İsa Galile denizi boyunca yürürken, çevresini büyük bir kalabalık aldı; bunun üzerine, sahilden biraz ötede durmakta olan bir kayığa bindi ve sesi işitilebilecek kadar yakınlıkta karaya demir attı. Bunun üzerine, hepsi denizin kıyısına gelerek, oturup sözlerini beklediler. O zaman ağzını açtı ve dedi, “İşte, ekici ekmeye çıktı, ekerken ekinlerin bazısı yola düştü. Ve bunlar insanların ayakları altında çiğnenip, kuşlar tarafından yendi; bazısı taşların üstüne düştü, nem olmadığından sıçrayıp, güneşte yandılar; bazısı çitlerin içine düştü, burada büyüdüklerinden, dikenler tohumları boğdu ve bazısı da iyi toprağa düştü, burada otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verdiler. Bakın, bir aile babası bu tarlaya iyi tohum ekti; burada iyi adamın hizmetçileri uyurlarken efendileri olan adamın düşmanı gelip, iyi tohumların üzerine delice otları ekti. Bunun üzerine, ekinler çıkınca, aralarında bir hayli delice otları çıktığı da görüldü. Hizmetçiler efendilerine gelip, dediler, “Ey efendi, tarlana iyi tohum ekmedin miydi? Neden orada bir hayli delice otları da çıktı?” Efendi cevap verdi, “İyi tohum ektim, fakat adamlar uyurken, adamın düşmanı geldi ve ekinler üzerine delice otları ekti.” Hizmetçiler dediler, “Gidip, ekinler arasındaki delice otlarını söküp koparmamızı ister misin?” Efendi cevap verdi, “Böyle yapmayın, çünkü onlarla birlikte ekinleri de koparırsınız; bunun yerine hasat zamanı gelinceye kadar bekleyin. O zaman gider ve ekinler arasındaki delice otlarını koparıp yanmaları için ateşe atar, ekinleri de ambarıma korsunuz.” Pek çok adam incir satmaya gittiler ama pazara vardıklarında gördüler ki, insanlar iyi incirler değil de güzel yaprakları arıyorlar. Bunun üzerine, adamlar incirlerini satamadılar. Ve bu durumu gören kötü bir vatandaş dedi, “Muhakkak zengin olabilirim.” Ardından, iki oğlunu çağırıp dedi, “Gidin ve kötü incirleri bulunan pek çok yaprak toplayın.” Ve bunları ağırlıklarınca altın karşılığı sattılar. “Çünkü insanlar yapraklarından pek memnun oluyorlardı. Ama yaprakları yiyenler ağır bir hastalığa tutuldular. Bakın ki, bir vatandaşın, tüm komşu vatandaşların pisliklerini yıkamak için su aldıkları bir çeşmesi vardı; fakat bu vatandaşın kendi elbiseleri çürüyüp gidiyordu. İki adam elma satmaya gittiler. Biri, elmanın kendine bakmadan, altın karşısındaki ağırlığından dolayı, satmak için elmanın kabuğunu seçti. Diğeri, elmaları elden çıkarıp, yalnızca yolculuğunda yiyeceği ekmeği alabildi. Ama altın karşısındaki ağırlığı nedeniyle insanlar, onları kendilerine iştahla verene bakmadan ve onu hakir görmeden elmaların kabuğunu aldılar.” O gün İsa kalabalığa böylece temsillerle konuştu; sonra, onları dağıtıp, havarileriyle birlikte Naine gitti; burada dul bir kadının oğlunu Allahın izniyle diriltmişti; bu oğul annesiyle birlikte onu evine alıp, hizmette bulundular. Havarileri İsanın yanına varıp, ona şöyle sordular , “Ey muallim, halka söylediğin temsillerin anlamını bize anlat.” İsa karşılık verdi, “Namaz saati yaklaşıyor; bu bakımdan, akşam namazı bitince size temsillerin anlamını söyleyeceğim.” Namaz bitince havariler İsanın yanına vardılar, o da kendilerine dedi, “Yol üstüne, taşlara, dikenlerin