Resulallah efendimizin, Allahın peygamberi olduğunu ve Onun tarafından seçilmiş, haber verici nebi olduğunu doğru bilmek, inanarak söylemek, Onun, Allah tarafından kısaca bildirdiklerine kısaca, geniş bildirdiklerine etraflıca inanmak ve gücü yettikçe Kelime-i şehadeti dil ile de söylemektir. Kuvvetli iman şöyledir ki; ateşin yaktığına, yılanın zehirleyip öldürdüğüne yakin üzere inanıp kaçtığı gibi, gönülden tam olarak Allahı ve sıfatlarını büyük bilerek, Onun rızasına ve cemaline koşmak, gazabından, celaletinden kaçmak ve imanı, mermer üzerine yazılan yazı gibi sağlam olarak gönlüne yerleştirmektir.
Mutlaka inanmamız lazım gelen imanın altı şartı vardır: Birincisi; Allahın vacib-ül-vücud ve hakiki mabud ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmaktır. Dünya ve ahiret aleminde bulunan herşeyi, maddesiz, zamansız ve benzersiz olarak yoktan var eden, ancak Allahdır diye kesin inanmaktır. Her varlığın yaratanı, sahibi, hakimi Odur. Onun hakimi, amiri, üstünü yoktur diyerek inanmak lazımdır. Her üstünlük, her kemal sıfat, Onundur. Onda, hiç bir kusur, hiç bir noksan sıfat yoktur. Dilediğini yapabilir. Yaptıkları, kendine veya başkasına faydalı olmak için değildir. Bir karşılık için yapmaz. Bununla beraber, her işinde, hikmetler, faydalar, lütuflar, ihsanlar vardır.
Kullarına iyi olan, yarar olanı vermeğe, kimisine sevab, kimisine azab yapmağa mecbur değildir. Asilerin, günah işleyenlerin hepsini Cennete koysa, fadlına, ihsanına yakışır. İtaat, ibadet edenlerin hepsini Cehenneme atsa, adalete muhalif olmaz. Fakat, müslümanları, ibadet edenleri Cennete sokacağını, bunlara, sonsuz nimetler, iyilikler vereceğini, kafirlere ise, Cehennemde sonsuz azab edeceğini dilemiş ve bildirmiştir. O, sözünden dönmez. Bütün canlılar iman etse, itaat etse, Ona hiç bir faydası olmaz. Bütün alem kafir olsa, azgın, taşkın olsa, karşı gelse, Ona hiç bir zarar vermez. Şirkten, küfürden başka, herhangi büyük günahı işleyip, tevbesiz ölen kimseyi dilerse affeder. Küçük günah için dilerse azab eder. Kafir, mürted olarak ölenleri hiç affetmeyeceğini, bunlara sonsuz, azab edeceğini bildirmiştir.
Müslüman ve ehl-i kıble olup, ibadet edip, fakat, itikadı Ehl-i sünnet itikadına uymayan ve tevbe etmeden ölen kimseye, Cehennemde azab edecek ise de, böyle bidat sahibi müslümanlar, Cehennemde sonsuz kalmayacaktır.
Allahı, dünyada baş gözü ile görmek caizdir. Fakat, kimse görmemiştir. Kıyamet günü, mahşer yerinde kafirlere ve günahı olan müminlere, kahr ve celal ile; salih olan müminlere ise, lütuf ve cemal ile görünecektir. Müminler, Cennette, cemal sıfatı ile görecektir. Melekler ve kadınlar da görecektir. Kafirler, bundan mahrum kalacaklardır. Cinnilerin de mahrum kalacaklarını bildiren haber kuvvetlidir.
