"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Zeylül-Hubab

Öyle bir Allaha hamd, medih ve senalar ederiz ki, şu alem-i kebir Onun icadıdır. Ve insan denilen şu küçük alem de Onun ibdaıdır. Biri inşası, diğeri binasıdır. Biri sanatı, diğeri sıbgasıdır. Biri nakşı, diğeri ziynetidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri azameti, diğeri rububiyetidir. Biri mahluku, diğeri masnuudur. Biri mülkü, diğeri memluküdür. Biri mescidi, diğeri abdidir. Evet, bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allahın mülkü ve malı olduğu, icazvari sikke ve mühürleriyle sabittir.

اَللّٰهُمَّ يَا قَيُّومَ اْلاَرْضِ وَالسَّمَۤاءِ اِنَّا نُشْهِدُكَ وَجَمِيعَ مَصْنُوعَاتِكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ بِاَنَّكَ اَنْتَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَتُوبُ اِلَيْكَ وَنَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ كَمَا يُنَاسِبُ حُرْمَتَهُ وَكَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

İlem eyyühel-aziz! Her kim kendisini Allaha mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allaha mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur.

Allaha mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve herşeyin Ondan olduğunu ve Ona rücu ettiğini bilmekle olur.

İlem eyyühel-aziz! Cenab-ı Hakkın sana inam ettiği vücut ile vücuda lazım olan şeyler, temlik suretiyle değildir. Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir. Ancak, o gibi nimetlerde, Allahın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.

Evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.

İlem eyyühel-aziz! Gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vukua gelen gayr-ı mahdut hususi haşr ü neşirleri kör gözleriyle gördükleri halde, kıyamet-i kübrayı ve haşr-i umumiyeyi nasıl istiğrab ediyorlar? Acaba, çiçek açıp semere veren ağaçlarda her sene icad edilen meyvelerin haşr ü neşirlerini gördükten sonra haşr-i umumiyi istibad eden sıkılmaz mı?

Eğer onlar şuhudi bir yakin ile haşr-i umumiyi görmek isterlerse, akıllarını da beraber bulundurmak şartıyla, yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı, nazif, latif kudret mucizeleri, o mahlukat-ı latife, evvelkisinin, yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil midir? Eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i ruhiye olmuş olsaydı, geçmiş ve gelen yeni meyveler birbirinin aynı olmaz mıydı? Fakat, ruhları olmadığı için aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerattaki bu vaziyeti gören, haşri istibad edebilir mi?

Ve keza, manevi asansörlerle lazım olan erzak ve gıdalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümleriyle arz-ı didar eden dut ve kayısı gibi meyveleri kuru ve camid bir ağaçtan ihraç ve icad etmekle o kuru ağacı acip bir vaziyete ve hayattar, antika bir şekle koyan kudret-i ezeliyeye haşr-i umumi ağır gelir mi? Haşa! Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Bu bedihi bir meseledir. Fakat gözleri kör olanlar göremiyorlar.

İlem eyyühel-aziz! Kuran-ı Mucizül-Beyanın herbir suresi, bütün Kuranın münderecatını icmalen ihtiva ettiği gibi, sair surelerde zikredilen makasıd ve mühim kıssaları da tazammun etmiştir. Bundaki hikmet, Kuranı tamamen okumaya vakti müsait olmayan veya ancak bir kısmını veya bir suresini okuyabilen insanlar, Kuranın hepsini okumaktan hasıl olan sevaptan mahrum kalmamasıdır.

Evet, mükellefin arasında bulunan ümmiler ancak bir sureyi okuyabilirler. İcaz-ı Kuran onları da tam sevap kazanmaktan mahrum etmemek için, bu nükte-i icaziyeyi takip ederek, bir sureyi tam Kuran hükmünde kılmıştır.

İlem eyyühel-aziz! Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zatın, o çokluğun herbirisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lazım değildir.

Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri neferata havale edilirse, herbir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücut bulacaktır.

Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve iradeyle olur. Bizzat mübaşereti yoktur—şemsin kainatı tenvir ettiği gibi.

İlem eyyühel-aziz! İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını süratle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, süratle giderken تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ 1 ayetini okuyor. Sefine-i arz süratle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh, o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır.

Ey nefs-i emmarem! Sana tabi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana musahhar eden Fatır-ı Hakim-i Zülcelale abd olurum.

