İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden, ismi, Zekeriyya bin azen bin Müslim bin Sadun olup, soyu Süleyman a ulaşır. Yahya ın babasıdır. Kaşifinin bildirdiğine göre; Kudüsde Mescid-i Aksada Tevrat yazar, kurban kesmeyi idare ederdi. Musa ın getirdiği din üzere olup, onun dinini kuvvetlendirir, insanlara güler yüz ve tatlı dille nasihat ederek doğru yola çağırırdı. Buharinin Sahihinde bildirdiğine göre; marangozluk yapar ve elinin emeğiyle geçinirdi. Kavmi tarafından şehid edildi. Türbesi Haleptedir.
Zekeriyya zamanında, Şam vilayeti Batlamyusilerin elinde idi. Onlar, Beyt-ül-Makdise hürmet ederler ve İsrailoğullarını hoş tutarlardı. Beyt-ül-Makdis mamur olup, gece ve gündüz orada ibadet edilirdi. Tefsir alimleri dediler ki: “O zamanda İsrailoğulları içinde gündüz oruçlu, gece namazla meşgul çok kimse vardı. Bunların bir kısmı mescidden (Beyt-ül-Makdisten) çıkmaz, ibadetten başka işle meşgul olmazlardı. Mescidde, Harun neslinden din büyükleri vardı. O zamanda İsrailoğulları arasında peygamber yoktu. Bunlar bir peygamber göndermesi için gece-gündüz Allaha yalvarıyorlardı.
Cenab-ı Hak, Zekeriyyayı peygamber olarak seçti. İsrailoğulları sevinip ibadette ona uydular. Kurbanlarını onun emrettiği şekilde kestiler. Zekeriyya zamanında dörtyüz azadlı abid, Beyt-ül-Makdiste ibadetle meşgul olup, hizmet ederlerdi. Azadlı denmesinin sebebi: İsrailoğulları arasında bir kişi, Allah katında makbul olmak isterse, hanımı hamile olunca; “Ya Rabbi! Eğer bu hanımım bir oğlan çocuğu dünyaya getirirse, onu sana ibadet için (sana ibadet etmek üzere), Beyt-ül-Makdise nezrim olarak azad ettim” demek adetlerinden idi. Çocuğun anası da böyle derdi. Eğer çocuk oğlan olursa, mutlaka onun Beyt-ül-Makdise verilmesi üzerine lazım olurdu. Kız olursa adağını yerine getirmesi icabetmezdi. Fakat babası, dedesi isterlerse onu da Beyt-ül-Makdiste ibadet ve hizmet için terkedip dünya işlerine karıştırmazdı. Azad olan oğlan çocuğu beş yaşına girince, babası onu bir abide teslim ederdi. Böylece çocuk, ibadetle meşgul olur ve mescidden çıkmazdı. Küçüklüğünde ve büyüklüğünde ondan fena bir şey meydana gelmez, ölünceye kadar da güzel bir hal üzre yaşardı. Mescidde vefat ettiğinde, malı varsa nafaka edinmeleri için mescid mücavirlerine vakfolunurdu.
Kab-ül-Ahbar bildirdi ki: Bu azad eylemek işi, Musa zamanından kaldı. Allah Musa a; “Ey Musa! Kullarımdan ben o kişiyi severim ki, gençlik zamanından ihtiyarlık haline kadar ibadetle ömrünü geçirmiştir. Gençliğinde günah işlememiş ve bana gönlü bağlı olan, benim çok sevdiğim kimsedir” buyurdu. İsrailoğullarının bazıları bu sebeple doğan oğlunu mescide getirip, nezrederlerdi. Onu dünya işlerinden azad ederlerdi. Böylece azadlı olurdu.