Allah üzerinden, gece-gündüz ve zaman geçmesi, düşünülemez. Allahda, hiç bir bakımdan, hiç bir değişiklik olmayacağı için, geçmişte, gelecekte şöyledir, böyledir, denemez. Allah, hiç bir şeye hulul etmez. Hiç bir şeyle birleşmez. Allahın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yoktur. Anası, babası, oğlu, kızı, eşi yoktur. Her zaman, herkes ile hazır ve her şeyi muhit ve nazırdır. Herkese can damarından daha yakındır. Fakat, hazır olması, ihata etmesi, beraber ve yakın olması bizim anladığımız gibi değildir. Onun yakınlığı; alimlerin ilmi, fen adamlarının zekası ve evliyanın keşf ve şühudü ile anlaşılamaz. Bunların içyüzünü, insan aklı kavrayamaz. Allah, zatında ve sıfatlarında birdir, hiç birinde değişiklik, başkalaşmak olmaz.
Allahın isimleri sonsuzdur. Binbir ismi var diye meşhurdur. Yani, isimlerinden binbir tanesini insanlara bildirmiştir. Muhammed ın dininde, bunlardan doksandokuzu bildirilmiştir. Bunlara; Esma-i hüsna denir.
Îmanın altı esasından ikincisi; meleklere inanmaktır. Melekler, cisimdir. Latiftir. Gaz halinden daha latiftirler. Nuranidirler. Diridirler. Akıllıdırlar. İnsanlardaki kötülükler, meleklerde yoktur. Her şekle girebilirler. Gazlar, sıvı ve katı olduğu gibi ve katı olunca, şekil aldığı gibi, melekler de güzel şekiller alabilirler. Melekler, büyük insanların bedeninden ayrılan ruhlar değildirler. hristiyanlar, melekleri, böyle ruh sanıyor. Enerji, kuvvet gibi, maddesiz de değildirler. Eski filozoflardan bir kısmı, böyle zannetti.
Melek; elçi, haber verici veya kuvvet demektir. Çoğulu; “Melaike”dir. Melekler, her canlıdan önce yaratıldı. Onun için, kitaplara imandan önce, meleklere iman edilmesi bildirildi. Kitaplar da peygamberlerden öncedir. Kuran-ı kerimde de, inanılacak şeylerin ismi, bu sıra ile bildirilmektedir.
Meleklere iman şöyle olmalıdır: Melekler, Allahın kullarıdır. Ortakları değildir. Kızları değildir. Kafirler, müşrikler, öyle sandılar. Allah, meleklerin hepsinden razıdır. Allahın emirlerine itaat ederler. Günah işlemezler. Emirlere isyan etmezler. Erkek ve dişi değildirler. Evlenmezler. Çocukları olmaz. Hayat sahibi yani diridirler. Allah, insanları yaratacağını buyurduğu zaman; “Ya Rabbi! Yeryüzünü ifsad edecek ve kan dökecek mahlukları mı yaratacaksın?” gibi meleklerin, zelle denilen soruları, bunların masum, suçsuz olmalarına zarar vermez.
Sayısı en çok olan mahluk meleklerdir. Bunların sayılarını Allahtan başka kimse bilmez. Göklerde, meleklerin ibadet etmedikleri, boş bir yer yoktur. Göklerin her yeri, rüku veya secdede olan meleklerle doludur. Göklerde, yerlerde, otlarda, yıldızlarda, canlılarda, cansızlarda, yağmur damlalarında, ağaçların yapraklarında, her molekülde, her atomda, her reaksiyonda, her harekette, her şeyde meleklerin vazifeleri vardır. Her yerde, Allahın emirlerini yaparlar. Allah ile mahlukları arasında vasıtadırlar. Bazıları, başka meleklerin amiridir. Bazıları, insanların peygamberlerine haber getirir. Bazıları insanların kalbine iyi düşünce getirir ki, buna İlham denir. Bazılarının, insanlardan ve bütün mahluklardan haberi yoktur. Allahın cemali karşısında kendilerinden geçmişlerdir. Her birinin belli yeri vardır. Oradan ayrılamazlar. Cennet melekleri, Cennettedir. Bunların büyüklerinin adı Rıdvandır. Cehennem meleklerine Zebani denir. Bunlar, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Deniz, balığa zararlı olmadığı gibidir. Cehennem zebanilerinin büyükleri ondokuz tanedir. En büyüğünün adı Malikdir.
