Resulallah umre yapmak üzere ve savaş kastetmeksizin Zilkade (13 Mart – 11 Nisan 628) ayında yola çıktı. yanında Muhacirlerden, Ensardan ve çöl Araplarından kendisine tabi olan bin dört yüz kişilik bir cemaat de vardı. Bin beş yüz ve üç yüz de denilmiştir. Resulallah kurbanlıkları beraberinde alarak, yetmiş deve götürdü ki, herkes Onun Beytullahı ziyaret etmek için geldiğini görüp anlasın.Usfan diye bilinen yere varınca, Busr bin Süfyan el-Kaabi ile karşılaştılar. Büsr Ona: “Ey Allahın Resulü, Kureyş senin buraya geldiğini haber aldı. Bunun içinZi Tava diye bilinen yerde toplanmışlar ve onlar olduğu sürece asla Kabeye girmeyeceğine dair yemin etmişler. Bunun içinde Halid bin Velidiel-Gamim diye bilinen yere de ileri güç olmak üzere göndermiş bulunuyorlar.”
Bir başka rivayete göre Halid, Peygamber ile bulunuyor ve Müslüman olmuş idi. Resulallah Onu ileriye göndermiş, İkrime bin Ebi Cehil ile karşılaşmış ve yenilgiye uğratmıştır. Fakat birinci rivayet daha doğrudur.
Büsr, Resulallaha Kureyşin yaptıklarını haber verince şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun Kureyşe, savaş onları yiyip bitirdi. Onlara ne zarar gelir ki beni diğer insanlarla başbaşa bıraksalar? Eğer başka insanlar bana kötülük yaparlarsa zaten istedikleri arzuları gerçekleşir. Yok Allah bana zafer verirse o zaman onlar da fazladan İslama girerler. Allaha yemin ederim, Allah bu dini üstün kılıncaya, ya da bu eski tutumları ortadan kalkıncaya kadar Allahın beni kendisiyle gönderdiği dava (İslam) ile onlarla cihad etmeye devam edeceğim.” diye buyurdu.
Daha sonra onların izledikleri yolun dışında başka bir yol takip ederek sağ taraftan ilerlemeye başladı. Ondan sonra Hudeybiyenin üst tarafında kalan Murar Tepesine yöneldi. Bu tepede devesi çökünce herkes: “Deve oturup çöktü” diye söyledi. Resulallah: “Hayır, dedi. Deve kendiliğinden oturup çökmedi. Fakat fili Mekkeye gitmekten alıkoyan ne ise, onu da alıkoydu. Bugün Kureyş beni neye çağırırsa eğer bu çağırdıklarında bir akrabalık hukukuna riayet (sıla-i rahim) varsa mutlaka onların istediklerini yerine getiririm” diye buyurduktan sonra insanlara: “Bineklerinizden ininiz” diye emir verdi. Onlar: “Bu vadide su yok” deyince, ok torbasından bir ok çıkartıp onu ashabından birisinin eline verdi. O da çevrede bulunan kuyulardan birisine indi, onu kuyunun orta yerine gömdü. Su oldukça taştı, o kadar ki herkes bu suyun kenarında develerini çöktürdü. Sözü edilen bu oku alan kişinin adı, Peygamberin kurbanlık develerinin sürücüsü olan Naciye bin Umeyr idi.
Onlar burada konaklamışken Huzaalı Büdeyl bin Verka kavmi olan Huzaalılardan birkaç kişi ile birlikte çıkageldi. Huzaalılar Resulallah için Tihamede casusluk yaparlardı. Büdeyl şöyle söyledi: “Ben, Kaab bin Lüey ile Amir bin Lüeyi Hudeybiye sularının yanında konaklamış buldum. Onlar seninle savaşmakta ve seni Beyti ziyaretten alıkoymakta kararlı bulunuyorlar.” Peygamber: “Biz, kimseyle savaşmak için buraya gelmedik. Biz umre yapmak üzere gelmiş bulunuyoruz. Kureyş, arzu ederse onlara belirli bir süre veririz, bizi diğer insanlarla başbaşa bırakırlar. Yok, eğer kabul etmeyecek olurlarsa nefsimi elinde tutana yemin ederim ki bir başıma kalıncaya kadar onlarla savaşıp duracağım.”
