"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Eziyet, işkence ve zulüm

Ertesi gün müşrikler, aynı yerde toplanmışlardı. Peygamber efendimizin aleyhinde atıp tutmaya başladılar. O sırada Resulallah efendimiz orayı teşrif etti. Müşrikler, hemen Allahın Habibinin üzerine saldırdılar. İçlerinde en bedbaht olanlardan Ukbe bin Muayt, sevgili Peygamberimizin mübarek yakasına yapıştı. Mübarek boynunu nefes alamayacak kadar sıktı. O anda oraya gelen Ebu Bekr; “Rabbim Allahdır diyen bir kimseyi öldürecek misiniz? Size Rabb-il-aleminden ayet getirdi…” diye bağırarak, Resulallahı korumak için aralarına daldı. Müşrikler, Habibullahı bırakıp, Ebu Bekr-i Sıddıka saldırdılar. Mübarek başına yumruk ve tekme vuruyorlardı. Utbe bin Rebia denilen bedbaht, Ebu Bekrin mübarek yüzüne ayakkabılarıyla vurdu ve kan içinde bıraktı. Tanınmayacak hale getirdi. Teymoğulları yetişip ayırmasaydılar, öldürünceye kadar döveceklerdi. Kabilesinden olanlar, bitkin ve perişan bir hale gelen Ebu Bekri, bir çarşafın içine koyarak evine götürdüler. Hemen geri dönüp Kabeye geldiler; “Eğer Ebu Bekir ölecek olursa, yemin olsun ki, biz de Utbeyi gebertiriz!” dediler, sonra Ebu Bekrin yanına gittiler.

Ebu Bekir , uzun bir süre kendine gelemedi. Babası ve Beni Teymliler, ayılması için çok uğraştılar. Ancak akşama doğru kendine gelebildi. Gözlerini açar açmaz ezik bir sesle; “Resulallah ne yapıyor? O, ne haldedir? Ona da dil uzatmışlar, hakaret etmişlerdi” diyebildi. Annesi Ümm-ül-Hayra; “Sor bakalım, bir şey yer veya içer mi?” dediler. Ebu Bekr-i Sıddıkın hiç takati yoktu. Bir şey yemek ve içmek de istemiyordu. Ev, tenhalaşınca, annesi; “Ne yersin, ne içersin?” diye sorunca, gözlerini açtı ve “Resulallah ne haldedir, ne yapıyor?” dedi. Annesi; “Vallahi arkadaşın hakkında hiç bir bilgim yok!” diye cevap verdi. Ebu Bekir da; “Hattabın kızı Ümmü Cemile git, Resulallahı ondan sor!” dedi. Ümmü Cemil Ömerin kız kardeşi olup, müslüman olmuştu. Annesi Ümm-ül-Hayr, kalkıp, Ümmü Cemilin yanına gitti ve “Oğlum Ebu Bekir senden Muhammed ı soruyor. Acaba ne haldedir?” dedi. Ümmü Cemil de; “Benim ne Muhammed ne de Ebu Bekir hakkında bir bilgim var! İstersen seninle birlikte gidelim?” dedi. Ümm-ül-Hayr; “Olur” deyince, kalktılar, Ebu Bekrin yanına geldiler. Ümmü Cemil, Ebu Bekr-i Sıddıkı böyle perişan bir vaziyette, yaralar ve bereler içinde görünce, kendisini tutamayarak çığlık kopardı ve; “Sana bunu yapan bir kavim, muhakkak azgın ve taşkındır. Allahtan dileğim, yaptıklarının karşılığını bulmalarıdır” dedi.

