Mekkeli müşrikler, Bedr gazasında uğradıkları bozgundan ders almadıkları gibi, bunun acısını da bir türlü unutamıyorlardı. Kureyş, ileri gelenlerinden bir çoğunu bu savaşta kaybetmişti. Ayrıca, Şam ticaret yolunun, müslümanların kontrolüne geçmesi, çileden çıkmalarına sebeb oluyordu.
Ebu Süfyanın başkanlığındaki ticaret kervanı, Mekkeye yüzde yüz karla dönmüştü. Sermayeye iştirak edenlerin çoğu, Bedr gazasında öldüğünden, kervanın karı Dar-ün-Nedve denilen, müşriklerin karar almak için toplandıkları binada muhafaza ediliyordu.
Saffan bin Ümeyye, İkrime bin Ebi Cehl, Abdullah bin Rebia gibi babalarını, kardeşlerini, kocalarını, oğullarını Bedrde kaybedenler; “Müslümanlar, bizim büyüklerimizi öldürdü. Bizleri perişan etti. Artık onlardan intikam almak zamanı geldi. Kervanın karıyla, bir ordu hazırlıyalım. Medineyi basalım, intikamımızı alalım” diye Ebu Süfyana başvurdular.
Ebu Cehl, Utbe, Şeybe gibi azılı kafirler daha önce öldürüldüğü için, müşriklerin başında, henüz müslüman olmayan Ebu Süfyan bulunuyordu. Şam ticaretinde yüzbin altın elde edilmişti. Bunun yarısı sermaye, yarısı da kar idi. Sermaye, sahiplerine hemen dağıtılıp, kar da ikiye ayrılarak yarısı ile silah diğer yarısı ile de asker toplandı. Ayrıca şair ve hatiplere de verildi. Hatipler ve şairler halkı galeyana getirip, savaşa teşvik etmek için şiirler, mersiyeler okuyorlar; kadınlar def, dümbelek çalarak onlara iştirak ediyorlardı. Müslümanları Medineden çıkarmak, sevgili Peygamberimizi ortadan kaldırmak ve İslamiyeti yok etmek gayesinde olan müşrikler, civar kabileleri de dolaşarak asker topladılar.
Nihayet Mekkede, 3000 kişilik büyük bir ordu hazırlandı. Bunların 700ü zırhlı, 200ü atlı olup, 3000 de develeri vardı. Çalgıcıların ve kadınların da iştirak ettiği bu büyük orduya Ebu Süfyan komuta ediyordu. Hanımı Hind de kadınların başında olup, müşrikleri savaşa teşvikte pek ileri gidiyordu. Çünkü Bedr gazasında babasını ve iki kardeşini kaybetmişti. Bunun acısını unutamıyor, kadınların harbe katılmamasını isteyenlere karşı; “Bedr harbini hatırlayın! Kadınlarınıza, çocuklarınıza kavuşmak için Bedrden kaçtınız!… Bundan sonra kaçmak isteyenler, karşılarında bizleri bulacaklardır…” diyerek onları susturuyordu. Bu şekilde Kureyşlileri tahrik ederek bütün gücüyle onları savaşa teşvik etti.
Müşriklerden Cübeyr bin Mutimin mızrak atmakta çok usta, pek mahir olan Vahşi adlı bir kölesi vardı. Attığını vuran keskin bir nişancı idi. Hind, babası Utbeyi, Cübeyr de amcası Tuaymayı Bedrde öldürdüğü için, Hamzaya karşı müthiş bir intikam ateşi ile yanıp tutuşuyorlardı. Cübeyr, kölesi Vahşiye; “Eğer Hamzayı öldurürsen, seni azad eder, serbest bırakırım!” dedi. Hind de; “Onu öldürürsen sana pek çok altın ve mücevherler vereceğim!” diyerek vadlerde bulundu.
Bütün hazırlıklarını tamamlayan Kureyş ordusu, sancaklarını açarak; birini Talha bin Ebi Talhaya, birini Ehabiştan birine, birini Üveyf oğlu Süfyana verdiler.
