"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Lemalar

Türkçe Risale-i Nurun Yirmi İkinci Sözüyle aynı mealdedir.
اَللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَۤائِنُهُ مَا مِنْ دَۤابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا

Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakiki tesirleri ilan ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükumetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktiza eder; tevhid ve celal dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.

Evet, Sultan-ı Ezelinin memurları vardır, ama icraatçıları değillerdir ki, saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellallıktır ki, kudretin icraatını ilan ediyorlar. Veya o memurlar, nazır müşahitlerdir ki, gördükleri evamir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbab, ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh, Allahın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hadiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenab-ı Haktan şekva ve şikayetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikayetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevi rivayet ediliyor ki:

Hazret-i Azrail , Cenab-ı Hakka demiş ki:
“Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibadın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.”

Cenab-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki:
“Seninle ibadımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Ta şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.”

Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakiki olarak hikmet ve güzellik, Azrail ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Azrail da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasip düşmeyen bazı halata merci olmak için o memuriyete bir nazır ve kudret-i İlahiyyeye bir perdedir.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celal ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.

Tenbih
Arkadaş,
Tevhid iki çeşit olur:
Birisi amiyane tevhiddir ki, “Allahın şeriki yok ve bu kainat Onun mülküdür” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır.

İkincisi hakiki tevhiddir ki, “Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur” der; layetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, herşeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzuri bir tevhid melekesi maliki olurlar ki, dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.

Kuran-ı Hakimden istifade ettiğimiz ikinci kısım tevhidin birkaç mertebelerini birkaç lema zımnında izah edeceğiz:

BİRİNCİ LEMA: Bakınız: Herbir masnuun yüzünde öyle bir sikke vardır ki, ancak herşeyi halk eden Halıka mahsustur. Ve herbir mahlukun cephesinde öyle bir hatem vurulmuştur ki, herşeyi yapan Saniden maada kimsede o hatem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından herbir mektubun ahirinde, taklidi kàbil olamayan öyle bir turra vardır ki, ancak Sultan-ı Ezel ve Ebede hastır. O gibi sikkelerden yalnız hayat üzerinde parlayan sikke-i icaza bakınız ki, hayatla birşeyden pek çok şeyler husule gelir, icad edilir. Ve pek çok şeyler dahi bir şey-i vahide emr-i Rabbaniyle inkılap ederler. Mesela, su, bir şey-i vahid iken pek çok uzuvlara, cihazlara Allahın izniyle menşe olur, icad edilirler. Ve mideye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden Halık-ı Teala tek bir cismi icad eder, tek bir cisim husule getirir.

İşte kalb, akıl, şuur sahibi olan bir adam, bu ciheti düşünürse anlar ki, bir şeyden çok şeyleri icad edip çıkartmak ve çok şeyleri birşeye tahvil etmek, ancak herşeyi halk eden ve herşeyi yapan Sania mahsus bir sikkedir.

İKİNCİ LEMA: Sayısız hatemlerden canlı mahlukata vaz edilen hayat hatemine bakınız. Evet, canlı bir mahluk, camiiyeti itibarıyla, kainata küçük bir misaldir, şecere-i aleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ve vücuda bir nüvedir ki, Cenab-ı Hak o nüvede pek çok alemlerin örneklerini derc etmiştir. Sanki, o zihayat gayet hakimane muayyen nizamlarla bütün vücutlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla, bir zihayatı halk etmek, bütün kainatı yed-i tasarrufuna alan Cenab-ı Haktan maada hiçbirşeye isnad edilemez.

Evet, aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki, mesela balarısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kainatın ekser mesailini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının programını derc eden ve insanın kalbini binlerce alemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan, ancak ve ancak herşeyi yaratan Halık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabbül-alemine mahsus bir hatemdir.

