Bu esnada tetikte bekleyen, her fırsatı değerlendirmeye çalışan Kureyş okçu birlik kumandanı Halid bin Velid, geçitteki mücahidlerin azaldığını görünce, emrindeki süvarileri harekete geçirdi. İkrime bin Ebi Cehlle birlikte bir anda Ayneyn geçidine geldiler. Abdullah bin Cübeyr hazretleri ile vefakar, sadık arkadaşları saf halinde dizilip açıldılar. Sadaklarındaki oklar bitinceye kadar düşmana ok yağdırdılar. Sonra mızraklarıyla, göğüs göğüse gelince de; “Allahü ekber! Allahü ekber!” diye diye kılıçlarıyla nice kahramanlıklar gösterdiler. Îmanlı ile imansızlar arasında, bire yirmibeş gibi çok nispetsiz bir durum vardı. Şanlı Eshab-ı kiram, Peygamberlerinin emrini yerine getirmek için, kanlarının son damlasına kadar çarpıştılar. Birbiri arkasından şehadet şerbetini içip, mübarek vücudları toprağa düştü ve ruhları Cennete uçtu .
Müşrikler, kinlerinden Abdullahın elbisesini soyarak, mübarek vücudunu mızraklarla delik deşik ettiler. Karnını yarıp, iç organlarını dışarı çıkardılar.
Halid bin Velid ve İkrime, geçitteki mücahidlerı şehid edince, süratle İslam ordusunun arkasından saldırdılar. Eshab-ı kiram, bir anda arkalarında, peyda olan düşmanı görünce, toparlanmaya fırsat bulamadı. Çünkü birçoğu silahlarını bile bırakmıştı. Her şey birden bire değişti. Önde kaçan Kureyşli müşrikler, Halid bin Velidın arkadan hücuma geçtiğini görünce, tekrar döndüler. Mücahidler, iki ateş arasında kalmıştı. Düşman önden ve arkadan hücuma geçerek mücahidleri sıkıştırmaya başladı. Sahabenin birbirleriyle irtibatları kesildi. Dağılmak mecburiyetinde kaldılar.
Hazret i Ali şöyle anlattı: “Aralarında İkrime bin Ebi Cehlin de bulunduğu bir müşrik birliğinin ortasına daldım. Etrafımı sardılar, çoğunu kılıçtan geçirdim. Başka bir birliğin içine daldım, onlardan da pek çoğunu saf dışı ettim. Ecelim gelmediği için bana bir şey olmamıştı. Bir ara Resulallahı göremedim. Kendi kendime; “Yemin ederim ki, O, harp meydanını bırakıp gidecek bir kimse değildir. Her halde Allah yaptığımız uygunsuz hareketlerden dolayı Onu aramızdan çekip, kaldırmıştır! Artık benim için çarpışa çarpışa ölmekten başka yol kalmamıştır” dedim ve kılıcımın kınını kırdım. Müşriklerin üzerine hücum edip, onları dağıttığımda, Resulallahın onların arasında kaldığını gördüm. Anladım ki, Resulallahı Allah melekleriyle koruyordu.”
Düşman askerleri, Resulallah efendimizin yanına kadar yaklaşmışlardı. Durum çok tehlikeliydi. Sevgili Peygamberimiz, tıpkı askeri bir birlik gibi sebat ediyor, yerinden ayrılmıyordu. Bir taraftan düşmanla çarpışıyor, diğer taraftan da dağılan Eshabını toparlamaya çalışarak; “Ey filan, bana doğru gel! Ey filan, bana doğru gel! Ben Resulallahım. Buna dönüp gelene Cennet var” buyuruyordu. Ebu Bekr, Abdurrahman bin Avf, Talha bin Ubeydullah, Ali bin Ebi Talib, Zübeyr bin Avvam, Ebu Dücane, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sad bin Muaz, Sad bin Ebi Vakkas, Habbab bin Münzir, Üseyd bin Hudayr, Sehl bin Hanif, asım bin Sabit, Haris bin Simme bir anda sevgili Peygamberimizin etrafında halkalanıp Onu korumak için canlı bir kale duvarı meydana getirdiler.
Bu sırada Abbas bin Ubade hazretlerinin, dağılan Eshab-ı kiramın toparlanması için; “Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Peygamberimizin emrini yerine getirmeyişimizin bir neticesidir. Dağılmayınız! Peygamberimizin etrafına geliniz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Resulallaha bir zarar gelmesine sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz” diye bağırdığı duyuldu. Hazrel-i Abbas bin Ubade, yanında Harice bin Zeyd ve Evs bin Erkam olduğu halde, düşmanın içine “Allahü ekber!” nidaları ile yalın kılıç daldılar. Resulallahın uğrunda, Onu korumak için kahramanca çarpıştılar. Harice bin Zeyd, ondokuz yerinden yara almıştı. Diğerlerininki de ondan az değildi. Nitekim üçü de çok özledikleri şehidlik mertebesine ulaştılar.
