"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Süleyman ile belkıs arasında geçenler

Biz, önce söze Belkısın nesebi ve krallığı hakkında söylenenlerden başlıyoruz, sonra da ikisi arasında geçen hadiselerden bahsedeceğiz. Alimler Belkısın atalarının isimleri konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe göre, onun adı Belkama, babasının adı ise Lişarh (İlişarh)tır. Nesep şeceresi ise: Lişarh bin el-Haris bin Kays bin Sayfi bin Sebe bin Yeşcub bin Yarub bin Kahtandır. Başka bir görüşe göre, onun adı Belkama, babasının adı Hadiddir. Babasının asıl adı Lişarh olup nesebi Yemen tübbalarına (Yemen hükümdarlarına “tübba” adı verilir) dayanmaktadır. Nesep şeceresi ise Uşarh bin Abd (Zül-ezar) bin Ebrehe (Zül-Menar) bin el-Haris (er-Rayiş)tir! Belkısın nesebi konusunda daha başka rivayetler ve görüşler de vardır. Fakat onların burada zikredilmesine gerek yoktur.
Diğer taraftan alimler, tübbalar hakkında, onların öncelik ve sonralık konusunda, sayılarının azlığı ve çokluğu hususunda araştırıcılara fazla faydası olmayan bir takım farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ayrıca alimler Belkısın (anne tarafından) nesebi konusunda da değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Birçok ravi onun annesinin cinlerden Ravaha adında bir kadın olup babasının cinlerin kralı es-Sükker olduğunu söylemiştir. Bir rivayette ise Belkısın annesinin adı Belkama olup, babasının Amr bin Ümeyr el-Cinni olduğu ve onun: “İnsanlar arasında benim dengim yoktur.” diyerek cinlerden bir kız istediği ve cinlerin kendilerinden bir kızla onu evlendirdikleri ileri sürülmektedir. İşte Belkısın annesi olan Belkama, Amr bin Umeyrin cinlerden aldığı kadından dünyaya gelmiştir.