Hazret-i Ebu Bekr, Ümmü Cemile; “Resulallah ne yapıyor, ne haldedir?” diye sordu. Ümmü Cemil, ona; “Burada annen var, söylediğimi işitir” deyince, Ebu Bekr; “Ondan sana bir zarar gelmez, sırrını yaymaz” buyurdu. Ümmü Cemil; “Hayattadır, hali iyidir” dedi. Tekrar; “Şimdi O nerededir?” diye sordu. Ümmü Cemil, “Erkamın evindedir” diye cevap verdi. Ebu Bekr; “Vallahi, Resulallahı gidip görmedikçe, ne yemek yer, ne de bir şey içerim!” dedi. Annesi; “Sen, şimdi biraz bekle, herkes uykuya dalsın!” dedi. Herkes uyuyup, ortalık tenhalaşınca, Ebu Bekr, annesine ve Ümmü Cemile dayanarak, yavaş yavaş Resulallahın yanına vardı. Sarılıp öptü. Müslüman kardeşleriyle kucaklaştı. Ebu Bekrin bu hali, Peygamber efendimizi çok üzdü. Ebu Bekr; “Ya Resulallah! Babam-anam sana feda olsun! O azgın adamın, yüzümü gözümü yerlere sürtüp, beni bilinmez hale getirmesinden başka bir üzüntüm yok! Bu yanımdaki de, beni dünyaya getiren annem Selmadır. Ona dua buyurmanızı istirham ediyorum. Umulur ki, Allah, senin hürmetine onu Cehennem ateşinden kurtarır” diye arzetti. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz, Selmanın müslüman olması için Allaha yalvardı. Resulallah efendimizin duası kabul olmuştu. Böylece Ümm-ül-Hayr da hidayete kavuşup müslüman oldu ve ilk müslümanların arasında olmak şerefine kavuştu.

Peygamber efendimizin evi, Ebu Leheb ile Ukbe bin Muayt denilen iki azılı müşrikin evleri arasında idi. Bunlar her fırsatta sevgili Peygamberimize eziyet etmeye çalışırlardı. Hatta geceleri hayvan işkembelerini Resulallah efendimizin kapısının önüne atarlardı. Amcası Ebu Leheb, bununla yetinmez, komşusu Adiyin evinden, Ona taş atarak eziyet ederdi. Karısı Ümmü Cemil ondan aşağı kalmaz, topladığı dikenli ağaç dallarını Resulallahın mübarek ayaklarına batması için geçeceği yollara dökerdi. Ebu Leheb bir gün, getirdiği pisliği, Peygamber efendimizin kapısı önüne dökerken, Hamza gördü. Hemen koşup kardeşi Ebu Lehebi yakaladı ve getirdiği pisliği başına döktü.

Ebu Leheb ve karısının bu eziyetlerinden sonra, onlar hakkında; “Ebu Lehebin elleri kurusun, zaten kurudu…” diye başlayan Tebbet suresi nazil oldu.

Ebu Lehebin karısı Ümmü Cemil, kendileri hakkında sure indiğini işitince, Peygamber efendimizi aramaya başladı. Kabede olduğunu öğrenince, eline koca bir taş alıp oraya gitti. Ebu Bekr, o anda Peygamberimizin sohbetiyle şerefleniyordu. Ümmü Cemili elinde taş olduğu halde görünce; “Ya Resulallah! Ümmü Cemil geliyor. Çok şerli bir kadın, size zarar vermesinden korkuyorum. Bir köşeye çekilseydiniz de eziyete maruz kalmasaydınız” dedi. Resulallah efendimiz; “O beni göremez” buyurdu. Ümmü Cemil, Ebu Bekrin başına dikilip; “Ey Ebu Bekr! Çabuk söyle, o arkadaşın nerede! Beni ve kocamı hicvedip, kötülemiş. O şairse ben de, kocam da şairiz. İşte ben de Onu hicvediyorum. Biz Ona isyan ediyor, peygamberliğini kabul etmiyor ve dininden de hoşlanmıyoruz. Yemin ederim ki, eğer Onu bir görseydim, şu taşı başına vuracaktım…” diyerek alçakça sözler söyledi. Ebu Bekir ; “Benim sahibim şair değildir ve seni hicvetmemiştir” buyurunca, Ümmü Cemil çekip gitti. Ebu Bekir , Peygamber efendimize dönerek; “Ya Resulallah! O, sizi görmedi mi?” diye sual edince; “Beni görmedi. Allah, onun gözünü, beni göremez hale getirdi” buyurdu.

