"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Katrenin Zeyli

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعٰالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Remz
Arkadaş! Vaktin evvelinde, Kabeyi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beytin etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyti ihata ettikleri gibi, en uzak safların da alem-i İslamı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmaya dahil olsun ki, o cemaatin icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve herbir sözüne bir hüccet ve bir burhan olsun.

Mesela: Namaz kılan اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ dediği zaman, sanki o cemaat-i uzmayı teşkil eden bütün müminler “Evet, doğru söyledin” diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı manevi bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hasseleri, latifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar. Yalnız musallinin Kabeye olan şu hayali nazarı, kasdi değil, tebei bir şuurdan ibaret bulunmalıdır.

Remz
Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resulallahın (a.s.m.) sünnetleri birer yıldız, birer lamba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şeri, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse, şeytanlara melab, evhama merkeb, ehval ve korkulara marez ve dağlar kadar ağır yüklere matiye olacaktır.

Ve keza, o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatinde bulunan Firavun gibi bir Firavun olur.

Remz
Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıtları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan herbirşeyi lehte zanneder. Mesela, güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat, senin elin ona yetişemez. Ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, şemsin sana karşı iki ciheti vardır: biri kurb, diğeri bud. Eğer senin ondan baid olduğun cihetle “O bana tesir edemez” ve onun sana karib olduğu cihetle “Ona tesir edebilirim” desen, cehlini ilan etmiş olursun.

Kezalik, Halık ile nefis arasında da bir kurb ve bud vardır. Kurb Halıkındır, bud nefsindir. Eğer nefis uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Halıka bakıp “Bana tesir edemez” diye bir ahmaklıkta bulunursa, dalalete düşer. Ve keza, nefis mükafatı gördüğü zaman “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım” der. Mücazatın şiddetini de gördüğü vakit, teami ve inkar ile kendisini teselli eder.

Ey ahmak nokta-i sevda! Halıkın efali sana nazır değildir. Ancak Ona bakar. Kainatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i alemde şahit tutmamıştır. İmam-ı Rabbaninin dediği gibi: “Melikin atiyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir.”

Remz
Arkadaş! Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük birşey en küçük birşeye musahhar ve muti olur. Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevap veren Zat, bütün mahlukata hakimdir. Öyleyse, bütün mahlukata dahi Halıktır.

Remz
Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki, küllü cüzide, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkar eder. Mesela, küçük bir kabarcıkta, güneşin tamamıyla tecelliyatını ister. Bunu göremediği için, o kabarcıktaki cilvenin güneşten olduğunu inkar eder. Halbuki, şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.

Ve keza, delalet etmek tazammun etmeyi iktiza etmez. Mesela, kabarcıktaki güneşin cilvesi güneşin vücuduna delalet eder, fakat güneşi tazammun edemez, yani içine alamaz.

Ve keza, birşeyi birşeyle tavsif edenin o şeyle muttasıf olması lazım gelmez. Mesela, şeffaf bir zerre, şemsi tavsif eder, fakat şems olamaz. Balarısı Sani-i Hakimi vasıflandırır, amma Sani olamaz.

Remz
Arkadaş! Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise, suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir. Mesela: Bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevi gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baideden celp ile gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.

Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde niçin kafirler kabul ediyorlar?

Cevap: Kasten ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk heva-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir. İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.

Remz
Arkadaş! Bir kelime-i vahidenin işitilmesinde, bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da, kudret-i ezeliyeye nisbeten birşey, bin şey birdir. Nev ile fert arasında fark yoktur.

Remz
Arkadaş! Bütün zamanlarda, bütün insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin için nazil olan Kuranın harikulade haiz olduğu camiiyet ve vüsatle beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nasın fehmini okşayarak, tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülat, Kuranın kemal-i belagatine delil ve bahir bir burhan olduğu halde, hasta olan nefislerin dalaletine sebep olmuştur. Çünkü, zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekaca, gabavetçe bir değildir. Kuran mürşiddir. İrşad umumi oluyor. Bunun için, Kuranın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. Hakikat-i hal bu merkezde iken, en yüksek, en güzel ifade çeşitlerini Kuranın herbir ifadesinde aramak hata olduğu gibi, muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslubun mizan ve mirsadıyla, mütekellime bakan, elbette dalalete düşer.

Remz
Arkadaş! Dünyanın üç vechi vardır:
Birisi: ahirete bakar. Çünkü onun mezraasıdır.
İkincisi: Esma-i Hüsnaya bakar. Çünkü onların mektep ve tezgahlarıdır.
Üçüncüsü: Kasten ve bizzat kendi kendine bakar. Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fani hayatın tekalifine medar olur.

