Birbiriyle sıkı bir alakası bulunan bu iki hadiseyi bu başlık altında toplayarak söze başlıyoruz. İmran bin Masan, Süleyman bin Davudun soyundan gelmekteydi. Masan ailesi ise İsrailoğullarının ileri gelen liderlerini ve din alimlerini (hahamlarını) bünyesinde toplayan bir aile idi. İmran, Fakur (Fakuz )un kızı Hanne ile evli idi. Zekeriyya bin Berhiya da Hannenin kız kardeşi İşa ile evliydi. Bir rivayette İşaın, İmranın kızı Meryemin kız kardeşi olduğu da söylenir.
Hanne, yaşlanıp acuze haline geldiğinden çocuk doğurma zamanı geçmiş bulunuyordu. Aynı zamanda, hiç çocuk doğurmamıştı. Günlerden bir gün, bir ağacın gölgesinde otururken bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek boşalttığını gördü. Bunun üzerine çocuk sahibi olmayı arzuladı ve kendisine bir çocuk bağışlaması için Allaha dua etti. Ayrıca kendisine bir çocuk bağışladığı takdirde onu Beytül-Makdise hizmetkar olarak adamayı söz verdi ve karnındakini Beytül-Makdis için bağışladı, fakat onun cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyordu. Onların bu şekildeki bağışlama adakları şu tarzda oluyordu:
Adanarak bağışlanan çocuk kilisenin hizmetlerini görür ve buluğ çağına kadar aralıksız bu hizmetlerine devam ederdi. Buluğ çağına gelince o muhayyer kılınır; isterse kilisede kalır, hizmetlerine devam eder, isterse dilediği yere çekip giderdi. Fakat bu tür hizmetlere ancak erkek çocuklar bağışlanıp adanabilirdi. Çünkü kızlar hayız görmeleri sebebiyle bu tür hizmetlere elverişli görülmezlerdi.
Daha sonra, Hanne Meryeme hamile bulunduğu bir sırada İmran vefat etti. Hanne doğum yaptıktan sonra onun kız olduğunu görünce: Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bilirken, o: Ey Rabbim! Onu kız olarak doğurdum. Erkek (kilise hizmetlerinde ve orada bulunan kullarla olan hizmet münasebetlerinde) kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. dedi. (Al-i İmran 36). Meryem kelimesi onların dilinde ibadet (abid ) manasına gelirdi. Sonra Hanne, onu bir bez parçasına sarıp Mescide götürdü ve Harunun soyundan gelen din alimlerinin (hahamların) eline teslim etti. Harunun soyundan gelen bu hahamlar, Şeybe oğullarının Kabe için üstlendikleri görevler ne ise, Beytül-Makdis için aynı görevi üstlenmişlerdi. Meryemin annesi onlara: “İşte benim adadığım kız çocuğum budur, buyurun alınız.” dedi. Bunun üzerine onlar, önderlerinin ve kurban işlerini idare ile görevli olan zatın kızı olması hasebiyle, onu alıp bakmak hususunda birbirleriyle yarışa girdiler. Fakat Zekeriyya: “Teyzesi benim nikahım altında olduğu için ben onu alıp bakmağa daha layıkım.” dedi. Bu defa onlar: “Biz en iyisi kura çekelim, kime düşerse o alıp baksın.” dediler. Bunun zerine kalemlerini akmakta olan bir nehre -bir rivayette bunun Ürdün nehri olduğu söylenir- bıraktılar. Neticede Tevrat yazmak için kullandıkları kalemlerini nehre bıraktılar. Zekeriyyanın kalemi suyun üzerine çıktı, diğerlerinin kalemleri ise dibe çöktü. kurayı kazanan Zekeriyya Meryemi alıp bakımını üstlendi ve Yahyanın annesi olan teyzesine teslim etti. Bundan sonra bir sütanne buldu ve Mescidin içinde onun kalacağı bir oda yaptırdı. Bu odaya ancak bir merdivenle çıkılıyordu ve oraya kendisinden başka kimse çıkmıyordu. Zekeriyya, Meryemin yanında yaz mevsiminde kış meyvesine, kış mevsiminde de yaz meyvesine rastlıyordu. Ona: “Bunlar sana nereden geliyor.” diye sorduğunda, o: “Allah katından geliyor.” diyerek cevap verirdi. Zekeriyya, Meryemin yanında yaz mevsiminde kış meyvesinin, kış mevsiminde de yaz meyvesinin bulunduğunu görünce, Allaha dua edip kendisi için çocuk istedi ve: “Meryeme bunu yapan, benim eşimi doğum yapabilecek hale getirebilir, buna gücü yeter.” dedi. Sonra: Ey Rabbim! Bana katından temiz bir zürriyet ver. Zira sen duaları işitensin. (Al-i İmran 38) diyerek dua etti.