Zekeriyya ın, soyu Rehoboam bin Süleyman a uzanan İmran bin Masan isminde bir dostu vardı. Zekeriyya , bu İmran bin Masanın kızı Elisa ile evlendi. Bu isim Îsa olarak da zikredilmiştir.) Elisa ile Meryem kardeş olup, babaları İmran idi. İmran, önce Elisanın annesi ile, sonra bunun başka erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti. Meryemin annesi Hunne; “Cenab-ı Hak bana bir oğul ihsan ederse, Beyt-ül-Makdise hizmetçi yapacağım” diye adadı. Kızı oldu. Adını Meryem koydu. Meryem dünyaya gelmeden önce, babası İmran vefat etti. Hunne, Harun neslinden gelen din alimlerine teslim etmek için, kızını alarak Beyt-ül-Makdise götürdü. Onlara niyetini açıklayıp, nezrinin kabulünü rica etti. Meryemin dedesi, Masanoğullarından, asil, şerefli bir aileden olduğu için onu himayeye kabul ettiler. Zekeriyya ; “Çocuğu himayeme ben alacağım. Akraba yönünden çocuğa en yakın benim. Çünkü onun teyzesi benim nikahım altındadır” dedi. Diğer abidler de çocuğu himayelerine almak istediklerinden aralarında şöyle bir karara vardılar. Hepsi Tevrat-ı şerifi yazarken kullandıkları kalemlerini alarak bir derenin kenarına geldiler. Kararlaştırdıkları şekilde kalemlerini suya bıraktılar. Hepsinin kalemi batmış, yalnız Zekeriyya ınki su üzerinde kalmıştı. Bu hadiseden sonra, Meryemin himaye ve yetişmesini Zekeriyya üzerine aldı.
İkrime, Süddi, Katade, Rebi bin Enes ve başkaları bu hadiseyi şöyle naklettiler; Ürdün nehrine giderek, orada kalemlerini atacaklar; suyun akıntısına rağmen kimin kalemi bir yerde durup batmazsa, Meryeme kefil olacaktı. Kalemlerini suya attılar. Zekeriyya ın kalemi hariç hepsini su alıp götürdü. Hatta su akıntısına karşı kalem, suyu yararak yukarı doğru gitti.
Bu hadiseden sonra Zekeriyya Meryemi alıp evine götürdü. Onu teyzesi Elisa büyüttü. Sonra ona Beyt-ül-Makdisde yüksek bir bölümde merdivenle çıkılabilen bir yerde bir hücre (oda) yaptırdı. Meryem bu odada ibadet ederdi. Meryem beş yaşına girince, Zekeriyya ona Tevrat-ı şerifi okuttu ve ibadet erkanını öğretti. Yanına kendisinden başka kimse girmezdi. Meryem, oniki yaşına girinceye kadar Zekeriyya , günde bir kere onun yanına gelir, yiyecek getirir ve ibadetten bir şeyler öğretirdi. Bir kış günü yanına girdiğinde önünde dünya yiyeceklerine benzemeyen türlü türlü nimetler gördü. Nereden geldiğini sorduğunda, o; “Allah tarafından geliyor” diye cevap verdi. İbn-i Abbas buyurdu ki: “Ona yiyecekler Cennetten gelirdi.” Zekeriyya , bunun Hak tealanın kudretinden Meryeme verdiği bir keramet olduğunu anladı.
Hazret-i Meryemin bu hali, evliyadan kerametin meydana geldiğini göstermektedir. Ruh-ul Beyanda bildirildiğine göre; Bir kıtlık zamanında Resulallah çok acıkmıştı. Kızı Fatıma bir parça et ve kuru bir ekmeği bir kaba tirit yapıp Resulallaha götürdü. Resulallah “Buyur kızım” diyerek onu karşıladı. Daha sonra Fatıma getirdiği tencerenin (kabın) kapağını açtı. İçinin ekmek ve et ile dolu olduğunu görünce hayret etti. O zaman, bunun Allah tarafından indirildiğini anladı. Resulallah “Bunlar nereden ey kızım” diye buyurdu. O zaman Fatıma ; “Allahtan. Zira O, dilediğine nihayetsiz ihsan eder” dedi. O zaman Resulallah; “Seni İsrailoğullarının seyyidesine (hazret-i Meryeme) benzetip, nimetlerini ihsan eden Rabbime hamd ederim” buyurdu. Sonra damadı Ali ve torunları Hasen ile Hüseyini ve Ehl-i beytini çağırdılar. Yemekten yediler. Yemek arttı. Artan yemeği de Fatıma komşularına götürüp ikram etti. Eshab-ı kiram , Tabiin ve daha sonra gelen alim ve velilerde buna benzer saylamayacak kadar kerametler görüldü. Sehl bin Abdullah ; “En büyük keramet kişinin kötü bir huyunu değiştirmesidir” buyurdu.
