Îsa ın annesidir. Davud ın neslinden olan İmran isminde bir zatın kızı olup, annesinin adı Hunnedir.
Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, İmranın hanımı Hunnenin çocuğu olmuyordu. Hunne bir zaman, bir ağaç altında otururken, bir kuşun yavrusuyla oynadığını görünce, imrendi ve bir evladının olmasını gönülden diledi. “Allah bana bir çocuk ihsan ederse onu Beyt-ül-Makdise hizmetçi yapacağım” diye nezretti, adakta bulundu. O zaman Beyt-ül-Makdis hizmetine, erkek çocukları nezretmek (adamak) caiz ve çok sevab idi. Böyle nezredilen erkek çocukları, doğumlarından yetişinceye kadar, oranın hizmetinde bulunur, büluğundan sonra isterse hizmete devam eder, isterse dilediği yere giderdi. Büluğundan evvel ayrılması caiz olmazdı ve böyle nezir sadece erkek çocuklar için yapılırdı. Ancak Allahın, Meryemi Beyt-i Makdis hizmetinde bulunmaya kabul etmesinden sonra, kız çocukları da bu hizmet için kabul edildi.
İşte, Hunne böyle bir nezirde bulunduktan sonra, Allahın izni ile hamile kaldı. Bu hususta al-i İmran suresinin 35. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “İmran (bin Masan) ın hanımı (olan Hunne binti Kafuz ki, Îsa ın ceddesi yani büyük annesidir) dedi ki: ya Rabbi! Karnımdakini (çocuğumu) azadlı bir kul olarak, (dünya meşguliyetlerinin hepsinden uzak ve sana ibadetle, Beyt-i Makdisin hizmetinde bulunması için) sana nezrettim, adadım. Allahım! O nezrimi benden kabul eyle. Muhakkak ki sen, (benim duamı ve yakarışımı) işitici (bu nezirdeki niyetimi) en iyi bilicisin.”
Ruh-ul-beyan tefsirinde bildirildiğine göre, bu ayet-i kerime, Meryemin faziletine delalet etmektedir. Çünkü Hak teala, Meryemin, küçüklüğündeki cismani ve yetişkinliğindeki ruhani terbiyeyi başka hiç bir kadına nasib etmemiştir.
Hunne böyle nezredince, İmran; “Oğlan olacağını bilmeden nasıl nezrettin? Şayet kız olursa nezrini nasıl ifa edeceksin?” dedi.
Tefsir alimleri bildiriyorlar ki, Hunne nezrederken; “Karnımdakini” demiş, erkek veya kız diye ayrıca bildirmemişti. alimler, Hunnenin böyle iki manaya da gelebilecek kapalı bir ifade kullanmasını iki şekilde izah etmişlerdir.
1- Bazı alimler demişlerdir ki: Gerçi Beyt-i Makdis için sadece erkek çocuklar nezredilirdi. Kız çocukları nezredilmezdi. Buna rağmen onun; “…doğacak çocuğumu nezrettim” demesi, erkek çocuğu diye ayrıca bildirmemesi, doğacak çocuğun erkek olmasını çok istemesi ve böyle ümidlenmesi sebebiyle idi. Yani çocuğunun erkek olmasını istedi. Bunun için dua etti. Bu nezrini, çocuğunun erkek olmasına vesile yaptı. Yani; “Ya Rabbi! Karnımdakini sana adadım. Bu sebeple onu erkek kıl” demek istedi.
2- Bazı alimler de; Hunne , eğer karnımdaki erkek olursa demek istemişti demişlerdir.
Hunne hamile iken, Beyt-i Makdis hizmetinde bulunmasını nezrettiği çocuğu doğmadan, babası İmran vefat etti.
Bu Meryem binti İmran ile Musa ın kız kardeşi olan Meryem binti İmranı karıştırmamalıdır. Bilindiği gibi Musanın Meryem isminde bir kızkardeşi vardı ve babalarının ismi de İmran idi. Bu İmranın babasının ismi Yasherdir. Îsa ın dedesi olan İmranın babasının ismi ise Masandır ve bu iki zat arasında onbeş asırdan fazla bir zaman vardır. Rivayete göre, İmran bin Masanın baba ve dedeleri, İsrailoğullarının önde gelenleri ve reisleri idiler ve Beni Masan diye tanınırlardı. Ayrıca, Musa ın kız kardeşinin adının Gülsüm olduğu rivayeti de vardır.