Peygamber efendimizin, mübarek kızlarından Ümmü Gülsüm, Ebu Lehebin oğlu Uteybe ile Rukayyede öteki oğlu Utbe ile nişanlı olup, henüz evlenmemişlerdi. Tebbet suresi nazil olunca, cehennemlik Ebu Leheb, karısı ve Kureyşin ileri gelenleri, Utbe ve Uteybeye; “Onun kızlarını alıp, yükünü hafiflettiniz. Kızlarını boşayın ki, zahmete düşsün. Size Kureyşten istediğiniz kızı alalım” diye teklif ettiler. Onlar da; “Peki, boşadık” dediler. Uteybe denilen alçak, daha da ileri giderek, Peygamberimizin sallAllah aleyhi ve sellem huzur-u şerifine gelip; “Ey Muhammed! Ben, seni ve dinini tanımıyorum. Kızını da boşadım. Artık ne sen beni sev, ne de ben seni! Ne sen bana gel, ne de ben sana gelirim!…” diye hakaret etti. Sonra, sevgili Peygamberimize saldırıp, mübarek yakasına yapıştı. Gömleğini yırttı ve hakarette bulundu. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; “Ya Rabbi! Buna canavarlarından birini musallat et!” diye beddua buyurdular. Uteybe bedbahtı, babasına gidip olanları anlatınca, Ebu Leheb; “Muhammedin, oğlum hakkındaki duasından korkuyorum” dedi.

Bir kaç gün sonra Ebu Leheb, oğlu Uteybeyi Şama ticaret için gönderdi. Kafile Zerka denilen yerde yatmak üzere konaklamıştı. Bir aslan çevrede dolaşmaya başladı. Uteybe bu hali görür görmez; “Eyvah! Yemin ederim ki, Muhammedin bedduası kabul oldu. Bu aslan beni yiyecek! Kendisi Mekkede olsa da benim katilimdir” dedi. Aslan biraz sonra kayboldu. Uteybeyi, yüksekçe bir yere yatırdılar. Gece, aslan tekrar geldi. Kafiledekileri birer birer koklayarak Uteybenin yanına vardı. Üzerine sıçrayıp karnını yardı, başını yakaladı ve feci bir şekilde ısırıp işini bitirdi. Uteybe can verirken; “Ben size, Muhammed, insanların en doğru sözlüsüdür, dememiş miydim?” diyerek feryad ede, ede can verdi. Bir aslan tarafından oğlunun parçalandığını işiten Ebu Leheb; “Ben size, Muhammedin, oğlum hakkındaki duasından korkuyorum dememiş miydim?” diye ağladı. Sevgili Peygamberimiz insanları ebedi saadete çağırıyor, Allahın varlığına, birliğine davet ederek, Cehennemde yanmamaları için uğraşıyordu. Müşrikler ise; “Babalarımızın dini budur” diyerek putperestliğe devam ediyorlardı. Peygamber efendimiz, onları insanca yaşamaya, haysiyetli ve şerefli olmaya, kıymetsizlikten kurtulup, yüksek ulvi makamlara çıkarmaya davet ediyordu. Onlar ise inadlarında diretiyorlardı. Ebu Leheb, hakaret ve eziyet edenlerin başında geliyordu. Resulallahı devamlı takib ediyor, insanları, Onu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerinde şüphe meydana getirmeye uğraşıyordu. Toplantı yerlerinde, panayırlarda, Resulallah efendimiz; “Ey insanlar! La ilahe illallah, deyiniz ki kurtulasınız” buyurdukça, o hemen arkasından yetişip; “Ey insanlar! Bu konuşan benim yeğenimdir. Sakın Onun sözüne inanmayın. Ondan uzak durun!” diyordu.

Muhammed bir gün Kabe-i şerifde namaz kılıyordu. Kureyşin ileri gelenlerinden Ebu Cehl, Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ukbe bin Ebi Muaytın bulunduğu yedi kişilik bir müşrik topluluğu, gelip Resulallaha yakın bir yere oturdular. O civarda bir gün önce kesilmiş bir devenin işkembesi ve artıkları vardı. Alçak Ebu Cehl, yanındakilere döndü ve “İçinizden kim, şu deve işkembesini alıp, Muhammed secdeye varınca iki omuzu arasına kor” diye, çirkin bir teklifte bulundu. Oradakilerin en zalimi, en gaddarı, en merhametsizi, en bedbahtı olan Ukbe bin Muayt; “Ben yaparım” diyerek hemen kalktı. İşkembeyi içindekilerle birlikte, secdede iken Peygamberimizin mübarek omuzlarına koydu. Bunu seyreden müşrikler, katıla katıla gülmeye başladılar. Peygamber efendimiz, secdesini uzatıyor, mübarek başını kaldırmıyordu. O sırada Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Mesud vaziyeti gördü. O, bu hadiseyi şöyle anlatmıştır: “Resulallahı o halde görünce kan beynime sıçradı. Fakat, beni müşriklerin elinden koruyacak bir kavmim, kabilem yoktu. Kimsesizdim, zayıftım. O anda konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. Ayakta bekleyip duruyor, Resulallahı büyük bir üzüntü içinde seyrediyordum. Ne olurdu, o zaman kendimi müşriklerden koruyabilecek bir gücüm veya koruyucum olsaydı da, Resul ın mübarek omuzuna koyduklarını kaldırıp atsaydım. Ben böyle beklerken, Resulallahın kızı Fatımaya haber verdiler. O zaman Fatıma küçüktü. Koşarak geldi, babasının üzerindekileri attı. Bunu yapanlara beddua etti, ağır sözler söyledi.