Amr bin Umeyrin cinlere hangi yolla ulaştığı ve onlardan evlenmek için kız istediği konusunda da alimler ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayete göre, Amr bin Umeyr ava düşkündü. Hatta çoğu zaman ceylan suretindeki cinleri avlar, sonra da onların cin olduklarını anlayınca onları serbest bırakırdı. Bunun üzerine cinlerin kralı ona görünüp bundan dolayı teşekkür etmiş ve onunla dost olmuştu. Bu arada Amr bin Umeyr cinlerin kralından kızını istemiş, o da Yebrin ile Aden arasındaki sahil kısmı kendisine vermesi şartıyla kızını ona vermeyi kabul etmişti.
Başka bir rivayete göre, bir gün Belkısın babası Amr bin Umeyr ava gitmişti. Biri siyah, diğeri beyaz kavga eden iki yılan gördü. Siyah yılan beyaz yılana üstün gelmişti. O da siyah yılanın öldürülmesini emretti; beyaz yılanı alıp üzerine su döktü, hemen sonra beyaz yılan ayıldı. Onu serbest bıraktıktan sonra evine döndü ve tek başına otururken yanı başında güzel bir genç hasıl oldu. Amr ondan çok korkmuştu. Bunun üzerine o Amra: “Sakın korkma, ben senin kurtarıp serbest bıraktığın yılanım. Öldürdüğün siyah yılan ise bizim uşağımızdı. Bize karşı koydu ve ailemden birkaç kişiyi de öldürdü.” dedi. Sonra Amr bin Umeyre mal vermek ve tıp ilmini öğretmek istedi. Fakat O: “Benim mala ve servete ihtiyacım yok, tıp ilmi ise krala yakışmaz. Eğer bir kızın varsa onu bana ver.” dedi. O da kızını, yaptıklarına karışmamak, karıştığı takdirde kendisinden ayrılmak şartıyla nikahladı. Amr bin Umeyr onun bu teklifini kabul etti. Nihayet kadın ondan hamile kaldı ve bir oğlan çocuğu doğurdu, sonra bu çocuğu ateşe attı. Amr bin Umeyr buna üzülmekle beraber, kabul ettiği şarttan dolayı sesini çıkarmadı. Sonra kadın bir daha hamile kaldı; bu sefer bir kız çocuğu doğurdu, onu da bir dişi köpeğin önüne attı. Köpek onu alıp gitti. Bu da onun çok ağırına gitti; fakat kabul ettiği şart dolayısıyla yine sesini çıkarmadı. Daha sonra Amr bin Umeyre karşı çıkarak adamlarından birisi baş kaldırmış, o da askerlerini toplayıp onunla savaşmak üzere yola çıkmıştı. Bu sırada hanımı da yanında bulunuyordu. Nihayet onlar bir ovaya gelip burasını ortaladıklarında Amr bin Umeyr yanlarında bulunan azıklarının tümünün toprağa karıştırıldığını ve suların da kırba ve kaplarından boşaltıldıklarını gördü. Artık onlar kesinlikle helak olacaklarını ve bunu kadının emriyle cinlerin yaptığını anladılar. Nihayet Amr bin Umeyr buna dayanamadı ve karısının yanına gelerek oturdu, sonra yere işaret edip: “Ey yer, oğlumu yaktın, sabrettim. Kızımı dişi bir köpeğe yedirdin, sabrettim. Şimdi ise bizi, azığımızı ve suyumuzu yok etmek gibi bir facia ile karşı karşıya bırakıyorsun. Nerdeyse mahvolacağız.” dedi. Bunun üzerine kadın: “Eğer sabretmiş olsaydın senin için daha iyi olurdu. Şimdi sana işin içyüzünü anlatayım: Senin düşmanın vezirini aldatıp onun vasıtasıyla, seni ve askerlerini öldürmek için azığınıza ve suyunuza zehir kattırdı. Vezirine emret de geriye kalan azıktan yesin ve sudan içsin.” dedi. Amr bin Umeyr, vezirine yiyip içmesini emretti; fakat o buna yaklaşmadı. Bunun üzerine vezirini öldürdü. Sonra kadın onlara yakında bulunan suyu ve saklanmış erzakı gösterdi ve: “Oğluna gelince: Ben onu büyütüp terbiye etmesi için bir dadıya verdim, fakat o öldü. Kızın ise hayattadır.” dedi. İşte hemen o anda bir kızcağız yerden çıkıverdi. Bu kızcağız ise Belkıs idi. Bundan sonra kadın Amr bin Umeyrden ayrıldı, kendisi ise düşmanının üzerine yürüyüp onlara karşı zafer kazandı; Amr bin Umeyrin cinlerden bir kadınla evlenmesi konusunda başka şeyler de söylenmiştir. Bunların hepsi de aslı astarı olmayan düzme hurafelerdir.

Belkısın Yemene kraliçe olmasına gelince; bir rivayette babası onu veliaht göstermiş, o da babasından sonra tahta geçmişti. Diğer rivayette ise, babası kendisinden sonra tahta geçecek kimseyi vasiyet etmeden ölmüştü. Halk ise kralın oğlan kardeşinin oğlunu başlarına geçirmişlerdi. Bu kişi ahlaksız ve fasıkın biriydi; eşraftan birinin veya bir kralın güzel bir kızı olduğunu öğrendiği zaman onu getirtir, ırzına tecavüz ederdi. Nihayet sıra amcasının kızı Belkısa geldi. Aynı şeyi ona da yapmak istedi, fakat Belkıs kendi köşküne gelmesi kaydıyla ona söz verdi. Bu arada akrabalarından iki kişiyi hazırladı ve köşke gelip baş başa kaldıkları bir sırada onu öldürmelerini emretti. Neticede amcasının oğlu yanına girdiğinde bu iki kişi üzerine atılarak onu öldürdüler. Belkıs, onun öldürülmesi üzerine vezirlerini yanına getirtip: “İçinizde kendi kızının ve aşiretinin kızlarının namus ve şerefi için gayrete gelecek hamiyet sahibi hiç mi kimse yoktu?” diyerek azarladı, sonra onlara krallarının ölüsünü gösterip: “Başınıza bir kral seçin” dedi. Bunun üzerine onlar: “Senden başkasını istemeyiz.” diyerek Belkısı kraliçe yaptılar.
Bir başka rivayete göre, Belkısın babası kral değil, vezirdi. Vezirliğini yaptığı kral ise gidişatı kötü, rezilin birisiydi. Soyluların, ileri gelenlerin kızlarını ellerinden alır, onların namuslarını lekelerdi. İşte Belkıs onu öldürdü, halk da onu başlarına geçirip kraliçe yaptı.

