Hazret-i Îsanın faziletleri pek çoktur. Daha doğumundan önce onun üstünlükleri, fevkalade hallerine işaret olan hadiseler görülmeye başlamıştır.
Tefsir-i Hazinde bildirildiğine göre, Meryem Îsaya hamile iken, Zekeriyya ın hanımı Elisa da Yahya a hamile idi. Bu hamilelik günlerinden birinde Elisa , Meryeme; “Ben hamileyim biliyor musun?” dedi. O da; “Ben de hamileyim” dedi. Bunun üzerine Elisa; “Benim karnımdakinin (Yahya ın) senin karnındakine (Îsa a) hürmet ve tazimde bulunduğunu hissediyorum” dedi.
İmam-ı Kurtubi ; “Elisa, karnındaki oğlunun, başını Meryemin karnı tarafına döndürdüğünü hissederdi” buyurdu.
Hazret-i Meryem demiştir ki: “Îsa karnımda iken, yalnız olduğum zaman birbirimizle konuşurduk. Yanıma bir kimse gelse, konuşmayı keserdik. Ben zikir ve tesbihle meşgul olsam, o da karnımda tesbihle meşgul olurdu ve ben onun tesbih ettiğini devamlı olarak işitirdim.”
Hazret-i Îsa bir günlük iken, iki aylık kadar görünürdü. Bu şekilde çok güzel olarak büyüdü. Bir miktar büyüyüp yetişince, Meryem onu hocaya vermek istedi. Îsa; “Anneciğim! Allah bana hocaya lüzum ve ihtiyaç göstermedi. Senin karnında iken bana, Tevratı ve İncili öğretti” dedi. Meryem; “Evet doğrudur. Ama, yine de hocanın yanında bulunman iyidir” dedi. Mektebe ilk vardığında hoca, hemen ona yakın gel deyip derse başlamak istedi. Îsa ; “Ey hoca! Sen cahil imişsin. Zira sana bir çocuk getirildiği zaman önce ismini sorup, sonra öğretmeye başlaman lazım değil mi?” dedi. Hoca; “Doğru söylüyorsun, ismin nedir?” dedi. O da; “Îsadır” dedi.
Bundan sonra Hoca; “Besmeleyi oku” dedi. O da okudu. Sonra; “Ebcedi oku” dedi. Îsa başını kaldırıp; “Ebcedin ne olduğunu bilir misin?” dedi. Hoca; “Bilmiyorum” dedi. O; “Bilmediğin şeyi bana nasıl öğreteceksin?” buyurdu. Hoca; “Öyleyse sen bana öğret” dedi. Îsa ona; “Kürsiden in!” dedi. O da indi. Îsa kürsiye çıkıp oturdu ve; “Şimdi sor” dedi. Hoca; “Ebced yani elif, ba, cim, dal nedir?” dedi. Îsa buyurdu ki: “Ebcedin elifi, Allaha ve alaullaha yani Allahın nimetlerine; bası behcetullaha (Allahın güzelliğine) ve behaullaha yani Allahın kadrine, yüceliğine; cimi cemalullaha (Allahın güzelliğine); dalı, dinullaha; hevvezin hası, haviyyeye yani Cehenneme; vavı “Veyl, nar ehli içindir” demeye; zası, zefir-i Cehenneme yani Cehennemin feryadına; huttinin hası, istiğfar edenlerin hatalarının düşmesine; kelemen, “Kelamullah mahluk değildir” demeye; safes, “Gayrete gayret, cezaya ceza” demeye; karaşet, “Kıyamette Allah halkı bir yere toplar” demeye işarettir.” O böyle söyleyince, hoca efendi şaşıp kaldı ve Meryeme haber gönderip; “Hatun, oğlunu al git. Onun üstada ihtiyacı yoktur. Kendisi üstaddır” dedi. Böylece Ebcedin manasını ilk veren Îsa oldu.
