında tavaf yapıp içine girdi, orada namaz kıldı.
İçinde bazı peygamberlerin resimlerini gördü. Bunların silinmesini emretti. Kabenin üzerinde üç yüz altmış tane put vardı. Elinde bir asa bulunuyordu. Putlara bu asa ile işaret edip şu mealdeki ayeti okuyordu:De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Çünkü zaten batıl (yapısı itibariyle) yok olup gidicidir. (İsra 81). Bu şekilde Nebi işaret ettiği her bir put yüz üstü yıkılıp düşüyordu. Onun emir vererek yerlerinden kopartıldığını ve kırıldığını söyleyenler de vardır.
Daha sonra Resulallah beyat almak üzere Safa Tepesine oturdu. Ömer bin el-Hattab ise Ondan biraz aşağıda oturmuştu. Herkes Resulallahın huzuruna:İslam üzere beyat etmek için toplandı. Resulallah onlarla Allaha ve Resulüne emirlerini dinleyip güçleri yettiğince bunlara itaat etmek üzere beyat ediyordu. İşte buErkekler beyati diye bilinir.
Kadınların beyatine gelince, Resulallah erkeklerin beyatini bitirdikten sonra kadınlarla beyat yapmaya başladı. Aralarında Kureyşin bazı kadınları da vardı. Bunlar arasında Ebi Talibin kızı Üm Hani ile el-As bin Ümeyyenin kızı Üm Habib de vardı. Üm Habib Amr bin Abdi Ved el-Amirinin hanımı idi. Yine beyatte bulunan kadınlar arasında Attab bin Esidin halası Ebul-iysin kızı Erva vardı. EbuI-Iysin diğer kızı Ervanın kız kardeşi Atike de beyat edenler arasındaydı. Atike, Abdülmuttalib bin Ebi Vedaa esSelıminin hanımı idi. Affan bin Ebil-Asın kızı ve Osmanın kız kardeşi de vardı. Affanın bu kızı da Mahzumoğullarının antlaşmalısı olan Saadın hanımı idi. Ebu Süfyanın hanımı Utbenin kızı Hind, Safvan bin Nevfel bin Esed bin Abduluzzanın kızı Yesire, Ebu Cehilin oğlu İkrimenin hanımı Halidin kız kardeşi Velid bin el-Muğiyrenin kızı Fahite, Amr bin el-Asın hanımı Haccacın kızı Ray ta başka bazı kadınlarla birlikte gelip bey atte bulundular. Hind, Hamzaya yaptıklarından dolayı kılık değiştirerek gelmişti. Çünkü bu yaptıklarından sorguya çekilmekten korkuyordu. Nebi onlara: “Allaha hiçbir şeyi şirk koşmamak üzere bana beyat ediniz” deyince Hind: “Allaha yemin ederim sen, erkeklerden almadığın bir sözü bizden alıyorsun. Fakat bununla birlikte biz sana böyle bir söz veriyoruz” deyince, Nebi: “Ve hırsızlık etmemek üzere… ” diye buyurdu. Bu sefer Hind: “Allaha yemin ederim, Ebu Süfyanın malından şunları şunları almıştım” dedi. Ebu Süfyan da orada hazır bulunuyordu: “Geçmiş olana gelince, o senin için helaldir” demesi üzerine, Resulallah: “Yoksa Hind mi?” deyince, Hind: “Evet, ben Hindim, geçmiş olanları bağışla! Allah da seni bağışlasın” dedi. Resulallah beyate devam ederek: “Ve zina etmeyeceksiniz” deyince, Hind: “Hür bir kadın hiç zina eder mi?” dedi. Nebi: “Çocuklarınızı da öldürmeyeceksiniz” deyince Hind: “Biz onları küçükken büyüttük, sen büyüdükten sonra Bedirde öldürdün, sen ve onlar durumu daha iyi biliyorsunuz.” Bunun üzerine Ömer güldü. Nebi devamla: “Ellerinizin ve ayaklarınızın arasında uydurup düzeceğiniz bir bühtan ve iftirada bulunmayacaksınız” Hind şöyle dedi: “Allaha yemin ederim ki, iftirada bulunmak çirkin bir şeydir. Bununla birlikte kısmen bağışlamak daha bir güzel… ” Nebi devam ederek: “Maruf olan hiçbir şeyde bana karşı gelmeyeceksiniz” deyince, Hind: “Biz, buraya sana isyan etmek maksadıyla gelip oturmadık.” dedi. Bu sefer Resulallah Ömere: “Onlarla beyatleş” diye emir vererek, onlar için Allahtan mağfiret diledi. Resulallah kadınlara el sürmez, hiçbir kadınla tokalaşmaz ve hiçbir kadın da Ona el sürmezdi. Yüce Allahın kendisine helal kıldığı ya da mahremi olan bir kadın olması müstesna…
Öğle vakti gelince Resulallah, Bilale, Kabenin üstüne çıkıp Kureyş dağların üzerinde bulunuyorken ezan okumasını emretti. Bu şekilde dağlara çıkan Kureyşlilerin kimisi eman diliyor, kimisi de eman almış bulunuyordu. Bilal, ezan okuyup “Eşhedü enne Muhammeden Resulallah” deyince Ebu Cehilin kızı Cüveyriye şöyle söyledi: “Babam, Bilalın Kabe üzerindeki bu seslenişini görmediği için Allah Ona gerçekten ikramda bulunmuştur.” dedi. Denildiğine göre Cüveyriye şöyle söylemiştir: “Allah Muhammedin şanını yükseltmiştir, bize gelince biz de namaz kılacağız, fakat sevdiklerimizi öldürenleri de sevemiyoruz” demiştir. Osman bin Esedin kardeşi Halid bin Esed de şöyle söylemiştir: “Bugünü görmediği için Allah, babama gerçekten ikramda bulunmuştur.” Haris bin Hişam ise: “Keşke bugünden önce ölmüş olsaydım” dedi. Bu gibi sözleri bir grup kişi daha söylemiştir.
Daha sonra bunların hepsi Müslüman olmuş İslama güzel bir şekilde bağlanmışlardı. Allah onlardan razı olsun.
Yukarıda sözü edilen Umm Selemenin: “Amcanın ve halanın oğludur” anlamındaki sözlerinden maksadı şudur: O, amcasının oğlu ile Ebu Süfyan bin el-Haris bin Abdülmuttalibi, halasının oğlu ile de Abdullah bin Ebi Umeyyeyi kastetmiştir. Abdullah baba bir Ümmü Selimenin kardeşiydi. Onun annesi ise Abdülmuttalibin kızı.Atike idi.
Resulallahın: “O Mekkede söylediklerini söylemiştir” demekle onun Mekkede iken: “Biz, sana sen göklere tırmanmadıkça iman etmeyiz, tırmansan da bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe inanmayız” şeklindeki sözleridir.
Bazı ileri gelen ilim adamları Um Selimenin, senin halanın oğludur, sözünü yorumlarken Peygamberin babası Abdullahın annesinin Mahzumoğullarından olduğunu, Abdullah bin Ebi Umeyyenin de Mahzumi olduğunu söylemekle yanılmışlardır. Çünkü bu durumda Nebi Onun teyzesinin oğlu olur. Halasının oğlu değildir. Doğrusu ise bizim yukarıda belirttiğimizdir.