"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

El ele, gönül gönüle

Peygamber efendimiz, Medine-i münevverede daha sıkı bir bağlılığın tesisi için, hicret eden Muhacirleri ve onları evlerinde barındıran Ensarı birbirlerine kardeş yaptılar. Ali en sona kalınca, unutuldum sanarak; “Ya Resulallah! Beni unuttunuz mu?” diye sormuştu. O zaman alemlerin efendisi; “Sen, dünyada ve ahirette benim kardeşimsin” buyurmuştu. Bu kardeşlik maddi ve manevi yardımlaşma esasına dayanıyordu. Böylece yurtlarından, yuvalarından ve akrabalarından ayrı kalmanın mahzunluğu bir miktar da olsa giderilmiş olacaktı. Zaten Medineli müslümanlar , Allahın dinini yaşayabilmek ve yayabilmek için memleketlerini terk eden muhacir kardeşlerine bağırlarını açmışlar, evlerine buyur etmişler, onlara her türlü yardımı yapmak için canla başla çalışmışlardı. Bu kardeşlik tesisi ile birbirlerine daha candan sarıldılar. Resulallah efendimiz, her muhaciri, mizacına uygun olan bir Ensar ile kardeş yapmıştıi. Öyleki bu kardeşlik, babalarından kalan malı paylaşacak seviyede idi.

Her Medineli; arazisini, bağını, bahçesini, evini, mallarını… nesi varsa ikiye ayırıyor, böylece yarısını muhacir kardeşine seve seve veriyordu. Muhacirlerden Abdurrahman bin Avf hazretleri şöyle anlattı: “Biz, Medine-i münevvereye hicret ettiğimizde, Resulallah efendimiz beni Sad bin Rebi ile kardeş yaptı. Bunun üzerine kardeşim Sad, bana; “Ey kardeşim Abdurrahman! Ben, mal bakımından Medineli müslümanların en zenginiyim. Malımı ikiye ayırdım, yarısı senindir” dedi. Ben de; “Allah malını sana mübarek ve hayırlı eylesin. Benim, mala ihtiyacım yok. Yalnız beni, alışveriş yaptığınız çarşınıza bir götürüver, kafi” dedim.

Böyle bir fedakarlık, ancak İslam kardeşliğiyle mümkün oluyordu. adem dan bu zamana kadar pek çok göç olmuştu. Fakat böylesine manalı ve yüce bir hicret; dışardan gelenler ile yerli halk arasında bu kadar muhabbetli bir kaynaşma ve samimi bir kucaklaşma olmamıştı. Nitekim Allah mealen; “Müminler ancak kardeştirler” buyurdu. (Hucurat suresi: 10) Bununla, gerçek sevgi ve samimiyetin maddi menfaatle değil, iman ve inançla olabileceğine işaret buyruluyordu. Eshab-ı kiramdaki bu hal, Resulallah efendimizin bir sohbetiyle ele geçiyordu. Sevgili Peygamberimizin, mübarek kalbinden fışkıran deryalar misali feyz ve bereketler, Eshab-ı kiramın kalblerine akıyor, bunun neticesinde, görülmemiş bir fedakarlıkla birbirlerini seviyorlar ve kardeşlerini kendilerine tercih ediyorlardı.

Ensar ve Muhacirin, bu yeni İslam merkezinde el ele, gönül gönüle vererek İslam dininin kuvvetlenmesi için her fedakarlığa katlanmak ve sonunda şehadet mertebesine kavuşmak üzere söz verdiler. Bu şekilde, Resulallahın etrafında toplanıp, İslam dininin esaslarına uyarak, yeni bir nizam ve mesud bir hayat kuruyorlardı. Artık İslamiyet, hicret hadisesi ile; “Devlet” olma yolunda ilk adımını atmıştı. Medine-i münevvere ise İslam dininin beşiği ve merkezi haline geliyordu.

Medinede; Eshab-ı kiramdan başka, hristiyanlar, yahudiler ve puta tapan müşrikler de vardı. Yahudiler; Beni Kaynuka, Beni Kureyza ve Beni Nadr olmak üzere üç kabileden meydana geliyordu. Bunlar, İslama ve bilhassa sevgili Peygamberimize ziyadesiyle düşman idiler.

Bu arada Mekkeli müşrikler, Peygamber efendimizin Medinede, Eshabını birbirlerine kardeş yapmak suretiyle kaynaştırmasını, kendileri için büyük bir tehlike görmüşlerdi. Kısa zamanda bu işin üstesinden gelemezlerse, müslümanlar güçlenip Mekkeye saldırabllir, bıraktıkları arazilerini, evlerini, yurtlarını ellerinden alabilirlerdi… Bu düşünceler içinde bulunan Mekkeli müşriklerden, Medineli müslümanlara tehdit mektupları geliyordu. Bu mektupların birinde; “Şüphesiz ki, aramızda düşmanlık bulunan hiç bir Arap kabilesinde, bizi, sizler kadar öfkelendiren olmamıştır. Çünkü, bizden olan bir adamı bize teslim etmeniz gerekirken, Ona yardımcı olup, kucak açarak korudunuz. Bu, sizin için çok büyük bir kusurdur. Lütfen, Onunla bizim aramızdan çıkınız ve Onu bize bırakınız. Eğer, Onun gidişatı iyi olursa, buna en çok sevinecek olan biziz. Aksi olursa, Onu çekip çevirmek de yine bize düşer!…” deniliyordu.

Bu mektuba, Kab bin Malik, Peygamberimizi medh eden çok güzel bir cevap yazdı.

Mekkeli müşrikler, Medineli müşriklere de aynı şekilde tehdit mektupları yazdılar. Onlara da; “Eğer bizim adamımızı şehrinizden çıkarmaz veya öldürmezseniz, üzerinize yürür, sizleri öldürür, kadınlarınızı hizmetimize alırız!…” diyerek tehditlerde bulundular.

Bunun üzerine Medineli müşrikler, Abdullah bin Übey münafığının etrafında toplanıp, fırsatını buldukları an Resulallah efendimize zarar yapmak üzere karar aldılar.

Müslümanlar bu durumu öğrenince; sevgili Peygamberimizi korumak için ellerinden gelen bütün gayreti gösterip, Onun etrafında kenetlendiler. Geceleri sokağa çıkamaz, evlerinde uyuyamaz hale geldiler. Übey bin Kab anlattı ki: “Resulallah efendimiz ile Eshabı , Medine-i münevvereyi teşrif ettiklerinde müslümanlar, müşrik Arap kabilelerinin düşmanlıklarına hedef oldular. Eshab, silahlı olarak sabahlara kadar nöbet bekledi.” Eshab-ı kiram yek vücud olmuşlar, tehlikeli hallerde bütün güçleri ile müslüman kardeşlerine yardıma koşuyorlardı. Bunların başında sevgili Peygamberimiz geliyordu. Resulallah efendimiz, her güzel haslette önde olduğu gibi, cesarette de Eshabının en önünde yer alırdı. Gecenin hangi saatinde olursa olsun, bir feryad işitilince, Peygamberimiz, hiç kimse varmadan atı ile oraya yıldırım gibi yetişir, korkulacak bir şeyin olmadığını Eshabına bildirir ve onları teskin ederdi.