Salebinin Arais-ül-Mecalis isimli kitabında şöyle yazar: “Îsa mektebde çocukların her birine evlerindekilerin yaptıklarını haber verir, ey filan, evine git. Evindekiler filan yemeği yeyip, senin hisseni ayırdılar der. Çocuklar eve gidince, bize Îsa haber verdi, hani hissemiz deyip, alırlardı. Yahudiler çocuklarına, o sihirbazdır. Onunla oynamayın derlerdi. Sonra çocuklarını onunla görüştürmemek için bir odaya kapatırlardı.
Bir defa Îsa çocukları aramıştı. Anne-babaları yalan söyleyip, burada yoklar dediler. Bu odada ne var dedi. Maymunlar ve domuzlar vardır dediler. Îsa , öyle olsunlar dedi. O gittikten sonra yahudiler kapıyı açıp baktıklarında, çocuklarının maymun ve domuz şekline dönüşmüş olduğunu gördüler. Yahudilerin arasında bu haber yayılınca, hepsi çok korktular. Meryem oğluna bir zarar gelmesinden korkup, bu hadise üzerine bir merkebe binerek oğlu Îsa ile Mısıra gitti.
İshak bin Bişr, Cüveybirden ve Mukatilden, onlar, Dahhaktan, o da İbn-i Abbas hazretlerinden bildirdi: “Îsa çocukluğunda, Allah tarafından ilhamla, acib, garib, yani insanların görmedikleri şeyleri görür ve bilirdi. Bunlar yahudiler arasında yayıldı. Îsa büyüdükçe İsrail oğullarının düşmanlığı arttı. Ona kastettiler, yani öldürmek istediler. Annesi korktu. Allah, annesine ilham edip, onu Mısıra götürmesini bildirdi.”
Bütün alimler bildirmişlerdir ki, peygamberlerin hepsi diğer insanların hepsinden elbette daha üstün, şerefli ve faziletlidir. Peygamberler içinde resuller, yani şeriat sahibi, kendisine yeni bir din verilen peygamberler diğerlerinden daha faziletli, üstün ve şereflidir. Bunlar arasında da, kendilerine ülül-azm denilen altı peygamber, diğerlerinden üstün ve kıymetlidir. Bu altı peygamber; adem, Nuh, İbrahim, Musa, Îsa ve Muhammed aleyhimüsselamdır. Bu Ülül-azm peygamberlerin de en üstünü, bizim peygamberimiz Muhammed dır.
İşte Îsa da ülül-azm peygamberlerden olmakla, makam ve derecesi pek üstün, fazilet ve kemalatı pek yüksektir, Ebu Hüreyre de; “Peygamberlerin efendisi; adem, Nuh, İbrahim, Musa, Îsa ve Muhammed aleyhimüsselamdır” buyurmuştur.
Hazret-i Îsa, Allahın emri ve kudreti ile babasız olarak doğduğundan, ona Kelimetullah denir. Nitekim, daha evvel yukarıda geçen al-i İmran suresinin 45. ayet-i kerimesinde bu hususa işaret vardır. Yine bu hususta Nisa suresinin 171. ayet-i kerimesinde mealen; “Muhakkak ki, (Allahın kulu) Meryem oğlu Îsa Mesih, Allahın (insanları, Allahın dinine davet için gönderdiği) resulü ve Allahın kelimesidir (ki. Hak tealanın “Ol” emri ile, babasız olarak, Allahın kudretiyle meydana geldi)…”
Tefsir-i kebir ve Ruh-ul-beyanda yukarda meali verilen al-i İmran suresinin 45. ayet-i kerimesinin tefsirinde, Îsa ın kelimetullah olması izah edilirken buyruluyor ki: Allah Îsa ı; “Kün-Ol” emri (kelimesi) ile yarattı. Gerçi her şey Allahın “Kün” emri ile var olmaktadır. Hakiki sebep budur. Fakat, zahiri (insanlar arasında bilinen, meşhur olan) sebeplerde vardır ki, Hak tealanın adet-i ilahiyyesi, işlerin bu zahiri sebeplerle meydana gelmesidir. Hak teala, hiç bir sebep olmadan da yaratmaya elbette kadirdir. Fakat, kendi bildiği nice hikmetler ve kullar için nice faydalardan dolayı sebepler araya koymakta, sebepler ile yaratmaktadır.