Yine ilim ehlinden bir kısım kimseler Belkısın saltanatını ve ordusundaki askerlerin çokluğu konusunu çok abarttılar. Bir rivayette, onun eli altında dört yüz kralın ve her bir kralın bir bölgesi bulunduğu, bu kralların her birinin dört bin savaşçısının olduğu, ayrıca Belkısın devlet işlerini yürütmek üzere üç yüz vezirinin bulunduğu, on iki kumandanı olup her birinin on iki bin savaşçıya hükmettiği ileri sürülmektedir.
Bazıları ise bu konuda o derece mübalağa yapmışlardır ki, bu onların ne derecede cahil ve zayıf akıllı olduklarını gösterir. Onlara göre, Belkısın on iki bin kumandanı, her kumandanın eli altında yüz bin savaşçısı, her savaşçının yetmiş bin ordusu, her ordunun da yetmiş bin bahadır askeri vardı ve bunların yaşları ise yirmi beş idi. Şu anda bu büyük yalanı rivayet edip nakleden kişinin hesap bildiğini zannetmiyorum; çünkü hesap bilseydi cehaletinin ne miktarda olduğunu anlardı. Şayet verdiği rakamların ulaştığı meblağ ı bir bilseydi, bu tutarsız sözü cüretli bir şekilde söylemekten geri dururdu. Çünkü bütün yeryüzü sakinleri genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla bu sayıya ulaşamaz. O halde yalnız yirmi beş yaşında olanların sayısı nasıl bu kadar olabilir? Keşke yirmi beş yaşında olmayan diğer halkın, bütün tebaanın, meslek sahiplerinin, rençberlerin ve diğerlerinin sayısının ne kadar olduğunu bir bilseydim! Çünkü ordu mensupları ülke halkının bir kısmını teşkil eder. Aynı zamanda Yemenin nüfusu günümüzde azalmış bile olsa, Yemen toprakları küçülmüş değildir. Bu topraklar, bu kadar kişiyi ayakta ve yan yana dursalar bile almaz.
Yine onlar, Belkısın güneşe secde etmesini sağlamak için odasındaki güneşin girdiği deliğe (pencereye) üç yüz bin okka altın harcadığını ve daha başka şeyler yaptığını söylüyorlar. Ayrıca onlar, Belkısın tahtı hakkında da ordusundaki askerlerin çokluğuna münasip bir takım şeyler anlatıyorlar. Biz, bunları zikrederek sözü uzatmayacağız. Onlar, yalan söylemek ve cahillerin akıllarıyla alayedip eğlenmek üzere anlaştılar; akıl sahibi kimselerin, cehaletle onları suçlamalarından doğacak neticeye hiç aldırış etmediler ve bunu küçümsediler. Bizim bunları çirkin olmalarına rağmen burada zikretmemizin sebebi, bu gibi kimselerin sözlerinin doğruluğuna inanan kişileri bunlara vakıf kılmak ve böylece doğruya ulaşmalarını sağlamak gayesine matuftur.

Belkısın Süleymanın yanına gelip Müslüman olmasına gelince: Süleyman Hüdhüd kuşunu aramış, fakat onu görememişti. Hüdhüd, yerin altındaki suyu görür, orada suyun olup olmadığını, yakın mı uzak mı olduğunu bilirdi. İşte Süleyman onu bunun için aramıştı. Süleyman savaşlarından birisinde suya ihtiyaç duydu, yanında bulunanların hiç birisi suyun ne kadar uzakta olduğunu bilmiyordu. İşte bunu sormak için Hüdhüd kuşunu aradı, fakat göremedi. Rivayet edildiğine göre, onun Hüdhüd kuşunu aramasının sebebi şu idi: Kuşlar Süleymanı gölgelerdi. Bir ara Süleyman güneş ışığının yere vurmuş olduğunu gördü, ışığın nereden sızdığını görmek üzere baktığında Hüdhüd kuşunun yerinin boş olduğunu fark etti. Bunun üzerine: Ona çetin bir şekilde azab edeceğim, ya da onu keseceğim yahut da bana (mazeretini belirten) açık bir delil getirir. (Neml 21) dedi.
Bu sırada Hüdhüdün yolu Belkısın sarayına uğramıştı ve gözü sarayın arkasında bulunan bir bahçeye ilişmişti. Orada ise bir başka Hüdhüd gördü ve ona: “Sen neye Süleymandan ayrısın ve burada ne yapıyorsun?” diye sordu. O da: “Süleyman dediğin kimdir?” dedi. Bunun üzerine Süleymanın yanından gelen Hüdhüd ona, Süleymanın durumunu, kuşlardan ve başka yaratıklardan onun emrine verilenleri anlattı. Öbür Hüdhüd buna hayret etti. Bu defa Süleymanın Hüdhüdü ona: “Asıl hayret edilecek olan şeyise, bu kadar kalabalık olmalarına rağmen bu kavmin başında bir kadının kraliçe olması, Ona her şeyden verilip onun büyük bir tahtının bulunması. (Nem 23), Allaha şükredecekleri yerde güneşe secde etmeleridir.” dedi. Belkısın tahtı altından yapılmıştı; bu taht ise yakut, zebercet ve inci gibi değerli mücevherlerle süslenmişti.

