"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hendek yada ahzab gazvesi

Bu gazve bu yılın Şevval (24 Ocak – 22 Şubat 627) ayında olmuştur. Sebebi şudur: Aralarında Abdullah bin Sellam bin Ebil-Hukayk, Huyeyy bin Ahtab, Kinane bin er-Rabi bin Ebil-Hukayk ve başkalarının da bulunduğu Nadiroğullarına mensup bir grup Yahudi Resulallahın aleyhine çeşitli Arap topluluklarını böldüler. Mekkede de Kureyşe başvurup Resulallah ile savaşmaya onları çağırdılar ve şöyle dediler: “Onun kökünü kazıyıncaya kadar biz sizinle beraber olacağız.” Mekkeliler onların bu çağrılarını kabul ettikten sonra, aynı kişiler Gatafan Kabilesinin yanına giderek onları da Resulallaha karşı savaşa çağırdılar ve bu konuda Kureyşin kendileriyle birlikte olduğunu bildirdiler. Gatafanlılar da bu çağrıyı kabul ettiler. Kureyş, komutanları Ebu Süfyan bin Harb ile Gatafan ve komutanları Fezareoğullarından Uyeyne bin Hısn ile yola koyuldular. Ayrıca, Mürrelilerin başında el-Haris bin Avf bin Ebi Harise el-Murri, Eşcalıların başında ise Misar bin Ruhayle el-Eşcai vardı.
Resulallah onların bu durumlarından haberdar olunca, Hendekin kazılması emrini verdi. Bu görüşü Selman el-Farisi ortaya koymuştu. Resulallah ile birlikte Selmanın ilk katıldığı savaş bu savaştır. Çünkü o zaman Selman, hürriyetine yeni kavuşmuştu. Resulallah bizzat kendisi ecir kazanmak ve Müslümanları da bu konuda teşvik etmek üzere Hendek kazılması işinde çalıştı. Münafıklardan bir grup da Resulallahın bilgisi dışında ayrılıp gitmişti, bunun üzerine Yüce Allah buna işaret ederek şu buyruğunu indirmişti:İçinizden bir birinin arkasına gizlenerek sıvışıp gidenleri mutlaka Allah biliyor. (Nur 63).
Müslümanlardan herhangi birisine bir ihtiyaç doğacak olursa bu konuda mutlaka Resulallaha bildirir ve ondan izin istedikten sonra gider, ihtiyacını görür ondan sonra da geri dönerdi. Buna işaret etmek üzere Yüce Allah şöyle buyurdu:Müminler, o kimselerdir ki, Allaha ve ResUlüne iman etmişlerdir. (Nur 62).
Nebi Hendeği Müslümanlar arasında paylaştırdı.
Muhacirlerle Ensar, Selman hakkında anlaşmazlığa düştüler. Onların her birisi Selmanın kendilerinden olduğunu söylüyordu. Resulallah: “Selman bizdendir, Selman ehl-i beyttendir” diye buyurdu. Her on kişiye kırk ziralık (yaklaşık otuz beş metre) bir mesafe ayırmıştı. Selman, Huzeyfe, Numan bin Mukarrin, Amr bin Avf ve Ensardan altı kişi çalışmakta iken karşılarına kazmalarını kıran bir kaya çıktı. Peygambere durumu haber verdiler. Nebi de beraberinde Selman olduğu halde kayanın yanına geldi, kazmayı eline alarak indirdiği bir darbe ile onu kısmen parçaladı.
Kayadan öyle bir şimşek çaktı ki Medinenin iki tepesi arasındaki kısmı aydınlattı. Resulallah ve Müslümanlar tekbir getirdiler. İkinci sefer de aynı şekilde oldu, üçüncü seferde de aynı durum tekrar oldu. Ondan sonra Resulallah Hendekten çıktığı zaman kaya parçalanmış bulunuyordu. Selman bu konuda soru sorunca Resulallah şunları söyledi: “Birinci şimşek çaktığında, Hire ve Kisranın saraylarını aydınlattı. Cebrail bana ümmetimin muzaffer olarak burayı ellerine geçireceklerini bildirdi. İkincisinde Şam ve Bizans ülkesindeki kırmızı sarayları bana aydınlattı. Cebrail ümmetimin buraları da eline geçireceğini haber verdi. Üçüncüsünde Sananın saraylarını aydınlattı ve Cebrail bana ümmetimin burayı da eline geçireceğini bildirdi. Müjdeler olsun sizlere… ” diye buyurdu, Müslümanlar da bu müjdeden dolayı sevindiler.