Büdeyl, Kureyşin yanına varıp onlara Peygamberin söylediklerini bildirince Urve bin Mesud es-Sakafı ayağa kalkarak: “Bu adam size doğru bir plan teklif etti. Onu kabul ediniz. Beni bırakın, onun yanına gideyim” deyince Kureyşlilerin de: “Peki git,” diye cevap vermeleri üzerine Nebiin yanına gidip Onunla konuşmaya başladı ve şunları söyledi: “Ya Muhammed, sen çeşitli insanları bir araya topladın. Ondan sonra onlarla birlikte asıl kendini himaye edecek kimselerin yanına getirdin ki seni himaye edecek kimseleri ortadan kaldırasın diye. İşte Kureyş, yanına kendilerine sığınmış olanları, ehli olan ve olmayanları da almış, sırtlanların derilerini giymiş ve Allaha sen ebediyyen Mekkeye zorla girmeyeceksin diye söz vermiş olarak gelmiş bulunuyorlar. Allaha yemin ederim bunlar sanki yarın senden, çevrenden açılıp gidecekler” deyince Ebu Bekir: “Git, Latın bızırını emmeye devam et. Biz mi onun yanından ayrılacakmışız?” dedi. Urve de: “Bu kim oluyor? Ya Muhammed?” diye sorunca, Peygamber: “Bu, Ebu Kuhafenin oğludur” cevabını verdi. Bu sefer Urve:
“Allaha yemin ederim, eğer senin benim yanımda hatırın olmasaydı mutlaka bunun karşılığını verirdim” dedi. Urve, Resulallah ile konuşurken Resulallahın sakalını eline alıp konuşuyordu. Bu sırada Muğire bin Şube de Resulallahın başı ucunda kılıcı elinde duruyor, Urvenin elini Peygamber Efendimizin sakalına uzattıkça geri itiyor ve: “Bu kılıcını boynunu bulmadan elini çek!” diyordu. Urve, bir daha “Bu kim?” diye sorunca. Peygamber: “Bu senin kardeşinin oğlu Muğiredir” cevabını verince, Urve: “Bu ne biçim sözünde durmamaktır? Ben senin işlediğin kötülüğü daha dün silebildim” dedi. Muğire, Malikoğullarından on üç kişi öldürmüş ve sonra da kaçmıştı. Öldürülenlerin kabilesi olan Malikoğulları ile Muğirenin kabilesi olan el-Ahlaf birbirlerine karşı çıkmaya başladılar. Bunun üzerine Urve, öldürülmüş olanların kabilesine on üç kişinin diyetini vermiş ve böylece iş düzelmişti.
Urve ile Peygamber arasında konuşma uzayıp gitti. Sonunda Peygamber, Büdeyle söylediğine benzer şeyler söyleyince, Urve şöyle sordu: “Ya Muhammed, diyelim ki sen kavminin kökünü kazıdın. Şimdiye kadar Araplardan birisinin kendi soyunu kökten kazıdığını işittin mi?”
Peygamberin ashabı, etrafına toplanmaya başladılar. Allaha yemin ederim. Peygamber göğsünden veya başka herhangi bir tarafından en ufak bir şeyatacak bile olsa ashabından birisinin eline geçer, onunla yüzünü ve tenini silerdi. Onlara bir şeyemredecek olursa hep birlikte yarışırcasına yanına koşarlardı. Abdest aldığı zaman abdest suyunu ellerine geçirebilmek için nerdeyse birbirleriyle çarpışırlardı. Saygılarından dolayı Ona açık açık bakamıyorlardı.
Bunların hepsini dikkatle izleyen Urve arkadaşlarının yanına dönerek şöyle söyledi: “Ey benim kavmim, ben Kisraya, Kaysere ve Necaşiye elçi olarak gittim, Allaha yemin ederim ki Muhammedin ashabının Muhammedi tazim ettiği kadar hiçbir hükümdarın yakınları tarafından bu şekilde tazim edildiğini görmedim.” dedikten sonra gördüklerini bir bir anlattı ve Peygamberin söylediklerini aktardı.
