"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Teslis inancı ve ortaya çıkışı

Îsa ın semaya yükseltilmesinden az zaman sonra İsevilik bozuldu. İseviliği kabul etmiş görünen Bolüs, hakiki İncili yok etti. Dört kişi ortaya çıkarak, havarilerden işittiklerini yazdılar ve dört İncil meydana geldi. Bolüs yalanlarını bu dört İncile de karıştırdı. Eflatun tarafından sistemleştirilen teslis inancını İncillere soktu. Îsaya Allahın oğlu deyip, buna bir de “ruh-ul-kuds” ekleyerek “baba-oğul-ruh-ul-kuds” adı altında üçlü tanrı manzumesini meydana getirmiştir. Büyük Konstantin 325 yılında toplandığı İznik Konsilinde, teslisi resmi hristiyan itikadı ilan ettirmiştir. Üç uknum yani teslis, yeni bir şey olmayıp, müteaddid ilahlara tapınan kavimlerin inançlarından alınıp hristiyanlığa sokulmuş bir fikirdir. İlk defa Hindistanda bulunan Brahma dinine mensup olanlardan işitildi.

Brahma dinine, felsefe, fikir demek daha doğrudur. Îsa ın miladından (doğumundan) 700 sene evvel ortaya çıktığı sanılmaktadır. Brahma, mukaddes kelam demektir. hristiyanlıkta da, Îsa için bu tabir kullanılmıştır.

Brahmanların inancına göre Krishna, insan şeklinde yeryüzüne inmiş bir ilahdır. Budistler de, Budayı ilah olarak kabul ediyorlar. Budistlere göre, Buda, insan olarak doğmadan önce, semada yaşıyordu. Yeryüzünde inecek bir yer aradı ve nihayet Sudhodona ailesinin bir ferdi olarak doğmaya karar verdi. Annesi, oruçlu olarak sarayın damında uyurken, rüyasında, etrafına nurlar saçarak gökten bir beyaz filin yere indiğini ve sağ böğründen karnına girdiğini hayret ile gördü. Budanın doğmasına yakın, annesi, bulunduğu şehri terk etmiş ve bir ağacın altında, ilah olan oğlu Buda yeryüzüne gelmiştir.

Brahmanların ve Budistlerin inançları ile, hristiyanların teslis inancı isim farkları hariç, birbirine benzer. İlahların yeryüzünde bakire bir kıza nüfuz etmeleri ve doğmaları ve insanların onları ilah olarak kabul etmeleri arasında, insanı hayrette bırakan bir benzerlik vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- hristiyanlara göre, Îsa ölmüş ve öldükten üç ün sonra dirilmiştir. Krishna da öldükten sonra dirilerek göğe yükselmiştir.

2- Îsa , öldürüleceğini önceden söylemiş, zindanlardaki yani Cehennemlerdeki ruhları kurtarmış ve mezardan kalkınca, Allahın sağına oturmuştur. Buda da, dünyadan çekileceğini ve Nirvanaya gideceğini haber vermiştir.

3- Îsa mezarından, Buda ise tabutundan kalkmıştır.

4- Îsa göğe çıkınca, bütün alemin işlerini eline alarak hükmetmeye başlamıştır. Buda da, göklerin sultanlığını kurmuş ve aleme hükmetmeye başlamıştır.

Teslis ve tenasüh inancı, Brahma dininde yer almış, oradan her tarafa bu arada Mısırda da yayılmıştır.

Batıda üç uknum fikrini yani teslisi ilk defa ortaya atan filozof Time (Timeios) dir. Milattan beşyüz sene kadar önce Lokres şehrinde yaşayan Time, Pisagorun talebelerindendir. Sisam adasında doğan Pisagor (Pythagoras) genç yaşında İtalyanın Kroton şehrine gelmiş, buradan çeşitli seyahatler yapmış, Mısır ve Ortadoğuda, uzun zaman kalmıştır. Mısırda kaldığı zaman içerisinde, eski Mısır dini ve inançları hakkında geniş malumat sahibi olmuştur. Üçlü tanrı inancı ve tenasüh fikrini öğrenerek, kabul etmiştir.