üstüne, iyi toprağa tohum eken, çok sayıda insanın üstüne düşen Allahın Kelamını öğreten kişidir. Yola düşer; yani, yaptıkları uzun yolculuklar ve ilişki içinde bulundukları kavimlerin farklılığı nedeniyle, Şeytanın hatırlarından Allahın Kelamını çıkardığı denizcilerin ve tüccarların kulağına varır. Taşların üzerine düşer; bu vakit, bir reisin vücuduna karşı göstermek zorunda oldukları büyük dikkat nedeniyle, içlerine Allahın Kelamının işlemediği saray hizmetçilerinin kulağına varır. Şundan ki, hatırlarında bundan az bir şey varsa da, herhangi bir zorlukla karşılaşır karşılaşmaz Allahın Kelamı hatırlarından çıkar gider; çünkü Allaha kulluk etmediklerinden, Allahtan yardım da umamazlar. Dikenlerin arasına düşer, bu kez, kendi hayatlarını sevenlerin kulağına varır. Her ne kadar bunların üzerinde Allahın Kelamı biterse de, bedeni arzular büyüyünce iyi tohum olan Allahın Kelamını boğarlar. Çünkü bedeni arzular insanlara Allahın Kelamını bıraktırır. İyi toprağa düşer; bu kez, Allahın Kelamı Allahtan korkanın kulağına varır, burada sonsuz hayat meyvesi verir. Bakın, size diyorum ki, kişinin Allahtan korktuğu her durumda, Allahın Kelamı onun içinde meyve verir. Şu aile babasına gelince, size diyorum ki bakın, o her şeyin babası olan Rabbimiz Allahtır, şundan ki, her şeyi O yaratmıştır. Fakat O, tabiatta görüldüğü biçimde bir baba değildir. Çünkü O hareket etmez, hareket etmeyen üremez, doğmaz, doğurmaz. O halde, Allahımız bu dünyanın sahibi olandır; tohum ektiği tarla insan soyudur ve tohum da Allahın Kelamıdır. İşte böyle, muallimler dünyanın işlerine dalarak Allahın Kelamını anlatmayı ihmal ettikleri zaman, şeytan insanların kalbine dalalet eker, bundan da, şerli akidenin sayısız kolları türer. Kutsal kullar ve peygamberler haykırır, “Ey Rab, sen o zaman insanlara iyi akide vermemiş miydin? Neden o halde bu kadar çok dalalet oluyor?” Allah cevap verir, “İnsanlara iyi akide verdim, ama insanlar kendilerini boş şeylere kaptırıp giderken, şeytan, benim kanunumu hiçe indirgemek için dalaletler ekiyordu.” Kutsal kullar der, “Ey Rab, insanları yok ederek bu dalaletleri dağıtacağız.” Allah cevap verir, “Böyle yapmayın, çünkü müminler kafirlere akrabalıkla öylesine bağlıdırlar ki, kafirler içinde yok olurlar. Ama mahkemeye kadar bekleyin, çünkü o zaman kafirler meleklerim tarafından toplanıp, şeytanla birlikte Cehenneme atılırken, iyi mümin olanlar benim melekutuma gelecek.” Emin olun ki, pek çok kafir babanın mümin oğulları olur, bunların uğruna da Allah dünyanın tövbe etmesini bekler. İyi incir taşıyanlar iyi akide vaaz eden muallimlerdir. Fakat yalanlardan zevk alan dünya ehli, muallimlerden güzel sözler ve koltuk kabartma yaprakları ister. Bunu gören şeytan, beden ve nefisle birleşerek, bir sürü yaprak, yani, günahları örtecek bir sürü yaprak getirir; bunları alan insan hastalanır ve sonsuz ölüme hazırlanır. Suyunu pisliklerini yıkayıp gidermek için başkalarına veren, fakat kendi elbiselerini çürümeye bırakan su sahibi vatandaş, başkalarına pişman olmayı öğütleyen, kendisi ise, hala günahta devam eden muallimdir. Hava üzerine, kendine uygun cezayı melekler değil, kendi diliyle yazan zavallı insan! Eğer bir insanın dili fil dili