Adı el-Hüleys bin Alkame olan Ehabişin reisi Kinaneden bir şahıs: “Beni bırakın Onun yanına gideyim” deyince, Kureyşliler: “Haydi git.” dediler. Peygamber Onu görünce: “Bu filandır. O, Kabede kurban edilmek üzere götürülen develere büyük: saygı gösteren bir kavimdendir, onun için develeri gözünün önüne sürünüz.” diye buyurdu. el-Hüleys, kurbanlık develeri görünce Peygamberin yanına varmadan Kureyşin yanına geri döndü: “Ey kavm, ben geri çevrilmesi kesinlikle doğru olmayan belirtileri içerisinde olmak üzere kurbanlık develeri gördüm.” deyince, Kureyşliler: “Otur yerine, sen bir çöl bedevisisin, bir şey bilmezsin” dediler. Bu sefer elHüleys: “Allaha yemin ederim, biz sizlerle Beytullahı tazim etmek üzere gelenleri geri çevirmek için antlaşmadık. Allaha yemin ederim; ya Muhammedi serbest bırakır gelmesine imkan verirsiniz, ya ben ve bütün Ehabiş tek bir adam olarak ayrılır gideriz.” deyince, Kureyşliler: “Nasıl arzu edersen, ya Hüleys, bırak da biz bildiğimizi yapalım” dediler.
Adı Mikrez bin Hafs olan bir adam aralarından kalkarak: “Beni bırakın Onun yanına gideyim” deyince, Kureyşliler: “Haydi git” dediler. Peygamberin yanına yaklaşınca, Nebi ashabına: “Bu ahlaksız bir adamdır” diye buyurdu. Peygamber ile konuşmaya başladı. Bu şekilde konuşmakta iken Süheyl bin Amr çıkageldi. Onun geldiğini gören Nebi: “Artık sizin işiniz kolaylaştı” diye buyurdu.
İbni İshak der ki: “Kureyşliler Süheyli, Resulallah Osman bin Affanı Kureyşe göndermesinden sonra göndermişti.”
İbn İshak devam eder: Urve bin Mesud dönüp Kureyşin yanına gidince, Resulallah Huzaalı Hiraş bin Umeyyeyi es-Saleb diye bilinen bir devesini de vererek, Kureyşe gönderdi ve söylediklerini onlara bildirmelerini emretti. Kureyş, Resulallaha ait olan deveyi kestiler ve Hiraşi öldürmek istedilerse de Ehabiş Onu korudu ve Resulallahın yanına varmak üzere serbest bıraktı. Bunun üzerine Resulallah Mekkeye göndermek üzere Ömeri çağırdıysa da Ömer: “Mekkede Adiyyoğullarından beni koruyacak kimse yoktur. Kureyş benim onlara nasıl düşmanlık ettiğimi, çok iyi bilir. Onların bana bir kötülük yapmasından korkarım. Bunun için Osmanı gönder. Onun Kureyş arasında bana göre koruyacak kimseleri daha çoktur.” deyince, Nebi Osmanı söylediklerini Kureyşe iletmek üzere çağırdı.
Osman yola çıktı. Yolda Eban bin Said bin el-As ile karşılaştı. Eban Osmanı himayesi altına aldı. Osman, Ebu Süfyana ve Kureyşin ileri gelenlerinin yanına vararak Resulallahın mesajını iletti. Osman, Resulallahın mesajını ilettikten sonra Kureyşliler Ona: “Sen, Kabeyi tavaf etmek istiyorsan, tavaf edebilirsin” dedilerse de Osmanın: “Peygamber Kabeyi tavaf etmedikçe ben asla tavaf etmem” demesi üzerine Kureyş Onu alıkoydu. Peygambere Osmanın öldürüldüğü haberi ulaştı. Bunun üzerine Nebi: “Onlarla savaşmadan artık buradan ayrılmayacağız.” diye buyurdu.
Daha sonra Nebi beraberindekileri kendisine beyat etmeye çağırdı. Onlar da bir Semura ağacı altında beyatte bulundular. Bu beyatten el-Ced bin Kays dışında kimse geri kalmadı. Ona ilk beyat eden ise, Esedoğullarından Ebu Sinan diye bilinen birisi oldu. Daha sonra Osmanın öldürülmediği haberi geldi.