Münafıklar bunun üzerine: “Siz hayret etmiyor musunuz? Size batıl şeyler vaat ediyor, onun Yesribten Hireyi ve Kisranın Medain şehrini gördüğünü, bunların fethedileceğini size söylüyor. Halbuki sizler Medinenin dışına bile çıkamıyorsunuz.” Bunun üzerine Yüce Allah:Münafıklarla kalblerinde hastalık olanlar, bizlere Allah ve ResUlü aldanıştan başka bir şeyin sözünü vermediler, derler. (Ahzab 12) buyruğunu indirdi.
Kureyş, Ehabislerden ve Kinane ile Tihamenin kendilerine tabi olanlarından oluşan on bin kişilik bir askeri kuvvetle el-Curf ile Zeğabe arasında kalan Rumeden gelen sellerin birleştiği yere varıncaya kadar yoluna devam etti. Gatfanlılar ve onlara tabi olanlar da Uhudun yakınlarına kadar gelip konakladılar. Resulallah ve Müslümanlar da Sel Dağını arkalarına alarak mevzilendiler. Asker sayıları üç bin kişi idi. Resulallah orada mevzilendi, kadın ve çocukları dael-Atam diye bilinen yerde bıraktı. Huyeyy bin Ahtab, Kurayzalıların reisi olan Kaab bin Esedin yanına gitti. Kaab, Resulallah ile kavmi ile ilgili olarak antlaşma yapmıştı. Kaab, kalesini kapatarak, Huyeyyin girmesine izin vermeyip: “Sen uğursuz birisisin, Muhammedle antlaşma yapmış bulunuyorum ve ben Ondan atlaşmasına sadakatten başka birşey görmedim” dedi. Bu sefer Huyeyy: “Ya Kaab, ben sana zaman boyunca devam edecek bir şerefle ve uçsuz bucaksız bir denizle geldim. Sana Kureyşi, komutanlarının şereflilerini getirdim. Gatafanlıları komutanlarıyla getirdim. Onlar bana Muhammed ve arkadaşlarının kökünü kazımadıkça gitmeyeceklerine dair söz verdiler.” dediyse de Kaab: “Sen bana tüm zamanın zilletini; suyu boşalmış, şimşek ve yıldırım çaktığı halde içerisi kof bir buluttan başka bir şey getirmedin, ey Huyeyy beni ve Muhammedi rahat bırak!” diye cevap verdi. Huyeyy ise bin bir dereden su getirerek sonunda Peygamberin antlaşmasına ihanet etmek durumunda bıraktı. O da antlaşmayı bozdu ve ahdine sadakat göstermedi. Huyeyy de: “Kureyş, ve Gatfan, Muhammede hiç bir zarar vermeden dönecek olurlarsa gelip senin kalene sığınacağımı ve sana ne gelirse, bana da gelmesini bekleyeceğimi söz veriyorum” diye Onunla antlaştı.
Bunun sonucunda musibet büyüdü, korku daha geniş boyutlara ulaştı.
Müslümanların üzerine düşmanları üstlerinden ve altlarından gelmeye başladı. Bazı münafıkların münafıklıkları da ortaya çıktı. Resulallah, müşrikler Onu bekler halde bir aya yakın, yirmi küsur gün bekleşip durdular. Bu sürede iki taraf arasında karşılıklı ok atmanın dışında herhangi bir çarpışma olmadı.