Mekkede hazırlıklar tamamlanmıştı. Abbas; müşriklerin üçbin kişilik bir ordu kurduklarını, bunların yediyüzünün zırhlı, ikiyüzünün atlı olduğunu, üçbin develerinin ve sayısız silahlarının bulunduğunu bildiren ve yola çıkmak üzere olduklarını haber veren, buna göre tedbir alınmasını isteyen bir mektubu, güvendiği bir kimseyle hemen Medineye gönderdi.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz , durumu incelemek üzere bir kaç arkadaşına vazife verdi. Bu sahabiler, Mekkeye doğru yol aldılar. Yolda müşrik ordusunun geldiğini haber alarak araştırmaya koyuldular. Kısa zamanda işlerini bitirerek süratle Medineye döndüler. Gördükleri ve elde ettikleri bilgiler ile gelen mektup birbirine uyuyordu.
alemlerin efendisi, derhal hazırlığa başladı. Ayrıca ani bir baskına uğramamak için, Medinenin çevresine nöbetçiler koyarak, tedbir aldı. Eshab-ı kiram, kısa zamanda toparlanarak, hazırlıklarını bitirdi. Evde kalanlarla vedalaşıp helallaşarak, Sultan-ı enbiya efendimizin etrafında toplandılar.
O gün Cuma idi. Peygamber efendimiz, Eshabına Cuma namazını kıldırdı. Hutbede Allahın dinini yaymak için cihad etmenin, fi-sebilillah çarpışmanın ehemmiyeti üzerinde durdular. Bu uğurda ölenlerin şehid olup, Cennete gideceğini müjdelediler. Düşman karşısında sebat edenlere, güçlüklere karşı göğüs gerenlere, Allahın yardım edeceğini haber verdiler.
Resuli ekrem efendimiz, Eshab-ı kiramıyla harbin nerede yapılması gerektiği üzerinde istişare etmek istediğini ve o gece gördüğü bir rüyayı anlattılar. Buyurdular ki: “Rüyamda, kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikarın ağzında bir gedik açıldığını, boğazlanmış bir sığırı, arkasından da bir koçun getirildiğini gördüm.” Eshab-ı kiram; “Ya Resulallah! Bu rüyayı nasıl yordunuz?” diye sorduklarında ise; “Sağlam zırh giymek, Medineye, Medinede kalmaya işarettir. Orada kalınız… Kılıcımın ağzında bir gedik açıldığını görmem, bir zarara uğrayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır, Eshabımdan bazılarının şehid düşeceğine işarettir. Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince, koç, askeri bir birliğe işarettir ki, inşaallah onları cenab-ı Hak öldürecektir” buyurdu.
Başka bir rivayette de; “Rüyamda kılıcımı yere çarptım, ağzı kırıldı. Bu Uhud günü Eshabımdan bazılarının şehid düşeceklerine işarettir. Kılıcımı tekrar yere çarptım, eski düzgün haline döndü. Bu da, Allahtan bir feth geleceğine, müminlerin toplanacağına işarettir” buyruldu.
Resulallah kendisine vahiyle bildirilmeyen hususlarda, Eshabıyla istişare yapar, ona göre hareket ederdi. Düşmanı nerede karşılamak lazım geldiği üzerinde, Eshabdan bazıları; “Medinede kalarak müdafaa savaşı yapalım” dediler. Bu teklif, Peygamber efendimizin arzularına da uygundu. Ebu Bekr, Ömer, Sad bin Muaz gibi Eshabın büyükleri, Peygamber efendimiz gibi düşünüyorlardı.
Ancak Bedr gazasında bulunamayan kahraman ve genç sahabiler; Bedr gazasına katılan sahabilerin kazandığı ecir ve sevabı, Bedr şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Peygamber efendimizden işittikçe, o harpde bulunamadıklarına son derece üzülmüşlerdi. Bunun için düşmanı Medine dışında karşılamak ve göğüs göğüse çarpışmak istiyorlardı. Hamza, Numan bin Malik, Sad bin Ubade bunlardan idi. Hayseme izin alarak; “Ya Resulallah! Kureyşli müşrikler, çeşitli Arab kabilelerinden asker topladılar. Develerine, atlarına binip topraklarımıza girdiler. Bizi evlerimizde ve kalelerimizde kuşatacak, sonra da dönüp gidecekler. Arkamızdan pek çok laflar edecekler. Bu hal onların cesaretlerinin artmasına sebep olacak, yeni baskınlar düzenleyeceklerdir. Şimdi onların karşısına çıkmazsak, diğer Arab kabileleri bize göz dikecekler. Allahın bize, müşriklerin karşısında zafer ihsan edeceğini umarım.