Zekeriyya, kendilerine ait olan bir mezbahada namaz kılmakta iken, genç bir adam gördü. Gördüğü bu adam Cebrail idi ve ondan korkuya kapılmıştı. Cebrail ona: Gerçekten Allah sana, kendisinden bir kelimeyi (İsa bin Meryemi) tasdik edici olmak üzere Yahyayı müjdeliyor .. (Al-i İmran 39) dedi. Yahya, İsayı doğrulayıp ona iman eden ilk kişi oldu. Bunun sebebi şu idi: Yahyanın annesi Yahyaya hamile bulunduğu bir sırada, Hz, İsaya hamile olan Meryem ile karşılaştı ve ona: “Ey Meryem! Hamile misin?” diye sordu. Meryem ona: “Niçin soruyorsun?” dedi. Bunun üzerine Yahyanın annesi: “Karmmdakinin, senin karnındakine secde (tazim) ettiğini görüyorum.” dedi. İşte Yahyanın, İsayı tasdik etmesi budur.
Rivayet edildiğine göre, Yahya İsayı üç yaşında iken tasdik etmiş ve Allah Ona Yahya adını vermişti. Ondan önce kimse bu isimle adlandırılmamıştı. Bu hususla ilgili olarak bir ayette: .. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık. (Meryem 7) buyurulur. Diğer bir ayette Yahya hakkında: Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diriltilip (kabrinden) kaldırılacağı gün de ona selam olsunl” (Meryem 15) buyurulur. Denildiğine göre, Ademoğlunun en zorlu ve sıkıntılı olduğu zamanlar, burada sözü edilen üç gündür. Allah, onu bu üç günün sıkıntı ve zorluğundan selamete erdirmiştir. Yahya, İsadan üç yıl önce doğmuştur. Bir rivayette ise altı ay önce dünyaya geldiği söylenir. Yahya (küçük iken) çocuklarla oynamazdı ve (büyüdüğü zaman da) kadınlara yaklaşmazdı.
Zekeriyya: Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmıştır karım da kısır iken benim nasıl oğlum olur? (Al-i İmran 40) dedi. Zekeriyya bu sözleri söylediği zaman doksan iki, bir rivayette yüz yirmi yaşında bulunuyordu. Hanımı ise bu sırada doksan sekiz yaşındaydı. Bunun üzerine Allah Zekeriyyaya: Öyle (ama) Allah dilediğini yapar. (Al-i İmran 40) buyurdu. Zekeriyya, bu sözleriyle doğacak çocuğun kısır karısından mı, yoksa başka bir hanımdan mı kendisine ihsan edileceğini öğrenmek istemişti. Yoksa Allahın kudretini İnkar etmek için bu sözleri sarf etmemişti. Sonra Zekeriyya: Ey Rabbim! O halde bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver. dedi. Allah: Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır. buyurdu. (Al-i İmran 41). Denildiğine göre, Allah, Zekeriyyanın alamet istemesi yüzünden bir ceza olsun diye üç gün konuşmasını yasakladı.
Nihayet Yahya doğunca, babası Zekeriyya onun yakışıklı, seyrek saçlı, kısa parmaklı, çatık kaşlı, ince sesli ve çocukluğundan beri Allaha itaatte kararlı olduğunu gördü. Bir ayette Yahyanın küçüklükteki durumu hakkında: Biz ona çocuk iken hikmet verdik. (Meryem 12) buyurulur.
Rivayet edildiğine göre, bir gün emsali olan çocuklar ona: “Ey Yahya! Gel, beraber oynayalım.” demişler, o da: “Ben oyun için yaratılmadım.” diye cevap vermişti. Yahya, ot ve ağaç yaprakları yiyerek karnını doyururdu.
Denildiğine göre, Yahya arpa ekmeği ile karnını doyururdu. Bir gün İblis, Yahyanın yanına uğramıştı, onun yanında ise bir arpa ekmeği vardı.