ÜÇÜNCÜ LEMA: Cenab-ı Hakkın canlı mahlukata bastığı hayat hateminin gayr-ı mütenahi nakış ve keyfiyetlerinden bir nümuneyi göstereceğiz. Şöyle ki:

Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi herşeyde şemsin cilvelerinden şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur. Kezalik, Şems-i Ezelinin de bütün canlı mahlukatta “ihya ve nefh-i hayat” cihetiyle bir tecelli-i ehadiyeti vardır ki, bütün esbab iktidar ve ihtiyar sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan acizdirler. Buna binaen, şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere inikas etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde, herbirisinde hakiki bir şemsin maddesiyle mevcut bulunduğuna hükmetmek lazım gelir.

Kezalik, Şems-i Ezelinin şualar menzilesinde olan tecelli-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezeliye isnad edilmediği takdirde, bir sineğe, bir çiçeğe varıncaya kadar herbir zihayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi, Vacibül-Vücuddan maada hiçbirşeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcut olmasına cahilane, ahmakane, gülünç bir batıl hüküm lazım gelir. Ve aynı zamanda, şu batıl hükümle, herbir zerreye ve herbir sebebe bir uluhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri ispat etmek mecburiyeti hasıl olur.

Maahaza, tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garip, acip, muntazam vaziyete bakınız ki, o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebettar olduğu gibi, neviyle, yani ebna-yı cinsiyle de ve bütün mevcudatla da münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin Kadir-i Mutlaktan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse, yani kendi kendine olmuştur denilirse, herbir tohumda, herşeyi görecek bir gözün ve herşeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lazım gelir. Bu ise, sabık temsilde, herbir şeffaf zerrede hakiki bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattir.

DÖRDÜNCÜ LEMA: Bir kitap el yazısıyla yazılırsa, yalnız bir adama ve bir kaleme ihtiyaç vardır. Fakat matbaada basılırsa, kalem işini gören pek çok demir kalemler lazımdır. Ve o demir harfleri yapmak için ustalar ve alat ve edevat ve mürettipler gibi çok şeylere ihtiyaç olur. Kezalik, şu kitab-ı kainatta yazılı satırlar, kelimeler ve harflerin bir Vahid-i Ehadin kalem-i kudretiyle yazılmış olduğu cihete hükmeden adam, pek rahat ve kolay ve makul bir yola süluk etmiş olur. Fakat, o yazıları, o harfleri tabiata ve esbaba isnad eden herifler, imtina ve muhalin en suubetli ve çıkmaz bir yoluna zehab etmiş olurlar. Çünkü, bu yola zehab edenler için tek bir zihayatın tab ve bastırılması için ekser kainatın tabına lazım olan teçhizat lazımdır. Bu ise, vehmin kabul edemediği bir hurafedir.

Ve keza, toprağın, suyun, havanın herbir cüzünde, nebatat adedince manevi gizli matbaalar lazımdır ki, mahiyetleri ve cihazları mütehalif sayısız meyve ve çiçeklerin teşkilatını yapabilsinler. Veyahut o nebatatı o kadar ziynet ve intizamlarıyla beraber yeşillendirmek için, o üç unsurun herbir cüzünde bütün ağaçların, meyvelerin ve çiçeklerin hassalarını, cihazlarını ve mizanlarını bilip yapabilecek bir kudret, bir ilim lazımdır. Çünkü, bu üç unsurun herbir cüzü, herbir nebatın teşkiline medar ve menşe olabilir. Evet, bir saksıdaki toprak, cihazları ve şekilleri ve sair sıfatları muhalif olan herhangi bir nebatın tohumunu yeşillendirmeye kabiliyeti vardır. Binaenaleyh, ikinci yola zehab edenlerce, o küçük saksı içerisinde sayısız gizli makine ve fabrikaların vücudu lazım gelir ki, hurafeciler dahi bundan utanıyorlar.

BEŞİNCİ LEMA: Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delalet eder. Fakat o harf, katibine çok cihetlerle delalet eder ve nakkaşını tarif eder.