Şayet ikincisi olursa ki şehidliktir. Bedr beni ondan mahrum eyledi. Halbuki ben onu pek özlemiştim. Oğlum Bedr gazasına katılmayı istediğimi işittiğinde, benimle kura çekmişti. O benden daha talihli imiş, şehidlik şerefine ulaştı.
Ya Resulallah! Şehidliği çok özledim. Dün gece rüyada oğlumu güzel bir surette gördüm. Cennet bahçeleri ve ırmakları arasında dolaşıyor ve bana; “Cennet eshabına katıl! Ben, Allahın vad ettiği gerçeğe kavuştum!” diyordu.
Ya Resulallah! Vallahi, sabahleyin, oğluma Cennet arkadaşı olmayı ziyadesiyle arzu etmeğe başladım. Artık yaşım da ilerledi. Rabbime kavuşmaktan başka muradım kalmadı.
Canım sana feda olsun ya Resulallah! Şehid olup, oğluma Cennette arkadaş olmakla şereflenebilmem için, Allaha dua et!…” diyerek yalvardı. Onun bu isteğini, kırmadılar ve şehid olması için dua buyurdular.
Çoğunluğun bu fikirde olduğunu gören sevgili Peygamberimiz, düşmanı Medine dışında karşılamak üzere karar verdiler. Sonra; “(Ey Eshabım!) Sabır ve sebat ederseniz, bu sefer de cenab-ı Hak, size yardımını ihsan eder. Bize düşen, azm ve gayret göstermektir!” buyurdular.
İkindi namazını kıldıran Kainatın sultanı, saadetli ve mübarek evine vardılar. Arkalarından Ebu Bekir ve Ömer , izin alarak girdiler. Resulallah efendimizin sarığını sarmasına, zırhını giymesine yardım ettiler. Efendimiz, kılıcını kuşandı, kalkanını sırtına yerleştirdi.
Bu sırada dışarda Eshab-ı kiram toplanmış, Peygamber efendimizi bekliyorlardı. Medinede kalmak ve müdafaa savaşı yapmak isteyenler, diğerlerine; “Resulallah, Medine dışına çıkmak fikrinde değildi. Sizin sözünüzle bunu kabul etti. Halbuki Resulallah, emri Allahtan alır. Siz, bu işi Ona bırakınız. Onun emrettiği şeyi işleyiniz” dediler. Diğerleri de yaptıklarına pişman oldular ve; “Resulallaha muhalefet etmiş olmayalım” diyerek, bu fikirlerinden vaz geçtiler. Sevgili Peygamberimiz, saadethanelerinden çıkınca, huzur-ı şerifine varıp; “Canımız sana feda olsun ya Resulallah! Sen nasıl istiyorsan öyle yap. Medinede kalmak istiyorsan, kalalım. Biz senin emrine muhalefet etmekten cenab-ı Hakka sığınırız” diye özür dilediler. Habib-i ekrem efendimiz de; “Bir peygamber, giymiş olduğu zırhını harbetmeden çıkarmaz. Ta ki, cenab-ı Allah onunla düşmanı arasında hükmedinceye kadar. Size nasihatim şudur ki, emrettiğim şeyleri yapar, Allahın ismini anarak sabredip sebat gösterirseniz, Allah size yardım edecektir…” buyurdular.