Bilindiği gibi, bir çocuğun meydana gelmesi, diğer her şey gibi, zahiri bir sebebe bağlıdır. O da ana ve babanın bir araya gelmesidir. Allah, belki herkesin anlayamayacağı nice hikmetlerinden dolayı, Îsayı işte bu zahiri sebep olmadan sadece “Kün” emriyle yarattı. Bu bakımdan Îsayı, Hak tealanın “Kün” kelimesine nispet etmek daha muvafık olmaktadır. Bu sebeple, Îsa, sanki Allahın “Kün” kelimesinin bizzat kendisidir. Bunun için ona, Kelimetullah denilmiştir.
Hazret-i Îsanın bir lakabı da Ruhullahdır. Yukarıdaki ayet-i kerimenin devamında buna işaret olunmuş ve Îsanın diğer ruhlar gibi, Allahın halk ettiği, yarattığı, Onun tarafından gelen bir ruh olduğu bildirilmiştir. Hak tealanın izni ile ölüleri dirilttiği, kalbleri ihya ettiği için ona Ruhullah denildi diyenler de olmuştur.
Yine yukarıda meali verilen al-i İmran suresinin 45. ayet-i kerimesinde, Îsanın dünya ve ahirette vecih (şerefi yüksek, kadri yüce) olduğu bildirildi. alimler bu vecih olmayı iki şekilde izah etmişlerdir:
1- Îsa ın dünyada vecih olması; duasının kabul olması, Allahın izni ile ölüleri diriltmesi, dua ile körleri ve baras hastalığı olanları iyileştirmesidir. ahirette vecih olması ise; yolundan ayrılmayan, gösterdiği yolda bulunmuş olan ümmetine şefaatçi kılınmasıdır.
2- Dünyada vecih olması; yahudilerin, hakkında söyledikleri ayıplardan beri (uzak) olmasıdır. ahirette vecih olması ise; sevabının çok ve Allah indinde derecesinin yüksek olmasıdır.
Bu ayet-i kerimede, Îsanın dünya ve ahirette vecih olduğu zikredildikten sonra, onun mukarrebinden olduğu bildirildi. alimler bunun, Îsanın semaya yükseltileceğine, meleklerin onunla birlikte bulunacaklarına işaret olduğunu bildirmişlerdir.
İshak bin Bişrin senetleri ile Ebu Hüreyreden verdiği haberde şöyle bildirildi: Îsa bebekken olan ilk konuşmasından sonra, Allaha, kulakların duymadığı bir tazim münacatında bulunup şöyle dedi: “Ey Allahım! Yüceliğinde yakınsın; yakınlığında yücesin. Yarattıklarının hepsinden üstünsün. Sözlerinle havada yedi kat gök yarattın. Hepsi emrine hazır, el pençe divan durmaktadır. İçinde meleklerin vardır; seni tesbih ve takdis ederler. Karanlıklar içinde, onlarda, yani gökte ışık kaynakları yarattın. Geceyi ay ve yıldızla aydınlık, gündüzü güneşle ışıklı eyledin. Havada hamd ile tesbih eden gök gürültüsü yarattın. Gökte yıldızlar yarattın ki, yolunu kaybetmiş olanlar, onlarla yollarını bulur.
Ey yüce Allahım! Denizleri, dağları yarattın. O yücelikleri, yükseklikleri ile dağlar, huzurunda başları eğik ve itaatkar, emrine hazır, denizin dalgaları, izzetin karşısında dökük ve dağınıktır. Nehirler, dereler, kaynaklar akıttın. Ağaçlar, meyveler yarattın. Hepsi senin emrindedirler.
