"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İncilin tahrif edilmesi

Îsa a gönderilen İncil tek kitaptı. İbrani dilinde olan bu hakiki İncil, bugün mevcut değildir.

Bolüs (Paulos) adındaki bir yahudi, Îsaya inandığını söyleyerek ve hristiyanlığı yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncili yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, oniki havariden işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana geldi ise de, Bolüsün yalanları, bunlara da karıştı. Böylece Îsa ın hak olan dini, az zaman sonra yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. Barnabas adındaki bir havari, Îsa dan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı.

Yahudi olan Bolüsün yaptığı tahrifatların yanında, İncilin bozulmasında başka sebepler de tesirli oldu. İncil üzerinde yapılan ilmi tetkiklerden de anlaşılacağı gibi, İncil, Yunancaya ve Latinceye çevrilince, o zamana kadar yüzlerce tanrısı olan putperest Romalılar ve Yunanlılar, ilah adedini -haşa- çoğaltmak istediler. Doğru İncildeki tek Allah inancının Yunanca tercümede üçe çıkarılmasına, Yunanlıların Eflatun felsefesine bağlı olmaları sebep olmuştur.

Bilindiği gibi, hristiyanlık akidesinin (inancının) esası olan mukaddes kitaplar, Ahd-i atik ve Ahd-i cedid ismiyle iki kısma ayrılır: Ahd-i atik (Eski ahid) ismindeki kısmı, semavi kitap olan Tevratdan alındığı bildirilen parçalar ile, bazı Beni İsrail peygamberlerine isnat edilen hikayelerden meydana gelmiştir. Ahd-i cedid (Yeni ahid) ise, dört İncil ile, bazı havarilerin ve Bolüsün etraflarındaki yerlere gönderdiği iddia edilen bir kısım mektuplar gibi risalelerden ibarettir. Ahd-i atik kitaplarının tahrif edildiği, hristiyanlar tarafından da, tasdik edilmiştir.

“Îsanın Hayatı”, “hristiyanlık Talimi”, “Îsanın Yeni Hayatı” gibi, eserler neşretmiş olan Alman protestan tarihçilerinden Strauss şöyle demektedir: “İseviliğin ilk yayıldığı zamanlarda hristiyanlar, yahudiler tarafından çeşitli zamanlarda değiştirilmiş olan Ahd-i atiki Yunancaya tercüme ettiler. Bu tercüme o zaman, Beni İsrailin ellerindeki İsrailiyyat kitaplarına uymuyor diye, yahudiler buna karşı çıktılar. hristiyanlar yahudileri susturacak cevaplar bulmak için, Ahd-i atikin bu Yunanca tercümesine, yeniden ilaveler yaptılar.

Mesela, Îsa ın babaları diyerek, bazı isimler Zebura sokuldu. Îsa ın Cehennemlere girmesi kısmı, Ermiya kitabına yerleştirildi. Yahudiler bu tahrifleri görüp; “Bunlar bizim kitaplarımızda yoktur” diye feryad ettikçe, papazlar; “Ey Allahtan korkmaz hilekarlar! Siz kütüb-i mukaddeseyi tahrif etmeğe cesaret ediyorsunuz” diye yahudilere saldırdılar. Daha sonra, hristiyanlarla yahudiler arasındaki bu çekişme ilerledi. hristiyan papazlardan bir kısmı da şüphe ve tereddüde düştü. Böylece hristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. Bu ihtilaflar, aralarında büyük harblerin yapılmasına sebep oldu.

Miladi 325 senesinde Bizans imparatoru Büyük Konstantinin emri ile üçyüzondokuz papaz, İznikte bir mecliste toplandılar. Her birinde pek çok şüpheler ve zıtlıklar bulunan İncil nüshaları hakkında meşveret ve tahkik için işe başladılar. Bu mecliste, papazlar, Îsanın uluhiyyetini kabul ettikleri gibi, İsrailiyyat kitaplarından tercüme ettikleri kısımları da karıştırarak İncilleri dörde indirdiler. Kabul ettikleri bu nüshaların dışındaki diğer nüshaların şüpheli olduklarına karar verdiler.

364 senesinde Lodisiye isimli bir meclis daha toplandı. Bu meclis, Ahd-i atik kitaplarını kabul ettikten sonra, İznik meclisinde reddedilen yedi adet İncil kitabının da sıhhat ve doğruluğunu kabul etti. Bunlar; “Kitab-ı Ester, Risale-i Yakub, Petrusun ikinci risalesi, Yuhannanın ikinci ve üçüncü risalesi, Yehuda risalesi, Paulosun İbranilere yazdığı risale”dir. Bu kitapların ve mektupların doğruluğunu her yere ilan ettiler. Yuhannanın müşahedeler yani vahiy kitabı 325 ve 364 senelerinde toplanan her iki mecliste de kabul edilmeyip, şüpheli kaldı.