Bunun üzerine İblis ona: “Sen kendinin zahid olduğunu iddia ediyorsun, halbuki yanına arpa ekmeği almışsın.” dedi. Yahya: “Ey Melun! O, beni öldürmeyecek kadar ayakta tutan bir rızıktır.” diye cevap verdi. Bunun üzerine İblis: “Ölecek olan birisi için daha az bir rızık kafi gelirdi.” dedi. Allah vahiy yoluyla Yahyaya: “Onun sana söylediği bu sözü aklına koy.” buyurdu.
Yahya küçük yaşta iken kendisine peygamberlik verildi, bu sebeple insanları Allaha ibadete davet etti. Kıldan yapılmış elbise giyerdi, hiçbir zaman dirhemi, dinarı ve barınacağı bir meskeni olmadı. Nerede akşam ederse, orada sabahlardı. Hiç bir zaman cariye ve köleye de sahip olmadı. Kendisini ibadete verdi. Bir gün vücuduna baktı, zayıflamış olduğunu görünce ağlamağa başladı. Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla: Ey Yahya! Vücudun zayıfladı diye mi ağlıyorsun? İzzet ve Celalime yemin ederim ki, eğer cehenneme muttali olsaydın kıldan elbise yerine demir zırh giyerdin. buyurdu. Bu sefer Yahya daha çok ağlamağa başladı; öyle ki ağlamaktan gözyaşları yanaklarının etini yiyip bitirdi ve dişleri görünmeğe başladı. Yahyanın durumunu öğrenince annesi yanına geldi. Bu sırada babası Zekeriyya ile birlikte hahamlar (ahbar) da onun yanına geldiler. Zekeriyya (AS.): “Oğulcağızım! Neden böyle yapıyorsun?” diye sordu. Yahya Ona: “Bunu bana sen emrettin. Çünkü bir zamanlar sen bana: Cennet ile cehennem arasında öyle bir yokuş vardır ki, bunu ancak Allah korkusundan dolayı ağlayanlar geçip aşabilir. demiştin.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Zekeriyya: “O zaman ağla, gayret gösterip ibadet etmeğe çalış.” dedi. Bu arada annesi, yanaklarının üzerine koyup dişlerini kapatması için ona iki keçe parçası hazırladı, fakat o ağlayarak onları da ıslatıyordu. Zekeriyya, halka öğüt vermek istediği zaman önce etrafına bakar, eğer Yahya orada ise cennetten ve cehennemden söz etmezdi.
Allah, Yahyayı Tevratın bazı hükümlerini feshetmek (yürürlükten kaldırmak) üzere elçi olarak göndermişti. Onun feshettiği hükümlerin arasında oğlan kardeşinin kızıyla evlenmenin haram olması da vardı. Onların hükümdarları olan Hirodisin ise hoşuna giden bir kardeş kızı vardı ve onunla evlenmek istiyordu. Yahya, Hirodisi kardeşinin kızıyla evlenmekten menetti. Bu hükümdar ise kardeşinin kızının her gün bir ihtiyacını giderip karşılardı. Kızın annesi, Yahyanın hükümdara kardeşinin kızıyla evlenmesini yasakladığını duyunca kızına: “Hükümdar, sana ihtiyacını sorduğu zaman, sen ona, Zekeriyyanın oğlu Yahyayı boğazlayıp öldürmeni istiyorum dersin.” dedi. Kız, hükümdarın yanına girdiğinde, ona ne gibi ihtiyaçları olduğunu sordu. O da: “Zekeriyyanın oğlu Yahyayı boğazlamanı istiyorum.” dedi. Hükümdar: “Benden başka bir şey iste.” dedi. Fakat kız: “Onu boğazlamandan başka senden bir şey istemiyorum.” deyip diretince, hükümdar, Yahyayı çağırıp bir de leğen getirtti ve Yahyayı boğazlattı. Kız, Yahyanın kesilen başını görünce: “İşte bugün gözlerim mutlu oldu.” dedi, sonra sarayının damına çıktı ve damdan aşağıya düştü. Sarayın alt kısmında, yani yerde azgın köpekleri bulunmaktaydı. Düşer düşmez köpekler saldırdı ve baka baka kendisini yemeğe başladılar. İbret alması için, köpeklerin en son yedikleri şey gözleri oldu. Yahya öldürüldüğü zaman kanından bir damlası yere düşmüştü. Bu kan damlası, Allahın onların üzerlerine Buht Nassarı göndermesine kadar kaynayıp durdu. Nihayet bir kadın Buht Nassarın yanına gidip bu kan damlasını gösterdi. Allah, Buht Nassarın kalbine bu kan damlası kaynamasını bırakıp sakinleşinceye kadar İsrailOğullarını öldürmeğe devam etmesini ilham etti. O da, bu kan damlası sakinleşip duruncaya kadar onlardan yetmiş bin kişi öldürdü.