Mısırda öğrendiği şeylerden birisi de, hendese (geometri) idi. Bugün, Pisagor nazariyesi (teorisi) diye bilinen geometri faraziyesi de tecrübi olarak o zaman Mısırda bilinmekte idi. Buralara Babilden gelmişti. O zaman Babilde, ilm-i nücum (astronomi), matematik ve müneccimlik sanatı çok ileri idi. Bunları, daha önce gelmiş olan peygamberlerden öğrenmişlerdi. Pisagor, Babilde de bunları iyice öğrendi. Tekrar Kroton şehrine döndü ve bir mektep açtı. Kendi ismi ile anılan yeni bir yol, hatta yeni bir fırka kurdu. Kendisine inananlar tarafından çok efsaneler uydurulmuş; peygamber, hatta ilah olduğu iddia edilmiştir.

Pisagor, varlığın aslının arche yani sayı olduğunu söyledi. Ona kadar olan sayıları, mukaddes kabul etti. Bilhassa, bir, iki ve üç sayılarını; üç asıl kabul etti. Pisagorcular, bir sayısının alemin değişmez ve ebedi kaynağı ve ilk uknum yani en büyük tanrı olduğunu, iki sayısının dişiliğini, dünyanın bundan meydana geldiğini ve ikinci uknum olduğunu, üç sayısının ise, alemdeki ebedi üçlüğü gösterdiğini ve üçüncü uknum olduğunu iddia ederler. Dünyanın ve alemin aslının bu üç adet olduğunu söylerler. Mesela, alemin esası beden, can ve ruhtur derler. Bunun gibi, tabii, beşeri ve tanrı alemi olarak, üç alemden meydana geldiğini söylerler. Pisagorculara göre, herşey üçten meydana gelmiş olduğu gibi, yaratma da, bu üçlükten ortaya çıkar. Bunlar; yaratıcı irade, yıldız akımı ve her an biraz daha kemale eren alem imiş. Pisagorun sayıları hususunda ve diğer felsefi görüşleri hakkında Gomperzin “La Pensee Grecque” kitabında geniş bilgi vardır.

Pisagora göre, ilk uknum, yani her dilediğini yapabilecek olan tanrı akıl ile anlaşılamaz. Ruhu, ebedi (ölümsüz) kabul eden ve ölen bir kimsenin ruhunun bir hayvana geçebileceğine inanan Pisagorcular, hayvan eti yemezler. Pisagorun ileri gelen talebelerinden Time de, hocasının yolunu takip etmiştir.

Time, Ruh-ül-alem kitabında; “Her şeyden önce, mahlukatın bir fikr-i misal-i daimisi vardır ki, ilk kelime ve ilk uknum odur. Kendisi madde değildir, ruhanidir ve akıl ile anlaşılamaz. İkinci mertebe, madde-i gayr-i muntazımedir. Telaffuz olunan ikinci kelime ve ikinci uknumdur. Bundan sonra gelen üçüncü mertebe, İbn (oğul) yani mana alemidir ki, üçüncü uknumdur. Bütün kainat, bu üç sınıftan ibarettir. İbn yani oğul pek güzel bir tanrı yapmak istedi ve mahluk olan bir tanrı yaptı” demektedir. Bu söz, karışık ve anlaşılamaz bir halde Eflatuna geldi. Timenin, Eflatunun hocalarından biri olduğu da bildirilmektedir. Çünkü Eflatun, büyük üstadı Sokrat ile Timenin bir mecliste bulunduğunu bildirmektedir. Timenin; matematik, Pisagorun hayatı ve “Ruh-ül-alem” alemin ruhu isminde üç eseri olup, bunlardan ikisi kaybolmuştur. Kaybolmayan “alemin ruhu” kitabı ise, kendisinden sonra gelen filozofları çok meşgul etmiştir. Çünkü, bu kitabın ilk altı kısmından çıkarılan fikir ile Eflatunun, Time (Timeios) konuşmasında anlattığı fikir arasında pek bir fark yoktur.

Böylece batıda teslis inancını ilk çıkaran Pisagor, ilk ortaya koyan da Time olmuştur.

Eflatun, Timeden gelen bu fikri başka bir şekle soktu ve üç esas ilah olduğunu iddia etti. “Birincisi, babadır. En yüce ve yaratıcı ve diğer iki ilahın babasıdır. Birinci uknumdur. İkincisi, asıl, görünür olan tanrıdır ki, görünmez olan babanın veziridir. Kelime (Logos) ve idrak demektir. Üçüncüsü de, kainat alemidir” dedi.