Her insanın hayr ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, Kiramen katibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da rivayet edilmiştir. Sağ taraftaki melek, soldakinin amiridir ve iyi işleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar. Kabirlerde, kafirlere ve asi müslümanlara azab edecek melekler ve kabirde sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Müminlere soranlara, Mübeşşir ve Beşir de denir.
Meleklerin birbirlerinden üstünlükleri vardır. En üstünleri dört tanedir. Bunların birincisi Cebrail dır. Bunun vazifesi, peygamberlere vahy getirmek, emir ve yasakları bildirmektir. İkincisi sur denilen boruyu üfürecek olan İsrafil dır. Suru iki defa üfürecektir. Birincisinde, Allahtan başka her diri ölecektir. İkincisinde hepsi tekrar dirilecektir. Üçüncüsü, Mikail dır. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak ve her maddeyi hareket ettirmek, bunun vazifesidir. Dördüncüsü, Azrail dır. İnsanların ruhunu alan budur. Bu dört melekten sonra üstün olan, dört sınıftır. Hamele-i Arş denilen melekler, dört tanedir. Kıyamette sekiz olacaktır. Huzur-i ilahide bulunan meleklere Mukarrebin denir. Azab meleklerinin büyüklerine Kerubiyan denir. Rahmet meleklerine Ruhaniyan denir. Bunların hepsi, meleklerin havassı yani üstünleridir. Bunlar peygamberlerden başka bütün insanlardan daha üstündür. Müslümanların salihleri ve velileri, meleklerin avamından, daha efdal, daha üstündür. Meleklerin avamı, müslümanların avamından, yani asi ve fasıklardan efdaldir.
Îmanın altı esasından üçüncüsü; Allahın indirdiği kitaplarına inanmaktır. Allah, bu kitapları, bazı peygamberlere, melekle okutarak, bazılarına ise, levha üzerinde yazılı olarak, bazılarına da meleksiz işittirerek indirdi. Bu kitapların hepsi, Allahın kelamıdır. Ebedi ve ezelidirler. Mahluk değildirler. Bunlar, meleklerin veya peygamberlerin kendi sözleri değildir.
Allahın indirdiği kitapların hepsi haktır, doğrudur.
Kuran-ı kerim, bütün kitapları nesh etmiş, hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır. Kuran-ı kerimde, kıyamete kadar, hiç bir zaman, yanlışlık, unutulmak, ziyade ve noksanlık olmaz. Geçmiş ve gelecekteki bütün ilimler, Kuran-ı kerimde vardır. Bunun için, bütün kitaplardan üstün ve kıymetlidir. Resulallah efendimizin en büyük mucizesi Kuran-ı kerimdir. Bütün insanlar ve cinler bir araya gelse, hepsi Kuran-ı kerimin en kısa suresi gibi bir söz söyleyebilmek için uğraşsalar, söyleyemezler.
Semavi kitapların bize bildirileni yüzdörttür. Bunlardan on suhuf adem a, elli suhuf Şis (Şit) a, otuz suhuf İdris a, on suhuf İbrahim a indirildiği meşhurdur. Tevrat Musa a, Zebur Davud a, İncil Îsa a ve Kuran-ı kerim Muhammed aleyhisselatü vesselama nazil olmuş, inmiştir.
İnanılacak altı esastan, dördüncüsü; Allahın peygamberlerine inanmaktır. Peygamberler, insanları Allahın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Yaratılış, huy, ilim ve akıl bakımından zamanlarında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem kimselerdir. Hiç bir kötü huy ve beğenilmeyecek halleri yoktur. Peygamberlerde ismet sıfatı vardır. Yani peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiç bir günah işlemez. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzeri ayıp ve kusurları da olmaz. Her peygamberde şu yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır: Emanet, sıdk, tebliğ, adalet, ismet, fetanet ve emn-ül-azl. Yani peygamberlikten azl edilmezler. Fetanet çok akıllı, çok anlayışlı demektir.