Süddi de buna yakın şeyler söylemiştir; fakat o, bundan farklı olarak şunları anlatmıştır:
“Hükümdar, karısının kızıyla (üvey kızı olabilir) evlenmek istemişti; fakat Yahya onu bundan alıkoymak istedi, bunun üzerine karısı Yahyayı öldürmesini talep etti. Bu durum karşısında hükümdar, Yahyaya birisini gönderdi ve giden kişi onu öldürüp başını bir leğenin içerisine koyarak hükümdarın huzuruna getirdi. Bu sırada Yahyanın kesilen başı: Bu kızla evlenmek sana helal olmaz. diyordu. Nihayet Yahyanın kanı kaynamağa başladı; şehrin surlarına yükselinceye kadar üzerine toprak attılarsa da, kanın kabarıp kaynaması durdurulamadı. Bunun üzerine Allah, onların başına büyük bir orduyla birlikte Buht Nassarı musallat etti. Buht Nassar, muhasara altına alıp kuşattıysa da onlara karşı bir zafer elde edemedi. Buht Nassar geri dönmek isteyince, İsrailoğullarından bir acuze kadın onun yanına gelip: Duyduğuma göre, geri dönüyormuşsun. dedi. Buht Nassar: Evet, çoktandır buradayız, askerler açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca askerlerin erzakı da azaldı. Bu yüzden onlar sıkıntıya maruz kaldılar. dedi. Acuze kadın ona: Eğer ben sana şehri açacak olursam, öldürülmelerini istediğim kimseleri öldürdükten sonra, öldürme işini durdurmanı istediğim zaman öldürmekten vazgeçer misin? diye sordu. Buht Nassar: Evet, vazgeçerim. diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın ona: Önce askerlerini dörde taksim et, sonra onları şehrin çevresine yerleştir. Bundan sonra da ellerinizi göğe kaldırıp: Allahım! Senden Yahya bin Zekeriyyanın kanı üzerine fetih istiyoruz. diyerek dua edin. dedi. Kadının dediğini yaptılar. Az sonra şehrin suru yıkıldı ve şehre girdiler. Kadın Yahya bin Zekeriyyanın kanının sakinleşmesine kadar, onun kanı üzerine İsrailoğullarını öldürmelerine devam etmelerini istedi. Nihayet Yahyanın kanının sakinleşmesine kadar yetmiş bin kişi öldürüldü. Bundan sonra kadın, Buht Nassardan öldürme işini durdurmasını istedi, o da vermiş olduğu sözden dolayı öldürme işine son verdi.”
“Sonra Buht Nassar, Beytül-Makdisi tahrip etti ve oraya kokmuş leşler atılmasını emretti. Bundan sonra yanına Danyalı ve İsrailoğullarının ileri gelenlerinden Azarya ve Mişail gibi bir kısım insanları alıp geri döndü. Ayrıca Calutun kellesini de yanına alıp götürdü. Danyal, Buht Nassarın katında büyük bir itibar ve değere sahipti. Fakat onu çekemeyen Mecusiler, jurnalde bulunarak onunla Buht Nassarın arasını açtılar.”
Bundan sonra Süddi, daha önce yukarıda bahsedildiği üzere, Buht Nassarın, İsrailoğullarının ileri gelen kişilerini parçalaması için bir aslanın önüne attığım, onları aslandan kurtarmak üzere bir melek gönderildiğini ve Buht Nassarın suretinin (bir aslan suretine) değiştirilip vahşi hayvanlar arasında yedi yıl kaldığını zikretmektedir.