Eshab-ı kiram, bu çok tehlikeli anda, Peygamber efendimizin etrafında yavaş yavaş toplanmaya başladı. Müşrikler, sevgili Peygamberimizi ve Ona gövdelerini siper eden şanlı Eshabını çember içine aldılar. Her taraftan birlik halinde ilerleyerek çemberi daraltıyorlardı. Kureyşlilerden bir grubun ileri atıldığını gören alemlerin efendisi, yanında bulunan ve canlarını feda etmeye hazır olan Eshabına; “Şu birliği kim karşılar?” buyurunca, Vehb bin Kabus hazretlerinin; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Ben karşılarım” deyip, ileri fırladığı görüldü. Allahın şerefli ismini dilinden düşürmeyen bu kahraman, yalın kılıç müşriklerin arasına daldı. Peygamber efendimiz; “Seni Cennetle müjdelerim” buyurdu. Onun düşman karşısında gösterdiği sebat ve gayretini görünce de; “Allahım! Ona rahmet eyle! Ona acı.” buyurdular. Müşriklerin Vehbi ortalarına alıp mızrakla şehid etliklerini gören Sad bin Ebi Vakkas, ona yardım etmek için ileri atıldı, düşmanın ortasına girip, görülmemiş kahramanlıklar gösterdi. Bir çok kafiri saf dışı etti. Diğerlerini de geri püskürterek, sevgili Peygamberinin yanına geldi. Resulallah efendimiz, Vehb için; “Ben senden razıyım. Allah da razı olsun” buyurdular.
Habib-i ekrem efendimiz, mücahidlerin çemberini yarıp, kendisine doğru bir müşrik bölüğünün ilerlediğini görünce, Aliye; “Onlara hücum et!” buyurdular. Ali, hücum edip, Amr bin Abdullahı öldürüp, diğerlerini kaçırdı. Kılıcı kırılınca, Peygamberimiz, zülfikarı ona verdi. Başka bir grup gelirken, Peygamber efendimiz; “Ya Ali! Bunların şerrini benden def eyle” buyurdular. Canını Resulallaha feda eden Allahın aslanı, derhal hücuma geçti. Şeybe bin Maliki öldürüp, diğerlerini geri püskürttü. O anda Cebrail gelip, Peygamber efendimize; “Ya Resulallah! Bu iş, Aliden zuhur eden fevkalade bir civan mertliktir” deyince, Resulallah efendimiz; “O benden, ben de ondanım” buyurdular. Cebrail da; “Ben de ikinizdenim” dedi. O esnada bir ses; “Ali gibi yiğit, zülfikar gibi kılıç bulunmaz” diyordu.
Müşrikler, sevgili Peygamberimizin yanına yaklaşamıyacaklarını anlayınca, ok atmaya başladılar. Atılan oklar, ya üzerinden geçiyor, ya önüne, ya sağına, veya soluna düşüyordu. Düşmanı geriye püskürtmek için canlarını dişine takarak çarpışan Eshab-ı kiram, bu hali görür görmez, alemlerin efendisinin etrafına toplanarak, gelen oklara mübarek vücudlarını siper etmeye başladılar. Peygamber efendimiz Eshabına, okla mukabele etmesini emir buyurunca, sahabiler de düşmana ok atmaya başladılar. Sevgili Peygamberimiz, Sad bin Ebi Vakkas hazretlerini önüne oturttular. Çok keskin nişancı olan Sad, süratle, peş peşe düşmana ok yağdırmaya başladı Sadağından yani ok çantasından her ok çekişte. “Ya Rabbi! Bu senin okundur. Onunla düşmanı vur!” diyor, Peygamber efendimiz de: “Allahım! Sadın duasını kabul et! Allahım! Sadın okunu doğrult!… Devam et, Sad! Devam et! Anam-babam sana feda olsun.” buyuruyordu. Bu şekilde her ok atışta, Peygamber efendimiz aynı dualarını tekrar ediyorlardı. Sadın oku bitince, sevgili Peygamberimiz, kendi oklarını ona verip attırdı. Sad bin Ebi Vakkas hazretlerinin her oku ya bir düşmana, veya bindiği hayvana isabet ediyordu.
Müşriklerin ok atışlarında, Ebu Talha hazretleri, sevgili Peygamberimizin önüne gerilerek, gelecek her oka kendi vücudu ve kalkanı ile siper oluyor, arada bir düşmanı şaşkına çeviren naralar atıyordu. Peygamber efendimiz; “Asker içinde Ebu Talhanın sesi, yüz kişiden hayırlıdır” buyurdu. Ebu Talha fırsat buldukça, müşriklere ok atmaktan geri durmuyor, sert ve çok seri ok atıyor, attığı boşa gitmiyordu. Attığı okları Resulallah efendimiz, merak edip, mübarek başını yukarı kaldırdıkça, EbuTalha, Resulallaha bir ok isabet eder korkusuyla; “Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah! Mübarek başınızı kaldırmayınız. Size bir düşman oku isabet edip zarar vermesin! Vücudum, mübarek vücuduna siper ve sana fedadır! Beni boğazlamadıkça, sana ulaşamazlar! Ben ölmedikçe, size bir şey olmaz!…” diyerek sevgili Peygamberimizi kendi nefsine tercih ederdi.