Bundan sonra 397 senesinde Kartacada, yüzyirmialtı kişiden müteşekkil bir meclis daha toplandı. Bu meclis, önceki iki meclisin şüpheli, uydurma gözü ile bakıp, reddettikleri kitaplardan, bir kaç tanesinin daha doğruluğunu kabul etti. Bunlar “Kitab-ı Tubiya, Kitab-ı Baruh, Kitab-ı Kilisai, Kitab-ül-Makabiyyin, Kitab-ı Muşahedat-ı Yuhanna, yani Vahiy kitabı”dır. Kartaca meclisinde bu kitapların kabulünden sonra, şüpheli denilmiş olan kitaplar, bütün hristiyanlarca makbul oldu. Bu hal, binikiyüz sene kadar böylece kaldı. Protestanlığın ortaya çıkması ile Kitab-ı Tubiya, Kitab-ı Baruh, Kitab-ı Yehudiyyet, Kitab-ı Vezdüm, Kitab-ı Kilisai, Kitab-ül Makabiyyin-i evvel ve sani hakkında büyük tereddütler meydana geldi. Protestanlar, daha önce hristiyanların kabul ettikleri bu kitapların doğru olmadığını ve reddedilmelerinin lazım olduğunu söylediler. Kitab-ı Esterin bazı bablarını red, bazı bablarını kabul ettiler. Red ve inkarlarını ise çeşitli deliller ile ispat ettiler. Bunlardan birisi, bu kitapların aslının İbrani ve Keldani lisanları ile olduğu ve şimdi bu lisanlarda mevcut böyle bir kitabın olmamasıdır.

Protestanlar, binikiyüz seneden beri, bütün hristiyanların ruh-ül-kuds (kutsal ruh) ile ilham olunmuş zannettikleri ve verdikleri kararları, hristiyanlığın esası kabul ettikleri Konsil yani eski ruhban meclislerinin, yanlış ve batıl şeyler üzere icma ve irtifakta bulunduğunu kabul ve itiraf ettiler. Böyle olmakla beraber, yine o meclislerin akıl ve kabulden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabul ettiler. Böylece birbirine zıt esaslar üzerine kurulmuş ve misli görülmemiş bir yola girdiler.

hristiyanlar, gerek Ahd-i atik, gerekse Ahd-i cedid kitaplarından iman esaslarını tespit etmektedirler. Bu kitaplar, şüphe ve tereddütlerden uzak değildir. Hiç birisinin, aslının sahih bir senet ile zamanımıza kadar geldiği de doğrulanmamıştır. Yani adil kimselerce Îsa dan, zamanımıza kadar ulaştırılmış değildir. Bilindiği gibi, bir kitabın doğruluğunun ve semaviliğinin yani Allah tarafından gönderilmiş olmasının kabulü; “Şu kitap falan peygamber vasıtası ile gelmiş, değiştirilmekten ve bozulmaktan uzak, muttasılan sağlam senet ile, adil kimseler tarafından rivayet edilerek bize kadar ulaşmıştır” diye bildirilmesine bağlıdır. Akl-ı selim sahibi olanlara, sağlam delillerle bu husus ispat edilmedikçe, o kitap hakkında şüphe ve tereddütler yok olmaz. Çünkü, sadece kendisine ilham geldiği zannedilen şahıslara isnat edilen bir kitap, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu ispata kafi değildir. Ayrıca bir veya bir kaç hristiyan fırkasının taassup ve gayret ile, mücerret olarak doğruluğunu iddiaları da, bu kitapların sıhhatini ispata kafi değildir. hristiyan papazların Kitab-ı Mukaddeslerinin sıhhatini geçmiş peygamberlerden veya havarilerden birine isnattan başka ortaya koyacakları bir delilleri yoktur. Bu iddiaları, itikad (iman) esaslarını beyan eden ve doğruluğunda kalblerden şüpheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir. Hiç bir akıl sahibi, kendisini dünyada rahata ve huzura, ahirette de, azabdan kurtaracak ve sonsuz saadete kavuşturacak dini, zayıf esaslar üzerine kurarak, emin ve rahat olamaz. Halbuki, Ahd-i atikin içindeki kitapların birçoğunu ve Ahd-i cedid kitaplarından, Îsa ve Meryeme ait olan ve o asırlardan bahseden yetmişi aşkın hatta bazıları bugün mevcut olan kitapları hristiyanlar inkar edip bunlar uydurulmuş yalanlardır, demektedirler.