Musibetin sebep olduğu sıkıntılar artınca Resulallah Gatfanın komutanları olan Uyeyne bin Hısn ile Haris bin Avf el-Mürriye haber göndererek beraberlerindeki askerleri de almanın karşılığında Medinenin mahsulünün üçte birini vermeyi teklif etti. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Fakat Resulallah, Saad bin muaz ve Saad bin Ubade ile birlikte istişarede bulununca dediler ki: “Ey Allahın Resulü, yapmak istediğin bir şey mi var? Yoksa Allahın emrettiği bir şey mi var? Yoksa bizim için yapacak bir şeyin mi var?” diye sorunca, şu cevabı aldılar: “Hayır, sizin yararınız için bir şey yapmak istiyorum. Arapların el birliği ederek adeta tek bir yaydan size ateş yaptıklarını gördüm. Ben de onların size karşı olan bu birliklerini, güçlerini, kırmak dağıtmak istedim.” Bu sefer Saad bin muaz: “Bizler de onlar da şirk üzere idik, onlar bizden misafir gelmeleri halinde ikram edeceğimiz bir hurma veya alışveriş neticesinde bizden alacakları malın dışında bir şeyimizi yemeyi ümit etmiyorlardı. Allah bizi İslamla şereflendirdikten sonra onlara malımızı mı vereceğiz? Allah bizimle onların arasında hükmünü verinceye kadar onlara kılıçtan başka bir şey vermeyeceğiz.” Bunun üzerine Resulallah bu teklifinden vazgeçti.
Daha sonra Amir bin Lüeyoğullarından Amr bin Abd-i Ved, İkrime bin Ebi Cehil, Hübeyre bin Ebi Vehb, Nevfel bin Abdullah, Dirar bin el-Hatib el-Fİhri gibi kimselerin de bulunduğu bazı Kureyş süvarileri atlarına binerek Kinaneoğullarının arasından geçtiler ve onlara “Savaşa hazırlanın, kimlerin güzel ata bindiklerini öğreneceksiniz” dediler. Amr bin Abd-i Ved, katil olarak Bedir Savaşında bulunmuş ve oldukça fazla yara alıncaya kadar çarpışmalarına devam etmişti. Ancak, Uhudda bulunamamış, Hendekte ise ne derece kahraman bir kişi olduğunun bilinmesi için bir takım işaretlerle savaşa katılmıştı. Arkadaşlarıyla birlikte hendeğin kıyısına kadar geldiler. Daha sonra araştırdıkları dar bir yerden hendeği geçtiler. Sel Tepesi ile Hendek arasında kalan çoraklık bir yerde atlarının sırtında gidip gelmeye başladılar. Ali bin Ebi Talib bir grup Müslümanla onların karşılarına çıktılar ve geçebilecekleri yeri onlara karşı korudular. Amr işaretli olarak meydana çıkmıştı. Ali: “Ey Amr, sen şöyle sözvermiştin: Kureyşten kim seni iki şeyden birisine çağıracak olursa sen onların birisini mutlaka kabul edeceksin.” Amr: “Evet,” deyince Ali: “O halde ben seni Allaha ve İslama davet ediyorum” Amrın cevabı şu oldu: “Allaha yemin ederim seni öldürmek istemiyorum.” Buna karşılık Ali: “Fakat ben seni öldürmek istiyorum” deyince Amr gayrete gelip atından indi ve Aliye doğru ilerledi. Karşılıklı olarak, darbe denemelerinden sonra Ali, Amrı öldürdü ve diğer atlılar da hezimeti kabul edip geri dönmek zorunda kaldılar. Amr ile birlikte iki kişi daha öldürülmüştü. Bunların birisini Ali öldürmüş, öbürüne de bir ok isabet etmiş ve bundan dolayı da Mekkede ölmüştü.
Saad bin muazın, isabet aldığı bir okla kolundaki ana damarı kopmuştu.
Bu oku ona Amir bin Lüeyden olan Maisoğullarından Hibban bin Kays bin elAraka bin Abdu Menaf atmıştı. el-Araka Onun büyük annesidir. Ona el-Araka adı verilmesinin nedeni, terinin hoş kokulu olmasıydı. Araka, Kilabe bint Saad bin Sehmdir. Abdu Menaf bin Harisin annesidir.
Hibban, Saada ok atınca, “Al sana, ben el-Arakanın oğluyum” demişti.