gibi, vücudunun geri kalan kısmı ise karınca gibi küçük olsa, bu acayip bir şey olmaz mı? Evet, mutlaka. Şimdi, size diyorum ki, bakın, başkalarına pişman olmayı öğütleyip, kendisi ise günahlarına tövbe etmeyen daha çok acayiptir. Şu elma satan iki adama gelince, Biri, Allah rızası için öğütte bulunup, kimsenin koltuğunu kabartmayan, fakat yalnızca yoksul bir insanın geçimliğini isteyip gerçekten öğüt veren kişidir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insanı dünya ehli kabul etmez, aksine hor görür. Ama altınla olan ağırlığı nedeniyle kabuk satan ve elmaları saçıp savuran ise, insanları memnun etmek için öğütte bulunan kişidir ve o dünya ehlinin koltuğunu kabartmakla, koltuk kabartıcılığının sonucu olarak ruhunu mahveder. Ah, bundan dolayı niceleri helak olup gitmiştir!” O zaman bunu yazan karşılık verdi “Kişi Allahın kelamını nasıl dinlemeli ve kişi Allah sevgisi için vaaz vereni nasıl bilmeli?” İsa cevap verdi, “Vaaz veren, iyi akideyi vaaz ederken Allah konuşuyormuş gibi dinlenilmelidir; çünkü Allah onun ağzıyla konuşmaktadır. Fakat kişilere saygı gösterip, belli insanların koltuklarını kabartarak, günahlara günah demeyenden yılandan kaçar gibi kaçmalıdır, çünkü gerçekte o insanın duyduğunu zehirler. Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, nasıl ki yaralı bir adamın yaralarını sarmak için güzel bir sargıya değil de, iyi bir merheme ihtiyacı varsa, aynı şekilde, bir günahkarın da, günah işlemeyi bırakması için güzel sözlere değil, güzel uyarı ve sakındırmalara ihtiyacı vardır.” Sonra, Petrus dedi, “Ey muallim, bize, kaybedenlerin nasıl azap göreceğini ve Cehennemde ne kadar kalacaklarım anlatın ki, insan günahtan kaçabilsin.” İsa cevap verdi, “Ey Petrus, sorduğun güzel bir şey, ben de inşallah sana cevap vereceğim. Bu bakımdan bilin ki, Cehennem birdir. Ama birbiri altında yedi katı vardır. Dolayısıyla nasıl yedi türlü günah varsa, Şeytanın neden olduğu bu günahlar için Cehennemin yedi kapısı ve orada yedi tane de ceza vardır. Kalben en mağrur olan, üstteki tüm katlardan geçerek ve bunlardaki tüm acıları çekerek en alt kata fırlatılacaktır. Burada, Allahın emrettiğinin aksine, istediğini yapmak arzusuyla Allahtan daha yüce olmanın peşinde koşup, kendi üstünde kimseyi tanımak istemiyor idiyse, aynı şekilde orada şeytan ve Şeytancıklarının ayakları altına konacak. Bunlar kendisini üzümün şarap yapılırken ezildiği gibi ezecekler ve bundan sonra hep şeytanların eğlencesi ve maskarası olacaktır. Komşusunun iyiliğinden tedirgin olup, başına gelenlere sevinen haset, altıncı kata gidecek ve çok sayıda Cehennem yılanlarının dişleri tarafından tedirgin edilecektir. Ve Cehennemdeki tüm şeyler gördüğü azaba seviniyor ve yedinci kata gitmediğine üzülüyormuş gibi gelecektir kendisine. Her ne kadar lanetliler hiç bir şeye sevinemezlerse de, yine de Allahın adaleti, haset adamı insan rüyasında biri tarafından tekmeleniyor ve bu yüzden azap duyuyormuş hissi veren bir duruma sokacaktır. Kötü haset adamın önüne konan durum aynen böyle olacaktır işte. Asla hiç bir mutluluğun olmadığı bir yerde, ona, öyle gelecektir ki, sanki herkes, başına gelenlere sevinmekte ve daha kötüsünü tatmadığına üzülmektedir. Tamahkar