Kezalik, kitab-ı kainatta mücessem olarak yazılan herbir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de, pek çok cihetlerden münferiden ve müçtemian Saniini gösterir, esmasını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkaliyle, nakışlarıyla, adeta Saniini medih için yazılmış bir kasidedir. Buna binaen, meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sani-i Zülcelalin inkarına gitmemek gerektir.

ALTINCI LEMA: Cenab-ı Hak, bütün cüz ve cüzilerde sikke-i mahsusasını ve bütün küll ve küllilerde has hatemini vaz ettiği gibi, aktar-ı semavat ve arzı, hatem-i vahidiyetle ve mecmu-u kainatı sikke-i ehadiyetle mühürlemiştir. Mezkur sikke ve hatemlerden, mesela, فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْىِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْىِ الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ ayetinin işaret ettiği ihya ve nefh-i ruh keyfiyetindeki hatem-i İlahiye bakınız ki, pek çok garip garip haşirleri, acip acip neşirleri göresiniz!

Evet, bilhassa arzın ihyasında, her sene üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlukatın nevilerinde haşir ve neşirler vardır. Lakin, bilinmez bir hikmete binaen, şu haşir ve neşirlerin ekserisinde, iade edilen emsal aralarındaki misliyet o kadar ayniyete karibdir ki, hemen hemen, dirilen evvelkinin ne aynı ve ne gayrıdır denilebilir. Her ne ise, misliyet, ayniyet mevzuu bahis değildir. Her nasıl olursa olsun, o haşir neşirler beşerin suhulet-i haşrine delalet ettikleri gibi, beşerin haşrine birer misal ve birer örnek olabilirler.

İşte, birbirine muhalif, nihayet derecede karışık olan o enva-ı kesireyi kemal-i imtiyazla ihya etmek ve hatasız, haltsız, galatsız olarak mümtazane iade etmek, nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme sahip olan Zat-ı Zülcelalin hatem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.

Ve keza, sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz, kemal-i intizamla üç yüz binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir Zatın sikke-i mahsusasıdır ki, herşeyin içyüzü, herşeyin kilidi onun elindedir. Ve hiç bir şey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.

Hülasa: Sath-ı arzda, altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u aziminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hatemi vardır. Mahlukatın icadında görünen şu intizamlar, suhuletler, süratler, imtiyazlar hep o hatemin parıltısından meydana geliyorlar. Evet, her bahar mevsiminde pek hakimane, basirane, kerimane faaliyetler başlar ve harikulade sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat, kemal-i süratle, suhuletle, muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.

İşte, bu harikulade faaliyetler öyle bir Zatın hatemidir ki, hiçbir mekanda olmadığı halde, her mekanda ilim ve kudretiyle hazır ve nazırdır.

YEDİNCİ LEMA: Bakınız, aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hatem-i ehadiyet göründüğü gibi, kainatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hatem-i tevhid görünmektedir.

Evet, bu alem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kainatın eczası, efradı ve envaı, alat ve edevatı arasında hakimane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükaleme ve konuşmak ve pek kerimane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemal-i süratle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def eder. Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza, bulutla arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki, arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lazım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirimler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram adeta el ele vermiş gibi, kemal-i ciddiyetle zevilhayata lazım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde say ediyorlar ve bir Müdebbirin emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.

Evet, şu teavün kanununa ittibaen, şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlahi ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbani ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Balarısıyla ipekböceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu davayı ispat eder.

Evet, bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek aşikar bir delildir ki, onlar kerim bir Müdebbirin hademesi ve amelesi olup Onun emriyle, izniyle iş görürler.

SEKİZİNCİ LEMA: Gıda olarak mahlukata, bilhassa hayvanata taksim edilen rızıklara dikkat lazımdır ki, bu rızık vakt-i muayyeninde yetişir, vakt-i ihtiyaçta sevk edilir. Ve derece-i ihtiyaç nisbetinde yapılan sevkiyatta büyük bir intizam vardır. İşte, bu umumi rızık hakkında görünen geniş ve muntazam rahmet ve inayetler, ancak herşeyin mürebbisi ve herşeyin müdebbiri ve herşey yed-i teshirinde bulunan bir Zatın hatem-i hassı olabilir.