Ve keza, kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdut ve tünellerinden şimşekvari geçen zamanın şimendiferine bindirerek ebedülabad memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevk eden Halık-ı Rahmanür-Rahimden medet istiyorum.

Ve keza, hiçbir şeyi dualarıma, istigaselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren, felek çarklarını durdurmaya ve şems ve kamerin yerleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeye ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sakin kılmaya kàdir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelale dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünkü, herşeyle alakadar amal ve makàsıdım vardır.

Ve keza, kalbime vaki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyul ve emellerini tatmin ettiği gibi, akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeye kadir olan Zat-ı Akdesden maada kimseye ibadet etmiyorum.

Evet, dünyayı ahirete kalb etmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, aciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet, onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılap eder. Evet, Onun marifeti olmazsa, ulum evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder. Vücut ademe inkılap eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder. Evet, Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana ada ve düşman olurlar. Beka bela olur. Kemal heba olur. Ömür heva olur. Hayat azap olur. Akıl ikab olur. amal, alama inkılap eder.

Evet, Allaha abd ve hizmetkar olana herşey hizmetkar olur. Bu da, herşey Allahın mülk ve malı olduğunu iman ve izan ile olur.

Evet, kudret, insanı çok daireler ile alakadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten Arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

Evet, قُلْ مَايَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَۤاؤُكُمْ ayet-i kerimesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kafidir. Öyleyse, çocuğun, eli yetişemediği birşeyi peder ve validesinden istediği gibi, abd de, acz ve fakriyle Rabbine iltica eder ve Halıkından ister.

İlem eyyühel-aziz! Eşyada görünen nevi ve ferdi vahdetler Sanideki sırr-ı vahdetten neşet etmiştir. Çünkü, kuvvet dağılmıyor. Bir kısmına çok, bir kısmına az sarf edilmekle, kudrette kuvvetin tecezzi ve inkısamı olmuyor. Eğer vahdet olmasaydı, kudretin yaptığı sarfiyatta tefavüt olsa idi, masnuatta da tefavüt ve intizamsızlık olurdu. Demek, kudretin vahdetle beraber masnuata yaptığı tasarrufu şemsin tenviri gibidir ki, bir şems-i vahid, cüz ve küllü bila-tefavüt herşeyi ziyalandırdığı gibi, tecellisiyle de herşeyin yanında mevcuttur. Binaenaleyh, mümkinat dairesi efradından tavzif edilen miskin, camid, meyyit ve ism-i Nura mazhar şemsde sırr-ı vahdet sayesinde bu kadar intizamlı tasarruf olursa, Şems-i Ezeli, Sultan-ı Ebedi, Kayyum-u Sermedi, Vacibül-Vücud, Vahid-i Ehadin masnuata tasarrufu nasıl olacaktır?

İlem eyyühel-aziz! Saniin vahdetine en sadık şahitlerden birincisi, cüzi ve külli eşyalarda görünen vahdetlerdir. Çünkü, herhangi birşey zerreden aleme kadar vahdetle muttasıf ve alakadardır. Öyle ise, Sanide de vahdet var. Öyle ise Sani Ehaddir.

İkincisi: Herşeyde kabiliyetinin liyakatine göre bir kemal-i ittikan vardır. En adi, küçük, nebati ve hayvani birşeyde kör gözler bile gördükleri öyle bir antika eser-i sanat vardır ki, insanları hayrette bırakır.

Üçüncüsü: Herşeyin icad ve inşasındaki suhulettir. Gözle görünen sanattaki suhulet ispata, delile muhtaç değildir.

İlem eyyühel-aziz! Küre-i arz mağazasından mekulat ve meşrubat ve libas ve sair ihtiyaçlarınızı temin ediyorsunuz. Parasız aldığınız bu malları İlahi hazineden almayıp birer birer esbaba yaptıracak olursanız, acaba bir nar tanesini ne kadar zamanlarda elde edip ne kadar pahalı alacaksınız? Çünkü o nar, bütün eşya ile alakadardır. Az bir zamanda, az bir kıymetle husule gelmesi imkan haricidir. Ve aynı zamanda, ondaki ziynet, intizam, sanat, rayiha, tat ve koku gibi latif şeylerden anlaşılıyor ki, o nar tanesi öyle bir Saniin masnuudur ki, icadında külfet ve mübaşeret yoktur.