Eflatuna göre, eşyanın, varlıkların hakikati, manalar (idealar) dır. Eflatunun, idea diye bahsettiği şey, mahiyet, fikir, ayan-ı sabite demektir. Eflatunda idea, eşyanın ve varlıkların değişmeyen, sabit ve ebedi olan hakikatidir.

Eflatun, alemi ikiye ayırır: Birisi, görünen hisler alemi. Diğeri ise, hakiki alem, yani idealar alemidir. Hakiki yani idealar alemi, ebedi olduğu halde, hisler alemi durmadan değişir. İdealar, sadece aklımızda, hayalimizde kaim olmayıp, cisimsiz olarak kendilerine mahsus bir kıyam ve hayatları vardır. Eflatun her hakikati yani ideayı, daha yüksek hakikatlere irca eder, bağlar. Böylece bütün hakikatler, idealar, mutlak Bire irca olunur. Bu yüce idealardan meydana gelen bir hayrdır ki, tanrının kendisidir. Diğer yüce idealar, hakikatler ona tabidir. Aşağı olan idealar, şeytanın kendisi olan şerdir. Diğer aşağı, kötü idealar da ona tabidir.

Eflatun, ideaların kendisinde birleştiği, bir kabul ettiği ve hayır, iyilik diyerek aynen tanrı kabul ettiği şeyin, hareket ve hayat sahibi ve alemin babası (baba tanrı) olduğunu söylemiştir. Bu birinci uknumdur. Baba tanrı yani yüce idealar birliği, maddeye nizam veren, fakat maddeden tamamen farklı bir ruh yaratmıştır. Bu ise babanın oğludur. Bu ruh, yaratanla yaratılan arasında aracı bir varlıktır. İkinci uknumdur.

Eflatunun diğer felsefi görüşleri ile beraber, üç uknum fikri de, İskenderiyye mekteplerine geçmişti ve Îsa ın zuhuru sırasında bu mekteplerde okutuluyordu. Hatta, o zamanlarda yahudi alimlerinden olup, İskenderiyyede meşhur olan Philo dahi, bu teslis, üç uknum fikrini, Musa ın dininin inanç esasları içinde bulmak istemiştir. Bu istekle; “Tevratda bildirilen dünyanın altı günde yaratılmış olduğu doğrudur. Çünkü, üç sayısı altının yarısıdır. İki sayısı da, altının üçte biridir. Bu adet hem erkek, hem dişidir. Tanrı, akıl ile izdivaç edip, akıldan, sevdiği oğlunu meydana getirmiştir ki, bu dünyadır” demiştir. Philo, meleklere, kelime-i ilahiyye dediği gibi, dünyaya da kelime-i ilahiyye demiştir. Bu da Eflatunun felsefesindendir.

Daha sonra yeni Eflatunculuk adını alarak devam eden Eflatun felsefesi, en büyük darbeyi nasraniliğe, İseviliğe vurdu. Eflatunculuğun en kuvvetli olduğu zaman, miladın üçüncü asrıdır. Bu devirde hristiyanlık Roma devletinin dini olmuştur. Bu felsefeye inananlar, Allahın varlığına, birliğine ve Îsa ın peygamberliğine inanmak olan tevhid dinini tahrif ettiler. Daha sonra, bu dine putperestlik de sokuldu. Miladın dördüncü asrında yaşayan Saint Augustin, Eflatunu hristiyanlaştırmağa çalışır. Augustin, teslisi ispat için yazdığı “De Trinitete” kitabında ve diğer kitaplarındaki, tanrı, ruh ve kainat hakkındaki düşünceleri, Eflatun felsefesinin aynıdır. Eflatunun; “Akıl, irade ve his, bir insan meydana getirir” sözünü teslisi ispat için delil getirir ve; “Teslisdeki üçlük birbirinden ayrı olmakla beraber, bir tanrı meydana getirir” der. Eflatun ve talebelerinin gerçek tanrıyı idrak ettiklerini söyler. Eflatunun idealar felsefesinden hareket ederek, kelamın yaratıcı olduğunu ve kelamın Îsa olduğunu savunur. hristiyanlar arasında kendisine kıymet verilen ve hristiyan azizlerinden kabul edilen Augustin, hristiyanlıktaki teslis, hayır ve şer inançlarının aynen Eflatunun felsefesinde bulunduğunu, itiraf etmektedir. Hatta teslisi ispat için, Eflatunun görüşlerini delil olarak gösterir. Milattan 350 sene önce ölen bir kimsenin fikirlerinin, hristiyanlık inançları ile aynı olmasına hristiyanlar acaba nasıl cevap verirler. Bu hal Eflatunun, Îsa zamanında yaşadığını göstermektedir ki, doğrusu da budur. Büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Ahmed Farukinin “Mektubat” kitabının 266. mektubunda da böyle olduğu bildirilmektedir.