Hazret-i Meryemin kıssası Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Bunun üzerine Rabbi onu (Meryemi) güzel bir kabul ile kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi büyüttü. (Onu iyi bir şekilde yetiştirdi, terbiye etti veya onun yaratılışını noksansız yaptı.) Zekeriyyayı da ona (bakmaya) kefil kıldı. Zekeriyya ne zaman (hazret-i Meryemin bulunduğu) mihraba (odaya) girse, onun yanında (bol) rızık (yiyecek) bulurdu: Ya Meryem! Bu (rızık) sana nereden geliyor? dedi. O da; Bu Allah tarafındandır. Şüphe yoktur ki, Allah dilediği kimseyi hesapsız olarak rızıklandırır derdi.” (al-i İmran suresi: 37)
Tefsir-i Celaleynde bildirildiğine göre; “Mihrab, mescidin içinden, merdivenle çıkılan yüksek bir yer, oda idi. Oraya Zekeriyya dan başka kimse çıkmazdı. Meryemin yanında kış günlerinde yaz, yaz günlerinde kış meyveleri oturdu. Bu, Allahın Meryeme verdiği bir kerametti. Zira Zekeriyya Meryemi büyütmek için yanına aldığından, küçüklüğünden beri onun bir çok kerametlerine şahid olmuştu. Hasen-i Basri ; “Hazret-i Meryem doğunca, hiç meme emmedi. Onun rızkı Cennetten gelirdi. Oğlu Îsa gibi o da küçük iken konuştu” buyurmaktadır.
Zekeriyya , kendisinden sonra yerini tutacak evladı olmadığından çok üzüntülü idi. Zevcesi Elisa, zaten çocuk doğurmayıp, kendisi de bir hayli ihtiyar olduğundan, çocuğu olmak ihtimali kalmamıştı. Fakat cenab-ı Hakkın lütfu, ihsanı ve inayeti nihayetsiz olduğundan, Zekeriyya Meryemin temizlik ve kerametine imrenip, Hak tealadan salih bir çocuk istedi. Kendi makamına bir halife olmasını arzu ederek kendi mihrabında Rabbine gizlice duaya başladı ve Onun merhametine sığındı; “Ey Rabbim! İmranın zevcesine Meryemi verdiğin gibi, bize de yüce katından temiz ve bütün beşer kötülüklerinden pak (temiz), nezih ve senin rızanı gözetecek salih bir evlat ihsan eyle. Zira sen dua edenlerin dualarını işitir ve istediklerini lutfedersin” diye arzetti. Bu duası Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Orada (gece yarısı) Zekeriyya Rabbine dua etti: Rabbim! Bana senin tarafından çok temiz bir zürriyet (salih bir evlat) ihsan et. Muhakkak sen duaya icabet edersin.” (al-i İmran suresi: 38)
Meryem suresi 3 ve 5inci ayet-i kerimelerinde mealen; “Zekeriyya Rabbine gizlice (içinden) yalvardığı zaman (o yalvarmasında) dedi ki: Ya Rabbi! Kemiklerim zayıf olup inceldi. Başımın saçları ağarıp beyazlaştı. Rabbim! Şimdiye kadar sana olan dualarımda (sana yalvarmakla) bir şeyden mahrum olmadım. Her duama icabet ettin” buyruldu.
Bu duanın gizli yapılmasındaki hikmet ve nükteyi alimler şöyle bildirdiler: O ve hanımı çok ihtiyarlamışlardı. Bu durumda Allahtan oğul isteğini halka bildirmek istemedi. Bazıları da; O duasını gizlemişti. Çünkü Allaha sevgili idi dediler. Katade ; Şüphesiz Allah kendisinden korkan kalbi bilir ve gizli yalvarışı işitir. Zekeriyya , eshabı uyuduktan sonra geceleri kalkmış Rabbine gizlice yalvarmış ve; “Rabbim! Rabbim! Rabbim!” demiş, Allah da; “Buyur! Buyur! Buyur! (Ey kulum)” diye icabet etmiştir diye rivayet etmiştir.