Yeni bir din getiren peygamberlere Resul denir. Yeni din getirmeyip, insanları, önceki dine davet eden peygamberlere Nebi denir. Emirleri tebliğ etmekte ve insanları, Allahın dinine çağırmakta, resul ile nebi arasında bir ayrılık yoktur. Peygamberlere iman etmek, aralarında hiç bir fark görmeyerek, hepsinin, sadık, doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse hiç birine inanmamış olur.
Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibadet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahın ihsanı, seçmesi ile olur. İnsanların dünyadaki ve ahiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması ve onları zararlı işlerden koruyup, selamete, hidayete, rahata kavuşturmak için, peygamberler vasıtası ile dinler göndermiştir. Peygamberler, düşmanların çokluğuna, inanmayanların alay etmelerine, üzmelerine rağmen, Allahın emirlerini insanlara tebliğ etmekte, bildirmekte, düşmanlardan korkmamış, göz kırpmamışlardır. Allah, peygamberlerin sıdk sahibi oldukları, doğru söylediklerini göstermek için, onları mucizelerle kuvvetlendirdi. Hiç kimse bu mucizelere karşı gelemedi. Peygamberi kabul edip inanan kimseye, o peygamberin ümmeti denir. Kıyamet gününde, ümmetlerinden, günahı çok olanlara şefaat etmeleri için izin verilecek ve şefaatleri kabul olacaktır. Ümmetlerinden, alim, salih, veli olanlarına da, şefaat etmeleri için Allah izin verecek ve şefaatlerini kabul buyuracaktır. Peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat, mezarlarında, bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridir. Mübarek vücudlarını toprak çürütmez. Bunun içindir ki, hadiste; “Peygamberler, mezarlarında, namaz kılarlar” buyruldu.
Peygamberlerin aleyhimüsselam mübarek gözleri uyurken, kalb gözleri uyumaz. Peygamberlik vazifelerini görmekte, peygamberlik üstünlüklerini taşımakta, bütün peygamberler müsavidir. Yukarıda bildirilen yedi sıfat hepsinde vardır. Peygamberler, peygamberlikten azledilmez. Veliler ise, evliyalıktan ayrılabilir. Peygamberler aleyhimüssalevatü vetteslimat insandan olur. Cinden, melekten ve kadınlardan insanlara peygamber olmaz. Cin ve melek, peygamberlerin derecelerine yükselemez. Peygamberlerin birbirleri üzerinde, şerefleri, üstünlükleri vardır. Mesela ümmetlerinin çok olması, gönderildikleri memleketlerin büyük olması, ilim ve marifetlerinin büyük olması, ilim ve marifetlerinin çok yerlere yayılması, mucizelerinin daha çok ve devamlı olması ve kendileri için ayrı kıymetler ve ihsanlar bulunması gibi üstünlükler bakımından ahır zaman peygamberi Muhammed , bütün peygamberlerden daha üstündür. Ülül-azm olan peygamberler, böyle olmayanlardan ve resuller, resul olmayan nebilerden daha üstündürler.
Peygamberlerin aleyhimüsselam sayısı belli değildir. Yüzyirmidörtbinden çok oldukları meşhurdur. Bunlardan üçyüzonüç veya üçyüzonbeş adedi resuldür. Bunların içinden de, altısı daha yüksektir. Bunlara “Ülül-azm” peygamberler denir. Ülül-azm peygamberler; “adem, Nuh, İbrahim, Musa, Îsa ve Muhammed Mustafa aleyhimüssalatü vesselam” hazretleridir.