Miladın sekizinci asrında, kilise azizlerinden Saint Thomas da, Eflatunun talebesi Aristonun felsefesini esas alarak, hristiyanlık inançlarını, bilhassa teslisi ispata çalışır. Bütün Ortaçağ boyunca ve Avrupada rönesansın gerçekleşmesinden sonra dahi, Eflatun ve Aristonun felsefesine karşı çıkmanın, kabul etmemenin, hatta küçük bir itirazda bulunmanın cezası, kilisenin engizisyon mahkemeleri kararı ile ölümdü. Bugün teslise inanan hristiyanlar acaba bunu nasıl izah ederler?

Bütün tarih kitapları ve kaynak eserler, Îsa ın hayatında ve havarilerin zamanlarında, nasara (İseviler) arasında teslise dair bir fikir olmadığını bildirmekte ve bu hususta ittifak etmektedirler.

Teslis itikadı, hristiyanlar arasında miladi ikinci asır sonlarına doğru yayıldı. Bu fikir, Îsa ın tebliğ ettiği dinin tamamen hilafına, zıddına olduğundan, üç uknuma inananlar, önce bu inançlarını nasranilerden gizlediler. Fakat gizli bir şekilde yaymağa çalışmaktan da geri durmadılar. Bu sıralarda teslis (üç tanrı) inancına sahip olanlar, itikatlarının (inançlarının) ve tuttukları yolun revaç bulması için, Yuhanna İncilini ve sonradan yazılıp havarilere atfedilen mektuplar ile Paulosdan nakledilen mektupları neşrettiler, yaydılar. Bundan sonra, nasara arasında ihtilaflar meydana geldi. Pek çok münakaşa ve mücadelelerin meydana çıkmasına sebep oldu. Allahın birliğine, vahdete inanan nasara ile teslise inananlar içerisinde yazı yazabilen, eli kalem tutan kimseler, kendi itikatlarının revaç bulması ve diğer tarafa galip olmak için, günden güne İnciller ve havarilere nispet edilen sayısız risaleler, mektuplar yazdılar.

Nihayet miladi üçyüz yıllarında bu ihtilaflar iyice büyüyerek, hristiyanlar iki büyük fırkaya ayrıldılar. Bir kısım hristiyanlar, Îsa ın hiç bir fark olmadan aynen Allah olduğunu iddia ediyorlardı. Bunların reisi İstanbul piskoposu Atnas (St. Athanese) idi. Diğer kısım hristiyanlar ise, Îsa ın mahlukların en üstünü ve Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber ve Allahın kulu olduğu inancında idiler. Bunların reisi de, Aryüs (Arius) ismindeki rahip ile İzmit piskoposu Usb idi. Bundan önce Antakya patriki Yunus Şemmas da, Allahın bir olduğunu ilan etmişti. Çok kimseler doğru yola gelmişti. Fakat sonradan, teslise inanan bazı papazlar, teslise (üç tanrıya) inanmağa başladılar ve bunu yaymağa uğraştılar. Böylece teslise inananlar çoğalmış oldu.

Teslise inananlar ile, Îsa ın Allahın kulu ve peygamberi olduğuna inananlar arasındaki münakaşalar, bütün milletin zihinlerini karıştırdı. Devlet işleri de, sıhhatli bir şekilde yapılamaz hale geldi. Bunun üzerine, imparator Büyük Konstantin, bu karışıklıklara kati bir son verilmesi için İznikte üçyüzyirmibeş tarihinde, büyük bir ruhban cemiyeti topladı. Bu mecliste, hristiyan din adamlarının ileri gelenleri bulundu. Birçok konuşmalardan sonra, Atnas tarafı galip geldi. Üçyüzondokuz papazın ittifakı ile, Îsa ın Allahın biricik oğlu olduğu, Allahın sulbünden geldiği, Allahtan Allah, nurdan nur, Allah-ı hakikinin Allah-ı hakikisi olduğu ve ruh-ül-kuds, aziz ruhun da Allah olduğuna iman etmek esasları kabul edildi.

