"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Tufeyl bin Amr

Peygamberimiz Mekkede İslamiyeti açıkça yaymaya başladığı yıllarda, gece-gündüz insanlara nasihat veriyor, onları, İslam dinine davet ediyordu. Mekkeli müşrikler, Resulallah efendimizin bu gayretlerini boşa çıkarmak için çabalıyorlardı. Onun anlattıklarını kabul edip iman edenlere, her türlü yalan, iftira ve işkenceyi reva görüyorlardı. Peygamber efendimizle görüşen, konuşan birini gördüler mi, hemen yanına varıyorlar, Onu dinlememesi ve anlattıklarına inanmaması için her türlü hileye, yalana başvuruyorlardı. Dışarıdan Mekkeye gelenleri Onunla görüştürmemek için, ellerinden geleni yapmaktan geri durmuyorlardı.

Müslümanların, sıkıntı içinde oldukları ve kafirlerden eziyet çektikleri bir zamanda, Tufeyl bin Amr ed-Devsi, Mekkeye gelmişti. Bunu gören müşriklerin önderleri, yanına giderek; “Ey Tufeyl! Sen, bizim memleketimize geldin. Aramızda ortaya çıkan Abdülmuttalibin yetiminin, şaşılacak bir çok halleri vardır. Söylediği sözler sihir gibidir. Oğlunu babasından, kardeşi kardeşten, kocayı karısından ayırıyor! Ortaya attığı fikirlerle, ortalığı karıştırıyor. Onun sözünü işiten oğul, babasına bakmıyor. Ona tabi oluyor. Artık kimse birbirini dinlemeyip, müslüman oluyor. Korkarız ki, bizim başımıza gelen bu ayrılık belası, seninle kavminin başına da gelir. Sana nasihatimiz olsun. Onunla sakın konuşma. Ne Ona bir söz söyle, ne de Onun sözünü dinle. Anlattıklarına kulak asma! Çok dikkatli ol. Burada fazla da kalma. Hemen çekip git!” dediler.

Bundan sonrasını Tufeyl bin Amr şöyle anlatıyor. Yemin ederek söylüyorum, bu sözü o kadar çok söylediler ki artık Onunla konuşmamaya ve sözünü asla dinlememeye karar verdim hatta Kabeye girdiğim zaman, ne olur ne olmaz belki sözlerini duyarım endişesiyle kulaklarıma pamuk bile tıkamıştım. Ertesi gün sabahleyin Kabeye gittim. Resul ın orada namaz kıldığını gördüm. Ona yakın bir yerde durdum. Cenab-ı Hakkın hikmeti olarak, okuduklarından bazısı kulağıma çarptı. İşittiğim sözler ne kadar güzeldi. Kendi kendime; “Ben, iyiyi kötüyü ayırd edemeyecek bir adam değilim. Hem de şairim. Bunun söylediklerini ne diye dinlemiyeyim? Sözlerini güzel bulursam kabul ederim, güzel gelmezse terk ederim” dedim. Ve bir tarafa gizlenip, Resulallah namazını kılıp evine hareket edinceye kadar orada bekledim. Sonra peşinden gittim. Evine girince, ben de girdim ve; “Ya Muhammed ! Ben bu diyara geldiğimde, senin kavmin bana şöyle şöyle dediler. Senden uzak durmamı istediler. Korkumdan sözünü işitmemek için kulaklarıma pamuk tıkadım. Ama Allah senin okuduklarından bir miktarını işittirdi. Onları pek güzel buldum. Şimdi sen, bana ne söyleyeceksen bildir! Kabul etmeye hazırım” dedim. Resulallah efendimiz bana İslamiyeti anlattı ve Kuran-ı kerimden bir miktar okudu. Yemin ederim ki, ömrümde bundan daha güzel söz işitmemiştim. Hemen Kelime-i şehadet getirip müslüman oldum.

O anda dedim ki; “Ya Resulallah! Ben, kavmimde sözü dinlenen, itibarlı bir kimseyim. Hiç biri sözümden dışarı çıkmaz. Gidip, onları da, İslam dinine davet edeyim. Dua ediniz de, Allah benim için bir alamet, bir keramet buyursun! Böylece o alamet, kavmimi İslamiyete davet ederken bana bir kolaylık, bir yardım olsun!” Bu ricam üzerine Resulallah efendimiz; “Ey Allahım! Onun için bir ayet, alamet yarat!” diye dua buyurdu.

Bundan sonra kendi beldeme döndüm. Karanlık bir gecede, kavmimin oturduğu su başına bakan tepeye vardığım zaman, alnımda kandil gibi bir nur peyda oldu ve ışık vermeye başladı. O zaman dua edip; “Ey Allahım! Bu nuru alnımdan başka bir yere naklet! Devs kabilesinin cahilleri görüp de, dininden döndüğü için, Allah, onun alnında ilahi bir ceza olarak bunu çıkardı sanmasınlar!” dedim. O nur, hemen elimdeki kamçının ucuna gelip kandil gibi asıldı. Kabilemin yurduna yaklaşıp da, yokuştan aşağıya inmeye başladığım sırada, orada bulunanlar, elimdeki kamçının başında kandil gibi parlayan nuru birbirlerine gösteriyorlardı. Bu vaziyette yokuştan aşağıya inip evime geldim. Yanıma ilk önce, babam gelip, beni bu halde gördü. Bana olan sevgisinden boynuma sarıldı. Babam çok yaşlıydı. Ona dedim ki: “Ey babacığım! Eğer evvelki halin üzere kalırsan, ne ben sendenim, ne de sen bendensin!” Bu sözümü işitince babam şaşırdı ve: “Sebebi ne ey oğlum!” diye sordu. Ona cevap olarak; “Ben artık Muhammed ın dinine girip müslüman oldum” dedim. Bunun üzerine babam; “Oğlum, ben de senin girdiğin dine girdim. Senin dinin benim de dinim olsun!” deyip, hemen Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Bundan sonra İslam dininden bildiğimi ona öğrettim. Sonra, yıkanıp temiz, elbiseler giydi. Daha sonra yanıma hanımım geldi. Ona da aynı şeyleri söyledim. O da kabul edip müslüman oldu. Sabah olunca, Devs kabilesinin içine çıktım. Bütün Devslilere İslamiyeti anlattım. Onları da davet ettim. Fakat kabullenmede ağır davrandılar. Hatta çok zaman muhalefet ettiler. Günah ve kötülük olan işlerinden el çekmediler. Daha da ileri gidip göz, kaş hareketleri yaparak benimle alay ettiler; faiz ve kumara düşkünlüklerinden sözlerimi dinlemediler. İslamiyete uymaktan kaçındılar. Allaha ve Peygamberine asi oldular.

Bir müddet sonra Mekkeye gelip, kavmimi Resulallaha şikayet ederek; “Ya Resulallah! Devs kabilesi, Allaha asi oldular. İslama girmeleri için yaptığım daveti kabul etmediler. Onlar için dua buyurun!” dedim. Herkese şefkat ve merhameti çok olan sevgili Peygamberimiz, ellerini açıp kıbleye dönerek; “Ya Rabbi! Devs halkına doğru yolu göster de, onları İslam dinine getir!” diye dua ettiler. Bana da; “Kavmine dön! Onları güler yüzle ve tatlı dille İslamiyete, davet etmeye devam et! Kendilerine yumuşak davran!” buyurdular. Hemen memleketime geldim. Devs halkını İslama davetten hiç boş kalmadım.