Ey Allahım! Sen ne yücesin! Seni hakkıyla kim medhedebilir? Vasfı ile senin vasfına, sıfatları ile senin sıfatlarına kim ulaşabilir? Bulutları yayar, esirleri darda kalanları kurtarırsın. Hükmün haktır, hak olan hükmü verirsin. Hüküm verenlerin en hayırlısı sensin. Senden başka ilah yoktur. Sen her ayıb ve noksandan münezzehsin! Bize her günahımızdan sonra istiğfar etmemizi emrettin. Senden başka ilah yoktur. Akıllı kulların senden muhakkak korkar. Şehadet ederiz ki, sen ihdas edilen, meydana çıkarılıp, uydurulan bir ilah değilsin. Zikri bitecek bir Rab değilsin! Bizi yaratmada sana yardım eden bir başkası yoktur ki, senin kudretinden şüphe edelim. Şehadet ederiz ki, sen, bir teksin, samedsin, doğurmamış ve doğurulmamışsın ve senin eşin, benzerin yoktur.”
İshak bin Bişr, Cüveybir ve Mukatilden, onlar Dahhaktan, o da, İbn-i Abbasdan alarak dedi ki: Îsa bebekken yaptığı mucizevi konuşmadan sonra bir daha konuşmadı; çocukların konuşma çağına gelince konuşmaya başladı. Bu yaşa gelince, Allah, onu hikmet ve beyanla konuşturdu. Yahudiler onun ve annesinin hakkındaki iftiralarını arttırdılar ve ona asi oğlu diye isim verdiler. Nitekim Allah bunu bildirip, Nisa suresi: 156. ayet-i kerimesinde; yahudilerin, Îsa ı inkar etmekle küfre düştüklerini ve Meryeme zina isnadı ile büyük bir iftirada bulunup, aleyhinde konuştuklarını haber vermektedir.
İmam-ı Buhari ve Müslim (rahmetullahi aleyhima) ravileri ile birlikte Ebu Hüreyreden , o da, Resulallah efendimizden şöyle bildirmektedirler: “Îsa çalan (hırsızlık eden) bir adamı görüp ona; “Çaldın mı? Dedi. O da, hayır kendisinden başka ilah olmayan (Allahın) hakkı için söylüyorum ki, çalmadım dedi. Bunun üzerine Îsa ; Allaha inandım ve gözümü yalanladım (yani gözümle gördüğüme inanmadım) dedi.”
Yani, yemin ettiğin için gözümü yalanladım buyurmakla, kendisinin çok temiz yaratılış ve seciye üzere olduğunu gösterdi.
Yine Buhari ve Müslimde, Ubadenin bildirdiği bir hadiste; “Allahtan başka ilah olmadığına, Onun bir olup, ortağı, eşi, benzeri bulunmadığına ve Muhammed (ın) Allahın kulu ve resulü olduğuna, Îsanın Allahın kulu, resulü, Meryeme ilka eylediği kelimesi ve ruhu olduğuna, Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehadet edeni, ameli ne olursa olsun Allah Cennete koyar” buyruldu.