Bundan sonra Hüdhüd kuşu Süleymanın yanına döndü ve gecikmesinin sebebini bildirip özür beyan etti. Bunun üzerine Süleyman ona: “Şu mektubumu al, götürüp ona bırak”, dedi. Hüdhüd, Belkıs sarayında iken ona yetişti ve mektubu odasına bıraktı. Belkıs mektubu okudu, daha sonra da kavminin ileri gelenlerini topladı ve onları: Ey ileri gelen kimseler! Bana çok değerli bir mektup bırakıldı. O, Süleymandan geliyor ve o, “Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla” (başlıyor). “Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak yanıma gelin.” (diye yazıyor). Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir rıkir verin. (Bilirsiniz ki) ben siz olmadıkça hiçbir şeyi (kendi başıma) kesip atmam. (Neml 29-30) dedi. Bunun üzerine ileri gelen kimseler ona: Biz kuvvetliyiz, yaman savaşçılarız, ama ferman senindir. Bak (düşün), neyi emredersen (onu yapalım) (NemI 33) dediler. Belkıs bu defa: Ben onlara bir hediye göndereyim, bakayım elçiler ne ile dönecekler. (Neml 35). Eğer o bu hediyeyi kabul ederse, dünya hükümdarlarından birisidir. Biz ondan daha yüksek ve kuvvetliyiz. Şayet kabul etmezse, o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir.” dedi.

Nihayet hediye Süleymana ulaşınca, o Belkısın elçilerine: Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allahın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Hediyeniz ile siz sevinirsiniz (ben değil). (Ey elçi!) Onlara dön ve (söyle): Onlara, kendilerinin asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları hor ve hakir bir durumda oradan sürer çıkarırım. (Neml 36, 37) dedi. Nihayet elçiler Belkısın yanına dönünce, o kavminin içerisinde bulunan kumandanlarım yanına alarak Süleymanın huzuruna gitmek üzere yola çıktı. Belkıs, kumandanlarıyla birlikte Süleymanın ülkesine gelip ona bir fersah kalıncaya kadar yaklaştığında, Süleyman adamlarına: “Ey ileri gelenler! Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce, hanginiz onun tahtını bana getirebilir?” dedi. (Bunun üzerine) cinlerden bir ifrit (kötü bir cin): “Sen makamından kalkmadan (öğle yemeğine gitmeden) önce ben onu sana getiririm.” dedi. (Neml 38, 39). Süleyman: “Daha erken istiyorum” deyince, yanında Kitabdan bir ilim bulunan kimse (İsm-i azamı bilen veziri Asaf bin Berhıya): “Sen gözünü kırpmadan önce ben onu sana getiririm!” dedi. (Neml 39). Sonra ona: “Devamlı surette gökyüzüne bak, onu yanına getirene kadar gözünü kırpma.” dedikten sonra secdeye kapanıp dua etti. İşte bu sırada Süleyman Belkısın tahtının kendi tahtının altından yukarı doğru çıktığını gördü. Bunun üzerine o: Bu, Rabbimin lütfundandır. (Lütfuna) şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni sınamak istiyor .. (NemI 40) dedi. Yani Rabbime şükretmem gerekirdi; çünkü ben daha gözümü kırpmadan onun tahtını bana getirmişti. Rabbime karşı nankörlüğe düşmem de muhtemeldi, çünkü onun tahtını bana getirme hususunda benden daha muktedir birini benim elimin altına vermişti (Yani hasedlik ederek nankörlüğe düşebilirdim).