Allah Kuran-ı kerimde mealen; Zekeriyya ın duasını ve onu kabul edişini şöyle bildirmektedir: “Hani o, (Zekeriyya ) Rabbine; Rabbim! Beni yalnız başıma (evlatsız) bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın diye niyaz (dua) etmişti. Biz onun bu duasını kabul ve kendisine Yahyayı ihsan ettik. Zevcesini (doğurmaya) salih kıldık. Muhakkak (bütün) bunlar (bu surede anlatılan peygamberler) hayır işlerinde yarışırlar, (katımızdaki sevabı) ümid ederek ve (ahiretteki azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bizim için mütevazı idiler (derin saygı gösterirlerdi). (Enbiya suresi: 89-90)
Allah Kuran-ı kerimde, Meryem suresi 6. ve 7. ayet-i kerimelerinde mealen; Zekeriyya ın duasını şöyle bildirmektedir:
“Hakikat ben, arkamdan (ölümümden sonra yerime) gelecek akrabamdan endişeye düştüm. (Amcazadelerinden ki onlar İsrailoğullarının şerirlerindendi. Bundan dolayı ümmetine karşı hilafeti güzelce eda edemeyeceklerinden ve onun dinini değiştireceklerinden korkmuştu.) Zevcem de doğurmaz, acuzedir. Binaenaleyh bana tarafından (ve kendi sulbümden) bir veli, oğul ihsan et ki, (ilim ve nübüvvetle) bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim! Sen onu (söz ve işinde) razı olduklarından kıl.”
Zekeriyya ın endişesi şu idi: Her peygamber, sonunda kendi neslinden bir peygamber gelmezse, o kavim onun dinini değiştirir ve kitabını zayi ederdi. Zekeriyya da vefatından sonra yerine geçecek oğlu bulunmadığından, amcazadelerinin de hak yolda yürümemelerinden ve hak yola gelmeyeceklerinden endişe etti. Korktu ve Allahtan, kendisinden sonra peygamber olacak bir oğul istedi. Cenab-ı Hak duasını kabul etti. Yoksa onların kendi malına varis olacaklarından korkmuş değildi. Zaten Zekeriyya ın malı çok değildi ve marangozluk yaparak geçimini temin ediyordu.
Buhari ve Müslimdeki hadiste Resulallah buyurdu ki: “Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız ancak sadakadır.” Tirmizideki hadiste; “Biz peygamberler miras bırakmayız” buyrulmuştur. Zekeriyya ın; “Ya Rabbi! Bana bir oğul ihsan et ki bana mirasçı olsun” kavli (sözü); (İlim ve peygamberlik) mirasıdır. Nitekim Allah Neml suresi 16. ayet-i kerimesinde mealen; “Ve Süleyman Davuda (peygamberlikte) mirasçı oldu” buyurdu. Mirasçılık malda olsaydı, kardeşleri arasında onu ayrıca zikretmezdi. Mücahid mealen; “Ve Yakup oğullarına da mirasçı olsun” ayet-i kerimesi hakkında; Onun mirascı olması ilim yönündendir. Zira Zekeriyya , Yakup zürriyetinden idi. Katade ; O (Yahya), Zekeriyya ın peygamberliğine ve ilmine mirasçı olacaktır buyurdu.
Nihayet Allah Zekeriyya a, Cebrail vasıtasıyla duasını kabul ettiğini ve oğlu Yahyanın ihsan edileceğini (dünyaya geleceğini) müjdeledi. Bir gün mihrabında (odasında) namaz kılarken, bembeyaz elbiseler içerisinde ve bir genç suretinde Cebrail gelerek, oğlunun ismini Yahya koymasını söyledi. Ayrıca onun Îsayı tasdik ve zamanın büyüklerinden ve bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle) muttasıf, salihler zümresinden bir zat olacağını haber verdi.
Bu husus Kuran-ı kerimde şöyle bildirilmektedir; “Zekeriyya mihrabında, (odasında) namaz kılarken melekler (Cebrail ) ona (şöyle) nida etti: Muhakkak Allah sana; kendinden gelen kelimeyi (yani Îsa ı) tasdik edici ve kavminin seyyidi (efendisi) ve nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olduğu halde Yahyayı müjdeler.” (al-i İmran suresi: 39)
Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede Yahya ın vasıflarını bildirdi: Kendinden gelen kelimeyi (Îsa ı) tasdik edici, kavminin seyyidi (İbn-i Abbas ; Seyyid, yumuşaklık, müminlerin efendisi ve dinde onların, reisi; yani ilim, yumuşaklık, ibadet ve verada reisi, Mücahid; Allah katında şerefli, İbn-ül Müseyyib; Fakih, İkrime; Kızıp öfkelenmeyen, demektir dediler.) Diğer sıfatları da nefsine hakim, nebi ve salihlerden olmasıdır.