Cirum (Jerome) yazdığı bir makalesinde; Eski hristiyan alimlerinden bazıları Markos İncilinin son babının ve bazıları Luka İncilinin yirmiikinci babının bazı ayetlerinde ve bazıları yine Luka İncilinin ilk iki babının doğruluğunda şüpheye düştüler. hristiyanların Marsiyon (Marcion) fırkasının ellerinde bulunan İncil nüshalarında bu iki bab yoktur demektedir. Bugün hristiyanlar dört İncili kabul etmektedirler:

1- Matta İncili: Filistinli olan Matta, Îsa ı yalnız göğe çıktığı sene görmüş ve bundan sekiz sene sonra, birinci İncili yazmıştır. Burada Îsanın, Filistinde doğumunda görülen şaşılacak şeyleri ve yahudi padişahı Herodun, onu çocuk iken öldürmek isteyince, annesi Meryemin oğlunu alıp, Mısıra götürdüğünü yazmaktadır. Meryem, oğlu göğe çıktıktan altı sene sonra vefat etti. Kabri Kudüstedir.

Matta İncilinin 9. babının, 9. ayetinde şöyle yazılıdır: “Ve Îsa oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp, ona, bana tabi ol, ardımca gel deyince, o da kalkıp ona tabi oldu, ardınca gitti.” Buradan anlaşılıyor ki, bu İncili başka bir Matta yazmıştır. Şayet bu cümleleri yazan Mattanın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka Matta gibi söylemiştir. Eğer, bu İncilli yazan Mattanın kendisi olsa idi, hadiseyi, “Ben gümrük yerinde oturur iken, Îsa oradan geçiyordu. Beni gördü ve bana tabi ol, ardımca gel dedi. Ben de, kalkıp ona tabi oldum, ardınca gittim” şeklinde zikretmesi icab ederdi.

Matta İncilinde, Îsa ın ağzından söylenilen her makale, o kadar, uzundur ki, bunların her birini, bir mecliste ve bir defada söylemek mümkün değildir. Yine bu hususta 10. babda havarilere verdiği nasihatler ve talimat 5, 6, ve 7. bablarında devamlı söylediği sözler ve 23. babında Ferisilere hitaben yaptığı azarlamalar ve 8. babında devamlı getirdiği misaller, şüphesiz birer mecliste vaki olan şeyler değildir. Bunun delili de bu sözler ve getirdiği misallerin, diğer İncillerde değişik pek çok meclise taksim edilmesidir. Buradan anlaşılıyor ki, bu İncilin müellifi Îsa ın devamlı arkadaşı olan gümrükçü Matta değildir.

Matta İncilinde zikredilen, Îsa ın; körleri, baras ve cin çarpmış kimseleri iyi etmesi ve mucize olarak fakirlere yemek yedirmesi hep ikişer mahalde beyan edilmiştir. Halbuki Markos ve Luka İncillerinde bu vakalar yalnız bir mahalde zikredilmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, Mattaya nispet edilen İncilin müellifi, bu kitabı yazarken, iki mehaza müracaat edip, bir vakayı ikisinde de görmüştür. Ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zannederek kitabına yazmıştır.

Matta İncilinin 10. babının 5. ayetinde, Îsanın, resullere yani havarilere, putperest milletlere (dine davet için) gitmemelerini ve Samirililerin şehirlerine girmemelerini tembih ettiği yazılıdır. Daha sonra ise, kendisinin putperest yüzbaşının hizmetçisine ve Kenanlı bir kadının kızına şifa verdiği bildirilmektedir.

7. babın 6. ayetinde; “Mukaddes şeyleri köpeklere (putperestlere) vermeyin ve İncillerinizi domuzların önüne atmayın” dediği halde. 28. babının 19. ayetinde ise; “Siz gidip bütün milletleri şakird edinin… Dininizi onlara öğretin” demektedir.

10. babının 5. ayetinde; “Milletler yoluna gitmeyin ve Samirilerin şehirlerinden hiç birine girmeyin” diye emredildiği halde, 24. babın 14. ayetinde ise; “İncil, bütün milletlere vaz edilecektir ve sonu kurtuluş olacaktır” demektedir. Bu ve yukarıdaki ayetler, birbirine tamamen zıttır.

Bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar bu İncilde tekrarlanmıştır. Bu ilaveler, Matta İncilinde tahrif yapıldığını hiç şüphe bırakmayacak şekilde ispat etmektedir. Bazı mühim hadiseler diğer İncillerde mevcut olduğu halde, Matta İncilinde yoktur. Mesela, Îsa tarafından yetmiş şakirdin seçilmesi, Mele-i havariyyunda urucu, bayram yapmak için iki kere Yeruşalime (Kudüse) gelmesi ve Luazerin mezardan kalkması kısımları bu İncilde yoktur. Bunun için Matta İncilinin havarilerden Mattaya isnadı yani Mattadan rivayet edildiği şüphelidir.

hristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifak ile bildiriyorlar ki, Matta İncili İbranice idi. hristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile, sonradan bu asıl nüshayı kaybettiler. Bugün mevcut olan Matta İncili, İbranice asıl nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapanın kim olduğu da belli değildir. Zamanımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini, hristiyan papazların ileri gelenlerinden olan Cirum da itiraf etmektedir.

Markos İncili: Îsa göğe çıkarıldıktan sonra İsevi olmuş, tercümanı olduğu Petrus adındaki havariden işittiklerini İncil ismi ile yazmıştır. Markosun havarilerden olmadığında, bütün tarihçiler ittifak halindedir. Sadece havarilerden Petrusun tercümanıdır.

Paypas diyor ki: “Markos, Petrusun tercümanı idi. Markos, Îsa ın sözlerini ve fiillerini mümkün mertebe, doğrudur diyerek ezberden yazdı. Fakat intizamlı, düzgün bir şekilde yazmadı. Çünkü kendisi ne Îsadan işitti, ne de onun yanında bulundu. Dediğim gibi, Markos yalnız Petrusun arkadaşlarından idi. Petrus ile konuştuğu şeyleri ve Îsa ın sözlerini içerisine alan bir kitap olsun diye tertipli ve düzgün söylemeyip, icab ettiği vakit ve meclise göre söyledi. Bunun için, eğer Markos kitabında bazı hususları üstadı Petrustan öğrenmiş gibi yazarsa, onu ayıblamamalıdır. Çünkü Markos işittiği şeyleri unutmayarak, değiştirmeyerek yazmaya lüzum görmemişti.”

Markos İnciline eski hristiyan alimler, çok fazla şerhler yazdılar. Bunlardan İren diyor ki: “Markos, ezberlediği şeyleri Petrus ve Paulosun vefatlarından sonra yazdı.” İskenderiyyeli Kalman diyor ki: “Petrus daha Romada vaz verirken, Petrusun talebeleri, Markosa rica ettiler. O da, İncilini yazdı. Petrus kitabın yazıldığını işitti. Fakat yazıp-yazmaması için bir şey demedi.”

Tarihçi Ousb diyor ki: “Petrus bu hali işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. Kiliselerde onun okunmasını tembih etti.” Halbuki Markosun İncili, Petrusun risalelerinden (mektuplarından) ziyade, Mattanın İncilinin taklididir yani ona benzetilmiştir. Buna göre, Paypasın Markos yazdı dediği kitap, elde bulunan ikinci İncilden başkadır.

Markos İncilinin 6. babının 17. ayetinde; “Fakat, Hirodes kardeşi Filupusun zevcesi Hirodia ile evlenmişti. Bunun için Yahyayı tutturup zindana hapsetti. Çünkü Yahya, Hirodese, kardeş hanımı ile evlenmek caiz değildir, derdi demektedir. Bu tamamen yanlıştır. Çünkü Yosibis tarihinde, 18. kitabın 5. babında, Hirodianın zevcinin ismi Filupus olmayıp, Hirius olduğu açıkça bildirilmektedir. Bu hata, Matta İncilinde de vardır. Hatta 1821-1844 senelerinde basılan Arabca tercümenin mütercimleri, bu ayeti tahrif ederek, Matta ve Lukanın ibarelerinde olan Filupus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki tercüme nüshalarında mevcuttur. Nortin (Norton) 1253 (m. 1837) senesinde Bostonda basılan kitabının 70. sahifesinde Markos İncili hakkında şöyle diyor: “Bu İncilde tahkike muhtaç ibareler vardır ki, bunlar 16. babının 9. ayetinden sonuna kadar olan ayetlerdir.” Metinde bir şek ve şüphe alameti göstermeyip, şerhinde bu ayetlerin İncile sonradan sokulduğunu söyleyen ve bunun delillerini sıralayan Nortin, hayretini bildirerek, şöyle demektedir: “Kitapları istinsah eden katiplerin adetlerini incelediğimiz zaman, onların metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmaktan ziyade, metinlere kendi fikirlerini sokmaya çalıştıklarını görürüz. Bu husus bilinince, İncildeki ibarelerin niçin şüpheli olduğu anlaşılmış olur.”

Luka İncili: Antakyalı olan Luka, Îsa ı görmemiş, Îsa göğe çıkarıldıktan sonra münafık olan Bolüs tarafından güya hristiyanlık dinine alınmış ve onun (bozuk) fikirleriyle aşılanarak, Allahın kitabını büsbütün değiştiren bir İncil yazmıştır.

