Bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Hammad b. Seleme haber verdi; dedi ki: Bize Ali b. Zeyd haber verdi. O da Ebu Zeydten rivayet etti; dedi ki: Resulallah el-Hacunda üzgün olarak bulunduğu bir sırada, “Ya Rabbi! Bana öyle bir mucize göster ki, ondan sonra kavmimden beni yalanlayanlara aldırış etmeyeyim.” diye dua etti. Medine yolundaki Akabe tarafında bir ağaç gördü ve onu yanına çağırdı. Ağaç yeri yara yara Resulallahın yanına geldi ve ona selam verdi. Sonra Resulallah ona emretti; ağaç yerine geri döndü. Bunun üzerine Resulallah , “Bundan sonra kavmimden beni yalanlayanlara aldırış etmeyeceğim.” dedi. Bize el-Fadl b. Dükeyn haber verdi; dedi ki: Talha b. Amr bana anlattı; dedi ki: Bana gelen habere göre, bir defasında Resulallah yolcuydu. Abdest bozmak ya da def-i hacet için bir yer aradı. İnsanların onu görmelerine engel olacak uygun bir yer bulamadı. Uzakta iki ağaç gördü. İbn Mesuda şöyle dedi: “Git, o iki ağacın arasında dur ve onlara, Resulallah, arkanızda ihtiyacını gidermek üzere birleşmeniz için beni yanınıza gönderdi.” de. İbn Mesud gitti, Resulallahın söylediklerini iletti. O ağaçlardan biri diğerine yöneldi. Resulallah da onların arkasında ihtiyacını giderdi. Bize Veki haber verdi; dedi ki: Bize el-Ameş haber verdi. O el-Minhal b. Amrdan, o da Yala b. Mürreden rivayet etti; dedi ki: Bir seferde Resulallah ile beraber idim. Bir yere indik. Bana dedi ki: “Şu iki küçük palmiyenin yanına git ve onlara, Allahın Resulü birleşmenizi emrediyor. de.” Ben de onların yanına gittim ve aynısını söyledim. Hemen birisi diğerinin üzerine eğilerek bir araya geldiler. Resulallah , (çadırından) çıktı, onları kendisine sütre yaparak def-i hacet yaptı. Sonra her biri tekrar eski yerine döndü. Bize el-Fadl b. İsmail b. Eban el-Verrak haber verdi; dedi ki: Bize Anbese b. Abdurrahman el-Kureşi haber verdi. O Muhammed b. Zadandan, o Ümmü Saddan, o da Ayşeden (r) rivayet etti; dedi ki: Resulallaha , “Ey Allahın Resulü! Tuvalete gidiyorsun, fakat sana ait bir dışkı görünmüyor?” dedim. Resulallah , “Ey Ayşe! Bilmez misin ki, yerküre peygamberlerden çıkanı yutuyor, onlardan hiçbir şey görünmüyor.” dedi. Bize Müslim b. İbrahim haber verdi; dedi ki: Bize el-Haris b. Ubeyd haber verdi; dedi ki: Bize Ebu İmran haber verdi. O da Enes b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Resulallah şöyle buyurdu: “Bir gün ben oturuyor iken, birden Cebrail yanıma geldi ve iki omuzum arasına dokundu. Hemen ayağa kalktım ve kendimi bir ağacın altında buldum. Ağaçta kuş yuvasına benzer yerler vardı. Birine ben, diğerine Cebrail oturdu. Ağaç yükselmeye başladı. Doğu ve batıyı örtecek kadar yükseldi. Eğer göklere dokunmak isteseydim, dokunabilirdim. (Tedirginlikten) sürekli gözlerimi açıp kapatıyorum. Cibrile baktım, onu çok sakin ve cesur buldum. O anda, Cibrilin Allah hakkındaki ilminin fazlalığını anladım. Bana göklerin kapısı açıldı; büyük nuru gördüm. (Kapıdan içeri girince Cibril) arkamdan perdeyi indirdi. Onun yastığı inciden ve yakuttan idi. Daha sonra Allah istediği zaman bana vahyetmeye başladı.” Bize Müslim b. İbrahim haber verdi; dedi ki: Bize el-Haris b. Ubeyd el-İyadi haber verdi; Bize Said b. İyas Ebu Mesud el-Cüreyri haber verdi. O Abdullah b. Şakikten, o da Ayşeden (r) nakletti; dedi ki: “Andolsun ki, Allah seni insanlardan koruyacaktır.” ayeti nazil oluncaya kadar Resulallah (korumalar tarafından) korunuyordu. Ayet nazil olduktan sonra Resulallah başını çadırdan çıkarıp korumalarına, “Ey insanlar! Gidebilirsiniz; Allah beni insanlardan koruyacak.” dedi. Bize el-Fadl b. Dükeyn haber verdi; dedi ki: Bize Talha b. Amr haber verdi. O Atadan, o da Allahın Resulünden rivayet etti; buyurdu ki: “Biz peygamberler topluluğu, gözlerimiz uyur, fakat kalblerimiz uyumaz.” Bize Hevze b. Halife b. Abdullah b. Ebu Bekre haber verdi; dedi ki: Bize Avf haber verdi. O el-Hasandan, o da Resulallahtan rivayet etti; buyurdu ki: “Gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz.” Bize el-Haccac b. Muhammed el-Aver haber verdi. O Leys b. Saddan, o Halid b. Yezidten, o Said b. Ebu Hilalden, o da Cabir b. Abdullahtan rivayet etti; dedi ki: Bir gün Resulallah yanımıza geldi ve şöyle dedi: “Rüyamda gördüm; sanki Cebrail başımın ucunda, Mikail de ayaklarımın yanında duruyordu. Onlardan biri arkadaşına, Ona bir misal söyle. diyordu. Dedi ki: “İşit, kulağın da işitir; düşün, kalbin de düşünür. Senin ile ümmetinin misali öyle bir hükümdara benzer ki, bir yurt edinmiş, sonra o yurtta bir ev bina etmiş; evde bir sofra kurmuş. Sonra elçisini gönderip insanları yemeğine davet ediyor. İnsanlardan bazıları elçinin davetine icabet ediyor, bazıları da icabet etmiyor. O hükümdar Allahtır. O yurt İslamdır. İslama giren cennete girer, cennete giren de içindekilerini yer.” Bize Said b. Muhammed es-Sekafi haber verdi. O Muhammed b. Amrdan, o da Ebu Selemeden rivayet etti; dedi ki: Resulallah zekat malını yemez, hediyeyi yerdi. Bir Yahudi kadını Resulallaha kızartılmış bir koyun hediye etti. Resulallah ve Ashabı yemeye başladılar. Koyun, “Ben zehirliyim!” dedi. Bunun üzerine Resulallah Ashabına, “Ellerinizi çekin. Koyun zehirli olduğunu haber verdi.” dedi. Ashab ellerini çektiler. Bişr b. el-Bera adında bir sahabi vefat etti. Resulallah o kadını çağırttı: “Neden böyle yaptın?” dedi. Kadın, “Eğer peygamber isen zehir sana zarar vermeyecekti. Eğer hükümdar isen insanları senden kurtarmak istedim.” dedi. Resulallah kadının öldürülmesini emretti. Bize Said b. Süleyman haber verdi; dedi ki: Bize Halid b. Abdullah haber verdi. O