Peygamber: “Allah senin yüzünü ateşin derinliklerinde ebediyen bıraksın,” diye beddua etti. Kolundaki bu damar kopan herkes kesinlikle ölürdü. Saad şöyle dua etmişti: “Allahım eğer Kureyş daha savaşa devam edecek olursa beni de hayatta bırak, çünkü senin Peygamberine eziyet edip Onu yalanlayan kişilere karşı savaşmaktan daha çok sevdiğim bir şey yok. Allahım, eğer aramızda savaş bitmiş ise bu benim için şahadetin sebebi olsun, Kurayzaoğullarının durumunu gözüm aydın oluncaya kadar canımı alma.”
Kurayzaogulları Cahiliyye döneminde onun antlaşmalıları ve dostları idi. Saada oku atan kişinin Mahzumoğullarının antlaşmalısı olan Ebü Üsame el-Cüşemi olduğu da söylenmiştir.
Saad, yukarıda belirttiğimiz duayı yaptıktan sonra da kanı kesildi.
Nebiin halası Safiyye, Hassan bin Sabitin kalesi olan Fari Kalesinde idi. Hassan da korkak olduğundan dolayı kadınlarla birlikte burada kalmıştı. Safiyye anlatıyor: “Yahudilerden birisi bizim bulunduğumuz yere gelip dolaşmaya başladı. HasSana dedim ki: Bu Yahudi etrafımızda dolanıyor. Onun zayıf taraflarımızı ihbar edeceğinden korkuyoruz. İn de öldür! Hassan: Ben bu işlerin adamı değilim dedi. Bu sefer elime bir sopa alıp indim, onu öldürdüm. Döndükten sonra HasSana: İn de onun üzerindeki eşyaları al, dedim. Erkek olduğu için bu işi yapamam, dediğim halde Hassan bana: Allaha yemin ederim onun üzerindeki eşyaya da bir ihtiyacım yoktur, diye cevap verdi. ”
Eşcalı Nuaym bin Mesud, Peygamberin yanına gelerek şöyle söyledi: “Ey Allahın Resulü, ben Müslüman oldum. Kavmimin de bundan haberi yoktur. Ne arzu ediyorsan emret.” Resulallah şöyle buyurdu: “Sen, tek başına bir kişisin. Gücün yettiği kadar bizim için bir hile yap. Çünkü savaş bir hiledir.” Nuaym, Kurayzaoğullarının yanına gitti. Cahiliye döneminde onlarla iyi arkadaşlığı vardı. Onlara şöyle söyledi: “Sizlere olan sevgimi biliyorsunuz. Onlar: Biz bu konuda seni itham edemeyiz,” deyince, Nuaym: “Siz, Kureyşi ve Gatfanı Muhammede karşı savaşmak konusunda desteklediniz, fakat onlar sizin gibi değildir. Bu şehir sizin şehrinizdir. Mallarınız, çocuklarınız, kadınlarınız buradadır. Bunları başka yere alıp götüremezsiniz. Kureyş ve Gatfan bir fırsat ve ganimet bulacak olurlarsa onu alıp giderler, değerlendirirler. Yok, böyle bir şeyolmayacak olursa, yurtlarına gider ve sizleri Muhammedle başbaşa bırakırlar. Onunla başbaşa kaldığınız takdirde ise, ona güç yetiremezsiniz. Bu bakımdan onların şereflilerinden güveninizi sağlamak üzere rehineler almadıkça savaşmayınız, ki Muhammede rahatlıkla karşı çıkabilesiniz.” deyince, onlar: “Gerçekten bizim iyiliğimize söylüyorsun” dediler.
Daha sonra Nuaym Kureyşe giderek, Ebu Süfyana ve beraberindekilere: “Size olan sevgimi ve Muhammede karşı durumumu biliyorsunuz.” Kurayzalılar pişman olup Muhammede şöyle haber göndermişler: “Kureyşin ve Gatfanın soylularından bazı kimseleri alıp boyunlarını uçurmak üzere bunları sana verdikten sonra geri kalanlara karşı senin yanında savaşacak olursak bu işe razı olur musun?” Onlardan böyle bir teklif alan Muhammed onlara: “Evet”, diye cevap vermiş. Bunun için eğer Kurayza sizlerden ileri gelenlerinizin bazılarını rehine olarak isteyecek olursa bir tek kişi bile vermeyiniz” dedi. Arkasından Gatfanlıların yanına da giderek onlara da: “Sizler benim akrabam ve aşiretimsiniz.” dedikten sonra Kureyşe söylediklerinin benzerini bunlara da söyledi ve tehlikeden onları sakındırdı.