Bu sırada Amr bin Cemuh hazretleri, evinde dört oğluna; “Evladlarım! Beni de bu gazaya götürünüz!” diyor, oğulları da: Babacığım! Ayağının arızalı olması sebebiyle, Allah seni mazeretli saydı. Resulallah, senin sefere gitmemene müsade etti. Cihada çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!” diyerek babalarını iknaya çalışıyorlardı. Fakat Amr; “Yazıklar olsun sizin gibi evlada! Bedr gazasında da böyle diyerek, Cenneti kazanmaktan beni alıkoymuştunuz. Bu seferden de mi mahrum edeceksiniz?…” dedi. Sonra sevgili Peygamberimizin huzuruna çıktı ve; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Oğullarım, bazı özürler ileri sürerek, beni bu gazadan mahrum etmek istiyorlar. Vallahi ben, seninle beraber sefere çıkıp, Cennete girmekle şereflenmek istiyorum. Ya Resulallah! Sen, benim Allah yolunda çarpışmamı ve şehid düşerek şu topal ayaklarımla Cennette gezmemi uygun görmez misin?” dedi. Fahr-i alem efendimiz de; “Evet, uygun görürüm” buyurdular. Buna çok sevinen Amr bin Cemuh hazretleri, hazırlanarak orduya katıldı.
Medinede namaz kıldırmak üzere, Abdullah bin Ümmi Mektum bırakıldı. Resullerin sultanı, üç sancak bağladılar. Birini Habbab bin Münzire, birini Üseyd bir Hudayra, diğerini de Musab bin Ümeyre verdiler. Bin kişi civarında olan orduda; iki atlı, yüz de zırhlı bulunuyordu.
Zırhlarını giyen Sad bin Ubade ile Sad bin Muaz hazretleri önde, sağda Muhacirin, solda Ensar olmak üzere yola çıkan sevgili Peygamberimiz, Cuma günü ikindiden sonra; “Allahü ekber!” tekbir sesleri arasında bayrama gider gibi, Uhuda doğru yola çıktılar.
Yolda, yahudilerden meydana gelen altıyüz kişilik askeri bir birlikle karşılaştılar. Bunlar, münafıkların başı Abdullah bin Übey bin Selulün müttefikleri olup, İslam ordusuna katılmak istiyorlardı. Peygamber efendimiz; “Onlar, müslüman olmuşlar mıdır?” diye sordular. “Hayır, ya Resulallah” diyerek cevap verdiler. Efendimiz bu defa; “Onlara gidip söyleyiniz, geri dönsünler. Çünkü biz müşriklere karşı, kafirlerin yardımını istemeyiz” buyurdular.
Nebiyy-i muhterem sallallahü aleyhi vesellem efendimiz, Medine ile Uhud arasındaki Şeyhayn denilen yere geldiler. Burada, geceyi geçirmek üzere konakladılar. Henüz güneş batmamıştı. Ordu içinde, düşmanla çarpışmak, ve şehitlik mertebesine kavuşmak isteyen çocuk yaşta sahabiler de vardı. Sevgili Peygamberimiz, burada orduyu teftiş edince, onyedi kadar çocuğun bulunduğunu gördüler. İçlerinden Rafi bin Hadic, ayaklarının ucuna basarak yüksek görünmeye çalışıyordu. Züheyrin; “Ya Resulallah! Rafi iyi ok atar” sözü üzerine, onu orduya aldılar. Bunu gören Semüre bin Cündüp; “Ben, güreşte Rafii yenebilirim. Onun için ben de gazada bulunmak isterim” dedi. Peygamber efendimiz tebessüm buyurup, ikisini güreştirdi. Semüre, Rafii yenince, onu da mücahidler arasına aldılar. Diğer çocuklar, Medineye, orada bulunanları korumak üzere gönderildiler.
Akşam ve yatsı ezanını, Bilal-i Habeşi yanık sesiyle okudu. Sevgili Peygamberimiz, namazı kıldırdıktan sonra, Muhammed bin Meslemeyi elli kişilik bir birliğin başına verdiler ve sabaha kadar nöbet tutmalarını emir buyurdular. Eshab-ı kiram istirahata çekildi. O gece, Peygamber efendimizin başucunda nöbet tutma şerefi Zekvana nasib olmuştu.
Bu arada düşman ordusu, İslam ordusunun Şeyhaynda istirahata çekildiğini öğrenip, İkrime kumandasında bir süvari birliğini devriye kolu kolarak vazifelendirdi. Henüz müslüman olmayan İkrime, birliğiyle Hare mevkiine kadar İslam ordusuna sokulduysa da mücahid devriyesinden korkarak, geri çekildi.