Süddinin zikrettiği bu rivayet ile bizim zikretmediğimiz diğer rivayetlerde, Yahya bin Zekeriyyayı öldürmeleri üzerine İsrailoğullarını öldürüp, Beytül-Makdisi tahrip eden kişinin Buht Nassar olduğu görüşü, siyer ve tarihçiler ile geçmiş milletlerin hayatları hakkında bilgi sahibi olan kimseler tarafından asılsız kabul edilmiştir; çünkü adı geçen bu kimselerin tümü, Buht Nassarın İsrailoğullarının üzerine, onların İrmiya bin Halkıyanın zamanında peygamberleri Şayayı öldürdükleri bir sırada yürüyüp onları öldürdüğünü ittifakla kabul etmişlerdir. Ayrıca hristiyan ve Yahudilere göre, İrmıyanın zamanı ile Yahyanın öldürülmesi arasında dört yüz altmış bir yıllık bir zaman farkı vardır. Yahudiler ve hristiyanlar bu hususun kitaplarında ve dini metinlerinde açık bir şekilde belirtilmiş olduğunu da ileri sürerler. Diğer taraftan Mecusiler, Buht Nassarın İsrailoğullarının üzerine yürümesi ile İskenderin ölümüne kadar geçen müddet konusunda hristiyan ve Yahudiler ile aynı görüşü paylaştıkları halde, İskenderin ölümü ile Yahyanın doğumu arasındaki müddet konusunda onlardan ayrılırlar ve bu müddetin elli bir yılolduğunu iddia ederler.
İbn İshak ise bu konuda şöyle diyor: “Gerçek şu ki, İsrail Oğulları Babilden döndükten sonra BeytülMakdisi imar ettiler ve nüfusça bir hayli çoğaldılar. Daha sonra eskisi gibi günah işlemeğe başladılar, Allah da onlara peygamberler göndermeğe devam etti. Fakat onlar, kendilerine gönderilen peygamberlerin bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Allah onlara en son olarak Zekeriyya ile oğlu Yahyayı ve Meryem oğlu İsayı peygamber olarak gönderdi, fakat onlar, Zekeriyya ile oğlu Yahyayı öldürdüler. Bunun üzerine Allah, onların üzerine Babil hükümdarlarından Cuders (Hardus ) adında bir hükümdarı gönderdi. Bu hükümdar harekete geçip onların üzerine yürüdü ve bulundukları Şam (Suriye) bölgesine geldi. Beytül-Makdise gelince, fil sahibi olan askerlerinden NEbuzazan adındaki büyük bir kumandana: Ben daha önce, İsrailoğullarına karşı zafer kazanırsam, kanları askerlerimin arasında oluk oluk akıp, öldürecek hiçbir kimse kalmayıncaya kadar onları öldürmeğe devam edeceğime yemin etmiştim. dedi ve şehre girip bu durum gerçekleşene kadar onları öldürmeğe devam etmesini emretti. Bunun üzerine NEbuzazan (Nebllzerazan ) şehre girdi ve onların kurbanlarım takdim ettikleri yere gelip durdu. Burada kaynayıp durmakta olan bir kan gördü ve: Ey İsrailoğulları! Bu kan neden kaynıyor? diye sordu: Onlar: Bu, bizim takdim ettiğimiz, fakat kabul edilmeyen bir kurbanımızın kanıdır. Bu yüzden kaynıyor. diye cevap verdiler. Nebuzazan onlara: Bana doğruyu söylemediniz. dedi. Bu sefer onlar: Hükümdarlık ve peygamberliğin arkası bizden kesildi, bu yüzden kurbanlarımız kabul edilmez oldu. dediler. Bunun üzerine Nebllzazan, bu kan yüzünden, onların ileri gelen şahsiyetlerinden yedi yüz yetmiş kişiyi boğazlattı, fakat kan yine dinmedi ve kaynamasına devam etti. Bu defa alimlerinden yedi yüz kişi getirilip onların da bu kan üzerine boğazlanmasını emretti. Nihayet onlar da boğazlanıp öldürüldüler, fakat kan yine dinmedi. Nebllzazan, kanın dinmediğini görünce onlara: Ey İsrailOğulları! Bana doğruyu söyleyin ve Allahın emrine karşı sabırlı olun. Yeryüzündeki hükümdarlığınız bir hayli uzun sürdü. Bu müddet içinde dilediğinizi yaptınız. Sizden erkek ve kadın, ateş üfleyecek bir kimse kalmayıncaya kadar öldürmezden önce bana doğruyu söyleyin. dedi.”