Yine Buharide Ebu Hüreyre isnadı ile bildirilen bir hadiste buyruldu ki: “Beşikte iken konuşan sadece üç kişi olmuştur. Birisi (hazret-i) Îsadır. Biri şudur ki, İsrailoğullarından Cüreyc adında biri vardı. Namazda idi. Birden annesi gelip, onu çağırdı. (Kendi kendine) ona mı cevap vereyim yoksa namaza mı devam edeyim dedi. Annesi (onun kasıtlı olarak cevap vermediğini zannedip); Ya Rabbi! Ona fahişe kadınların yüzlerini göstermeden canını alma dedi. Cüreyc bir kulübede kalırdı. Bir taraftan bir kadın gelip, onunla konuşmak istedi. Cüreyc konuşmaktan kaçındı. Kadın bir çobana yaklaşıp, nefsini ona teslim etti. (Çobanla zina etti.) Ondan bir oğlu oldu. Kadına, bu çocuk kimdendir dediler. Cüreycdendir dedi. Adamlar oraya koşup, kulübesini yıktılar, sövdüler, hakaret eylediler. (Cüreyc) abdest alıp namaz kıldı. Sonra o çocuğun yanına gitti ve; Ey oğlan! Baban kimdir? dedi. Çocuk; Filan çobandır dedi. İnsanlar (hakikati anlayınca, Cüreyce); Senin kulübeni altından yapalım mı? dediler. Hayır, topraktan yapın dedi.
Yine İsrailoğullarında bir kadın vardı. Bir de emzikli oğlu vardı. Bir gün, hayvan üstünde heybetli, güzel elbiseli bir adam oradan geçti. Kadın; Ya Rabbi! Oğlumu onun gibi yap dedi. Çocuk, annesinin göğsünü bırakıp, gelen atlıya döndü ve; Ya Rabbi! Beni onun gibi yapma dedi. Sonra annesinin göğsünü emmeye başladı. Daha sonra kadın, çocuğuyla birlikte bir cariyeye uğradı. Kadın; Ya Rabbi! Oğlumu bunun gibi yapma dedi. Çocuk, annesinin göğsünü bırakıp; Ya Rabbi! Beni onun gibi eyle dedi. Annesi; Niçin böyle dedin? deyince, çocuk; O hayvan üstündeki heybetli adam, cebbarlardan, zalimlerdendir. Bu kadın ise, zina ve hırsızlıkla itham edildi, ama, ikisini de yapmamıştır, temizlerdendir” dedi.”
Ebu Osmandan gelen haberde buyruldu ki: Îsa bir dağın başında namaz kılardı. İblis, yanına gelip; “Sen her şeyin kaza ve kader ile olduğunu mu söylersin?” dedi. O da; “Evet” buyurdu. “Öyleyse kendini bu dağdan aşağı at ve kaderim böyle idi de!” dedi. Îsa ; “Ey melun! Allah, kullarını tecrübe, imtihan eder, kulların Onu imtihan etmeğe hakkı yoktur” buyurdu.
Îsa ile alakalı olarak bazı ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki: “Meryem oğlu Mesih (Îsa ) muhakkak bir peygamberdir. Ondan önce de bir çok peygamberler geçti. Annesi (Hazret-i Meryem) ise Sıddıka (çok doğru, dürüst ve iffetli) bir kadın idi…” (Maide suresi: 75)
“Sonra (Nuh ve İbrahim aleyhimesselamın) arkalarından peygamberlerimizi ardarda gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu Îsayı gönderdik ve ona İncili verdik. Kendisine tabi olanların (bağlı kalanların) kalplerine de ince bir duygu ve merhamet ihsan ettik…” (Hadid suresi: 27)
“…Meryem oğlu Îsaya (ölüleri diriltmek, anadan doğma kör olanları ve baras illeti bulunanları tedavi etmek ve gaybden haber vermek gibi) apaçık mucizeler verdik ve onu Ruh-ul-kuds ile takviye ettik, kuvvetlendirdik…” (Bakara suresi: 87, 253)
Tefsir alimleri bu ayet-i kerimelerde geçen Ruh-ul-kudsü çeşitli şekillerde tefsir edip, açıklamışlardır.
1- Bazı alimler; Ruh-ul-Kudsün, Cebrail olduğunu bildirmişler ve bunu bir kaç şekilde izah etmişlerdir.
a) El-Kuds, tahir yani temiz demektir ve bu kelime ile burada Allah zikredilmektedir. Dolayısıyla Ruh-ul-Kuds, Ruhullah demektir. Ruhla murad, Cebrail dır. Cebrail ın, Allaha nispet edilmesi, yani Ruh-ul-Kuds (Allahın ruhu) buyrulması, Cebrailin şerefini bildirmek, onun Hak teala katındaki derecesinin yüksekliğini beyan etmek içindir.