beşinci kata gidecek ve orada zengin ziyafetçinin çektiği gibi aşırı derecede yoksulluk çekecektir. Ve cinler daha çok azap vermek için arzuladığı şeyi kendisine sunacaklar ve onu eline aldığında, diğer cinler, “Hatırla ki, Allah sevgisi için vermiyordun. Allah da şimdi almanı istemiyor” diyerek, elinden zorla çekip alacaklardır. Ey mutsuz insan! Şimdi, eski zenginliğini hatırlayıp, şu andaki dehşetli yoksulluğunu görünce kendini bu durumda bulacak ve o zaman sahip olamayacağı mallarla sonsuz zevkleri kazanabilirdi! Ama heyhat! Dördüncü kata şehvet düşkünü gidecek. Orada, kendilerine Allah tarafından verilen yolu değiştirenler, Şeytanın yanan tersinde pişmiş ekin gibi olacaklar. Ve orada korkunç Cehennem yılanlarınca kucaklanacaklar. Ve fahişelerle günah işleyenlerin bütün bu pis hareketleri, kendileri için Cehennemi ateş ve öfkelere dönüştürecek. Bunlar, saçı yılan, gözleri alevli kükürt, ağzı zehirli, dili yalan dolan, vücudu tümüyle ahmak balıkları yakalamada kullandıklarına benzer dikenli çengellerle kaplı kuşak, pençeleri ejderha pençeleri gibi, tırnakları ustura ve üretim organları da ateş gibi olan kadına benzer şeytanlardır. Şimdi, bütün bunlarla birlikte, tüm şehvet düşkünleri, yatakları olacak olan Cehennemin közlerinden yararlanacaklardır! Üçüncü kata, şimdi çalışmak istemeyen tembeller gidecektir. Burada, tek bir taş gereken yere konmadığı için, biter bitmez yıkılıveren şehirler ve büyük büyük saraylar yapılır. Ve bu koca koca taşlar tembellerin omuzlarına konur. Bunlar, yürürken bedenlerini serinletmek ve yükü kolaylaştırmak için ellerini kullanmazlar. Çünkü tembellik kollarının gücünü gidermiştir ve bacakları Cehennemin yılanlarıyla kucaklaşmaktadır. Ve daha kötüsü ardında cinler vardır, kendisini iter ve yükün altında defalarca yere düşürürler; yükü kaldırması için yardım da etmezler; kaldırılamayacak derecede ağırdır o, bir iki katı daha konur üzerine. İkinci kata boğaz düşkünleri gider. Şimdi, burada yiyecek kıtlığı vardır, o derecede ki, canlı akreplerle, canlı yılanlardan başka yenecek hiç bir şey yoktur. Bu öyle bir azap verir ki, hiç doğmamış olmak bu tür yemekleri yemekten daha iyidir. Görünüşte şüphesiz, kendilerine cinler tarafından nefis etler sunulur; fakat elleri ve ayakları ateşten zincirlerle bağlı olduğundan, kendilerine et göründüğü durumlarda el uzatamazlar. Ama daha da kötüsü, yediği akrepler karnını kemirir. Hızlıca dışarı çıkamadıklarından oburun gizli yerlerini parçalarlar. Ve zaten kirli olup, pis ve tiksindirici biçimde dışarı çıktıkları zaman tekrar tekrar yenirler. Öfkeli olan, birinci kata gider. Orada, tüm cinlerden ve kendinden aşağılara giden o kadar lanetli kişilerden hakaret görür. Kendisini tekmelerler, tokatlarlar, geçtikleri yola yatırırlar ve ayaklarıyla boğazına basarlar. O, yine de kendisini koruyamaz. Çünkü elleri ve ayakları bağlanmıştır. Ve daha kötüsü, başkalarına hakaret ederek öfkesinin çıkacağı bir yol da bulamaz. Çünkü dili, balık satanın kullandığına benzer bir kancayla bağlanır. Bu lanetli yerde, tüm katlarda görülen, ekmek yapmak için çeşitli ekin tanelerinin karıştırılması gibi, genel bir cezalandırma olacaktır. Ateş, buz, yıldırımlar, şimşek, kükürt, sıcak, soğuk, rüzgar, çılgınlık, şiddet