Mesele böyle olduğu halde, haşeratın zevk ve heveslerini tatmin için herbir noktasında bin türlü icaz nükteleri bulunan o küre-i arz mağazasındaki eşyanın Sanii ya şuursuz, hissiz, iradesiz, ilimsiz, ihtiyarsız, kemalsizdir ki, bu kadar bol zikıymet antika eşyayı parasız dağıtıyor. Bu batıl ihtimal, isbata muhtaç olmayan bedihi bir hakikattir. Veya o hazine sahibi, o hazineyi, ahirete gitmek üzere gelip muvakkaten kalan insanlara, İlahi ve Rahmani bir sofra olarak yaratmıştır. O hazine-i gaybda eşyanın icadı “Kün” emriyle bağlıdır. Ve bütün eşyanın melekutiyetleri, santral gibi, Hakim, Kadir, Mürid, Alim bir Vacibül-Vücudun yed-i kudretindedir.

Maahaza, o İlahi sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerini tatmin için değildir. Herbir ferd-i müstehlikte zevilhayata ait cüzi faidelerden başka esma-i İlahiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuunatına ait gayr-ı mütenahi hikmetler, gayeler vardır. Öyle ise, bu ziyafet-i amme ve bu feyz-i ammın bir kör kuvvetten neşet etmesi ve bu eşyanın semeratı sel gibi akıp ittifakı ve tesadüfün eline havalesi muhaldir. Çünkü, o eşyanın intizamlı hakimane teşahhusatı ve şuurkarane muhkem hususiyatı, kör tesadüf ve ittifakı reddediyor. Öyle de, o sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir Cevad-ı Mutlakdan, bir Hakim-i Mutlaktan, bir Kadir-i Mutlakdan geldiğini gösteren şahitlerdir.

İlem ey esbaba müptela insan! Bil ki, sebebin halkı ve sebebiyetinin takdiri ve müsebbebin vücuduna lazım olan şeylerle teçhizi, kudretine nisbetle zerreler ve şemsler müsavi olan Zatın “Kün” emriyle müsebbebi halk etmesinden daha kolay, daha ekmel, daha ala değildir.

İlem eyyühel-aziz! Dünyada görülen bilhassa nebati ve hayvani hayatlarda müşahede edilen ademler, idamlar, tebeddül ve teceddüd-ü emsalden ibarettir. İmanlı olan kimselere göre zeval ve firakın acısı değil, yerlerine gelen emsalleriyle visalin lezzeti hasıl oluyor. Öyle ise, imana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selamette kalasın.

İlem eyyühel-aziz! Asabiyet-i cahiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslamiye ise, nur-u imandan inikas edip dalgalanan bir ziyadır.

İlem eyyühel-aziz! Ehl-i ilhad ile ve bilhassa Avrupa mukallitleriyle münazara ile iştigal edenler büyük bir tehlikeye maruzdurlar. Çünkü, nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle tedricen hasımlarına mağlup olur ki, bitarafane muhakeme denilen munsıfane münazarada nefs-i emmareye emniyet edilemez. Çünkü, insaflı bir münazır, hayali bir münazara sahasında, ara sıra hasmının libasını giyer, ona bir dava vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla dimağında bir tenkit lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lakin, niyeti halis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur. Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir.

İlem eyyühel-aziz! Bu küre-i arz misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar, amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar. Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mucize ve harika olduğuna ve insanların da aciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahip ve sani olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle harika bir masnuun Sanii de muciznüma olduğuna katiyetle hükmedecektir. Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezelinin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden maada bu binadan birşeye malik ve sahip olmadıklarına tekraren hükmedecektir. Ve keza, o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki, bir Hakim-i Kerim tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedaya ve behayadır ki, Sani ile masnu arasında bir vesile-i tearüf ve tahabbüb olsun.

Eyyühen-nefs! Sen herbir eserde müessirin azametini görmek istiyorsun; fakat, harici olan manaları zihni manalarda arıyorsun. Esma-i Hüsnanın herbirisinde bütün esmanın şuaatını görmek istiyorsun. Herbir latifenin zevkiyle bütün letaifin zevklerini zevk etmek istiyorsun. Herbir hisse tabi olan işleri ve hacetleri ifa ederken, bütün hislerinin işlerini beraber görmek istiyorsun. Bundan dolayı evhama maruz kalıyorsun.