Sonra Kureyşliler, Amir bin Lüleyogullarından Süheyl bin Amrı Peygambere gönderdi. Onu, “bu sene Beytullahı tavaf etmemek ve geri dönmek şartıyla” antlaşma yapmak üzere göndermişlerdi. Süheyl, Peygamberin yanına geldi, uzun uzadıya konuştu. Karşılıklı olarak birbirleriyle tartıştılar. Sonunda aralarında barış gerçekleşti. Resulallah Ali bin Ebi Talibi çağırdı ve Ona: “Bismillahirrahmanirrahim, diye yaz” buyurdu. Süheyl: “Hayır, biz böyle bir şey bilmiyoruz, bunun yerineBismikiallahümme (Senin adınla Allahım) ifadesini yaz” dedi. Ali de onu yazdı. Daha sonra Nebi Aliye yaz dedi: “Bu Allahın Resulü Muhammedin Süheyl bin Amr ile yaptığı barıştır.” Bu sefer Süheyl: “Eğer biz senin Allahın Resulü olduğunu bilmiş olsaydık, asla seninle savaşmazdık. Fakat bunun yerine kendi adını ve babanın adını yaz” deyince, Peygamber Aliye: “Resulallah ifadesini sil” dedi. Fakat Ali: “Ebediyyen silmeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Resulallah eline (kalemi) aldı. Nebi güzel yazı yazamıyordu. Resulallah ifadesinin yerine “Muhammed bin Abdullah” ibaresini yazdıktan sonra Aliye: “Bunun benzeriyle imtihan edilerek sen de karşı karşıya kalacaksın” diye buyurdu ve şu hususlar üzerine antlaştılar: “Karşılıklı olarak on yıl süreyle savaşmayacaklar. Onlardan, (Kureyşten) Resulallahın yanına velisinin izni olmadan kim gelirse onu kendilerine iade edecek; buna karşılık Resulallah ile beraber olanlardan Kureyşin yanına giden olursa onu iade etmeyeceklerdi. (Arap kabileleri arasından) Resulallahın tarafına girmek isteyen girebilecek, Kureyşin tarafına girmek isteyen de onların tarafına girebilecekti. ”
Bunun üzerine Huzaalılar Nebiin tarafına geçtiler. Benü Bekir de Kureyş tarafına geçtiler. Andlaşmanın diğer şartı: “Resulallah bu yıl (Kabeyi tavaf etmeksizin) geri dönecek, gelecek sene biz Kureyşliler Mekkeden dışarı çıkacağız, arkadaşlarınla geleceksiniz, üç gün orada kalacaksınız, süvarinin kılıçları kesinlikle kınlarında kalacaktır” diye belirlenmişti.
Peygamber antlaşma metnini yazdırmakta iken Ebu Cendel bin Süheyl bin Amr (yani Kureyş tarafının temsilcisinin oğlu) demirlerini sürüye sürüye geldi. Resulallahın yanına bu haliyle kaçıp varabilmişti. Nebiin ashabının Resulallahın gördüğü bir rüya dolayısıyla Mekkenin fethedileceğinden şüpheleri yoktu. Fakat sulh yapıldığını görünce, bundan dolayı çokça rahatsız oldular ve üzüntülerinden nerdeyse ölüp gideceklerdi. Süheyl, oğlu Ebu Cendelin geldiğini görünce, onu yakalayıp: “Ya Muhammed, bu kişi sana gelip sığınmadan önce aramızda antlaşma olup bitmişti. ” deyince, Nebi “Doğru söyledin” diye buyurdu. Süheyl, oğlunu Kureyşe geri götürmek için yakalayınca Ebu Cendel: “Ey Müslümanlar, beni dinimden geri çevirmeleri için mi müşriklere geri veriliyorum?” diye bağırdı. Bu durum Müslümanların rahatsızlıklarına rahatsızlık kattı, çok ağırlarına gitti. Resulallah: “Allahtan ecrini bekle! Muhakkak Allah sana ve seninle birlikte bulunan mustazaflara (zayıf Müslümanlara) bir çıkış ve bir kurtuluş nasip edecektir. Biz bunlara söz vermiş bulunuyoruz. Onlara vermiş olduğumuz sözü tutmamazlık edemeyiz” diye buyurdu.
İbni İshak der ki: “Ömer bin el-Hattab, Ebu Cendel ile birlikte yürüyüp Ona şöyle diyordu:
“Sabret, ecrini Allahtan bekle. Muhakkak onlar müşriktir. Onların herhangi birisinin kanı bir köpeğin kanı gibidir” deyip kılıcının kabzasını ona yaklaştırmaya başladı. Ömer bununla oğlunun Ömerin kılıcını yakalayıp babasının kafasını uçurmasını bekliyordu.
İbn İshak der ki: Ebu Cendel babasına kıymadı.
Barış antlaşmasına Müslümanlardan aralarında Ebu Bekir, Ömer, Abdurrahman bin Avf ve başkalarının bulunduğu bir topluluk ile birlikte müşriklerden de bir grup kişi şahitlik yaptı.