“İsrailoğulları işin ciddiyetini ve katliamın şiddetini görünce, ona doğruyu söylediler ve: Bu kan, bizi Allahın gazabına sebep olacak birçok şeyden menedip alıkoyan bir peygamberin kanıdır. Bu peygamber sizin haberinizi bize bildirmişti, fakat biz onu tasdik edip doğrulamadık ve öldürdük. İşte bu kan onun kanıdır. dediler. Nebllzazan onlara: Bu peygamberin adı ne idi? diye sordu, Yahya bin Zekeriyya idi. diye cevap verdiler Nebllzazan: İşte şimdi bana doğruyu söylediniz. Rabbiniz işte bunun için sizden intikam alıyor. dedi ve secdeye kapandı. Sonra çevresinde bulunanlara: Şehrin kapılarını kapatın ve burada bulunan Cüdersin askerlerini şehrin dışına çıkarın. dedi. Onlar da kumandanın bu sözünü yerine getirdiler. İsrailoğulları ile başbaşa kalan Nebuzazan kana hitaben: Ey Yahya! Benim ve senin Rabbin olan Allah, senin yüzünden kavminin başına gelenleri ve kanının karşılığı olmak üzere onlardan ne kadar kişinin öldürüldüğünü biliyor. Ey Yahyanın kanı! Kavmin bitip tükenmeden Allahın izniyle artık yatış, sakin ol. dedi ve kan sükunet bulup durdu. Bunun üzerine Nebllzazan onları öldürmeyi durdurdu ve: İsrailoğullarının inandığı Allaha ben de inandım ve Ondan başka Rabb olmadığına, yakinen tasdik edip iman ettim. dedi. Sonra İsrailoğullarına: Kanlarınız Cüdersin ordugahının içine akıncaya kadar bana sizi öldürmemi emretti. Ben onun emrine karşı gelemem. dedi. İsrailoğulları: Öyle ise onun emrini yerine getir. diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Nebuzazan onlara bir çukur kazmalarını, sonra at, katır, eşek, sığır, koyun ve deve ne varsa getirip bunları boğazladıktan sonra çukura doldurmalarını emretti. Kan iyice çoğalıncaya kadar hayvanları boğazlatmağa da devam etti. Sonra biriken kanların üzerine su döktürmek suretiyle kanın Cüdersin ordugahına kadar akmasını sağladı. Bundan sonra daha önce öldürmüş olduğu kimselerin cesetlerinin getirilmesini ve bunların, hayvanlarla doldurulmuş olan çukurun üzerine atılmalarını istedi. Nihayet getirilen cesetler, daha önce hayvanlarla doldurulmuş çukurun üzerine bırakıldılar. Cüders, kanın ordugahına kadar geldiğini görünce, Nebuzazana haber gönderip: Artık öldürme işini durdur, yaptıklarının intikamını onlardan aldım. dedi.”
İşte bu, Allahın İsrailOğullarına gönderdiği imha hadiselerinin son halkasıdır. Allah, bu hadiseyi peygamberi Muhammede şu ayetlerle bildirmektedir:
Biz Kitabda İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki defa fesat çıkaracaksınlZ ve (bana karşı) büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız! İşte o iki (fesadınızdan) birincisinin zamanı gelince, sizin üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, onlar da evlerin aralarına kadar girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir vaat idi. Sonra tekrar size, onları yenme imkanı verdik; sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinize olur. Sonuncu (başkaldırmanızın cezalandırılma) zamanı gelince, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar), ilk kez girdikleri gibi Mescide (Beytül-Makdise) girip (tahrip etsinler) ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye (yine öyle kullar gönderdik). (Tövbe ederseniz) Rabbinizin sizi esirgeyeceğini umabilirsiniz. (Eğer tekrar fesada) dönerseniz, biz de sizi (cezalandırmağa) döneriz. Biz cehennemi kafirlere bir zindan yaptık. (İsra 4-8).
Allah, İsrailoğullarının başına ilk vakada Buht Nassar ve ordusunu musallat etti. Sonra İsrailOğUlları na tekrar devlet ve galebe imkanı verdi. Bundan sonra ise son vakada onların üzerine Cüders ve ordusunu musallat kıldı. Bu son vaka İsrailOğulları için öbüründen daha ağır oldu; ülkeleri harap oldu, savaş erleri öldürüldü, kadınları ve çocukları esir edildi. Bu hususla ilgili olarak Allah: galebe ve istila ettiklerini mahvetsinler diye (başınıza yine düşmanlar musallat ettik.) (İsra 7) buyurur.
Bazı alimler, Yahyanın Erdeşir bin Babekin döneminde öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Bir rivayette de onun öldürülmesinin İsanın (göklere) kaldırılmasından bir buçuk yıl önce olduğu söylenir. Doğrusunu ise Allah bilir.