Yüce Allahın Resulünün faydasına Hicretin beşinci yılının Şevval ayı cumartesi gecesinde yaptıkları arasında şu da vardır: Ebu Süfyan ve Gatfanın ileri gelenleri Kurayzalılara Kureyş ve Gatfanın bazı kimseleri ile birlikte Ebu Cehilin oğlu ikrimeyi göndererek, onlara şöyle söyledi: “Bizler, buranın yerlileri değiliz. Burada artık kalmak imkanımız yok. Bunun için Muhammedle çarpışmak üzere savaşa hazırlanırız”, dediler. Kurayzalılar ise şöyle söyledi: “Bugün cumartesidir, biz bugünde hiçbir şey yapamayacağımız gibi bizim için güvenlik olmak üzere bazı rehineler vermediğiniz sürece sizinle yanyana savaşmayız. Çünkü sizlerin yurtlarınıza geri dönüp, bizi bu adamla bu ülkede başbaşa bırakmanızdan korkuyoruz.” dediler. Elçiler bu sözü onlara haber olarak götürünce, Kureyş ve Gatfan: “Allaha yemin ederiz Nuaym doğru söylüyor,” dediler. Ondan sonra Kurayzaya şu haber geldi: “Allaha yemin ederiz, size bir adam bile vermeyeceğiz” bunun üzerine Kurayza şu sözleri söyledi: “Nuaymın söylediği sözü gerçekmiş.” Böylece Allah onları birbirinden uzaklaştırdı. Yüce Allah şiddetli soğuğu olan kış gecelerinde hızlı bir fırtına gönderdi. Öyle ki çanakları kalkıyor ve çadırları yerden sökülüyordu.
Nebi onların bu şekilde birbirlerine düştüklerini görünce, geceleyin Huzeyfe bin el-Yemanı çağırarak onlara şunu söyledi: “Onların bulunduğu yere çık, durumlarını gör ve bize gelinceye kadar hiç kimseye bir şey söyleme.”
Huzeyfe anlatıyor: “Ben de çıkıp gittim, onların bulunduğu yere vardım. Rüzgar ve Allahın gönderdiği ordular onlara yaptıklarını yapıyordu. Tencereleri, çadırları ve ateşleri bir türlü olduğu gibi durmuyordu. Ebü Süfyan kalkıp şunları söyledi: Ey Kureyşliler, herkes kiminle oturduğuna dikkat etsin. Bunun üzerine yanımdaki adamın elini yakaladım ve ona sen kimsin, diye sordum? O bana: Ben filanım dedi. Daha sonra Ebü Süfyan:Allaha yemin ederim artık adar da binekler de helak oldu. Kurayzalılar bize verdikleri sözlerinde durmadılar. Bu rüzgardan gördüğünüz sıkıntıları görmektesiniz. Haydi, binip gidin. Ben de gidiyorum dedikten sonra, devesine doğru gitmek üzere kalktı. Devesi bağlı bulunuyordu. Onun üzerine bindi ondan sonra da kalkmak üzere durdu. Deve üç ayağı üzerine kalktı. Eğer Resulallahın bana hiçbir şey yapmama emri olmasaydı kesinlikle öldürürdüm.”
Huzeyfe der ki: “Peygamberin yanına vardım. Hanımlarının birisine ait bir şala bürünmüş olduğunu ayakta namaz kılmakta olduğunu gördüm. Beni alıp önüne oturttu. Ve üzerime de şalın bir kenarım örttü. Selam verince de ona durumu anlattım.

Gatfanlılar Kureyşin yaptıklarını haber alınca, onlar da ülkelerine geri döndüler. Geri dönerken Resulallah:
Şu anda biz de onların üzerine gidip gazada bulunacağız, onlar bize gaza edemesinler. dedi. Allah, Mekkenin fethini nasip edinceye kadar durum gerçekten böyle oldu.”