İmran bin Masanın vefatından sonra, hanımı Hunnenin hamileliğinden bir kız çocuğu dünyaya geldi. Halbuki o, çocuğunun erkek olmasını ümid ve temenni ediyordu. Burnunla beraber, ona Allahın kulu manasına Meryem ismini koydu ve; “Ya Rabbi! Ne yapayım ki, kızım oldu. Sen onu kabul buyur” diye Hak tealaya yalvardı. Bu hususta al-i İmran suresinin 36. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Vaktaki (Hunne) hamlini vad edince (doğurunca), Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bildiği halde, o (kız olduğunu görüp, düşündüğü gibi olmadığı için hüzünlenerek); Ya Rabbi! Ben, onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. (Kız, Beyt-i Makdise bir erkek gibi hizmet edemez. Zira kuvvetsiz ve zayıf olur.) Ve ben, ona (bu sıfatların kendisinde bulunması dileğiyle, Allahın kulu, çok ibadet ve hizmet edici, manalarına gelen) Meryem ismini verdim.
Ya Rabbi! Ben, onu ve zürriyetini, senin rahmetinden tard olmuş, koğulmuş olan şeytanın vesvese ve şerrinden, senin muhafazana, himayene ısmarlıyorum” dedi.”
Allahın nice hikmetlerinden dolayı, kız çocuğu olunca; “Ya Rabbi! Kız doğurdum…” demesi, doğan çocuğunun kız olduğunu Allaha bildirmek için değildir. Böyle düşünmek mümkün olamaz. Allah bunu elbette biliyordu. Zira O, her şeyi en iyi bilendir. Hunne, doğacak çocuğunun oğlan olmasını ümid ederken, kızı olması sebebiyle, nezrini yerine getiremeyeceği endişesiyle Hak tealaya mazeretini arzederek böyle ilticada bulunmuş ve çok üzülmüştür. Hak teala hazretleri de onun bu niyazına karşılık, çocuğu kız olmasına rağmen, nezrini ve duasını kabul buyurdu.
Hunne; “… erkek, kız gibi değildir” dedi. Bu da onun, nezrini yerine getiremeyeceği için, Allaha mazeret arzettiği sözlerindendir. O, bu sözüyle mabedin hizmetlerini görmede erkeğin kadından üstün olduğunu anlatmak istemiştir. Bunun bir kaç sebebi vardır:
1- O zaman Beyt-i Makdisin hizmetine, sadece erkek çocuklar nezredilebilirdi.
2- Erkek, ibadethanenin hizmetinde devamlı surette bulunabilirdi. Bilindiği gibi, Beyt-i Makdis hizmetine nezredilen çocukların orada bulunma mecburiyeti büluğ çağına kadar idi. Büluğundan sonra dilerse oradan ayrılır, dilerse hizmetine devam ederlerdi. İşte, erkek olsun, kız olsun, büluğundan sonra hizmete devamı tercih edenlerden erkek olanlar devamlı surette hizmette, ibadette bulunabilirler. Halbuki kadınlar, hayız ve nifas gibi kadınlık hallerinden dolayı ibadethanede devamlı kalıp hizmet edemezlerdi.
3- Erkekler, bedeni yapıları itibariyle kuvvetli olduklarından, hizmette bulunmaya daha elverişlidir. Kadınlar ise, bedenen zayıf oldukları için, erkekler gibi hizmete ve diğer işlere müsait değildirler.
İşte bütün bunlar, Beyt-i Makdis hizmetinde erkeğin kadından üstünlüğünü ve tercihini icabettiren sebeplerdendir.
Tefsir alimlerinin bildirdiklerine göre, Hunne bu sözüyle bunları kasdetmiş ve sanki şöyle demek istemiştir: “Beyt-i Makdisin hizmetine nezrettiğim için, çocuğumun erkek olması benim arzumdur. Doğan bu kız ise, Allahın takdiridir. Benim arzum olan erkek çocuğu, Allahın, benim isteğim dışında hikmetinin icabı ihsan ettiği bu kız gibi değildir.” Hunnenin bu sözü, onun, Allahın marifetine daldığını, Allahın, kulu için yaptığının, kulun kendisi için istediğinden elbette daha hayırlı olduğunu çok iyi bildiğini göstermektedir.
alimler bu ayet-i kerimenin tefsirinde buyurmuşlardır ki: “… İsmini Meryem koydum…” diye zikredildi. Bu sözden, Hunne hamile iken, zevci İmranın vefat etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, çocuğun ismini normalde babası verir. Bu vazifeyi Hunnenin alması, İmranın vefat ettiğini göstermektedir. Yine bundan, çocuk dünyaya gelince isminin konulacağı anlaşılmaktadır.
Nitekim Buhari ve Müslimde bildirildiğine göre, Enesin bir kardeşi olmuştu. Resulallah efendimize götürdü. Peygamberimiz; “Kardeşin hayırlı olsun” buyurup ismini Abdullah koydu.
İmam-ı Ahmed ve Tirmizinin bildirdikleri bir hadiste; “Her çocuk akikasına rehindir. Yedinci günü akika hayvanı kesilir, ismi konur ve başının saçı tıraş edilir.” buyruldu. alimler, bu Hadis-i şerifi; çocuğun afet ve belalardan korunması, akikasına bağlıdır şeklinde izah etmişlerdir.