Lukanın, havarilerden olmadığı muhakkaktır. Luka İncilinin başında diyor ki: “Ey faziletli Teofilos! Kelamın vekilleri, hizmetçileri olup, gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre, aramızda vaki olan şeylerin hikayesini tertip ve tahrir etmeğe bir çok kimseler giriştiğinde, ben de ta başından beri olanların hepsini dikkat ile araştırıp, tahkik ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmağı uygun gördün.” (Luka: bab 1, ayet 1-4)

Bu ibareden bir kaç mana anlaşılıyor:

Birincisi: Kendi zamanında daha bir çok kimseler İncil yazdıkları sırada, Luka da bu İncili yazmıştır.

İkincisi: Havarilerin kendi elleri ile yazdıkları hiç bir İncil bulunmadığını, Luka işaret etmektedir. Zira; “Kelamın vekilleri ve gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre” cümlesi ile, İncil yazanları gözleri ile görenlerden tefrik etmiş, ayırmıştır.

Üçüncüsü: Kendisi için havarilerden birinin şakirdi, talebesiyim demez. Çünkü o asırda havarilerden birine isnat edilen pek çok telifler, yazılar, risaleler bulunduğundan, öyle bir senedin yani havarilerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için, başkalarının itimadına sebep teşkil edeceğini ümid etmemiştir. Belki her hususu kendisi araştırarak, esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermiştir.

Dikkat edilecek bir husus da şudur: Bugün ellerde mevcut olan İncillerin her yeni baskısında, itiraz edilen ibareleri münasip bir kelime ile değiştirerek tahrif etmek, protestan papazların adetleri olduğu gibi, Maarif nezaretinin 1301 tarihli ve 572 numaralı ruhsatı ile İngiliz ve Amerikan Bible şirketlerinin, 1303 (m. 1886) senesinde İstanbulda bastırdıkları Türkçe İncil nüshasında dahi bu ibareyi başka şekle sokmuşlardır. “Bütün hususları en ince noktalarına kadar bildiğim üzere” ibaresi yerine; “Benim de başından beri bütün hususlara dair tam bir vukufum, bilgim bulunduğundan” ibaresi konularak, manayı maksatlarına göre değiştirmişlerdir. Fakat, Fransızca nüshalarda ve Almanyada basılan nüshalarda bu ibare, yukarıdaki gibidir.

Lukanın 2. babının başında; “O günlerde bütün dünyanın tahrir-i nüfusu yapılsın diye Kayser Augustus tarafından ferman çıktı. Kirinius, Suriye valisi iken, yapılan ilk tahrir bu idi” diye bildirilen 1 ve 2. ayetleri de yanlıştır. Zira Romalılar, bütün dünyaya hiç bir zaman hakim olamamışlardır ki, bütün dünyanın tahrir-i nüfusuna ferman çıksın. Hatta protestan papazları, adetleri üzere bu soruyu geçiştirmek için, 1886 senesinde İstanbulda bastırdıkları Ahd-i cedid nüshasında bu ibareyi tahrif edip; “O günlerde Kayser olan Augustus tarafından bütün dünyanın deftere kaydedilmesi babında ferman çıktı” şeklinde yazdılar. Fakat, 1243 (m. 1827) senesinde İngiltere cemiyetinin Pariste bastırdığı Türkçe nüshada, bu ibare; “Ve o günlerde vaki oldu ki, Kayser Augustus tarafından bütün dünyayı tahrir etmeğe ferman çıktı. Yusuf dahi tahrir olunmak için hamile olan nişanlısı Meryem ile Beyt-i Lahm denilen Davudun şehrine çıktı” şeklinde yazılıdır. Bundan sonra yazılan tahrir maddesi incelenmeğe başlayınca; ne Lukaya muasır olan eski Yunan tarihçilerinden bir kimse, ne de Lukadan biraz önce geçen tarihçiler bu tahrir-i nüfusa dair bir söz söylememişlerdir. Kirinius ise Îsa ın doğumundan onbeş sene sonra Suriyeye vali olduğundan, tahrir-i nüfus işi şüpheli vuku bulmuş ise de, Kirinius zamanında olamıyacağı açıkça ortadadır.

Yuhanna İncili: Yuhanna, Îsa ın teyzesinin oğlu olup, Îsayı bir kaç kere görmüştür.