Resulallah efendimiz, hiç bir şey olmamış gibi namazını tamamladıktan sonra üç defa; “Allahım! Kureyşten şu topluluğu sana havale ediyorum! Allahım! Ebu Cehl Amr bin Hişamı sana havale ediyorum! Allahım! Ukbe bin Rebiayı sana havale ediyorum! Allahım! Şeybe bin Rebiayı sana havale ediyorum! Allahım! Ukbe bin Muaytı sana havale ediyorum! Allahım! Ümeyye bin Halefi sana havale ediyorum! Allahım! Velid bin Utbeyi sana havale ediyorum! Allahım! Umare bin Velidi sana havale ediyorum!” buyurdu. Bu bedduayı işiten müşrikler, gülmeyi bıraktılar. Korkmaya başladılar. Çünkü Beytullahda yapılan duanın kabul olunacağına inanıyorlardı. Resulallah efendimiz, Ebu Cehle; “Vallahi sen, ya bundan vazgeçersin, veya Allah başına bir felaket indirecektir” buyurdu. Allaha yemin ederim ki, Resulallahın isimlerini söylediği bu kimselerin herbirinin, Bedr muharebesinde öldürülüp yerlere serildiklerini, sıcaktan kokmuş bir leş halinde Bedr çukuruna doldurulduklarını gördüm.

Bir gün Ebu Cehl, Beytullahda, Kureyşli müşriklere; “Ey Kureyş topluluğu! Görüyorsunuz ki, Muhammed, dinimizi ayıplamak, putlarımıza ve ona tapan babalarımıza dil uzatmak, bizlere akılsız gözüyle bakmaktan geri durmuyor. Huzurunuzda yemin ederek söylüyorum ki, yarın kolay kolay taşıyamıyacağım bir taşı, buraya gelip namaz kılarken secdeye kapandığında, başına hızla vuracağım. O zaman siz beni, Abdülmuttalib oğullarına karşı ister koruyun, ister korumayın. Ben Onu öldürdükten sonra, akrabaları bana istediğini yapsın…” dedi. Orada bulunan müşrikler; “Yemin ederiz ki, biz seni hem koruruz, hem de hiç kimseye teslim etmeyiz. Yeter ki, sen Onu öldür!” diye kışkırttılar. Sabahleyin Ebu Cehl, elinde kocaman bir taş olduğu halde Kabeye geldi. Müşriklerin yanına oturup beklemeye başladı. Sevgili Peygamberimiz her zamanki gibi Beytullaha gelip namaz kılmaya başladı. Ebu Cehl yerinden kalkıp elindeki kocaman taşı vurmak üzere Resulallaha doğru yürüdü. Bütün müşrikler hadiseyi heyecanla takib ediyorlardı. Ebu Cehl, Resulallahın yanına yaklaşınca, birden titremeye başladı. Koca taş elinden yere düştü, benzi kül gibi olup, büyük bir korku ile geri çekildi. Müşrikler hayretle Ebu Cehlin yanına varıp; “Ey Amr bin Hişam! Söyle, ne oldu?” diye sordular. Ebu Cehl de; “Tam Onu öldürmek için taşı kaldırdığımda, önüme hırçın bir deve çıktı. Yemin ederim ki, ömrümde; öyle yüksek ayaklı, keskin dişli, heybetli bir deve ne gördüm ne de işittim. Eğer biraz daha yaklaşsaydım, muhakkak beni öldürürdü” dedi.

Yine bir gün Ebu Cehl, müşrikleri toplayıp; “Abdullahın yetimi, burada namaz kılar ve yüzünü toprağa sürer mi?” diye sordu. Onlar da; “Evet” dediler. Zaten bu sözü bekleyen Ebu Cehl; “Eğer Onu öyle görürsem, başını ayağımla ezeceğim” dedi. Bir gün Peygamberlerin efendisi, Kabede namaza durmuştu. Ebu Cehl de arkadaşları ile oturuyordu. Yerinden kalkarak, Resulallah e doğru yürüdü. İyice yaklaştı. Fakat birden bire eliyle yüzünü silerek kaçmaya başladı. Müşrikler yanına gidip; “Ne oldu, nedir bu halin?” dediler. Ebu Cehl; “Aramızda bir ateş kuyusu meydana geldi. Bazı kimselerin üzerime hücum ettiğini görünce, geri döndüm” diye cevap verdi.