Nitekim, Allaha nispet etmek suretiyle şerefini ve kıymetini bildirmek için Kabe-i muazzamaya Beytullah (Allahın evi), Salih ın devesine de Nakat-üllah (Allahın devesi) buyrulması da böyledir.
b) Beden, ruh ile canlı kalabildiği gibi, din de Cebrail ile canlı kalır. Çünkü Cebrail , peygamberlere vahiy getirmekle memur olup, mükellef olan insanlar; ancak Cebrailin Hak tealadan peygamberlere getirdiği vahiyle, dini hayatlarında sabit kalabilmektedir.
c) Cebrail ve diğer melekler ruhani mahluklardır. Ancak ruhanilik, Cebrail da daha tam ve kamildir.
alimlerden Ruh-ul-Kuds ile alakalı olarak başka rivayetler de gelmiş ise de, bu husustaki en kuvvetli rivayet, Ruh-ul-Kudsün, Cebrail olduğu şeklindedir.
2- Bazı alimler Ruh-ul-Kuds, İncildir demişlerdir. Nitekim Şura suresinin 52. ayet-i kerimesinde; “Sana emrimizden bir ruh vahyettik…” buyruldu. Mazhari, Celaleyn ve Medarik gibi birçok muteber tefsirlerde, bu ayet-i kerimede geçen “Ruh”un, Kuran-ı kerim olduğu bildirilmiştir.
İncile ruh buyrulması, o asırda din işlerinin onunla canlı kalması, dünyaya ait faydaların onunla muntazam olması sebebiyledir. Çünkü, Allahın kitabı, kalbleri canlı tutmaktadır.
3- Bazı alimler; “Burada geçen Ruh-ul-Kudsle murad, ism-i azamdır. Îsa ölüleri bunu okuyarak diriltir, bir çok mucizeleri bunu söyleyerek gösterirdi” demişlerdir.
4- Bazı alimler de; “Ruh, Îsa ın ruhudur. Kuds ise Allahdır. Îsanın ruhunun Hak tealaya nispet edilmesi, onun şerefine, yüksekliğine işarettir” demişlerdir.
Ruh kelimesinin, Cebrail a, İncile ve İsm-i azama söylenmesi, isnat edilmesi mecazdır. Çünkü ruh, insanın bedeninin canlılığına sebep olduğu gibi, Cebrailin bildirdikleri (Allahtan vahiy yoluyla getirdikleri) de kalblerin canlılığına sebep olmaktadır.
İncil, Allahın emir ve yasaklarının öğrenilmesine sebeptir. İsm-i azam ise, maksatların ve dileklerin hasıl olmasına vesiledir.
Ruh ile Cebrail arasındaki yakınlık ve beraberlik daha tamdır. Şöyle ki:
1- Cebrail , nurani, latif bir mahluktur. Bu sebeple ikisi arasındaki benzerlik daha tamdır. Dolayısıyla Ruh-ul-Kudse, Cebrail demek daha layık olmaktadır.
2- ayet-i kerimede; “…Biz onu Ruh-ul-Kuds ile takviye ettik” buyrulmasından murad; yardım etmektir. Yardım etmenin, Cebrail a isnat edilmesi hakiki mana ile; İncil ve İsm-i azama isnat edilmesi ise mecazi mana iledir. Bu sebeple de Ruh-ul-Kudsün, Cebrail olması daha layıktır.
Îsa zühd sahibi olmakta pek ileri idi. Dünya malına hiç meyletmezdi. Hasen-i Basri ; Îsa , kıyamette zahidlerin reisidir buyurmuştur.