Fecirden sonra alemlerin efendisi, Eshabını uyandırdı. Uhud Dağına geldiler. Burada iki ordu birbirini görebiliyordu. Bilal-i Habeşi , ruhları coşturan, içleri eriten yanık sesiyle sabah ezanını okudu. Mücahidler, silahlı olarak sevgili Peygamberimizin arkasında namazlarını kıldılar, dualarını yaptılar. Kainatın sultanı, üzerlerine ikinci bir zırh ve mübarek başlarına da miğferini giydiler.
Bu sırada, münafıkların başı Abdullah bin Übey; “Biz, buraya kendimizi öldürtmeye mi geldik? Bunu baştan niye anlayamadık” diyerek, 300 kadar münafıkla birlikte İslam ordusunu terk ederek Medineye geri döndü.
İnanan, gönül birliği yapan, canlarını, başlarını bu yola koyan ve gözünü kırpmayan, şehadet rütbesine ulaşmak için can atanların sayısı yediyüz kadardı. Hepsi de, sevgili Peygamberimizi, kanlarının son damlasına kadar korumak üzere söz verdiler.
Peygamberlerin efendisi , mücahidleri nizama soktu. Orduyu, arkası Uhud Dağına, önleri Medineye gelecek şekilde yerleştirdi. Sağ kanada Ukaşe bin Mihsanı, sol kanada Ebu Seleme bin Abdülesedi kumandan tayin etti. Sad bin Ebi Vakkas ile Ebu Ubeyde bin Cerrah önde, okçu birliklerinin başında yer aldılar. Zırhlı kuvvetlerin başına Zübeyr bin Avvam, öndeki zırhsız kuvvetlerin başına Hamza geçtiler. Mİkdad bin Amra, arkadaki kuvvetlerin başında vazife verildi .
İslam ordusunun sol tarafında Ayneyn tepesi vardı. Bu tepede dar bir geçit bulunuyordu. Resulallah efendimiz, bu geçide Abdullah bin Cübeyr kumandasında, elli okçu koydu. Okçular geçitte yerlerini aldılar. Sevgili Peygamberimiz, yanlarına gelerek şu kesin emrini verdi; “Bizi arkamızdan koruyunuz. Yerinizde durunuz ve buradan hiç ayrılmayınız. Düşmanı yendiğimizi görseniz de size haber vermedikçe, adam göndermedikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Düşmanın bizi öldüreceklerini, öldürdüklerini görseniz de, gelip bize yardımcı olmayınız. Onlardan bizi korumaya çalışmayınız. Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz. Çünkü süvariler, atılan oklara doğru gelemezler. Allahım! Bunları onlara tebliğ ettiğime seni şahid tutarım!” Bu emirlerini bir kaç defa tekrarlayan sevgili Peygamberimiz; “Kuşların, cesedlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi, ben size adam göndermedikçe kesinlikle yerinizden ayrılmayınız. Eğer bizim, kafirleri kırıp, ayaklarımız altında çiğnediğimizi görseniz bile, yine ben size haber göndermedikçe asla yerinizi terk etmeyiniz!…” buyurdular. Sonra oradan ayrılıp, ordunun başına geçtiler.
Sancağı Musab bin Ümeyre verdiler. Musab, elinde sancak olduğu halde Peygamber efendimizin önünde yerini aldı. Bu sırada yeni evlenen Hanzala, Medineden süratle Uhuda gelip, mücahid saflarına katıldı.
Uhuda üç gün önce gelen müşrik ordusuna Ebu Süfyan kumanda ediyordu. Onlar Medineyi arkalarına alacak şekilde yerleştiler. Sağ kanattaki süvarileri Halid bin Velid, sol kanattaki süvarileri de İkrime kumanda edecekti. Saffan bin Ümeyyenin de süvari birliklerinin başında vazife aldığı rivayet edilmiştir. Müşrik sancağını Talha bin Ebi Talha taşıyordu.
İki ordu arasındaki güç dengesi çok farklıydı. Kureyş ordusu; sayı, silah ve teçhizat yönünden, İslam ordusunun dört mislinden fazlaydı. Kureyş ordusunda; gürültü ve şamatadan geçilmiyor, intikam hırslarıyla gözleri dönen kadınlar def, dümbelek çalıyor, şarkılar söyleyerek askeri savaşa teşvik ediyor, taptıkları putlardan yardım istiyorlardı.