Nihayet Belkıs gelince kendisine: “Senin tahtın da böyle mi?” denildi. O: “Bu, tıpkı o” dedi. (NemI 2). Sonra o: “Ben onu kaleler içerisinde bırakıp gelmiştim. Halbuki yanında onu koruyan askerler de vardı. Buraya nasıl gelebildi?” dedi.
Süleyman şeytanlara: “Bana, içinde Belkısı huzuruma kabul edeceğim bir köşk yapın.” dedi. Bu sırada şeytanlardan birisi: “Zaten Süleymanın emrine verilenler, verilmiş bulunuyor. Belkıs ise Sebe kraliçesidir. Şimdi Süleyman onunla evlenir, bir de oğlan çocukları dünyaya gelirse, bundan sonra biz ebediyen kendimizi kulluktan kurtaramayız.” dedi. Belkıs, bacakları kıllı bir kadındı. Bunun üzerine şeytanlardan biri diğerlerine: “Ona öyle bir bina yapınız ki, onun bacaklarının kıllı oluşunu görsün de onunla evlenmesin” dedi. Nihayet şeytanlar, zemini yeşil sırçadan ona bir köşk yaptılar, zemin kısmının üzerini ise beyaz sırçadan tabakalarla kapladılar. Böylece zemin kısım su gibi görünmeye başladı. Hatta yeşil ve beyaz sırça tabakalarının arasına balık ve benzeri diğer deniz hayvanlarının resimlerini yerleştirdiler. Bundan sonra Süleyman tahtına oturup Belkısın huzuruna alınmasını emretti. Belkıs, Süleymanın huzuruna gelmek için köşke girdiğinde, zeminin altındaki balık ve diğer deniz hayvanlarının resimlerini görünce, onu dalgalanan bir su sandı ve içinden geçmek maksadıyla bacaklarını sıvadı. Süleyman Belkısı bu vaziyette görünce başını başka tarafa çevirdi ve: O, sırçadan yapılmış cilab, şeffaf (bir zemindir). (NemI 44) dedi. Bunun üzerine Belkıs: Ey Rabbim! Gerçekten ben kendime zulmetmişim. (Artık) Süleymanla beraber alemlerin Rabbi Allaha teslim oldum (Müslüman oldum). (NemI 44) dedi.

Bundan sonra Süleyman, Belkısın bacaklarındaki kılları giderecek ve vücuduna zarar vermeyecek bir şeyin olup olmadığını sorup istişarede bulundu. Bunun üzerine şeytanlar, kılları zararsız bir şekilde gidermek için hamam otunu imal ettiler. İşte hamam otu ilk defa imal edilip o gün kullanılmıştır. Süleyman Belkıs ile evlendi ve onu çok sevdi, sonra da onu Yemendeki kraliçelik tahtına iade etti. Süleyman her ay onu ziyaret eder ve yanında üç gün kalırdı.
Rivayet edildiğine göre, Süleyman Belkısa kendi kavminden birisi ile evlenmesini emretmişti. Fakat o, bunu kabul etmedi ve bunu kendisi için bir şeref meselesi yaptı. Bunun üzerine Süleyman ona: “İslamda bundan (evlenmekten) başka bir yol yoktur.” dedi. Belkıs: “Eğer evlenmek kaçınılmaz bir şey ise, beni Hemdan kralı Zü Tubba ile evlendir.” dedi. Süleyman Belkısı Zü Tubba ile evlendirdi, sonra Belkısı Yemene gönderdi ve kocasını da Yemene hükümdar yaptı. Ayrıca Yemendeki cinlere Zü Tubbaya itaat etmelerini emretti. Bunun üzerine Zü Tubba onları hizmetinde kullandı ve cinler onun için Yemende Selhin, Meravıh, (Mervah), Felyun, Hüneyde gibi bir takım kaleler yaptılar. Fakat Süleyman vefat edince, cinler Zü Tubbanın itaatinden çıktılar. Böylece Süleymanın hükümdarlığının sona ermesiyle birlikte Zü Tubbanın ve Belkısın saltanat ve hükümdarlıkları da son buldu.
Bir rivayette ise Belkısın Süleymandan önce Şam bölgesinde öldüğü, Süleymanın onu Tedmürde defnedip kabrini kimseye söylemediği ileri sürülmektedir.