Yuhannaya nispet edilen dördüncü İncilin ortaya çıkmasına kadar; Îsa ın dini, esasen Musa ın şeriatinden ayrılmayıp, tevhid esasına dayanıyordu. Çünkü, üç uknum yani teslisten ilk defa bahseden, Îsa a inananlar arasına teslis (üç ilaha inanmak) akidesini (inancını) sokup, onları Îsa ın dininden ayıran Yuhanna İncilidir. Bu sebep ile, Yuhanna İncilinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gayet mühimdir.

Bu kitap, Zeydi oğlu Yuhannaya ait değildir. İkinci asırdan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır. Bu hususu, asrımız tarihçilerinden Avrupalı müsteşrikler çeşitli delillerle ispat etmişlerdir.

Birinci delil; Yuhanna İncilinin başında; “Kelam başlangıçta var idi ve kelam Allahın nezdinde, indinde idi ve kelam Allah idi” sözleri yazılıdır. Bu sözler, ilm-i kelamın ince meselelerinden olup, diğer İncillerin hiç birinde yoktur. Eğer bu sözler Îsa dan işitilmiş olsaydı, diğer İncillerde de bulunurdu. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, havarilerden Yuhanna olmayıp, Roma ve İskenderiyye mekteplerinde Eflatunun üç uknum felsefesini okumuş bir kimsedir.

İkinci delil: Yuhanna İncilinin 8. babında, 1. ayetten 11. ayete kadar olan, zina eden kadın hakkındaki yazılarını, bütün hristiyan kiliseleri kabul etmeyip, reddetmekte ve bu yazılar İncilden değildir demektedirler. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, eline geçirdiği bir çok İncillerden toplayıp, gözüne ilişen bir çok şeyleri de ayrıca kitabına koymuş veya kendinden sonra bir başkası bu kısımları ilave etmiştir. Halbuki birinci hale göre, müellif doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayarak bir mecmua yazmış olacağından, yazdığı bu mecmuada kabule şayan olmayan şeyler olması mümkündür. İkinci hale göre, bu İncilin tahrif edilmiş olduğunu itiraf etmek lazım gelir. İki hale göre de, aslı şüpheli ve inanılmağa layık değildir.

Üçüncü delil: Diğer İncillerde getirilen bazı misallerin ve ahvalin ve mucizelerin, bu İncilde bulunmayıp, diğerlerinde bulunmayan bir çok şeylerin de bu İncilde bulunmasıdır. Luazerin diriltilmesi, suların şaraba çevrilmesi ve çarmıhta iken sevdiği şakirdi ile annesini birbirilerine emanet etmesi gibi şeyler, sadece Yuhanna İncilinde bulunup, diğer İncillerde yoktur.

Dördüncü delil: Eski hristiyanlardan ne Paypas, ne de Justen bu İncili gördüklerine dair herhangi bir şey bahsetmemişlerdir. Hususen Justen de, Yuhanna İncilini yazanın Yuhanna olmadığını tasdik ettiği halde, bu İncil hakkında bir şey söylemez.

Beşinci delil: Diğer üç İncilde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile, Yuhanna İncilinin anlatış tarzı, tamamen birbirlerine zıttır. Mesela, diğer üç İncilde Îsa halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, Ferisilerin riyakar hallerine itiraz eder. Kalbin tasfiyesini yani temizlenmesini Allaha yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlakı emreder ve Musa ın şeriatine zıd olan temayüllerden nehyeder. Halka öğrettiği şeyleri ve nasihatleri gayet açık ve tabii ve herkesin anlayabileceği şekildedir. Bu üç İncil, her ne kadar bazı haberlerde birbirine zıt ve muhalif iseler de, müttefik oldukları hususlarda, hepsinin bir kaynaktan çıktığı anlaşılmaktadır. Fakat, Yuhanna İncili böyle olmayıp, gerek ifade şekli, gerekse Îsa ın ahlak ve davranışları hususunda, bambaşka bir yol takip eder. Bu İncilde Îsa; Yunan felsefesini bilen, gayet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği halde, onun sözleri, Allah korkusu ve güzel ahlaklı olmak gibi hususlarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahsetmektedir. Bunu da, insanlar arasında bilinen şekli yani Mesihin konuşma tarzı olan kelime ve tabirlerle söylemez. İskenderiyye mekteplerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. Bu sözleri diğer üç İncilde gayet açık ve sade olduğu halde bu İncilde kapalıdır. Mühim ve çok defa iki manaya gelen ve hususi bir şekilde düzülmüş, muntazam tekrarlar ile doludur. Yuhannada kullanılan üslup, kalpleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. Eğer bu İncil, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun havarilerden birinin telifi olduğuna kimse inanmazdı. Fakat, asırlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariplikleri hristiyanlar göremezler. Bu İncilde görülen hatalar, diğer İncillerde görülenlerden daha çoktur.