İslam alimleri buyuruyorlar ki: Akika, çocuk nimetine karşılık, Allaha şükretmek niyetiyle hayvan kesmektir. Akika hayvanı kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Kurban için caiz olmayan hayvan, akika için de kesilmez. Çocuğa doğumunun yedinci günü isim koymak, başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermek ve erkek için iki, kız için bir akika hayvanı kesmek müsteabdır. Her zaman kesilebilir. Kurban bayramında da kesilebilir. Ölü olarak doğana isim konmaz ve akikası kesilmez. Akika, pişmiş veya çiğ olarak zengin, fakir herkese verilebilir. Akika kesmek, Şafii ve Maliki mezheplerinde sünnet-i müekkededir. Şafii ve Hanbeli mazheblerinde, kemikleri atılmaz, kırılmaz. Oynak yerlerinden ayrılıp toplanır. Bir temiz, beyaz bez içinde gömülür. Hanefi ve Maliki mezheplerinde, kemikleri kırılabilir. Akika, çocukları belalardan, hastalıklardan korur. Kıyamette, anaya, babaya, ayrı bir şefaat ederler. Mevahib-i ledünniyye kitabında diyor ki: “Hicretin sekizinci yılında İbrahim dünyaya gelince, yedinci günü, Resulallah İbrahimin başını tıraş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akika olarak iki koç kesti. Saçlarını gömdü.
Şirat-ül-İslamdaki bir hadiste; (Akika) erkek çocuk için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir.” buyruldu. Koyunun erkek veya dişi olmasına bakılmaz. Şirat-ül-İslamda buyruluyor ki: Peygamber efendimizin peygamber olduğu kendisine bildirildikten sonra, kendi akikasını kesmiş olduğu haber verilmiştir. Buradan, zaman geçmekle, bu borcun sakıt olmadığı anlaşılmaktadır.
Akikayı keserken; “Ya Rabbi! Bu filan kimsenin akikasıdır. Bunun kanı, onun kanına, eti etine, kemiği kemiğine, derisi derisine, kılı kılına karşılık olsun. Ya Rabbi! Bu akikayı filan kimsenin Cehennemden kurtulmasına karşılık, sebep eyle!” denir.
Akika, doğumunun yedinci günü kesilir. Olmazsa ondördüncü ve yirmidördüncü günü de kesilebilir. Bu da olmazsa daha sonra istenilen bir zamanda kesilebilir.
Doğumunun yedinci günü, çocuğun saçı tıraş edilir. Saçının ağırlığınca gümüş veya altın sadaka verilir. Çünkü bu sünnettir. Nitekim Resulallahın, torunu Hüseynin doğumunun yedinci gününde, kızları Fatımaya çocuğun saçlarını tıraş etmesini ve sadaka olarak saçlarının ağırlığınca gümüş veya gümüş para vermesini emrettiği bildirilmiştir.
İhyau ulumiddinde, Ebüşşeyh ve İbn-i Hibbanın, Enesden rivayet ettikleri bir hadiste buyruldu ki: “Çocuk yedi günlük olunca, akikası kesilir. İsmi verilir ve temizlenir. Altı yaşında terbiye edilmeye başlanır. Yedi yaşında yatağı ayrılır. Onüç yaşında namaz kılması için dövülür. (Namaz kılması için zorlanır.) Onaltı yaşına ulaşınca, babası onu evlendirir, sonra da elinden tutarak; “Oğlum! Seni terbiye ettim. İlim, edeb öğrettim. Dünyada bir felakete, ahirette ise azaba uğramandan, Allaha sığınırım. Yani aklını başına al da ona göre çalış der.”
alimler bildiriyorlar ki: Allah, Hunnenin; “Ya Rabbi! Ben onu ve zürriyetini, senin rahmetinden tard olmuş, koğulmuş olan şeytanın vesvese ve şerrinden senin muhafazana ve himayene ısmarlıyorum” şeklindeki duasını kabul buyurdu.
Nitekim, İmam-ı ahmedin senetleri ile bildirdiği bir hadiste buyruldu ki: “Dünyaya gelen her çocuğa, doğarken, şeytan parmakları ile dokunur. Ancak, Meryem ve oğlu (Îsa ) bunun dışındadır. (yani şeytan onlara dokunmamıştır.)”
Ebu Hüreyrenin rivayet ettiği bir hadiste buyruldu ki: “Her dünyaya gelen çocuğu, doğarken şeytan bir veya iki defa sıkar. Meryem oğlu Îsa ve Meryem bundan müstesnadır.” Resulallah efendimiz böyle buyurduktan sonra, Hunnenin duası olan ve yukarıda bildirilen; “Ya Rabbi! Ben, onu ve zürriyetini…” mealindeki Al-i imran suresinin 36. ayet-i kerimesini okudular.