İbrahim , Halilullahdır. Çünkü, bunun kalbinde, Allah sevgisinden başka, hiç bir mahlukun sevgisi yoktu. Musa , Kelimullahdır. Çünkü, Allah ile konuştu. Îsa , Ruhullah ve Kelimetullahdır. Çünkü, babası yoktur. Yalnız “Ol” kelime-i ilahiyyesi ile anasından dünyaya geldi. Bundan başka, Allahın hikmet dolu kelimelerini, vaz vererek, insanların kulaklarına ulaştırırdı.
Mahlukların yaratılmasına sebeb olan ve ademoğullarının en üstünü, en şereflisi, en kıymetlisi bulunun Muhammed , Habibullahdır. Onun Habibullah olduğunu ve büyüklüğünü, üstünlüğünü gösteren şeyler pek çoktur. Bunun için Ona; “Mağlub olmak”, “Bozguna uğramak” gibi sözler söylenemez. Kıyamette, herkesten önce kabirden kalkacaktır. Mahşer yerine önce gidecektir. Cennete herkesten önce girecektir. Güzel ahlakı, sayılmakla bitmez ve anlatmaya insan gücü yetişmez.
Kıyamet günü, bütün peygamberler, Onun sancağı altında gölgeleneceklerdir. Allah, her peygambere emir buyurdu ki: Mahluklarımın içinde, seçip sevdiğim, habibim Muhammed ın peygamber olduğu zamana erişirseniz, Ona iman ediniz ve yardımcı olunuz! Bütün peygamberler de, ümmetlerine böyle vasiyet ve emreyledi. Muhammed , “Hatem-ül-enbiya” dır. Yani Ondan sonra hiç peygamber gelmeyecektir.
Îman edilmesi lazım olan esaslardan beşincisi; ahiret gününe inanmaktır. ahiret gününün başlangıcı, insanın öldüğü gündür. Kıyametin sonuna kadardır. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi, zamanını kimse anlayamadı. Fakat, Peygamber efendimiz bir çok alametlerini ve başlangıçlarını şöyle haber verdi: Mehdi gelecek. Îsa gökten Şama inecek. Deccal çıkacak. Yecüc Mecüc denilen kimseler her yeri karıştıracak. Güneş batıdan doğacak. Büyük zelzeleler olacak. Din bilgileri unutulacak. Fısk, kötülük çoğalacak. Dinsiz, ahlaksız, namussuz kimseler emir olacak. Allahın emirleri yaptırılmayacak. Haramlar her yerde işlenecek. Yemenden ateş çıkacak. Gökler ve dağlar parçalanacak. Güneş ve ay kararacak. Denizler birbirine karışacak ve kaynayıp kuruyacaktır.
Günah işleri yapan müslümanlara fasık denir. Fasıklara ve bütün kafirlere kabirde azab vardır. Bunlara elbette inanmak lazımdır. Mevta kabre konunca, bilinmeyen bir hayat ile dirilecek, rahat veya azab görecektir. Münker ve Nekir adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Kabir suali, bazı alimlere göre, bazı akaidden olacak, bazılarına göre ise, bütün akaidden olacaktır. Bunun için çocuklara; “Rabbin kim? Dinin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Îtikadda ve amelde mezhebin nedir?” suallerinin cevaplarını öğretmelidir! Ehl-i sünnet olmayanın doğru cevap veremiyeceği, “Tezkire-i Kurtubi”de yazılıdır. Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. İyi cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennemden bir delik açılır. Sabah ve akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azablar çeker.
Öldükten sonra, yine dirilmeğe inanmak lazımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi yine bir araya gelecek, ruhlardan bedenlerine girip, herkes mezardan kalkacaktır. Bunun için, bu zamana Kıyamet günü denir.