Bu tarihi tafsilattan anlaşılıyor ki, bugün hristiyanların itikad esasları olan teslis ve üç uknum meselesinin ortaya çıkması ve ibadetleri batına, kalbe mahsus kılıp, İncilin zahiri emirleri ile ibadet edilmemesi gibi şeyler, incillerden alınmış doğru, sahih emirler değildir. Çeşitli şüpheler ve değişik maksatlar ile sonradan ortaya konulmuş ve ruhban meclislerinde, papazlar tarafından tesis edilmiş şeylerdir. İşa-i rabbani kurbanı, papanın Îsa ın halifesi ve Petrusun vekili olduğu ve geçmiş hristiyan azizlerinin yani havarilerin mukaddes olmaları, çeşitli perhizler ve yortular, Meryem için, kucağında Îsa ile beraber Meryem ana diye uydurulan resimler, resimlere ve putlara ibadet, papazların (belli bir ücret karşılığı) günah affetmeleri ve Cennetten yer satmaları gibi, hristiyanlığın esas meselelerinde, Katolikler ile Protestanlar arasında büyük akide (inanç) farkları meydana geldi. Bu ihtilaflar (zıtlıklar) öyle bir dereceye ulaştı ki, her biri diğerine göre Cehennem ehlidir. Fakat bazı papazlara göre, madem ki, her iki tarafın yani protestanların ve Katoliklerin her birinin ortaya attığı cehennemlik sözü ruh-ül-kudsün ilhamı iledir, o halde iki taraf da, bu iddialarında sadıktırlar. Hem katolikler hem de protestanlar, ehl-i cehennemdirler.

Üç uknum hakkında, hristiyanlığın başlangıcından ikiyüzelli sene geçtikten sonra başlayan ve zamanımıza kadar devam eden, çeşitli kiliseler arasındaki ihtilafların haddi hesabı yoktur. Böyle olmakla beraber, tanrının; baba, oğul ve ruh-ül-kuds isimleriyle üç uknumdan ibaret ve cevher olduğunda bütün hristiyan fırkaları ittifak halindedir. Fakat bu üç cevherin tabiatları, birleşmeleri ve birbirlerine uymaları hususunda, her biri farklı itikada sahiptirler. Bazılarına göre, üç uknumdan maksat her biri, ayrı ayrı şahıslar olmayıp, asıl olan bir zatın sıfatlarıdır. Bazılarına göre, ilim, uknumu kelamdır. Mesihin cesedi ile birleşerek bir araya gelmiştir ki, bu tam bir birleşmedir. Suyun şarap ile birleşmesi gibidir. Melekaniyye fırkasına göre, güneşin kristal camda parlaması gibidir. Nesturiyye fırkasına göre ise, tanrı et ve kana dönüşerek Mesih olmuştur. Yakubiyye fırkasına göre ise, tanrının insanda görünmesi, meydana çıkmasıdır. Meleğin beşer (insan) suretinde görünmesi gibidir.

Îsa ın ilah olmadığı yukarıda tafsilatlı olarak anlatıldığı gibi, kendi sözlerinden de açıkça anlaşılmakta, bunun sonradan ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu hususta Maide suresinin 116-118. ayet-i kerimelerinde de mealen buyruldu ki: “Yad eyle şol vakti ki, kıyamet gününde Allah (Îsa a) şöyle buyuracak; “Ey Meryem oğlu Îsa! Allahı bırakıp da beni ve annemi iki ilah edinin diye insanlara sen mi söyledin?”

Îsa diyecek ki: “Ya Rabbi! Uluhiyyette sana şerik, ortak bulunmaktan seni tenzih ederim. Hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben o sözü söylemişsem sen onu elbette bilirsin. (Söyleyip ilan ettiğimi bildiğin gibi) içimde gizlediğimi de bilirsin. Fakat ben, senin zatında olanı (bana bildirmediğini) bilmem. Muhakkak ki sen gaybları kemal üzere bilensin.

Sen bana ne emrettinse, ben kendilerine ondan başkasını emretmedim. Hep; “Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allaha ibadet edin (ibadetinizde hiç bir kimseyi Ona ortak koşmayın) dedim ve aralarında bulunduğum müddet, kendilerine gözcü idim (hallerini gözetlerdim.)