Velid bin Mugire, Ebu Cehl, Amr bin Hişam, Esved bin Muttalib, Ümeyye bin Halef, Esved bin Abdiyagves, as bin Vail, Haris bin Kays gibi müşriklerin ileri gelenleri, Resulallahı gördükçe; “Bu da peygamber olduğunu ve yanına Cebrailin geldiğini sanır” diyerek alay ederlerdi. Bunun üzerine Habib-i ekremin çok üzüldüğü bir gün, Cebrail geldi ve bazı ayet-i kerimeler getirdi. Mealen; “And olsun ki (ey Resulüm) senden önce gönderilen peygamberlerle de istihza edildi. Onları, peygamberleri istihza edenleri, istihzalarının karşılığı olarak bela ve azab çepeçevre kuşatıverdi.” (Enam suresi: 10) “Muhakkak ki biz, seninle alay edenlere karşı kafiyiz. Onlar, o kimselerdir ki, Allah ile beraber başka bir ilah tanırlar. Onlar, yakında (başlarına gelecek akıbeti) bileceklerdir. Gerçekten biliriz ki, onların sözlerine, (şirk koşmalarına, Kuran-ı kerime dil uzatmalarına ve sana karşı alaylı söz söylemelerine) göğsün daralıyor, için sıkılıyor” buyruldu. (Hicr suresi: 95-97)

Kainatın sultanı, bir gün Kabe-i müazzamayı tavaf ederken, Cebrail geldi ve; “Ben onların (alay edenlerin) hakkından gelmek üzere emir aldım” dedi. Biraz sonra Velid bin Mugire önlerinden geçti. Cebrail ; “Bu geçen nasıl bir kimsedir?” diye sordu. Peygamber efendimiz de; “O, Allahın en kötü kullarından biridir” buyurdu. Cebrail , Velidin bacağına işaret etti ve; “Hakkından geldim” dedi. Biraz sonra as bin Vail geçiyordu. Onu da sorup aynı cevabı alınca, karnına işaret etti ve; “Ona da haddini bildirdim” dedi. Esved bin Muttalib geçince, gözüne; Abdiyagvesi görünce, başına işaret etti. Haris bin Kays geçerken de karnına işaret etti ve; “Ya Muhammed! Allah bunların şerrinden seni kurtardı. Yakında bunların her biri bir belaya uğrar” dedi. Bunlardan as bin Vailin ayağına diken battı. Ne kadar ilaç yaptılarsa da derdine çare bulamadılar. Nihayet ayağı deve boynu gibi şişip; “Muhammedin Allahı beni öldürdü” diye feryad ederek can verdi. Esved bin Muttalibin gözleri kör oldu. Cebrail , başını ağaca çarparak helak etti. Esved bin Abdiyagves, Bad-ı semum denilen yerde iken, yüzü ve gövdesi simsiyah oldu. Evine gelince tanımadılar ve kapıdan kovdular. Kahrından başını evinin kapısına vura vura öldü. Haris bin Kays da tuzlu balık yemişti. Harareti arttıkça arttı. Ne kadar su içtiyse kanmadı. Sonunda çatladı. Velid bin Mugirenin de baldırına demir parçası battı. Yarası iyileşmedi, çok kan kaybetti ve; “Muhammedin Allahı beni öldürdü” diye feryad ederek can verdi. Böylece her biri yaptıklarının karşılığını görmüş oldu. Ayrıca müşriklerin, ebedi olarak Cehennemde kalacakları, ayet-i kerimelerle bildirildi.

Sevgili Peygamberimiz , bir gün Ebül-asa rastladı. Yanından ayrıldıktan sonra Hakem, Resulallah efendimizin arkasından alay ederek; ağzını, yüzünü ve vücudunu oynattı. Resulallah , Hakemin yaptıklarını nübüvvet nuru ile gördü ve öyle kalması için dua buyurunca, vücudunu bir titreme aldı, ömrünün sonuna kadar öyle kaldı.