Bütün canlılar, Mahşer yerinde toplanacak. Her insanın amel defterleri uçarak sahibine gelecektir. Bunları, yerlerin, göklerin, zerrelerin, yıldızların yaratanı, sonsuz kudret sahibi olan Allah yapacaktır. Bunların olacağını, Allahın Resulü efendimiz haber vermiştir. Onun söyledikleri elbette doğrudur. Elbette hepsi olacaktır.
Salihlerin, iyilerin defteri sağ tarafından, fasıkların, kötülerin arka veya sol tarafından verilecektir. İyi ve kötü, büyük ve küçük, gizli ve meydanda yapılmış olan her şey defterde bulunacaktır. Kiramen katibin meleklerinin bilmediği işler bile, azanın haber vermesi ile Allahın bilmesi ile ortaya çıkarılacak, her şeyden sual ve hesap olunacaktır. Mahşerde, Allahın dilediği her gizli şey meydana çıkacaktır. Meleklere; “Yerlerde, göklerde neler yaptınız?”, Peygamberlere; “Allahın hükümlerini kullara nasıl bildirdiniz?” herkese de; “Peygamberlere nasıl uydunuz, sizlere bildirilen vazifeleri nasıl yaptınız? Birbiriniz arasında bulunan hakları nasıl gözettiniz?” diye sorulacaktır. Mahşerde, imanı olup, ameli ve ahlakı güzel olanlara mükafat ve ihsanlar olacak, kötü huylu, bozuk amelli olanlara ağır cezalar verilecektir.
Allah, adaleti ile, bazı küçük günahlar için de azab yapacak, dilediği müminlerin büyük ve küçük bütün günahlarını fadlı ile, ihsanı ile affedecektir. Şirkden ve küfürden başka, her günahı dilerse affedecek, dilerse, küçük günah için de azab edecektir. Müşrik ve kafir olarak öleni hiç affetmeyeceğini bildirmektedir. Kitaplı ve kitapsız kafirler yani Muhammed ın bütün insanlara peygamber olduğuna inanmayan, Onun bildirdiği ahkamdan, yani emir ve yasaklardan birisini bile beğenmeyenler, bu halde ölürlerse, elbette Cehenneme sokulacak, sonsuz azab çekeceklerdir.
Kıyamet günü, amelleri, işleri ölçmek için, bilmediğimiz bir Mizan, bir ölçü aleti, bir terazi vardır. Yer gök bir gözüne sığar. Sevab gözü, parlak olup, Arşın sağında Cennet tarafındadır. Günah tarafı ise, Arşın solunda Cehennem tarafında, karanlıktadır. Dünyada yapılan işler, sözler, düşünceler, bakışlar, orada şekil alarak, iyilikler parlak, kötülükler karanlık ve iğrenç görünüp, bu terazide tartılacaktır. Bu terazi, dünya terazilerine benzemez. Ağır tarafı yukarı kalkar, hafif tarafı aşağı iner denildi. alimlerin (rahmetullahi aleyhim) bir kısmına göre, çeşitli teraziler olacaktır.
Sırat köprüsü vardır. Sırat köprüsü, Allahın emri ile, Cehennemin üstünde kurulacaktır. Herkese, bu köprüden geçmesi emrolunacaktır. O gün, bütün peygamberler; “Ya Rabbi! Selamet ver” diye yalvaracaklardır. Cennetlik olanlar, köprüden kolayca geçerek, Cennete gideceklerdir. Bunlardan bazısı şimşek gibi, bir kısmı rüzgar gibi, bazısı koşan at gibi geçeceklerdir. Sırat köprüsü kıldan ince, kılıçtan keskindir. Dünyada İslamiyete uymak da böyledir. İslamiyete tam uymağa uğraşmak, sırat köprüsünden geçmek gibidir Burada nefs ile mücadele güçlüğüne katlananlar, orada sıratı kolay ve rahat geçecektir. Bunun içindir ki, Allah İslamiyetin gösterdiği doğru yola; “Sırat-ı müstakim” adını verdi. Bu isim benzerliği de, İslamiyet yolunda bulunmanın, sırat köprüsünü geçmek gibi olduğunu göstermektedir. Cehennemlik olanlar, sırattan Cehenneme düşeceklerdir.