Katade bildirdi ki: “Allah, onu imanla dirilttiği için Yahya ismi verildi.” “Kendisinden bir kelimeyi tasdik edici…” ayet-i kerimesi hakkında İbn-i Abbasdan rivayetle Avfi, Hasen, Katade, İkrime, Mücahid, Süddi, Rebi bin Enes, Dahhak ; “Allahın kelimesi, Meryem oğlu Îsadır” buyurdular. Rebi bin Enes; “Meryem oğlu Îsayı ilk tasdik eden odur.” Katade “Yahya , Îsa ın dini üzerine idi” dedi.
“Kavminin seyyidi (efendisi)…” buyrulması hakkında Ebül-Aliye, Rebi bin Enes, Katade, Said ibni Cübeyr ve başkaları; “Hikmet sahibi birisi”, Katade; “İlim ve ibadette efendi” buyurdu. İbn-i Abbas, Sevri ve Dahhak ; “Efendi, hikmet sahibi ve mütteki kimsedir” dediler. Said bin Müseyyib; “O fakih ve alimdir”. Atıyye; “Huylarında ve dininde efendi”, İkrime; “Öfkenin kendine galebe çalmadığı kişidir” dediler. İbn-i Zeyd; “O şereflidir.” Mücahid ; “O, Allaha karşı çok saygılı idi” buyurdular. (Bkz. Yahya )
Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyruldu: “Allah, Zekeriyya ın, duasına icabetle buyurdu ki; “Ey Zekeriyya! Biz seni Yahya isminde bir oğulla müjdeleriz. Ondan önce bu isimle kimseyi tesmiye kılmadık” (bu adı kimseye vermedik) (Meryem suresi: 8)
Bu ayet-i kerime hakkında Katade, İbn-i Cübeyr ve İbn-i Zeyd (rahmetullahi aleyhim); “Ondan önce bu isimle kimse isimlendirilmemiştir” dediler.
Taberide bildirildiğine göre; Allahın ona Yahya diye isim vermesi, baba ve anasının yaşlı olmasındandı. İki yaşlıdan bir canlı meydana getirdi. Onu diri yaptı. Yaşlı kimselerden oğul meydana getirmek sanki ölüden yaratmak gibidir. Yahya diri demektir. Allah onu kimseye vermediği bir isim ile isimlendirdi ve hiç kimseyi vasıflandırmadığı vasıflarla övdü.
Zekeriyya bir oğulla müjdelendiğinde, İbn-i Abbasın bildirdiğine göre; Kendi yüzyirmi, hanımı da doksansekiz yaşında idiler. (Başka rivayetler de vardır) Zekeriyya bu müjde karşısında hayrete düştü. Hayreti, Allahın kudretinden şüphe etmekten değildi. Cenab-ı Hakkın kudretinden emin olduğu halde müjdenin nasıl olacağı keyfiyetini öğrenmek için idi. Bu sebeple; “Ya Rabbi! Ben ve zevcem ihtiyar olduğumuz halde mi bize çocuk ihsan edeceksin? Yoksa bizi genç bir hale getirip, o zaman mı bize ihsan edeceksin?” diye öğrenmek istedi. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Zekeriyya ; Ya Rabbi! Bana ihtiyarlık gelmişken ve zevcem de acuze iken benim nasıl oğlum olabilir? dedi. (Allah yahut Cebrail vasıtasıyla) dedi ki: Ya Zekeriyya! Böyledir. Allah dilediğini yapar.” (al-i İmran suresi: 40)
(Zekeriyya ) dedi ki: Rabbim! Benim nasıl oğlum olur ki? Zevcem doğurmaz, acuzedir. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır. (Cebrail ) dedi ki; öyledir. (Fakat) Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır. Daha evvel sen bir şey değilken seni yaratmışımdır.” (Meryem suresi: 9-10)