Ne zaman ki, beni semaya kaldırmakla aralarından aldın, üstlerine, kendilerine mürakıb (gözetleyici) yalnız sen oldun. Zaten sen, her zaman her şeye hakkıyla şahidsin.

Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki, onlar senin kullarındır. Eğer, onları mağfiret edersen yine şüphe yok ki, sen mutlak galipsin. Hüküm sahibi ve hükmünde hikmet sahibisin.”

Yine Maide suresinin 17. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Meryem oğlu Mesih (haşa) Allahdır diye yalan ve iftirada bulunanlar, muhakkak kafir olmuşlardır.

(Habibim, sen onlara) de ki: Eğer Allah, Mesihi , annesini ve yeryüzünde olan insanların hepsini helak etmek dilese, bu muradından Onu men etmeye kim malik olabilir (elbette kimse mani olamaz. O halde Mesihin ilah olduğuna nasıl itikad edersiniz).

Muhakkak ki, semavat, yer ve ikisi arasında bulunan her şey Allahındır (hepsi Allahın mülkü ve mahlukudur). O, dilediğini yaratır. Muhakkak ki, Allah her şeye kadirdir.”

Maide suresinin 72-75. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Muhakkak ki, Meryem oğlu Mesih (Îsa ) Allahdır diyenler, şüphesiz kafir olmuşlardır. Halbuki, Mesih (Îsa kendisi bizzat onlara şöyle) demişti: “Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allaha ibadet edin. Kim Allaha ortak koşarsa, hiç şüphesiz Allah ona Cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin hiç bir yardımcıları da yoktur.

Allah, üç ilahın üçüncüsüdür diyenler (Allahtan başka Meryemi ve Îsayı da ilah kabul edenler) de elbette kafir olmuşlardır. Halbuki, bir tek ilahtan başka hiç bir ilah yoktur. Şayet söyleye geldikleri bu sözden vazgeçmezlerse, küfürde kalanlara muhakkak çok acıklı bir azab dokunacaktır.

Hala, Allaha tevbe edip mağfiret dilemeyecekler mi? Şüphesiz ki, Allah tevbe edenleri mağfiret edici ve mağfiret olunmuşlara da çok rahmet edicidir.

Meryem oğlu Mesih (Îsa ) ancak bir peygamberdir. Ondan önce bir çok peygamberler geçti. Annesi de Sıddıka (çok doğru bir kadın) idi. İkisi de (birer kul, beşer olarak) yemek yerler (gıda alırlar, ilahlık iddia etmezler) di…”

Tevbe suresinin 30-33. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “…hristiyanlar da; Mesih (Îsa ) Allahın oğludur dediler. Bu, onların ağızlarıyla uydurdukları sözleridir ki, daha önce küfreden (melekler, Allahın kızlarıdır diyen) lerin sözlerine benzemektedir. Allah onları kahretsin. Haktan batıla nasıl çevriliyorlar.

Onlar, alimlerini ve rahiplerini, Allahtan başka ilahlar edindiler. Meryemin oğlu Mesihi de (ilah edindiler). Halbuki, onlar da, ancak bir olan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allahtan başka hiç bir ilah yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen münezzehtir.

Onlar, Allahın nurunu (Allahın vahdaniyyetine, bir olduğuna, yüceliğine, çocuğu ve ortağı olmaktan münezzeh olduğuna alamet ve işaret olan delilleri veya Kuran-ı kerimi veyahut Muhammed ın peygamberliğini veya Muhammed ın şeriatını) ağızlarıyla, (bozuk ve yalancı sözleri ile) söndürüvermek istiyorlar. Fakat Allah diliyor ki, kafirler, istemeseler ve hoşlanmasalar bile, O muhakkak nurunu tamamlayacaktır.

Peygamberlerini hidayetle ve hak din ile, bütün dinlerin üzerine gönderen Odur. İsterse müşrikler hoş görmesinler.”

Bu hususta Buharide Ömerden rivayet olunan bir hadiste buyruldu ki: “Nasaranın İbn-i Meryemi (Îsa ı) batıl üzere medhettikleri gibi, siz de beni medhetmekte mübalağa etmeyiniz. Şüphesiz ki, ben bir kulum. Binaenaleyh bana, Allahın kulu ve resulü deyiniz.”