Peygamber efendimize mahsus olan Kevser havuzu vardır. Büyüklüğü, bir aylık yol gibidir. Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir. Etrafındaki kadehler, yıldızlardan daha çoktur. Bir içen, Cehennemde olsa bile, bir daha susamaz.
Şefaat haktır. Tevbesiz ölen müminlerin küçük ve büyük günahlarının affedilmesi için, peygamberler, veliler, salihler, melekler ve Allahın izin verdiği kimseler, şefaat edecek ve kabul edilecektir.
Cennet ve Cehennem şimdi vardır. Cennet, yedi kat göklerin üstündedir. Cehennem, her şeyin altındadır. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennet, yer küresinden, güneşten ve göklerden daha büyüktür. Cehennem de güneşten büyüktür.
İnanılması lazım olan esaslardan altıncısı; kadere, hayır ve şerlerin Allahtan olduğuna inanmaktır. İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahın takdir etmesi iledir. Allahın, bir şeyin varlığını dilemesine Kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri bir biri yerine de kullanlır.
Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların, katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektromagnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik hadiseleri, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alış-verişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler, her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak; eşyayı, özellikleri, hareketleri, hadiseleri, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allah yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan Odur. Her şeyi bir sebeb ile yaratmaktadır.
Mesela, ateş yakıcıdır. Halbuki, yakan Allahdır. Ateşin yakmakta, hiç bir ilgisi yoktur. Fakat, adeti şöyledir ki, bir şeye ateş dokunmadıkça, yakmağı yaratmaz. Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahdır. Bunların hepsini, yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır. İlkokulu bitiren bir kimse; “Ateş yakıyor” sözünü beğenmez. “Hava yakıyor” der. Ortaokulu bitiren de, bunu kabul etmez; “Havadaki oksijen yakıyor” der. Liseyi bitiren; “Yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır” der. Üniversiteli ise; madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin iç yüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören peygamberler ve o büyüklerin izinde giderek ilim deryalarından damlalara kavuşan İslam alimleri (rahmetullahi aleyhim), bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta ve mahluk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının araya koyduğu sebepler olduğunu bildiriyor. Yakıcı, Allahdır. Ateşsiz de yakar. Fakat, ateş ile yakmak adetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde de yakmaz. İbrahim ı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, adetini bozdu.
Allah dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Fakat lütfederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmağı diledi. İşlerini, sebeplerin altında gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen, İslamiyete uyar. Kendine tabanca çeken, zehir içen ölür. Terli iken su içen, hasta olur. Günah işleyen, küfre düşen de Cehenneme gider. Herkes hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, müslümanlığı öğrenir, sever, müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen din cahili olur. Din cahillerinin çoğu imansız olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.
Allah, işlerini sebeplerle yaratmamış olsaydı, kimse kimseye muhtaç olmazdı. Herkes, herşeyi Allahtan ister, hiç bir şeye başvurmazdı. Böyle olunca, insanlar arasında, amir, memur, işçi, sanatkar, talebe, hoca ve nice insanlık bağları kalmaz, dünya ve ahiretin nizamı bozulurdu. Güzel ile çirkin, iyi ile fena ve muti ile asi arasında fark kalmazdı.