Nur-u iman ile dünyanın evvelki iki vechine bakmak, manevi bir cennet gibi olur. Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki zati ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur.

Remz
Arkadaş! İnsanın vücudu, bedeni, emval-i miriyeden bir neferin elinde bulunan bir hayvan gibidir. O nefer, o hayvanı beslemeye ve hizmetine mükellef olduğu gibi, insan da o vücudu beslemeye mükelleftir.

Aziz kardeşlerim! Burada bana bu sözü söylettiren, nefsimle olan bir münakaşamdır. Şöyle ki:

Mehasiniyle mağrur olan nefsime dedim ki: “Sen birşeye malik değilsin, nedir bu gururun?”

Dedi ki: “Madem malik değilim, ben de hizmetini görmem.”

Dedim ki: “Yahu, bu sineğe bak. Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür. Her işini görür. Sen de laakal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin” diye ikna ettim.

Takdis ederiz o Zatı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onunla nefsimi ikna ve ilzam ederim.

Remz
İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: İsm-i Zahir ile ism-i Batının hükümleri ayrı ayrı oluyor; bunları birbirine karıştırıp mercilerini kaybetmek mahzurludur.

Kezalik, kudretin levazımıyla hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı ötekisinden talep etmek hatadır.
Ve keza daire-i esbabın iktizasıyla daire-i itikad ve tevhidin iktizası bir değildir. Onu bundan istememeli.

Ve keza, kudretin taallukatı ayrı, vücudun cilveleri veya sair sıfatın tecelliyatı ayrıdır; birbirine iltibas edilmemeli. Mesela, dünyada vücudun tedricidir; berzahi ayinelerde ani ve defidir. Çünkü, icad ile tecelli arasında fark vardır.

Remz
Arkadaş! İslamiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kafirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslamiyetin telkinatiyle küfr-ü mutlak, inkar-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılap etmiştir. O telkinatın kafirlerde de yaptığı inikas ve tesirat sayesinde, kafirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılap etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.

Remz
Arkadaş! Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Halıkın, bir Malikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mesuliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elim elemler bulunduğunu bilmiş olsa, derhal tevbe ile vazifesine avdet eder.

Remz
Arkadaş! Herbir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Mesela, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünkü, nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen bauda, yani sivrisineğin Nemruta olan galebesi; ve bir çekirdeğin Falıkul-Habbi ven-Neva tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir.

Remz
Arkadaş! Katre namındaki eserimde Kurandan ilhamen takip ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takip ettikleri yol arasındaki fark şudur:

Kurandan tavr-ı kalbe ilham edilen asa-yı Musa gibi, manevi bir asa ihsan edilmiştir. Bu asa ile, kitab-ı kainatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal ma-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir.

Manevi asansör hükmünde olan murakabeler ile ma-i hayatı bulmak pek müşküldür.

Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı alemi Arşa kadar gezmeleri lazımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlup olup caddeden çıkmamak için, pek çok burhanlar, alametler, nişanlar lazımdır ki yolu şaşırtmasınlar.

Kuran ise, bize asa-yı Musa gibi bir hakikat vermiştir ki, nerede olsam, hatta taş üzerinde de bulunsam, asayı vuruyorum, ma-i hayat fışkırıyor. alemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. Evet, وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاح ِدٌ beytiyle, bu hakikat hakikatiyle tebarüz eder.

Remz
Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mani bir hicap olur. Evet, müşahedemle sabittir ki, kati, yakini burhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkar eder, altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır.

Remz
Ey insan! Senin vücudunun sahasında yapılan fiiller ve işlerden senin yed-i ihtiyarında bulunan, ancak binde bir nisbetindedir. Baki kalan Malikül-Mülke aittir. Binaenaleyh, kendi kuvvetine göre yük al. Yoksa altında ezilirsin. Kıl kadar bir şuur ile büyük taşları kaldırmak teşebbüsünde bulunma. Malikinin izni olmaksızın Onun mülküne el uzatma. Binaenaleyh, gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın zaman, haddini tecavüz etme. Eğer Malikin hesabına olursa, istediğin şeyi al ve yap—fakat izin ve meşiet ve emri dairesinde olmak şartıyla. İzin ve meşietini de şeriatından öğrenirsin.

Remz
Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al.

Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O bela ve musibete düşersen, اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّۤا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de, o beladan kurtul.