Yuhannaya nispet edilen bu İncilde sağlam bir rivayet senedi yoktur. Markos İncili gibi, tahkike muhtaç, müphem, hatta birbirine zıd ibareleri vardır. Mesela:

Birincisi: Bu İncilde, Yuhannanın, gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dair açık bir delil yoktur. Bir şeyin aksi ispat edilmedikçe eski halinin doğruluğuna hükmedilir.

İkincisi: Yuhannanın 21. babın 24. ayetinde; “İşte bu cümleleri (yani Yuhanna İncilini) yazan ve doğruluğuna şehadet eden şakird budur (yani Yunannadır). Biz onun şehadetinin doğru olduğunu biliriz” denilmektedir. Görülüyor ki, bu sözü Yuhanna hakkında, Yuhanna İncilini yazan katib söylemiştir. Burada Yuhannaya gaip zamiri olan “O” ile işaret edilmiş, asıl kitabı yazan (uyduran) katib kendisini, mütekellim (yazan kimsenin kendisi) sigası ile, “Biz” diye yazmıştır. Bundan anlaşıldığı gibi, Yuhanna İncilini yazan Yuhannanın kendisi olmayıp, bir başkasıdır. Kendisi, Yuhannanın şehadetinin doğru olduğunda malumatı bulunduğunu iddia etmiştir. Bunlardan anlaşılan; bu İncili yazan adam, Yuhannanın bazı mektuplarını ele geçirip, bazı ibareleri çıkarmış, bir kısım şeyler de ilave ederek, bu kitabı yazmıştır.

Üçüncüsü: Miladi ikinci asırda Yuhanna İncili üzerine ihtilaflar ve inkarlar meydana çıktığı zaman, Yuhannanın talebelerinden Polycarpenin (Poltarp) talebesi İriyüs (İyryanus) hayatta idi. Şayet bu İncil hakikaten Yuhannanın ve doğru ise, ihtilaflar çıktığında niçin inkarcılara cevap vermemiş, nakil ve rivayet ettiği İncilin, doğru olduğunun delillerini ortaya koymamıştır. Eğer rivayeti doğru olsaydı, hararetle bunu beyan eder; “Benim rivayetim doğrudur” derdi.

Eğer bu hususun doğruluğu Polycarpe ile talebesi İriyüs arasında geçmemiştir denilirse, bu söz hakikatten çok uzaktır. İriyüs pek çok lüzumsuz meseleleri durmadan üstadından sorarak öğrenirken; “Bu İncil, Yuhannanın mıdır?” sualini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkün müdür? Eğer unuttu denilirse, bu daha uzak bir ihtimaldir. Zira İriyüsün üstadının yolunu, adetlerini çok iyi bildiği ve duyduğu şeyleri layıkıyla hıfz ettiği bilinmektedir.

Yosibis (Eusebe), 1263 (m. 1847) senesinde neşredilen tarihinde, 5. cilt, 20. babı, 219. sahifesinde, İriyüsün, Yuhanna İncilinin rivayet edildiği lisanlar hakkında olan sözünü, şöyle nakletmiştir: “Ben Allahın fadlı ile şu sözleri işittim ve bunları ezberledim. Üzerine herhangi bir şey yazmadım. Eskiden beri adetim budur. Böylece ezberlediğim şeyleri daima tilavet eder, okurum.” Buradan anlaşılıyor ki, 2. asırda dahi, İncili inkar edenler olmuş ve onlara karşı cevap verilerek, doğruluğu ispat edilememiştir. hristiyan din adamlarından Selsus (Celsus), miladın 2. asrında; “hristiyanlar, İncillerini üç-dört defa, belki daha fazla, manasını değiştirecek şekilde, tebdil ve tahrif ettiler” diye feryad etmiştir. “Mani Kiz” fırkasının ileri gelen alimlerinden Fastus da miladi 4. asırda; “İnciller üzerinde tahrif yapılmıştır. Bu doğrudur. Ahd-i cedidi ne Îsa , ne de havarileri telif etmemiştir. Bilakis hali meçhul kimseler telif etmiştir. İnsanların itibarını kazanmak için de, havarilere ve onların arkadaşlarına nispet etmişlerdir. Bir çok yanlışlıklar ve tanakuzlar bulunan kitaplar telif ederek hristiyanları incitmişlerdir” demektedir.

Dördüncüsü: Katolik Herald, 1844 senesinde neşredilen kitabının 7. cilt, 250. sahifesinde, Estadlen isimli müellifden rivayet ile, bu Yuhanna İncilini İskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şüphesi olmadığını bildirmiştir.