İslamiyet, müslümanlardan; Peygamber efendimizin inandığı ve bildirdiği gibi iman etmelerini istemektedir. Peygamberimiz bir tek iman bildirmiştir. Eshab-ı kiramın hepsi, Onun bildirdiği gibi inanmış, itikadda (inançta) hiç bir ayrılıkları olmamıştır. Peygamber, efendimizin vefatından sonra insanlar, İslamiyeti, Eshab-ı kiramdan işiterek ve sorarak öğrendiler. Hepsi aynı imanı bildirdiler. Onların, Peygamberimizden naklederek bildirdikleri bu imana Ehl-i sünnet itikadı denilmiştir. Eshab-ı kiram bu iman bilgilerine, kendi düşüncelerini, felsefecilerin sözlerini, nefsani arzularını, siyasi görüşlerini ve buna benzer başka şeyleri, asla karıştırmadılar. Eshab-ı kiram, hepsinde kemal derecede mevcut bulunan Allahı tenzih ve takdis etmek, Onun bildirdiklerini tereddütsüz kabul edip inanmak, müteşabih (manası açık olmayan) ayetlerin teviline dalmamak… gibi vasıfları ile imanlarını Peygamberimizden işittikleri gibi muhafaza ettiler. İslamiyetteki iman esaslarını insanlara soranlara; saf, berrak ve aslı üzere tebliğ ettiler, bildirdiler.
Eshab-ı kiramın Resulallahdan naklen bildirdikleri bu tebliği, olduğu gibi, hiç bir şey eklemeden ve çıkarmadan kabul edip, böylece inanıp, onların yolunda olanlara Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası, bu doğru ve asıl (hakiki) İslamiyet yolundan ayrılanlara da; Bidat fırkaları (dalalet fırkaları, bozuk- sapık yollar) denildi.
Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idiler. Onlar din bilgilerini bizzat Resulallahdan aldılar. Onu bizzat görmenin, Onun sohbetinde bulunmanın kazandırdığı çok yüksek manevi kemallere, olgunluklara ve üstünlüklere erdiler. Nefisleri mutmeinne olup, her biri ihlas, edeb, ilim ve irfanda Eshabdan olmayanlardan hiç bir alimin ve evliyanın sahip olamayacağı derecelere kavuştular. Her birinin hidayet yıldızları olduğu hadis-i şerifle bildirildi. Hepsinin imanı, itikadı bir idi. Haklarında nass (ayet ve hadis) bulunmayan meselelerde ictihad ettiler. Her biri, amelde mezheb sahibi idiler. Çoğunun ictihadlarından çıkardıkları hükümler birbirlerine benzerdi. İctihadları toplanıp, kitaplara geçirilmediği için mezhepleri unutuldu. Bunun için bugün Eshab-ı kiramdan herhangi birinin mezhebine uymak mümkün değildir.
İslamiyeti Eshab-ı kiramdan öğrenen Tabiin ve bunlardan öğrenen Tebe-i Tabiinden de din bilgilerinde yükselip, mutlak müctehidlik derecesine ulaşan büyük imamlar yetişti. Bunlar da amelde mezheb sahibi idiler ve her birinin ictihadlarından meydana gelen hükümlere, o alimin mezhebi denildi. Bu alimlerden de çoğunun mezhebi kitaplara geçirilmediği için unutuldu. Yalnız dört büyük imamın ictihadları, talebeleri tarafından kitaplara geçirilerek muhafaza edildi ve müslümanlar arasında yayıldı. Yeryüzünde bulunan bütün müslümanlara doğru yolu gösteren ve İslam dinini değişmekten, bozulmaktan koruyan bu dört imamın birincisi İmam-ı azam Ebu Hanife, ikincisi Malik bin Enestir. Üçüncüsü İmam-ı Muhammed bin İdris Şafii, dördüncüsü Ahmed bin Hanbeldir.
Ehl-i sünnet itikadında olan bu dört imamdan İmam-ı azamın yoluna Hanefi Mezhebi, Malikin yoluna Maliki Mezhebi, İmam-ı Şafiinin yoluna Şafii Mezhebi, İmam-ı Ahmed bin Hanbelin yoluna da Hanbeli Mezhebi denilmiştir. Bu gün bir müslümanın Allahın rızasına uygun ibadet ve iş yapabilmesi, ancak bu dört mezhebden birine uyması ile mümkündür.