Zekeriyya , bu müjdeye sevinip, arzusunun çabukluğunu arz ederek; “Ya Rabbi! Bana vadettiğin çocuğun; meydana geleceğine, delil ve alamet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vadettiğin şeyde mutmain olması için nişan ver. Bununla zevcemin ne zaman hamile olacağını bileyim. O alametle ben bu nimeti şükürle karşılayayım” diye münacatta bulundu. Nitekim, İbrahim da; “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” deyince, (cenab-ı Hak); “Ölüyü diriltmeye kadir olduğuma inanmadın mı? buyurdu. İbrahim ; Evet. Kesin olarak inandım. Lakin (gözümle de görerek) kalbim mutmain olsun dedi.” (Bakara suresi: 260) Cenab-ı Hak, Zekeriyya ın duasını kabul ederek; “Senin için alamet; birbiri ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır. Bir hastalık ve sebep olmaksızın, sen sıhhatli olduğun halde üç gece dilini konuşmadan alıkoymandır” buyurdu. İbn-i Abbas ; “Bir hastalık, olmaksızın dili tutuldu.” Abdurrahman ibni Zeyd, Zeyd bin ESlem; “Okur, tesbih ederdi. Kavmi ile işaretle olanın dışında konuşamazdı” buyurdu. Yahya, ana rahmine düşünce, Zekeriyya konuşamaz hale geldi. Meramını ancak işaretle anlatabiliyordu. O sabah odasından çıkarak, Beyt-i Makdise namaz ve ibadet için gelen cemaate kapıları açtı. Kavmine işaretle (el, göz ve başla); “Siz şu içinde bulunduğunuz gün, sabah ve ikindide ve gelecek günlerde Rabbinizi, şanına layık olmayan şeylerden tenzih edin. Her zamanki gibi ibadetinize devam ediniz” buyurdu. İsrailoğulları onun halindeki değişikliği görüp; “Bunda bir hikmet vardır” diyerek buyurduğu şekilde sabah ve akşam namazını kılıp, diğer ibadetlerini yaptılar.
Bu husus Kuran-ı kerimde şöyle bildirilmektedir: (Zekeriyya ) dedi ki; Rabbim! Bana (bu hususta) bir nişan ver. (Allah): Senin nişanın sade bir işaretten başka insanlara üç gün söz söyleyememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam-sabah Onu tesbih et (namaz kıl). (al-i İmran suresi: 41)
(Zekeriyya ) dedi ki: Rabbim! Bana (bu hususta) bir nişan ver. (Allah) buyurdu ki: Şenin nişanın, sapasağlam olduğun halde üç gece (üç gün) insanlarla konuşamamandır. Derken (Zekeriyya ) mescidinden kavminin karşısına çıktı ve onlara; Sabah akşam tesbihte bulunun diye işaret verdi.” (Meryem suresi: 11-12)
Beydavinin bildirdiğine göre; Zekeriyya o günkü vazifeyi toprağa yazmak suretiyle halka anlatmıştır. O, bu üç gün içinde devamlı ibadet ve zikirle meşgul oldu. Cenab-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazifesini yerine getirdi. Fahreddin-i Razinin bildirdiğine göre; Zekeriyya a, insanlara bildireceklerini sadece işaretle anlatması emir olundu. Bundan maksadın; zikir ve tesbihle (namazla) meşgul olup, ihlas ve huzuruna zarar gelmemesi idi. Çünkü insanlarla birlikte bulunmak, konuşmak, huzura mani olduğu gibi zikir ve tesbihe de manidir. Zekeriyya a vadolunan çocuk, büyük nimet olduğundan, o nimetin şükrünü yerine getirmek tesbih, tehlil ve çokça zikirle olabilirdi. Cenab-ı Hak onun üç gün konuşmamasını, ayrıca zikir ve tesbihe devam etmesini emretmiştir. Zekeriyya ın böyle üç gün, başkalarıyla konuşmaya kadir olduğu halde, sadece konuşmaktan men olunması mucize idi.