hepsi Allahın adaletince birleştirilecek. O şekilde ki, ne soğuk sıcağı yumuşatacak, ne de ateş buzu. Her biri sefil günahkara azap verecektir. Bu lanetli bölgede kafirler ebediyen kalacaktır, o kadar ki, dünyanın mısır taneleriyle dolu olduğunu düşünün. Bu taneleri tek bir kuş, dünyayı boşaltmak için yüz yılda bir kez, tek bir taneyi götürecek olsa eğer bu şekilde boşalıp kafirler de Cennete girecek olsalar, sevinip rahat ederler. Ama böyle bir ümit yoktur. Çünkü günahlarına Allah sevgisiyle bir son vermedikleri için çektikleri azap da sona ermeyecektir. Fakat müminler rahat edecekler, çünkü çektikleri azabın sonu gelecektir.” Havariler bunu duyunca korkup dediler, “Müminlerin de Cehenneme girmeleri gerekiyor mu?” İsa cevap verdi, “Kim olursa olsun, herkesin Cehenneme girmesi gerek. Ama buna rağmen, Allahın kutsal kulları ve peygamberlerinin, herhangi bir ceza çekmek için değil de, görmek için oraya gidecekleri doğrudur ve korkanlar yalnızca takvalı olanlardır. Ne diyebilirim ki ben? Size söylüyorum ki, buraya, Allahın adaletini görmek üzere Allahın Elçisi bile gelecektir. O zaman, Onun varlığından Cehennem titreyecektir. Ve O da bir insan bedenine sahip olduğundan, tüm insan bedenine sahip olup da cezaya konulanlar, Allahın Elçisinin Cehennemi görmek için kaldığı sürece cezasız kalacaklardır. Fakat O orada yalnızca göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde kalacaktır. Ve Allah bunu, her yaratık Allahın Elçisinden yarar gördüğünü bilsin diye yapacaktır. O, oraya geleceği zaman, tüm şeytanlar titreyecek ve birbirlerine “Kaçın kaçın, çünkü düşmanımız Muhammed buraya geliyor” diyerek, yanan közlerin altına gizlenmeye çalışacaklardır. Bunu duyan şeytan, her iki elleriyle yüzüne vuracak ve haykırarak diyecektir, “Sen, bana rağmen benden daha soylusun, adaletsizce yapılmış bir iş bu!” Yetmiş iki derecede olan müminlere gelince, biri salih amellere üzülüp, diğeri de kötülüklere sevinerek salih amelleri olmadan yalnızca imanı bulunan son iki derecedekiler cehennemde yetmiş bin yıl kalacaklar. Bu yıllardan sonra melek Cebrail Cehenneme gelecek ve onların “Ey Muhammed, sana inananların cehennemde ebediyen kalmayacaklarını söyleyerek, bize edilmiş vaatlerin nerede?” dediklerini duyacak. O zaman, melek Cebrail geri Cennete dönüp, saygıyla Allahın Elçisine yaklaşacak, duyduklarını Ona anlatacak. O zaman Elçisi Allah ile konuşup diyecek, “Allahım Rab, benim inancımı kabul edenlerle ilgili olarak, onların cehennemde ebediyen kalmayacakları şeklinde ben kuluna edilmiş vadi hatırla.” Allah karşılık verecek, “Ne diliyorsan iste ey dostum, çünkü istediğin her şeyi sana vereceğim.” O zaman Allahın Elçisi diyecek, “Ey Rab, müminlerden yetmiş bin yıldır cehennemde kalanlar var. Merhametin nerede ey Rab? Onları acı cezalardan kurtarman için dua ediyorum.” O zaman Allah, dört gözde meleğine Cehenneme giderek, Elçisine inanan herkesi çıkarıp, Cennete götürmelerini emredecek. Ve onlar da bunu yapacaklar. Ve Allahın Elçisine inanmanın yararı böyle olacaktır işte. Ona inananlar, hiç bir salih amel işlemeseler de, inançları içinde ölürlerse, sözünü ettiğim cezadan sonra Cennete gireceklerdir.”