يَۤا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
İBADET ne büyük bir ticaret ve saadet, fısk ve sefahet ne büyük bir hasaret ve helaket olduğunu anlamak istersen, şu temsili hikayeciğe bak, dinle:
Bir vakit iki asker uzak bir şehre gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler. Ta yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der:
“Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan ondan dokuzu büyük kar ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizamsız, hükumetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silahsız gider. Zahiri bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizam-ı askeri altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddi hülasalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlup edecek iki kıyyelik bir mükemmel miri silahı taşımaya mecburdur.”
O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise askerliği bırakır, nizama tabi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur; fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem herşeyden, her hadiseden titrer bir surette gider. Ta mahall-i maksuda yetişir; orada asi ve kaçak cezasını görür.
Askerlik nizamını seven, çanta ve silahını muhafaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek, rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Ta o matlup şehre yetişir; orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasip bir mükafat görür.
İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki, o iki yolcu, biri muti-i kanun-u İlahi, birisi de asi ve hevaya tabi insanlardır. O yol ise hayat yoludur ki, alem-i ervahtan gelip kabirden geçer, ahirete gider. O çanta ve silah ise, ibadet ve takvadır. İbadetin çendan zahiri bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü abid namazında der: “Eşhedü en la ilahe illallah.” Yani, “Halık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakimdir, abes iş yapmaz; hem Rahimdir, ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden, herşeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. Îmanı ona bir emniyet-i tamme verir.
Evet, her hakiki hasenat gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi cebanetin dahi menbaı dalalettir. Evet, tam münevverül-kalb bir abidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedaniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverül-akıl denilen kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?” der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)
Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey… hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde bir şey… Adeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. İşte bu derece aciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim, ne kadar azim bir kar, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.
Malumdur ki, zararsız yol, zararlı yola—velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa—tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubudiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimalle bir saadet-i ebediye hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise—hatta fasıkın itirafıyla dahi—menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimalle şekavet-i ebediye helaketi bulunduğu, icma ve tevatür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın ve müşahedenin şehadetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbaratıyla muhakkaktır.
Elhasıl, ahiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allaha asker olmaktadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillahi alet-taati vet-tevfik” demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.