Beşincisi: Bretşnayder, Yuhanna İncilinin tamamı ve Yuhannanın mektuplarının hepsinin Yuhannaya ait olmayıp, ikinci asırda meçhul bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmiştir. İncili tenkit eden kitap yazmıştır.

Altıncısı: Kirdinius; “Yuhanna İncili 20 bab idi. Sonradan Efsus (Efes) kilisesi 21. babı ilave etmiştir” demiştir.

Yedincisi: Bu Yuhanna İncilini ve Yuhannanın bütün yazdıklarını miladın ikinci asrında Vecin (Alogiens) fırkasında olanlar inkar ettiler.

Sekizincisi: Yuhanna İncilinin, sekizinci babının başında olan 11 ayetini, bütün hristiyan ilim adamları reddetmiştir. Japonca tercümesinde de yoktur.

Dokuzuncusu: Dört İncil, telif edilirken, senetsiz pek çok batıl rivayetler, içerisine karıştırılmıştır. Bu rivayetlerle dahi, eldeki dört İncilin sıhhatine, doğruluğuna dair getirebilecekleri bir senetleri yoktur. Thomas Hartwell 1237 (m. 1822) senesinde, neşrettiği kitabının 4. cilt, 2. babında şöyle diyor: “İncillerin telif zamanları hakkında bizlere ulaşan nakil ve haberler, tamamen noksan ve neticesizdir. İncillerin sıhhati hususunda bizlere hiç bir yardımları yoktur. hristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, batıl rivayetleri tasdik ve kabul ederek, durmadan yazdılar. Daha sonra gelenler de, onlara hürmeten, yazdıklarını, nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifak ile kabul ettiler. İşte bu yalan yanlış rivayetler, bir katipten diğer katibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakledilerek zamanımıza kadar geldi. Üzerinden yüz yıllar geçtikten sonra, artık İncilleri bu batıl rivayetlerden temizlemek çok zor olmuştur.”

Yine aynı cildde diyor ki: “İncil-i evvel yani Matta İncili, miladi 37, 38, 41, 47, 61, 62, 63, 64 veya 65 senelerinde; İncil-i sani yani Markos İncili, miladi 56 senesinde veya daha sonra 65 senesine kadar herhangi bir senede galip olan rivayete (görüşe) göre, 60 veya 63de telif olunmuştur. İncil-i salis yani Luka İncili, miladi 53, 63 veya 64 senesinde, Yuhanna İncili ise 68, 69, 70 veya 98 senesinde yazılmıştır.”

İbranilere mektup, Petrusun ikinci risalesi, Yuhannanın, ikinci ve üçüncü risaleleri, Risale-i Yakub, Risale-i Yehuda ve Muşahedat-ı Yuhannanın (Yuhannanın vahyinin) bazı kısımlarının, havarilerden rivayet edildiği hususunda hiç bir senet ve vesika yoktur. Bunların, 365 senesine kadar durumları şüpheli idi. Bazı kısımları ise, bu ana kadar, hristiyan din alimlerine göre yanlış ve reddedilmiş idi. Hatta Süryani lisanına yapılan tercümelerinde bu kısımları yoktur. Arab ve Süryani kiliselerinin hepsi, Petrusun ikinci risalesini, Yuhannanın ikinci ve üçüncü risalelerini, Risale-i Yehuda ve Muşahedat-ı Yuhannanın doğruluğunu kabul etmemişler, başlangıcından bugüne kadar, bunları red ve inkar etmişlerdir.

İncil araştırmacısı Horn, kitabının 2. cilt, 206 ve 207. sahifelerinde diyor ki: “Petrusun risalesi, Risale-i Yehuda; Yuhannanın ikinci ve üçüncü risaleleri ve Muşahedatı yani vahyi ve Yuhanna İncilinin sekizinci babının 2. ayetinden 11. ayetine kadar 9 ayet, Yuhannanın 1. risalesinin 5. babının 7. ayeti, İncilin Süryanice tercümesinde asla mevcut değildirler.” Demek ki, Süryani tercümeyi yapan mütercim, bu zikrettiğimiz kısımların doğru ve şeri bir hüküm için senet olamayacağını anlamış ve tercüme ederken farkına varabildiği bu yerleri tercüme etmemiştir. Katolik Ward, 1841 senesinde neşrettiği kitabının 37. sahifesinde, Protestanların ileri gelenlerinden Rogersin, “Risale-i İbraniyyeyi, Risale-i Yakubu ve Yuhannanın ikinci ve üçüncü risaleleri ile Müşahedatını, itikaden tekzib ettiğinden, papazların ileri gelenleri, bu risaleleri Kitab-ı mukaddesten çıkarmışlardır” dediğini bildirmektedir.