Müddet tamam olunca, Zekeriyya ın oğlu Yahya dünyaya geldi. Yahya dan altı ay sonra Beyt-üt-talim denilen yerde, Meryemin oğlu Îsa doğdu. Yahya ın doğumu ile Zekeriyya ve ailesi seadete gark oldular. Yahya, faziletli bir çocuk idi. Rüşd çağında ona Cenab-ı Hak Tevrata sıkı sıkıya sarılmasını ve onu okumasını emretti. Daha sonra kendisine nübüvvet vazifesi verildi. Musa ın dinine göre amel ediyordu. Bilahare Îsa ın peygamber olmasıyla onun dini üzere amel etmeye başladı. Kuran-ı kerimde al-i İmran suresi 39. ayet-i kerimesinde mealen; “Muhakkak Allah sana, Allahtan bir kelimeyi tasdik edici olmak üzere Yahyayı müjdeliyor” buyruldu. Kelimeden kasıd, Îsa bin Meryem dır. Yahya , Îsa a iman edip, onu ilk tasdik eden zat idi. Zira annesi, Yahyaya hamile iken, Meryem de Îsa a hamile idi. Karşılaştıkları bir sırada; “Meryem hamile misin?” dedi. Meryem; “Evet” deyince, Yahya ın annesi; “Karnımdakinin senin karnındakine tazim ettiğini görüyorum” dedi. Yahya ın Îsayı ilk tasdiki budur. Allah, ademi anasız ve babasız yarattığı gibi, Îsayı da yalnız babasız olarak yarattı. Havva ise, adem ın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Bu üç insanın yaratılışında hikmetler vardır. Meryem iffet ve namus timsali bir hanım idi.
Îsa dünyaya gelince, Meryem kundakladı beşiğe koydu ve alıp kavmine götürdü. Kavmi; “Meryem! Sen ne yaptın: Baban fena adam değildi. Anan da öyle. Sen bir fena iş işlemişsin” deyip onu taşlamak için ellerine taş aldılar. Meryem; “Ondan sorunuz?” diye eliyle Îsayı işaret etti. “Biz beşikteki çocukla nasıl söyleşelim” dediler. Bu sırada Îsa söze başladı: “Ben Allahın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber etti ve nerede olsam beni mübarek kıldı. Doğduğum, öldüğüm ve tekrar dirildiğim gün bana selamet vere” dedi. Yahudiler bunu işitince şaşırıp, Meryemden el çektiler. Fakat babasız çocuk olur mu? diye aralarında dedikodu çoğaldı. İblis, İsrailoğullarının sohbet meclislerine gelip, Zekeriyyaya, Meryem ile ilgili olarak, iftirada bulundu ve; “Onun yanına giren çıkan o idi” dedi. Bunun üzerene İsrailoğulları Zekeriyya ı aramaya başladılar. İsrailoğulları bühtan ve iftira ile peşine düşüp öldürmeye karar verdiler. Yahudilerin bu iftiralarını ve öldürme planlarını öğrenen Zekeriyya ; “Takat getirilmeyen şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir” kaidesince, o dinsizlerin bulunduğu yerden uzaklaştı. Yahudiler onu yakalamak için peşine düştüler. Zekeriyya Beyt-ül-Makdis yakınlarında ağaçlı bir bahçeye girdi. Bir ağacın yanından geçerken, ağaç; “Ey Allahın peygamberi! Bana gel” diye seslendi. Ağaç yarıldı ve içine girdi. Sonra kapandı ve onu gizledi. İsrailoğulları, Zekeriyya ın izini takib ettiler. “Ne tarafa gitti, izini kaybettik” diyerek aynı ağacın dibinde oturdular. O zaman melun iblis, işin içine girerek, insan suretinde, Zekeriyya ı arayanların yanına geldi. Onlara ne aradıklarını sorunca; “Biz Zekeriyyayı arıyoruz” diye cevap verdiler. Sonra İblis “Bu ağacı bıçkı ile kesin. Burada ise meydana çıkar, yoksa ne kaybedersiniz?” dedi. “Belaların en şiddetlisi, peygamberlere gelir” Hadis-i şerifi mucibince kafirler o ağacı biçerek, o mübarek peygamberi şehid ettiler. Rivayet edildi ki; Testere mübarek başına değince, o yüce peygamber ah etmek istedi. Cenab-ı Haktan vasıtasız veya vasıtalı, vahiyle; “Ey Zekeriyya! Şikayette bulunma!” diye nida geldi. Zekeriyya da tevekkül ve sabır gösterdi. Oğlu Yahya da, meşhur kavle göre, zalim yahudi hükümdarı Birinci Herod tarafından şehid edilmişti. (Bakınız Yahya )