İlem eyyühel-aziz! Bir nimetin umumi ve herkese şamil olması, kıymetinin azlığına ve ehemmiyetsizliğine delalet etmez. Ve o nimetin bir kast ve iradeden gelmemesine emare olamaz. Mesela, göz nimetinin bütün hayvanlarda bulunması, senin göze olan şiddet-i ihtiyacını tahfif etmediği gibi, gözün kıymetini tenkis etmeye de sebep olamaz. Ve keza, hususi ve tek bir nimetin tesadüfü mümkün olsa bile, umumi bir nimet, behemehal bir Münimin eser-i kast ve iradesidir.

İlem eyyühel-aziz! Herbir zihayatın hayatında gayr-ı mütenahi gayeler vardır. Bu gayelerden zihayata ait, ancak binde birdir. Baki kalan gayeler, gayr-ı mütenahi olan malikiyeti nisbetinde, hayatı icad eden zata aittir. Öyle ise, büyük bir mahlukun küçük bir mahluka tekebbür etmeye hakkı yoktur.

Ve hakikate nazaran abesiyet de yoktur. Çünkü, bir hayatın bütün faideleri bir zihayata ait değildir ki, abes olsun. Evet, sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i amme-i İlahiye, nev-i beşere, halife olduğu münasebetiyle bir ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi için değildir.

İlem eyyühel-aziz! İnsanın zihnine bazan şöyle bir vesvese gelir, der: “Sen de adi ve böcek gibi bir hayvansın. Hayvanlardan fazla ne kıymetin var? Hem de semavat ve arzı yed-i kudretine alan Halık-ı Zülcelale karşı ne meziyetin ve ne gibi bir hizmetin var ki, seninle meşgul olsun?” Bu vesveseye karşı şöyle bir hakikati düşünmek lazım:

1. İnsan gayr-ı mütenahi acz ve fakriyle beraber Cenab-ı Hakka imanı ile kudret ve gına ve izzetine mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı, insan, hayvaniyetten terakki edip halife-i zemin olmuştur.

2. Cenab-ı Hak ihata-i kudret ve azametiyle insanın duasını işitir, hacatını görür. Ve semavat ve arzın tedbiri, o insanı da düşünmeye mani değildir.

Sual: Cenab-ı Hakkın cüziyat ve hasis emirler ile iştigali azametine münafidir.

Elcevap: O iştigal, azametine münafi değildir. Bilakis, adem-i iştigali, azamet-i rububiyetine bir nakisedir. Mesela, şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması, şemse bir nakise olur. Maahaza, bütün şeffaf şeylerde görünen şemsin timsallerinin herbirisi, “Şems benimdir. Şems yanımdadır. Şems bendedir” diyebilir. Ve zerrelerle şems arasında müzahame yoktur. Bütün mahlukat—bilhassa insanlarda—ferdi olsun, nevi olsun, şerif olsun, hasis olsun; ilim, irade, kudret itibarıyla Cenab-ı Hakkın tecellisine mazhardır. Herbirşey, herbir insan, “Allah yanımdadır” diyebilir. Bilhassa insanın zaafı, fakrı, aczi nisbetinde Cenab-ı Hakkın kurbiyeti ve herbir şeyin Cenab-ı Hak ile münasebeti olmakla beraber, O da münasebettardır. Ve gayr-ı mütenahi acz ve fakrı olan insan, gayr-ı mütenahi kudret ve gına ve azameti olan Cenab-ı Hak ile münasebeti ne kadar latiftir!

Takdis ederiz o Zatı ki, en büyük lutfu en büyük azamete, en yüksek şefkati en yüksek ceberuta idhal ettiği gibi, nihayetsiz kurbu nihayetsiz bud ile cem edip, zerreler ile şemsler arasında uhuvveti tesis etmiştir. Birbirine zıt olan bu şeyleri cem etmekle derece-i azametini bir derece göstermiştir.

İlem eyyühel-aziz! İmana ait bilgilerden sonra en lazım ve en mühim amal-i salihadır. Salih amel ise, maddi ve manevi hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir. Ecnebilerden alınan maddi bilgiler, sanat ve terakkiyata ait ise, lazımdır. Sefahete dair ise muzırdır.

اَللّٰهُمَّ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَارْحَمْ اُمَّةَ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ وَنَوِّرْ قُلُوبَ اُمَّةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِنُورِ اْلاِيمَانِ وَالْقُرْاٰنِ وَنَوِّرْ بُرْهَانَ الْقُرْاٰنِ وَعَظِّمْ شَرِيعَةَ اْلاِسْلاَمِ، اٰمِينَ