DOKUZUNCU LEMA:Bakınız, alem-i arz ve bütün cüziyat üstünde hatem-i ehadiyet bulunduğu gibi, dağınık neviler ve muhit unsurlar üstünde de aynen o hatem-i ehadiyet bulunur.

Evet, bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki, o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da, o tarla sahibinin malıdır. Yani, o buna, bu da ona şehadet ediyorlar.

Kezalik, kainattaki masnuat, tohum gibidir. alem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuatı ile alem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, hep bir Sani-i Vahidin yed-i tasarrufundadır. Demek edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakiki ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, alem ve anasır kabza-i tasarrufunda bulunan Zata mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zata mahsustur. İşte, hatem-i tevhid dediğimiz budur. Eğer birşeye temellük etmeye niyetin varsa, meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar: En cüzi bir fert, “Ancak nevimi yaratan beni yaratabilir” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi, “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır” söylüyor.

Arza bak, ne söylüyor: Sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, “Beni halk edebilen, ancak mecmu-u kainatı halk eden Zattır” diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır.

ONUNCU LEMA: Arkadaş! Hayat ve ihya ve zevilhayatla herbir cüz ve cüziye ve herbir küll ve külliye ve kainatın heyet-i mecmuasına darb edilen tevhid hatemlerinden bir kısım misalleri, mezkur beyanattan anlaşıldı. Şimdi dinle: Enva ve külliyat üstüne vaz edilen vahdaniyet sikkelerinden bir taneyi zikredeceğiz. Şöyle ki:

Tek bir semere ile semeredar şecerenin yaratılışlarındaki suubet ve suhulet birdir. Çünkü ikisi de bir merkeze bakar, bir kanuna bağlıdır, terbiye ve keyfiyetleri birdir. Malumdur ki, merkezin ittihadı, kanunun vahdeti, terbiyenin vahdaniyeti sayesinde külfet, meşakkat, masraf azalır ve öyle bir kolaylık hasıl olur ki, pek çok semereleri olan bir ağaç yed-i vahide, tek bir semerenin yapılışı da eyadi-i kesireye tevdi edildiği zaman, her iki tarafın yapılışları suhuletçe bir olur. Ve aralarında yaratılışça fark yoktur. Çok adamlar tarafından yapılan bir semerenin terbiyesi için lazım olan cihazat ve alat ve edevat ve saire, bir adam tarafından yapılan semeredar şecerenin terbiye ve yapılması için de aynen o kadar malzeme lazımdır. Yalnız keyfiyetçe fark olabilir.

Mesela: Bir ordu askere yapılan elbise tedariki için ne kadar alat, edevat ve makine lazımdır; bir neferin elbisesi için de o kadar alat ve edevat lazımdır. Ve keza, bir kitabın bin nüshasıyla bir nüshasının ücreti matbaaca birdir. Bazan da tek bir nüshanın tabı, daha fazla bir ücrete tabi tutulur. Buna kıyasen, bir matbaayı bırakıp çok matbaalara başvurulursa, bir kaç kat fazla ücretlerin verilmesi lazım gelir.

Evet, kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur. Demek, dağınık bir nevin icadındaki suhulet-i harika, vahdet ve tevhid sırrına bağlıdır.

ON BİRİNCİ LEMA: Arkadaş! Bir nevin efradı arasındaki tevafuk ve bir cinsin envaı arasında aza-yı esasiyede bulunan müşabehet, sikkenin ittihadına, kalemin vahdetine delalet ettiklerinden anlaşılıyor ki, bütün mütevafık ve müteşabihler, yani birbirine benzeyen çokluk, bir Zat-ı Vahidin eser-i sanatıdır.

Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sani-i Vahidin eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi halde, suubet, güçlük öyle bir derece-i imtina ve muhaliyete çıkacaktır ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın zatında şeriki olmadığı gibi—çünkü intizam bozulur, alem fesada gider—fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü, suubetten, güçlükten dolayı alemin ademden çıkmamasına sebep olur.