Husayndan, o da Salim b. Ebül-Caddan rivayet etti; dedi ki: Resulallah bazı işleri için iki adam görevlendirdi. Onlar, Allah Resulünün huzuruna girerek, “Ya Resulallah! Yanımızda bir şey yok. Yiyecek olarak ne götürelim?” dediler. Resulallah , “Bana bir su kabı getiriniz.” dedi. Ona hemen bir su kabı getirdiler. Bize emretti, onu doldurduk; sonra ağzını kapattı. Resulallah bize, “Şimdi gidiniz. Falanca yere ulaşınca Allah sizi rızıklandıracaktır.” dedi. Onlar da emredileni yaptılar. Resulallahın dediği yere ulaştıklarında su kaplarını açtılar. Baktılar ki, içinde koyun sütü ve tereyağı var. Doyuncaya kadar yediler, içtiler. Bize Haşim b. el-Kasım Ebün-Nadr el-Kinani haber verdi; dedi ki: Bize Abdülhamid b. Behram haber verdi; dedi ki: Bana Şehr yani İbn Havşeb anlattı. Dedi ki: Ayrıca bana Ebu Said el-Hadrami anlattı; dedi ki: Bir gün Eslem kabilesinden bir adam, Zülhuleyfenin Beyda bölgesinde, kendisine ait küçük bir koyun sürüsünü otlatıyordu. Aniden bir kurt saldırdı ve sürüsünden bir koyun kaptı. Adam kurdu taşlarla kovalayarak ondan koyununu kurtardı. Sonra kurt geldi, çobanın karşısında, kuyruğunu ayaklarının arasına koyarak çömeldi ve “Allahın bana rızık olarak verdiği koyunu benden alırken Allahtan korkmadın mı?” dedi. Adam, “Vallahi bunun gibi bir şeyi asla duymadım.” dedi. Kurt, “Sen neye hayret ediyorsun?” dedi. Adam, “Bir kurdun benimle konuşmasına hayret ediyorum.” dedi. Kurt, “Sen asıl şaşılacak olanı bırakmışsın. Şurada Allahın Elçisi, iki dağ arasındaki hurmalıklarda, olmuş ve olacak olan hadiseleri anlatıyor. Sen ise burada sürünü takip ediyorsun.” dedi. Adam kurdun sözlerini işitince, sürüsünü Ensarın köyü Kubaya doğru sürmeye başladı. Kubada Resulallahı sordu. Ebu Eyyub el-Ensarinin evinde ona rastladı. Adam Resulallaha kurdun haberini anlattı. Resulallah , “Doğru söyledin. Akşama gel, insanların toplandığını gördüğünde onlara anlat.” dedi. Adam öyle yaptı. Akşam namazı kılınacağı zaman insanlar toplandığında, Eslem kabilesine mensup olan adam kurdun haberini onlara anlattı. Resulallah , “Kurt doğru söyledi, doğru söyledi, doğru söyledi. Bu acaiplikler kıyamete yakın ortaya çıkıyorlar.” dedi. Bunu üç kere tekrarladı ve “Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allaha yemin ederim ki, sizden biri sabah ya da öğleden sonra ailesinden kaybolur. Sonra onun kamçısı, asası yahut ayakkabısı, ailesinin kendisinden sonra ne yaptığını ona haber verir.” dedi. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Abdülhamid b. Behram haber verdi; dedi ki: Şehr bana anlattı; dedi ki: Abdullah b. Abbas bana anlattı; dedi ki: Bir ara Resulallah Mekkedeki evinin avlusunda otururken Osman b. Mazun, Resulallaha tebessüm ederek yanından geçti. Resulallah , “Oturmaz mısın?” dedi. Osman, “Oturayım.” dedi. Resulallah onun karşısında oturdu. Osman onunla konuşurken bir ara Resulallah gözlerini yukarı dikti ve bir müddet göklere baktı. Sonra gözünü sağ tarafındaki yere indirdi. Hatta Resulallah , arkadaşı Osmandan yüz çevirip gözünü indirdiği yere doğru meyletti. Sonra kendisine söylenenleri anlıyormuş gibi başını eğmeye başladı. Osman b. Mazun da bakıyordu. İhtiyacı bitip kendisine söylenenleri aldıktan sonra, Resulallahın gözleri, ilkinde olduğu gibi tekrar yukarı dikildi. Semada kayboluncaya kadar Resulallah onu izledi. Sonra ilk oturuşundaki gibi Osman b. Mazuna yöneldi. Bunun üzerine Osman, “Ya Muhammed! ne zamandır senin yanına geliyorum, fakat bu sabahki halin gibisini görmedim” dedi. Resulallah , “Ne yaptığımı gördün?” dedi. Osman, “Gözlerini semaya dikiyorsun, sonra sağına indiriyorsun; ardından beni bırakıp oraya yöneliyorsun. Sonra sana söylenenleri anlıyormuş gibi başını sallıyorsun.” dedi. Resulallah , “Bunu anlamak istiyor musun?” dedi. Osman, “Evet!” dedi. Resulallah , “Az önce sen yanımda otururken Allahın Elçisi (Cibril) bana geldi.” dedi. Osman, “Allahın Elçisi mi?” diye sordu. Resulallah , “Evet! Allahın Elçisi.” dedi. Osman, “Sana ne dedi?” diye sordu. Resulallah , “Muhakkak ki Allahadaleti, iyiliği ve akrabalara yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” dedi. Osman, “İşte imanın kalbimde yerleştiği ve Muhammedi sevmeye başladığım zaman o zaman idi.” dedi. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Abdülhamid b. Behram haber verdi; dedi ki: Bize Şehr haber verdi; dedi ki: İbn Abbas şöyle dedi: Bir grup Yahudi bir gün Resulallahın yanına geldiler. Dediler ki: “Ey Ebül-Kasım! Sana, ancak bir peygamberin bilebileceği bazı zaman dilimlerinde olan hadiseleri soracağız.” Resulallah , “Ancak Allahadına bana söz verin; Yakubun çocuklarından aldığı sözü verin ki, eğer siz de anlattıklarımı doğru kabul ederseniz, İslamı kabul etmek üzere bana biat edeceksiniz.” dedi. Yahudiler, “Tamam, dediğin gibi olsun.” dediler. Bunun üzerine Resulallah , “İstediğinizi bana sorun.” dedi. Yahudiler şöyle dediler: “Sana soracağımız dört zaman diliminden bize haber ver. Birincisi, Tevrat nazil olmadan önce İsrail (Yakub) hangi yemeği kendisine yasaklamıştı? İkincisi, kadın suyunun erkek suyuna göre durumu nedir ve kadının suyundan erkek nasıl meydana geliyor, kadın nasıl meydana geliyor? Üçüncüsü, bu ümmi peygamberin uykudaki hali nasıldır? Dördüncüsü, o peygamberin meleklerden dostu kimdir?” Bunun üzerine Resulallah , “Allaha söz verdiniz. Eğer sorularınıza cevap verirsem bana biat edersiniz.” dedi. Yahudiler ona, istediği kadar söz ve güven verdiler. Resulallah şöyle dedi: “Tevratı Musaya indiren Allahaşkına söyleyin. Bilir misiniz ki, İsrail, yani Yakup şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Hastalığı uzun süre devam etti. Yakub, Allaha bir adak adadı. Şifa bulursa en sevdiği içeceği ve en sevdiği yiyeceği Allah için terk edecekti. İsrailin en çok sevdiği yiyecek deve eti, en çok sevdiği içecek de deve sütüydü.” Yahudiler: “Allah için doğrudur.” dediler. Resulallah , “Ya Rabbi! Bunlara şahit ol.” dedi. Resulallah , “Kendisinden başka ilah olmayan ve Musaya Tevratı indiren Allahaşkına söyleyin. Bilir misiniz ki, erkeğin suyu beyaz ve kalındır, kadının suyu ise ince ve sarıdır. Hangisinin suyu daha çok ise çocuk ve benzerlik Allahın izniyle onun olur. Eğer erkeğin suyu kadının suyundan çok ise çocuk Allahın izniyle erkek olur. Eğer kadının suyu erkeğin suyundan fazla ise çocuk Allahın izniyle kız olur, bunu bilir misiniz?” dedi. Onlar, “Allah için doğrudur.” dediler. Resulallah , “Ya Rabbi! Bunlara şahit ol.” dedi. Sonra Resulallah , “Musaya Tevratı indiren Allahaşkına söyleyin. Bilir misiniz ki, bu ümmi peygamberin gözleri uyur fakat kalbi uyumaz?” dedi. Onlar hep bir ağızdan, “Allah için doğrudur.” dediler. Resulallah , “Ya Rabbi! Onlara şahit ol.” dedi. Onlar, “Sen şimdi, meleklerden olan dostunu bize söyle. Biz onu öğrendikten sonra ya seni bırakır ya da seninle bir oluruz.” dediler. Resulallah , “Benim dostum Cibrildir. Dostu Cebrail olamayan hiçbir peygamber gönderilmemiştir.” dedi. Onlar, “İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Eğer meleklerden başka birisi dostun olsaydı seninle bir araya gelir ve seni tastik ederdik.” dediler. Resulallah , “Onu tastik etmenize engel nedir?” dedi. Onlar, “Cibril bizim düşmanımızdır.” dediler. Bunun üzerine Allah (c) şöyle buyurdu: “De ki: Kim Cibrile düşman ise şunu iyi bilsin ki, Allahın izniyle Kuranı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir. Kim Allaha, meleklerine, peygamberlerine, Cibrile ve Mikaile düşman olursa bilsin ki, Allah da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.” ayetinden 101. ayetin sonundaki “Sanki hiç bilmiyorlarmış gibi yaptılar” kısmına kadar nazil oldu. Bunun üzerine öfkelenip durdular. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman, yani İbnül-Muğire haber verdi. O da İshak b. Abdullah b. Ebu Talhadan rivayet etti; dedi ki: Resulallah Sadı ziyaret etti. Yanında bir müddet kaldı. Serinleyince kendilerine ait yavaş hareket eden, tembel bir eşek getirdiler. Üzerine de, Resulallah için bir keçe koydular. Resulallah eşeğe bindi. Sad, eşeği geri getirsin diye oğlunu Resulallahın arkasına bindirmek istiyordu. Resulallah , “Eğer onu benimle göndereceksen önüme bindir.” dedi. Sad, “Hayır, sizin arkanızda olacak ya Resulallah!” dedi. Resulallah , “Hayvanın sahibi, öne binmeye daha çok layıktır.” dedi. Bunun üzerine Sad, “Onu sizinle göndermeyeceğim, fakat eşeği geri gönder.” dedi. Sad diyor ki: “Eşeği geri gönderdi. Eşek, geniş adımlarla yürüyen rahvan bir hayvan olmuştu.” Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Süleyman bana anlattı. O Sabit, yani el-Bünaniden rivayet etti; dedi ki: Münafıklar toplanıp kendi aralarında konuşmaya başladılar. Resulallah , “Sizden bazı adamlar toplanıp şöyle şöyle konuşmuşlardır. Ayağa kalkın, Allahtan mağfiret dileyin. Ben de sizin için istiğfarda bulunayım.” dedi. Ayağa kalkmadılar. Bunun üzerine Resulallah , “Size ne oluyor? Ayağa kalkın ve Allahtan mağfiret dileyin. Ben de sizin için istiğfarda bulunayım.” dedi. Bunu üç kere tekrarladı. Sonra, “Ya ayağa kalkarsınızya da ben sizi isminizle çağıracağım.” dedi. Sonra, “Kalk ey filan!” dedi. Onlar da başları öne eğik olarak ve yüzlerini örterek ayağa kalktılar. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman haber verdi. O Sabitten, o da Enes b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Ben Cuma günü, Resulallah hutbe irad ederken minberin yanında ayakta idim. Mescittekilerin bir kısmı dedi ki: “Ya Resulallah! Yağmur kesildi ve hayvanlar helak oldu. Allaha dua et, bize su göndersin.” Resulallah ellerini semaya doğru kaldırdı. Biz gökte hiçbir bulut göremiyorduk, ama Allah bulutları bir araya getirdi. Bulutlar öyle yağmur verdi ki, çok güçlü adamların bile evlerine dönmekte zorlandıklarını gördüm. [Dedi ki:] Tam yedi gün yağmur yağdı. Resulallah ikinci Cumada hutbeye çıkıncaya kadar kesilmedi. Bazı insanlar, “Ya Resulallah! Evler yıkıldı, yolcular mahsur kaldı. Allaha dua et, yağmur kalksın bizden.” dediler. Resulallah ellerini kaldırdı ve “Ya Rabbi! Yağmuru etrafımıza yağdır, üzerimize değil.” şeklinde dua etti. Birden bire başlarımızın üstünden bir daire çizilir gibi oldu. [Dedi ki:] “Yağmur etrafımıza yağıyor, fakat biz yağmurdan etkilenmiyorduk.” Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman haber verdi. O da Sabitten rivayet etti; dedi ki: Ensardan bir kadın kendisine az miktarda bir yemek yapmıştı. Sonra kocasına, “Resulallaha git ve gizli bir şekilde onu yemeğe davet et.” dedi. Adam Resulallaha geldi ve “Ya Resulallah! Eşim az bir yemek yapmış, sizin de bize gelip yemenizi istiyorum.” dedi. Resulallah insanlara dönerek, “Ebu Filanın davetine icabet edin.” dedi. Sabit dedi ki: Eve döndüm; fakat evdeki endişeden dolayı ayaklarım arkamdam gelmez oldu. Resulallah insanlarla birlikte geldi. Eşime, “Mahcup olduk. İşte Resulallah insanlarla birlikte geliyor.” dedim. Eşim ise “Ben sana Resulallaha gizlice söyle demedim mi?” dedi. Sabit, “Gizli söylemiştim, ama Resulallah ilan etti.” dedi. İnsanlar evi ve küçük odayı dolduruncaya kadar geldiler. Avluda da oturanlar vardı. Resulallaha bir el ayası kadar bir yemek getirildi. Yemek yere konuldu. Resulallah onu tabağa yayıyor ve “Maşaallah, maşaallah!” diyordu. Sonra, “Yaklaşın, biriniz doyduğu zaman, arkadaşına yer versin.” dedi. Sabit dedi ki: Biri kalkıyor, diğeri oturuyordu. Evde o yemekten doymayan kalmadı. Sonra Resulallah , “Küçük odadakileri çağır.” dedi. Hepsi doyuncaya kadar biri oturuyor, diğeri kalkıyordu. Sonra Resulallah , “Avludakileri çağır.” dedi. Onlar da aynen diğerleri gibi yediler. Sabit dedi ki: Eskiden konulduğu kadar tabakta yemek kaldı. Resulallah , “Siz de yeyiniz, geri kalanını komşularınıza gönderiniz” dedi. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman haber verdi. O Sabitten rivayet etti; dedi ki: Enese dedim ki: “Ey Ebu Hamza! Başkasından duyduğun değil, bizzat müşahede ettiğin acaip şeyleri anlat.” Enes dedi ki: Bir gün Resulallah öğle namazını eda etti, sonra Cibrilin kendisine vahiy indirdiği oturakların üzerine oturdu. Bilal geldi ve ikindi ezanını okudu. Medinede evi olan herkes ayağa kalktı, ihtiyaçlarını giderdiler ve abdest aldılar. Medinede evi olmayan bazı Muhacirler kaldı. Resulallaha içinde su bulunan geniş bir kab getirildi. Resulallah elini kabın içine koydu. Kab, Resulallahın ellerinin tümünü içine almıyordu. Sadece dört parmağını içine koydu. Eli kabın içinde iken “Yaklaşınız ve abdest alınız.” dedi. Oradakilerin tümü abdest aldı.” Dedim ki: “Ey Ebu Hamza! Onlar kaç kişiydiler?” Ebu Hamza, “Yetmiş ile seksen kişi arasındaydılar.” dedi. Bize Affan b. Müslim, Süleyman b. Harb ve Halid b. Hıdaş haber verdiler; dediler ki: Bize Hammad b. Zeyd haber verdi. O Sabitten, o da Enes b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Resulallah su istedi; kendisine büyükçe bir kab getirildi. Ellerini bardağın içine koydu, çeşmeler gibi parmaklarından su fışkırıyordu. Ondan içtik. Enes dedi ki: “İnsanlar yetmiş ile seksen kişi arasındaydı.” Ancak Halid b. Hıdaş, “İnsanlar abdest almaya başladılar.” dedi. Bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Hammad b. Seleme haber verdi. O Sabitten, o da Enes b. Malikten rivayet etti; dedi ki: Namaz vakti gelmişti; mescidin komşuları abdest alıyorlardı. Ancak yetmiş-seksen kişi kadar abdestsiz kalmışlardı. Onların evleri uzaktı. Resulallah içinde su bulunan bir kab istedi. Parmaklarını içine koydu ve “Abdest alınız.” diyerek, oradakilerin hepsi abdest alıncaya kadar suyu onların üzerine dökmeye başladı. Su kabında eski suya yakın bir miktar su kalmıştı. Bize Hişam b. Abdülmelik Ebül-Velid et-Tayalisi haber verdi; dedi ki: Bize Hazm b. Ebu Hazm haber verdi; dedi ki: el-Hasandan işittim, şöyle diyordu: Bize Enes b. Malik haber verdi; dedi ki: Bir gün Resulallah bazı ihtiyaçları için dışarı çıkmıştı. Yanında Ashabından bazı kimseler de vardı. Birlikte yürüyorlardı. Namaz vakti geldi; insanlar abdest alacak su bulamadılar. “Ya Resulallah! Abdest alacak su bulamıyoruz.” dediler; bundan dolayı yüzlerinde bir tedirginlik de vardı. Derken, onlardan bir adam, içinde az miktarda su bulunan bir kab getirdi. Resulallah ondan abdest aldı; sonra dört parmağını bardağın içine doğru uzattı. Ardından, “Geliniz!” dedi. İnsanlar istedikleri kadar abdest aldılar. Enes b. Malike, “Kaç kişi abdest aldı?” diye soruldu. “Yetmiş veya daha fazla.” dedi. Bize Musa b. Mesud Ebu Huzeyfe el-Nehdi haber verdi; dedi ki: Bize İkrime b. Ammar haber verdi. O İyas b. Selemeden, o da babasından nakletti; dedi ki: Resulallah ile birlikte Hudeybiyeye geldik. Biz 1.400 kişiydik. Ayrıca sulanmayı bekleyen 50 koyun da vardı. Resulallah Hudeybiye kuyusunun ağzına oturdu. İçine mi tükürdü, yoksa dua mı etti, anlayamadım. Fakat birden kuyu kaynamaya başladı. Hem su içtik, hem suyumuzu aldık. Bize Halef b. Velid el-Ezdi haber verdi; dedi ki: Bize Halef b. Halife haber verdi. O Eban b. Bişrden, o da Basra halkından olan bir şeyhten rivayet etti; dedi ki: Bize Nafi haber verdi; dedi ki: Bir gün, Resulallah ile birlikte yaklaşık 400 kişiydik. Su bulunmayan bir yerde konakladık. İnsanlar yolculuktan sıkılmışlardı adeta. Resulallahın durduğunu gördüklerinde onlar da durdular. Bir de baktık ki, sivri boynuzlu bir dağ keçisi geliyor. Resulallah onun sütünü sağdı. [Nafi dedi ki:] Hem kendisi içti, hem de orduya içirdi. Sonra Resulallah , “Onu tut ey Nafi! Ama sanırım onu tutamazsın.” dedi. Resulallah bana, “Sanırım onu tutamazsın.” deyince, bir odun parçası alarak yere çaktım. Sonra bir ip buldum ve keçiyi sağlam bir şekilde ona bağladım. Resulallah uyudu; herkes uyudu, ben de uyudum. Nafi dedi ki: Uyandım ki, ip çözülmüş, dağ keçisi de yok. Resulallahın yanına gittim, durumu ona bildirdim ve: “Keçi gitmiş ya Resulallah!” dedim. Bunun üzerine Resulallah , “Ey Nafi! Ben sana, onu zaptedemezsin, demedim mi? Onu getiren yine onu götürdü.” dedi.” Bize Horasanlı Attab b. Ziyad ve Ahmed b. el-Haccac Ebül-Abbas haber verdiler; dediler ki: Bize Abdullah b. el-Mübarek haber verdi; dedi ki: Bize el-Evzai haber verdi; dedi ki: el-Muttalib b. Hantab el- Mahzumi bana anlattı. Dedi ki: Abdurrahman b. Ebu Amre el-Ensari bana anlattı; dedi ki: Babam bana anlattı; dedi ki: Bazı gazvelerde Resulallah ile birlikteydik. İnsanlar acıktı. Bu yüzden yük taşıyan bazı develeri kesmek için Resulallahtan izin istediler. “Allah bizi bununla kurtarır.” dediler. Ömer (r) Resulallahın, yük taşıyan bazı develerini kesmelerine izin vermeye yatkın olduğunu görünce “Ya Resulallah! Bu nasıl olacak? Eğer develerimizi kesersek yarın aç ve yaya kalırız. Fakat eğer müsaade ederseniz, insanlar yanlarındaki azık artıklarını getirsinler; siz bereketlenmesi için dua edersiniz. Allah bizi sizin duanızla kurtarır veya Allah sizin duanızla bereket ihsan eder.” dedi. Resulallah , azık kalıntılarına dua etti. İnsanlar, yanlarında kalan yiyecekten bir tutam veya daha fazla getiriyorlardı. En çok getiren bir sa hurma getirmişti. Resulallah hepsini bir araya getirdi; sonra ayağa kalkıp uzunca dua etti. Sonra askerlerin kaplarıyla gelmelerini ve avuçlamalarını emretti. Orduda doldurulmamış bir kap kalmadı. Yine de yiyecek artmıştı. Bunun üzerine Resulallah azı dişleri görününceye kadar güldü ve “Şehadet ederim ki, Allahtan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, ben Onun elçisiyim. Allaha ve Onun Resulüne inanan bir mümin yoktur ki, kıyamet günü ateşten korunmasın.” dedi. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman, yani İbnül-Muğire haber verdi. O Sabit el-Bünaniden, o Abdullah b. Rebahtan, o da Ebu Katadeden nakletti; dedi ki: Bize Resulallah akşam vakti hitap etti ve “Bu akşam ve bu gece yürüyeceksiniz. İnşaallah sabahleyin suya kavuşacaksınız.” dedi. İnsanlar yürümeye başladılar. Herkes dosdoğru yürüyordu. Ben Resulallahın yanıbaşında yürüyordum. Gece yarılanınca Resulallahın uyukladığını gördüm. Bineğinin üzerinden düşecek oluyordu. Onu uyandırmadan destekledim. Tekrar bineğinin üzerinde doğruldu ve yola devam ettik. Sonra gece bitmek üzere iken Resulallah uyukladı ve ikinci kez bineğinin üzerinden düşecek oldu. Tekrar onu uyandırmadan destekledim. Bineğinin üzerinde doğruldu, yola devam ettik. Seherin sonlarında Resulallah ilk iki eğilmeden daha güçlü bir şekilde eğildi, hatta neredeyse yere yıkılıyordu; onu destekledim. Resulallah başını kaldırdı ve “Kim bu?” dedi. Ben, “Gece boyunca sizinle bu şekilde yürüdük ya Resulallah!” dedim. Resulallah , “Allahın Elçisini koruduğun şekilde Allah seni korusun.” dedi. Sonra, “İnsanlardan gizlendik mi acaba, kimseyi görüyor musun?” dedi. Sanki mola vermek ister gibiydi. Ben, “İşte bir yolcu, bir yolcu daha.” dedim. Bir araya geldik, yedi yolcu idik. Resulallah yolun dışına çıktı, uyumak üzere başını yere koydu ve “Namazımızı kaçırmayalım.” dedi. Resulallahın ilk uyanışı güneş ile birlikte oldu. Biz de korkarak kalktık. Resulallah , “Binin!” dedi. Güneş yükselinceye kadar yürümeye devam ettik. İçinde su bulunan bendeki ibriği istedi. Biz az bir su ile abdest aldık; ibriğin içinde azıcık su kaldı. Resulallah , “Ey Ebu Katade! Bu ibriğini bizim için muhafaza et, onda bir iş olacak.” dedi. Sonra namaz için çağrıda bulunuldu. Resulallah sabah namazından önce iki rekat namaz kıldı. Sonra, her gün kıldığı gibi sabah namazını kıldı. Sonra, “Binin!” dedi. Bineklerimize bindik ve birbirimizle fısıldaşmaya başladık. Resulallah , “Benden ayrı ne fısıldaşıyorsunuz?” dedi. Biz ise “Ya Resulallah! Namazımızı kaçırdığımızı konuşuyorduk.” dedik. Bunun üzerine Resulallah , “Ben sizin için örnek değil miyim? Kuşkusuz uykudan dolayı bir kaçırma yoktur. Asıl namaz kaçırma, ikinci bir namaz vakti girinceye kadar namaz kılmayanlar için söz konusudur. Başına böyle bir iş gelen kimse uyandığında namazını kılsın. Eğer gündüz vaktinde ise ise namazını vaktinde kılsın.” dedi. Sonra, “İnsanlar ne yapıyorlar?” diye sordu. Sonra, “İnsanlar sabahlayınca peygamberlerini kaybettiler.” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer: “Resulallah size söz veriyor. Sözünden cayacak değildir.” dediler. Bunun üzerine insanlar, “Peygamber yanınızdadır. Eğer Ebu Bekir ve Ömere uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” dediler. Her şey ısındığı ya da gün yükseldiği vakit insanların yanına vardık. İnsanlar, “Ya Resulallah! Susuzluktan helak olduk.” dediler. Resulallah , “Helak olmayacaksınız.” dedi ve indi. Ardından, “Bana küçük kabımı getirin.” dedi. Sonra ibriği istedi. Resulallah ibriği döküyor ve onlara su veriyordu. İnsanlar içindeki suyu görünce üzerine kapandılar. Bunun üzerine Resulallah , “Doldurma işini güzel yapınız. Hepiniz su alacaksınız.” dedi. Resulallah ibriği döküp onları suluyordu; sadece ikimiz kaldık. Resulallah döktü ve bana, “İç.” dedi. Ben, “Ya Resulallah! Siz içmeden ben içmeyeceğim.” dedim. Resulallah , “Muhakkak ki, insanlara su veren en son içer.” dedi. Bunun üzerine önce ben içtim, sonra Resulallah içti. İnsanlar doyunca suya kandılar. Abdullah b. Rebah şöyle dedi: Ben sizin bu mescidinizde bu hadisi anlatıyordum; baktım İmran b. Husayn bana, “Ey genç! Dikkat et, nasıl anlattığına dikkat et. O gece yolculardan biri bendim.” dedi. Ben kendisine, “Ey Ebu Nüceyd! O halde sen daha iyi biliyorsun.” dedim. İmran, “Kimlerdensin?” dedi. “Ensardanım.” dedim. İmran, “Siz neyi konuşacağınızı daha iyi biliyorsunuz, anlat insanlara.” dedi. Ben insanlara anlattım. İmran, “O geceye şahit olmuştum, fakat senin kadar hiç kimsenin o hadiseyi bu kadar hıfzettiğine şahit olmadım.” dedi. Bize Fudayl b. Abdülvehhab Ebu Muhammed el-Gatafani anlattı; dedi ki: Bize Şerik haber verdi. O Simaktan, o Ebu Zıbyandan, o da İbn Abbastan rivayet etti; dedi ki: Bir adam Resulallahın yanına geldi ve “Sen ne ile peygamber oldun? (Peygamberliğine işaret nedir?)” dedi. Resulallah , “Ben şu hurma ağacını çağırsam ve ağaç icabet ederse bana inanır mısın?” dedi. Adam, “Evet!” dedi. Resulallah ağacı çağırdı; ağaç icabet etti; adam da iman edip Müslüman oldu. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Şube haber verdi; dedi ki: Amr b. Mürre ve Husayn b. Abdurrahman bana haber verdi. Onlar Salim b. Ebül-Caddan, o da Cabir b. Abdullahtan rivayet etti; dedi ki: Biz Hudeybiyede susamıştık. Telaşla Resulallaha sığındık. Resulallahın önünde içinde su bulunan bir kab vardı. Hemen parmaklarını şöyle içine koydu ve “Bismillah diyerek alınız.” dedi. Onun parmakları arasından su, pınardan kaynar gibi kaynıyordu. Doyunca içtik ve bize kafi geldi.” Husayn hadisinde, “Su içtik ve abdest aldık.” dedi. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman b. el- Muğire haber verdi. O Sabit el-Bünaniden, o Abdurrahman b. Ebu Leyladan, o da el-Mikdadtan rivayet etti; dedi ki: İki arkadaşımla birlikte yoldan geliyorduk. Açlık ve yorgunluktan gözümüz ve kulağımız işlemez olmuştu. Kendimizi Resulallahın Ashabına arz ettik; kimse bizi kabul etmedi. Bunun üzerine Resulallahın yanına gittik. Resulallah bizi evine götürdü. Baktık ki orada üç tane keçi var. Resulallah , “Bu sütü sağınız, aramızda paylaşalım.” dedi. [Dedi ki:] Biz sütü sağıyorduk, herkes kendi payını içiyordu. Resulallahın payını kaldırdık. Resulallah gece gelir, uykudakileri uyandırmayacak, fakat uyanıkların duyacağı şekilde selam verirdi. Sonra mescide gelir, namaz kılardı. Sonra içeceğini alır ve içerdi. Bir gece şeytan bana musallat oldu ve “Muhammed, Ensarın yanına gider, onlar ona ikramda bulunurlar, oradan alacağını alır. Bu bir yudum süte ihtiyacı yoktur. Sen onu iç.” dedi. Şeytan durumu bana o kadar süsledi ki, sütü içtim. Süt mideme inip artık çıkmasının mümkün olmadığını anlayınca şeytan beni pişmanlığa sevk etti: “Yazık sana, sen ne yaptın böyle? Muhammedin içeceğini içtin. O şimdi gelir, içeceğini göremez, sana beddua eder ve sen helak olursun, hem dünyan hem de ahiretin gider.” dedi. Üzerimde bir örtü vardı; başımın üzerine çektiğimde ayaklarım dışarıda kalıyordu, ayaklarımı örttüğümde başım açıkta kalıyordu. Uykum da bozulmuştu. İki arkadaşım ise uyumuşlardı. Resulallah geldi; hergünkü gibi selam verdi. Sonra mescide geldi, namaz kıldı. İçeceğini almaya geldi, örtüyü kaldırdı, fakat bir şey bulamadı. Mikdad dedi ki: Resulallah başını semaya kaldırdı. Ben, içimden “Şimdi bana beddua edecek ve ben helak olacağım.” dedim. Resulallah , “Ya Rabbi! Bana yemek yedirene yedir, bana su içirene su ver.” şeklinde dua etti. Bunu duyunca, örtüye sımsıkı sarıldım, elime bıçağı aldım ve keçilerin yanına gittim. Onlardan birini Resulallaha kesmek için hangisinin daha semiz olduğunu el yordamıyla araştırıyordum. Hepsinin memelerinin dolu olduğunu gördüm. al-i Muhammede ait olan ve içine süt sağmadıkları bir kab buldum. Üstüne köpük çıkıncaya kadar içine süt sağdım. Sonra onu Resulallaha götürdüm. Resulallah , “Bu gece içeceğinizi içmediniz mi Ey Mikdad?” dedi. [Dedi ki:] “İçiniz ya Resulallah!” dedim. Resulallah içti, sonra bana verdi. Ben ise “Siz içiniz ya Resulallah!” dedim. Resulallah içti, sonra bana verdi. Bende geri kalanını aldım ve içtim. Resulallahın doyuncaya kadar içtiğini ve beni içmeye davet ettiğini anlayınca yere düşünceye kadar gülmeye başladım. Resulallah , “Ey Mikdad! Avret yerlerine dikkat et.” dedi. Ben de “Ya Resulallah! Ben şöyle şöyle yaptım.” dedim. Resulallah , “Bu, ancak Allahtan bir rahmet olmuştur. Neden bana yaklaşıp bundan içmeleri için iki arkadaşını uyandırmıyorsun?” dedi. Mikdad dedi ki: Ben, Resulallaha , “Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, sen onu içip sonra seninle birlikte ben de içtiğim zaman, artık insanların içmelerini umursamıyorum.” dedim. Bize Haşim b. el-Kasım haber verdi; dedi ki: Bize Züheyr Ebu Hayseme haber verdi; dedi ki: Bize Süleyman el-Ameş haber verdi. O da el-Kasımdan rivayet etti; dedi ki: İbn Mesud şöyle dedi: Benden önce Müslüman olan birisiyle tanışmadım. Ben aileme ait sürünün çobanlığını yaparken Resulallah yanıma geldi ve “Süründe süt var mıdır?” dedi. Ben de, “Hayır!” dedim. Resulallah bir koyun aldı; memelerini elledi ve süt inmeye başladı. Benden önce Müslüman olan birisini bilmiyorum. Bize Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Ebu Seyf el-Kureşi haber verdi. O Ebu Zekeriya el-Aclaniden, o Muhammed b. Kab el-Kurazi ve Ali b. Mücahidden, onlar da Muhammed b. İshaktan, o asım b. Amr b. Katadeden, o Mahmud b. Lebidden, O İbn Abbastan, o da Selmandan rivayet etti; dedi ki: Resulallah arkadaşlarından birinin cenazesinde iken onu ziyaret ettim. Benim geldiğimi görünce, “Arkama geç.” dedi ve ridasını attı. Ben, peygamberlik mührünü gördüm ve öptüm. Sonra döndüm ve huzurunda oturdum. Bana “Efendin ile anlaş.” dedi. Ben de, yere dikilmiş 300 hurma fidanı ile kırk ukıyye (495 gr) altın üzerine anlaştım. Bunun üzerine Resulallah , “Kardeşinize yardım ediniz.” dedi. Bazı adamlar bir, bazıları iki, bazıları da üç fidan getiriyordu. Nihayet 300 fidan toplandı. “Bunları nasıl dikeceğim?” dedim. Resulallah bana, “Git, çukurlarını kendi elinle kaz.” dedi. Ben de çukurlarını kazdım ve Resulallahın yanına gittim. Resulallah benimle beraber geldi ve eliyle fidanları yerleştirdi. O fidanların tümü tuttu. Ancak altın borcum kalmıştı. Ben henüz Resulallahın yanında iken güvercin yumurtası büyüklüğünde bir altın sadaka olarak getirildi. Getiren, “Nerede anlaşma yapan İranlı köle?” dedi. Ben ayağa kalktım. Bana, “Bunu al, borcunu öde.” dedi. Ben, “Bu, bana nasıl yetebilir ki?” dedim. Resulallah , dili ile o küçük altını meshetti; ondan kırk ukıyye tartıldı. Onların verdikleri kadar da yanımda kaldı.” Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O es-Salt b. Dinardan, o Abdullah b. Şakikten, o da Ebu Sahr el-Ukayliden rivayet etti; dedi ki: Medineye gittim; Resulallah beni karşıladı. Ebu Bekir ile Ömer arasında yürüyordu. Bir Yahudinin yanından geçti. Elinde Tevrattan bir parça vardı; hasta olan yeğeninin üzerine okuyordu. Resulallah Yahudiye, “Ey Yahudi! Tevratı Musaya indiren ve Beni İsrail için denizi yaran Allahaşkına söyle. Tevratında benim sıfatlarımı ve çıkışımı buluyor musun?” dedi. Yahudi başıyla “Hayır!” işaretini yaptı. Yeğeni, “Fakat Tevratı Musaya indiren ve Beni İsrail için denizi yaran Allahı şahit tutarım ki, o (amcam) senin vasfını, zamanını ve çıkışını Tevratında buluyor. Ve ben şehadet ederim ki, Allahtan başka mabud yoktur, sen de onun elçisisin.” dedi. Resulallah , “Yahudiyi arkadaşınızın yanından götürün.” dedi. Genç çocuk vefat etti; Resulallah üzerinde namaz kıldı ve onu kefenledi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Yakup b. Davudtan, o da Beni Cumahtan bir yaşlıdan rivayet etti; dedi ki: Resulallah , Ümmü Mabedin yanına gelince, “Yiyecek bir şey var mı?” dedi. Ümmü Mabed: “Hayır!” dedi. [Dedi ki:] Bunun üzerine Resulallah ve Ebu Bekir (r) bir köşeye çekildiler. Ümmü Mabedin oğlu birkaç koyunla çıktı. Giderken annesine, “Şuraya çekilmiş karaltı nedir?” dedi. Ümmü Mabed, “Yiyecek isteyen insanlardır. Ben onlara, Yiyecek yok., dedim.” dedi. Bunun üzerine oğlu, onların yanına geldi, özür diledi ve “Bu, zayıf bir kadındır; ihtiyaç duyduğunuz şey bizde vardır.” dedi. Resulallah , “Git, bana süründen bir keçi getir.” dedi. Ümmü Mabedin oğlu gitti ve dişi bir oğlak aldı. Annesi, “Nereye gidiyorsun?” dedi. Oğlu, “Benden bir keçi istediler.” dedi. Annesi, “Ne yapacaklarmış?” dedi. Oğlu, “İstediklerini yaparlar.” dedi. Resulallah , onun memelerini ve meme uçlarını eliyle meshetti; memeler süt doldu. Resulallah bir kab doluncaya kadar sağdı, sonra onu dolu dolu bıraktı ve “Bu sütü annene götür ve başka bir keçi getir.” dedi. Çocuk, kabı annesine götürdü. Annesi, “Nereden buldun bunu?” dedi. Çocuk, “Falanca keçinin sütünden.” dedi. Ümmü Mabed, “Onun bir tek dişi bile henüz dökülmedi. Lata yemin ederim; sanırım bu Mekkedeki Sabii olmalıdır.” dedi ve sütten içti. Sonra oğlu bir oğlak daha getirdi. Resulallah ondan da bir kab sağdı ve yine eskisi gibi dolu kaldı. Sonra çocuğa, “İç!” dedi. Çocuk içti. Resulallah , “Bir diğerini getir.” dedi. Çocuk bir tane daha getirdi. Resulallah onu sağdı ve Ebu Bekire (r) içirdi. Sonra kendisi de içti ve onların memeleri eskisi gibi dolu kaldı. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O, el-Hasan b. Dinardan rivayet etti; dedi ki: Bir ara biz Resulallahın mescidinde oturuyorduk, birden sahibinden kaçmış bir devenin geldiğini gördük. Geldi, başını Resulallahın hücresine koydu ve solumaya başladı. Resulallah , “Bu deve, bir adama ait olduğunu, sahibinin şu anda babasına yemek yapmak üzere onu kesmek istediğini söylüyor ve yardım istiyor.” dedi. Bunun üzerine bir adam, “Ya Resulallah! Bu deve falanca adamındır ve gerçekten onu kesmek istiyor.” dedi. Resulallah devenin sahibini çağırdı ve durumu ona sordu. Adam, deveyi kesmek istediğini bildirdi. Resulallah deveyi kesmemesini adamdan rica etti. Adam kabul etti. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O el-Hubab b. Musa es- Saididen, o Cafer b. Muhammedten, o da babasından rivayet etti; dedi ki: Ali b. Ebu Talib (r) şöyle dedi: Bir gece akşam yemeği yemeden uyuduk. Sabah olunca evden çıktım; sonra Fatımanın (r) yanına döndüm. Üzgün görünüyordu. Kendisine, “Neyin var?” dedim. Fatıma (r), “Akşam yemek yemedik, sabah da bir şey yemedik. Bu akşam için de bir şeyimiz yok.” dedi. Bunun üzerine çıktım, bir şeyler aradım. Bir dirheme biraz et ve un aldım. Onları Fatımaya götürdüm; Fatıma ekmek yaptı ve eti pişirdi. Tencerenin kıvamına geldiğini görünce: “Babama gitsen, onu da davet etsen.” dedi. Ben de Resulallahın yanına gittim; mescitte uzanmış şöyle diyordu: “Uzanarak aç kalmaktan Allaha sığınırım.” Bunun üzerine, “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Yanımızda yemek var, buyurun.” dedim. Eve girinceye kadar bana dayandı; tencere de kaynıyordu. Resulallah , “Ayşe için de bir tabak ayır.” dedi. Ona bir tabak ayırdım. Sonra, “Hafsa için de bir tabak.” dedi. Ona da ayırdım; hatta dokuz hanımına dokuz tabak ayırdım. Sonra, “Baban ve kocan için de birer tabak.” dedi. Onlara da ayırdım. Sonra, “Kendine de bir tabak ayır ve ye.” dedi. Kendime de ayırdım. Sonra tencereyi kaldırdım; tencere taşıyordu. Allah nasip ettiği kadar ondan yedik. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Yezid b. Iyad b. Cudübe el- Leysiden, o Nafiden, o Salimden, o da Aliden rivayet etti; dedi ki: Resulallah Mekkede iken, kendisine bir yemek yapması için Haticeye emretti. Sonra Aliye, “Abdülmuttaliboğullarını çağır.” dedi. Ali (r), onlardan kırk adam çağırdı. Sonra Aliye, “Yemeğini getir.” dedi. Ali dedi ki: “Onlara bir tirit getirdim, eğer onlardan bir adam yeseydi, bitirirdi. Çekilinceye kadar hepsi ondan yediler.” Sonra Resulallah , “Onlara su getir.” dedi. Bir tek kişiye yetecek kadar bir kapta onlara su getirdim. Suyu geri çevirinceye kadar hepsi içtiler. Bunun üzerine Ebu Leheb, “Muhammed sizi sihirlemiş.” dedi. Dağıldılar ve onları (İslama) çağırmadı. Birkaç gün kaldılar; Resulallah o yemeğin benzerini onlar için hazırladı. Sonra bana emretti; onları topladım, hepsi yediler. Sonra onlara, “Kim bana kardeşim olma ve cennet karşılığında vezir olup itaat eder?” dedi. Hemen, “Ben ya Resulallah!” dedim. Ben onların en genci ve en ince bacaklı olanlarıydım. Herkes sükut etti. Sonra, “Ey Ebu Talib, oğlunu görmüyor musun?” dediler. Ebu Talib, “Onu bırakın! o ancak amcasının oğlundan hayır görür.” dedi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Maşerden, o da Zeyd b. Eslem ve diğerlerinden rivayet ederek dedi ki: Katade b. Numanın gözü yaralanmış ve yanaklarına akmıştı. Resulallah eliyle onu eski yerine koydu. Hatta bu göz, ikisinin en sağlıklısı ve en güzeliydi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Maşerden, o da Zeyd b. Eslem, Yezid b. Ruman ve İshak b. Ebu Abdullah b. Ebu Ferve ve diğerlerinden rivayet ediyor; diyor ki: Bedir savaşında Ukkaşe b. Mihsanın kılıcı ikiye bölündü. Resulallah ona ağaçtan bir değnek verdi. Elindeki değnek birden bire saf çelikten, sırtı sağlam ve keskin bir kılıç oluverdi. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ali b. Mücahidden, o Abdülala b. Meymun b. Mihrandan, o da babasından rivayet etti; Abdullah b. Abbas şöyle dedi: Resulallah , mescitte bir kütüğe dayanarak hutbe okurdu. Minber yapılıp da Resulallah ona çıkınca kütük inlemeye başladı. Resulallah , minberden inerek onu teselli etti; durdu. Bize Ali b. Muhammed haber verdi. O Ebu Maşerden, o da Zeyd b. Eslem ve diğerlerinden rivayet etti, dedi ki: Süraka b. Malik, (hicret eden) Resulallahı aramak üzere atına bindi. Binmeden önce çıkıp çıkmamak hususunda oklarla fal baktı. Fal oku, üç kere üst üste çıkmaması yönünde çıktı. Buna rağmen atına bindi ve Resulallah ile arkadaşına yetişti. Resulallah , atının ayaklarının yere batması için bedduada bulundu. Atın ayakları yere battı. Süraka, “Ey Muhammed! Atımın serbest kalması için Allaha yalvar, senden vazgeçeyim.” dedi. Resulallah , “Ya Rabbi! Eğer doğru söylüyorsa atının ayaklarını serbest bırak.” diye dua etti. Atının ayakları yerden çıktı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: el-Hakem b. el-Kasım bana anlattı. O Zekeriya b. Amrdan, o Kureyşten bir şeyhten rivayet etti; dedi ki: Beni Haşim, Resulallahı Kureyşe teslim etmeyi reddedince Kureyş onlara karşı bir anlaşma (ambargo) yapmıştı. Kureyş, onlara kız vermemek, onlardan kız almamak, onlara bir şey satmamak ve onlardan bir şey satın almamak, onların içine girmemek ve onlarla konuşmamak konularında Beni Haşime karşı anlaşmışlardı. Beni Haşim üç yıl boyunca kendi vadilerinde mahsur kaldılar. Ancak Ebu Lehebin çocukları Beni Haşim ile beraber değildi. Beni el-Muttalib b. Abdümenaf ambargoya maruz kalanların içindeydi. Üç yıl geçtikten sonra Allah, Resulüne onların antlaşma yaptıkları sayfanın durumunu gösterdi. Kurtçuk, antlaşmada yer alan bütün zulüm ve haksızlıkların yer aldığı kısımları yemiş, sadece Allah lafzının bulunduğu yerler sağlam kalmıştı. Resulallah bu durumu Ebu Talibe anlattı. Ebu Talib, “Bu senin bana söylediğin doğru mu ey yeğenim?” dedi. Resulallah , “Evet, vallahi!” dedi. Dedi ki: Ebu Talib bu durumu kardeşlerine anlattı. Kardeşleri, “Onun hakkında ne düşünüyorsun?” dediler. Ebu Talib, “Vallahi o asla bana yalan söylemedi.” dedi. Bunun üzerine kardeşleri Ebu Talibe, “Peki, sence ne yapalım?” dediler. Ebu Talib, “Bence bulabileceğiniz en güzel elbisenizi giyeceksiniz; sonra Kureyşin yanına gidip, kimse onlara bir şey söylemeden onlara durumu anlatacağız.” dedi. Evden çıktılar, Harem-i Şerifin içine girdiler. İsmailin hücresine yöneldiler. Oraya, ancak Kureyşin en ileri görüşlü olanları ve en akıllıları otururdu. İnsanlar, ne diyecekler diye etraflarında oturmaya başladılar. Ebu Talib, “Biz bir iş için yanınıza geldik. Bu konuda, size malum olacak şekilde cevap veriniz.” dedi. Kureyş, “Merhaba, hoş geldiniz. Yanımızda, seni sevindirecek şeyler vardır. Ne istiyorsun?” dediler. Ebu Talib, “Benim yeğenim bana asla yalan söylemedi. Onun dediğine göre Allah sizin antlaşma metnini yazdığınız sayfaya bir kurtçuk musallat etmiş; içindeki zulüm, haksızlık ve akrabalık bağının koparılmasıyla ilgili ne varsa hepsini yemiş, sadece Allah lafzının geçtiği yerler kalmış. Eğer benim yeğenim doğru söylüyorsa kafanızdaki kötü düşünceleri atacaksınız. Eğer yalan söylüyorsa, onu size teslim ederim; ister öldürür ister bırakırsınız.” dedi. Kureyş, “Bize karşı insaflı davrandın. Anlaşmanın yazılı olduğu sayfayı getirin.” dediler. Sayfa getirilince Ebu Talib, “Okuyun bakalım.” dedi. Sayfayı açtıklarında baktılar ki, Resulallahın dediği gibi, içindeki Allah lafızları dışındaki her şey yenilmiş. [Dedi ki:] Sayfa ellerinden düştü ve başlarını önlerine eğdiler. Bunun üzerine Ebu Talib, “Şimdi sizin için ortaya çıktı mı ki, asıl zulme, haksızlığa ve bağların koparılmasına layık olan sizlersiniz?” dedi. Kureyşten hiç kimse ona cevap vermedi. Bazı Kureyşliler, Beni Haşime yaptıkları hususunda hayıflanıp durdular ve fazla durmadan çekip gittiler. Ebu Talib de Haşimoğullarının bulunduğu mahalleye döndü. Şöyle diyordu: “Ey Kureyş cemaati! Ne sebeple muhasara altına alındık ve ne için hapsedildik? İşte şimdi mesele anlaşıldı.” Sonra Ebu Talib ve arkadaşları Kabe ile örtüsü arasına girip şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Bize zulmedenlere ve bizimle bağlarını koparanlara karşı bize yardım et ve onların bizim için yasakladıklarını bize serbest kıl.” Sonra ayrıldılar. Bize Abdullah b. Cafer er-Rakki haber verdi; dedi ki: Bize Ubeydullah b. Amr haber verdi. O İbn Akilden, o da Cabir veya başkasından rivayet etti; dedi ki: Resulallah ile ilgili olarak Medineye ilk gelen haber şu idi: Medineli bir kadının bir cini vardı. Bir gün bir kuş şeklinde gelip onların evlerinin duvarına kondu. Kadın kendisine, “Bize gel. Sen bize anlat, biz de sana anlatalım. Sen bize haber ver, biz de sana.” dedi. Cin, “Kuşkusuz Mekkeye bir peygamber gönderilmiş, zinayı bize haram kılmış ve bizi kararsız kılmıştır.” dedi.