Uhud meydanının her tarafında amansız, müthiş bir çarpışma bütün şiddetiyle devam ediyor, bazıları atlı, bazıları da yaya olarak iman-küfür mücadelesini sürdürüyorlardı. Eshab-ı kiram daha toparlanamamıştı. Peygamber efendimizin etrafında ancak otuz kadar sahabi, pervane gibi dönüyor; gelen oklara, mızraklara, kılıçlara kendi vücudlarını kalkan ediyorlardı. Tek arzuları; Peygamber efendimizin emrini yerine getirmek ve Ona gelecek her türlü zararı uzaklaştırmaktı. Yiğitlerin serdarı Hamza, o hengamede Peygamber efendimizden ayrı düşmüş, bir kalabalığın ortasında iki elinde iki kılıç ile çarpışıyor; “Allahü ekber!…” nidalarıyla düşmanın kalbine korku salıyordu. Şimdiye kadar, tek başına tam otuzbir müşrik öldürmüş, pek çoğunu da ya kolundan veya bacağından etmişti. Ortasına düştüğü müşrik sürüsünü dağıttığı bir sırada, Siba bin Ümmü Enmar; “Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı?” diyerek Hamzaya meydan okudu. Hamza; “Yanıma gel ey sünnetçi kadının oğlu! Demek sen Allaha ve Resulüne meydan okuyorsun öyle mi?” deyip, onu göz açtırmadan bacaklarından tutup yere serdi. Üzerine çöküp, kafasını gövdesinden ayırdıktan sonra, karşı kayanın arkasında Vahşinin elinde mızrak ile kendisine nişan aldığını gördü. Derhal üzerine yürüdü, önündeki sellerin açtığı çukura gelince, ayağı kaydı ve arkası üzere düştü. O anda karnından zırhı açılmıştı. Fırsatı yakalayan Vahşi, mızrağını fırlattı!… Mızrak, uçarak Hamzanın mübarek vücuduna saplandı ve diğer taraftan çıktı. Kahramanların büyüğü; “Allahım!” diyerek oraya çöktü. Şehid olmuş, özlediği makama kavuşmuştu… Allahın yolunda, sevgili Peygamberinin uğrunda canını feda etmişti… .
Bu sırada, düşman saflarında birisi; “Ey Kureyş cemaati! Akrabalık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen Muhammed ile çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer Muhammed kurtulursa, ben kurtulmayayım!…” diyerek müşrikleri Kainatın efendisine saldırmaya teşvik ediyordu. Bu ses, asım bin Ebi Avfın idi. Ebu Dücane hazretleri bu sesi işitmişti. Çarpışa çarpışa asım bin Ebi Avfı buldu ve hemen öldürdü. Fakat arkasındaki müşrik Mabed, bütün gücüyle kılıcını Ebu Dücaneye salladı. Allahın bir ihsanı olarak ani ve çok çabuk bir hareketle yere çöken Ebu Dücane, öldürücü darbeden kurtuldu. Derhal kalkıp, kılıcını Mabede vurarak öldürdü.
Kureyşli müşriklerin hedefleri, alemlerin efendisi idi. Ona yaklaşabilmek için bütün güçlerini harcıyorlardı. Fakat, etrafında pervane gibi dönen, bir zarar olur korkusu ile canlarını feda etmekten zerre kadar kaçınmayan şanlı, şerefli Eshabı bir türlü geçemiyorlardı. Bu kahraman otuz yiğit, Resulallah efendimizin önünde; “Ya Resulallah! Yanından hiç ayrılmamak üzere yüzümüz, mübarek yüzünün önünde siper ve kalkan; vücudumuz, mübarek vücuduna fedadır; yeter ki sen selamette ol” dediler. Müşrikler, gruplar halinde hücum ediyorlardı. Fahr-i alem efendimiz, yanında bulunan ve vücudlarını kendisine siper eden kahraman Eshabına, bir grubu göstererek; “Allahın yolunda vücudunu bize kim feda eder?” buyurunca, Medineli beş sahabi ileri fırlamıştı. Resulallah efendimizin mübarek gözleri önünde; tekbirler alarak döne döne çarpıştılar. Nihayet bunlardan dördü şehid oldu. Beşincisi ondört yerinden yaralanıp yere düşünce, alemlerin efendisi; “Onu, benim yanıma yaklaştırınız” buyurdu. Vücudunun her yerinden kanlar akıyordu. Sevgili Peygamberimiz oturarak, mübarek ayaklarını başına yastık yaptılar. O halde şehid olmak şerefine kavuşan bu mutlu sahabi, Umare bin Yezid hazretleriydi .