ON İKİNCİ LEMA: Arkadaş! Hayat, Halıkın ehadiyetine burhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir.

Evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin ziya ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şehadet ettikleri gibi, o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine şemsin ziya ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin devam ve bekasına ve bütün o şuaat, celevat ve timsallerin bir şems-i vahidin eseri olduklarına şehadet ediyorlar. İşte o şeffaflar, vücutlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delalet ediyorlar.

Kezalik, mevcudat, vücuduyla Vacibül-Vücudun vücub-u vücuduna ve ölüm ve zevaliyle, teceddüdi bir teselsülle yerlerine gelen emsali, Saniin ezeli ve ebedi vahidiyetine şehadet ediyorlar.

Evet, leyl ve neharın ihtilafı, fusul-i erbaanın tahavvülü ve unsurların tebeddülü hengamlarında meydana çıkan şu güzel mevcudat ve bu latif masnuatta devam ile cereyan eden mübadele ve devr ü teslim muamelesi kati bir şehadetle, sermedi, ali, daimüttecelli bir Sahib-i Cemalin vücuduna ve bekasına ve vahdetine şehadet eden kati bir burhandır.

Ve keza, senevi inkılaplarda, müsebbebatla esbabın birlikte ölüm ve zevali ve sonradan ikisinin yine birlikte iadeleri, esbabın da müsebbebat gibi aciz masnu ve mahluklardan olduğuna delalet ettiği gibi, bu masnuat ve mevcudatın, bir Zat-ı Vahidin müteceddid bir sanatı olduğuna da şehadet eder.

ON ÜÇÜNCÜ LEMA: Arkadaş! Zerrelerden tut, seyyarelere kadar ve nakışlardan şemslere varıncaya kadar herşey, zatında, hakikatinde sabit olan acz ve fakrın lisan-ı haliyle Saniin vücub-u vücudunu ilan eder.

Ve keza, acziyle beraber, nizam-ı umuminin bozulmaması için, hamil bulunduğu acip ve mühim vazifeler cihetiyle Saniin vahdetine delalet eder. Binaenaleyh, Saniin vacip ve vahid olduğuna herşeyde iki şahit olduğu gibi, Halıkın ehad ve samed olduğuna da herbir zihayatta iki ayet vardır.

ON DÖRDÜNCÜ LEMA: Arkadaş! Mevcudat, Cenab-ı Hakkın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettiği gibi, celali, cemali, kemali olan cemi sıfatına da delalet etmekle, Halıkın zatında naks ve kusur olmadığını ve şuunatında, sıfatında ve esmasında ve efalinde de naks ve kusur bulunmadığını ilan ediyor.

Zira, eserin kemali bilmüşahede fiilin kemaline, fiilin kemali bilbedahe ismin kemaline, ismin kemali bizzarure sıfatın kemaline, sıfatın kemali hads-i yakin ile şuunatın kemaline delalet eder. Şenin kemali ise, hakkalyakin bir suretle Zatın kemalini gösterir.

Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet, sani ve mühendisin yaptıkları o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen efalin mükemmeliyetine delalet eder.

Efalin mükemmeliyeti dahi, o saniin taktığı isim ve lakapların mükemmeliyetini gösterir. Esmanın mükemmeliyeti, sıfatın mükemmeliyetine delalet eder. Sıfatın mükemmeliyeti, şuunatın mükemmeliyetini tasrih eder. Şuunatın mükemmeliyeti dahi, o nakkaşın mükemmeliyet-i zatına delalet eder.

Kezalik, kainatta görünen asarın kemali, hadsi bir müşahedeyle, efalin mükemmeliyetine, efalin kemali de failin kemal-i esmasına, esmanın kemali sıfatın kemaline, sıfatın kemali şuunat-ı zatiyenin kemaline, şuunatın kemali Zat-ı Zülcelalin kemaline delalet eder.