Peygamber bu şekilde antlaşma işini bitirdikten sonra: “Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun” diye buyurdu. Fakat defalarca bunu tekrarladığı halde kimse yerinden kalkmadı. Kimsenin kalkmadığını görünce, Um Selimenin yanına giderek durumu anlattı. Um Seleme Ona: “Ey Allahın Resulü, sen hiç kimseyle konuşmaksızın dışarı çık, kendi develerini kes, ondan sonra da saçlarını tıraş et” dedi. Nebi de aynı şeyi yaptı. Ashap Onun yaptıklarını görünce, kalkıp develerini ve saçlarını kestiler. Kederlerinden nerdeyse birbirlerini vuracaklardı. Fakat bundan önce İslam için bundan daha büyük fetih olmamıştı. Çünkü bütün insanlar kendilerini güvenlik içinde hissetmiş ve bunun sonucu olarak bu iki yıl içerisinde daha önceki tüm sürede Müslüman olanlar kadar kişi İslam dinine girmişti.
Resulallah Medineye varınca, Sakifli Ebu Basir Utbe bin Esid bin Cariye Müslüman olarak geldi. Mekkede hapsedilen kimselerdendi. Mekkelilerden el-Ezher bin Abd Avf ile el-Ahne s bin Şerik iadesi için mektup yazdılar ve bu amaçla da Amir bin Lüeyoğullarından birisini ve onun yanında bir kölelerini gönderdiler. Resulallah Ebu Basire şunları söyledi: “Sen de biliyorsun ki biz bu kavme bir söz vermiş bulunuyoruz, dinimizde de verilen sözde durmamak olmaz” Ebu Basir, Mekkeden gelen iki kişi ile birlikte yola koyuldu.Zul-Hüleyfe diye bilinen yere vardılar. Dinlenmek üzere oturdular. Ebu Basir onlardan birisinin kılıcını alıp, onu öldürdü. Köle ise koşarak Peygamberin yanına varıp arkadaşının öldürüldüğünü haber verdi. Daha sonra da Ebu Besir gelerek: “Ya Resulallah, sen sözünü yerine getirmiş bulunuyorsun. Allah da beni onlardan kurtardı” demekle birlikte Resulallah: “Vay senin haline, eğer bu öldürdüğün kimsenin adamları olsaydı bunun için savaş çıkardı.” diye buyurdu. Bunu işiten Ebu Basir kendisini Mekkelilere iade edeceğini anladı. Ebu Basir Kureyşin Şama giderken izlediği sahil yolu üzerinde yer alan Zul-Merve diye bilinen yerin yakınına gidip sığındı. Mekkede hapsedilen Müslümanlar bunu haber aldılar ve teker teker Ebu Basirin yanına gidip Ona katıldılar. Bunlardan birisi de Ebu Cendeldi. Ebu Basirin etrafında yetmişe yakın adam toplandı. Kureyşi sıkıştırmaya ve onlara ait olan kervanlarını vurmaya başladılar. Bunun üzerine Kureyş, Peygambere haber göndererek: “Allah rızası için, akrabalığı için ant vererek yanına gelen kimselerin emniyet içerisinde olduklarını” bildirdiler. Bunun üzerine Resulallah de onları Medineye alıp himaye etmeye başladı.
Fetih Suresi bununla ilgili olarak nazil oldu. Resulallahın yanına aralarında Ukbe bin Ebi Muaytın kızı Um Külsumün de bulunduğu pek çok mümin kadın hicret etti. Üm Külsumün iki kardeşi Umare ve Velid onu istemek üzere geldiler. Bunun üzerine Yüce Allah:Eğer sizler o kadınların mümin kimseler olduklarını bilirseniz onları tekrar kafirlere iade etmeyiniz (Mümtehine 10) buyruğunu inzal buyurdu. Bunun üzerine Nebi; mümin olan bir kadını Mekkeye iade etmedi. Bundan sonra Yüce Allah yine aynı ayette yer alan: “Kafirleri nikahınız altında tutmayın” buyruğunu inzal buyurunca Ömer bin el-Hattab iki hanımını da boşadı. Bunlardan birincisi Ebu Umeyyenin kızı Kuraybe, ikincisi ise Amr bin Cervel el-Huzainin kızı olan Ümmü Gülsüm idi. Bu iki kadın da o zaman müşrik idiler. Üm Külsumü Ebu Cehm bin Huzeyfe bin Ganim nikahladı.