"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Lokman hakim

Peygamber veya veli. Hekimlerin piri. Kendisine Allah tarafından hikmet verildi. Evladına hikmetli nasihatlerde bulunduğu, Kuran-ı kerimde ismini taşıyan Lokman suresinde bildirilmektedir. Soyu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Davud zamanında Arabistanın Umman tarafında yaşadı. Eyyub la teyze çocukları olduğu da bildirildi. Bin sene kadar uzun bir ömür sürdükten sonra, ibadet halinde iken, Kudüsle Remle arasında vefat etti.

Lokman Hakim, Davud ile görüşüp, ondan ilim öğrendi. Davud ın peygamberliğinden önce, Lokman Hakim müfti idi. Davud peygamber olduktan sonra fetva vermeyi bıraktı. Sebebi sorulunca; “Bana ihtiyaç kalmadı; feragat etmeyeyim mi?” buyurdu ve Davud a ümmet oldu. Lokman, aynı zamanda hekimlerin piridir. Onun hekim olduğunda alimlerin söz birliği oldu. Fransızların, Calinosun bir adı da Lokman Hakim idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakim, Davud zamanında; Calinos ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır.

Katade bildirdi ki: “Lokman Hakim, cenab-ı Hak tarafından peygamberlik ve hakimlikten birini seçmek için serbest bırakılınca, hikmeti seçti. Sebebi soruldukta; “Peygamberlik büyük bir iştir, hakkını yerine getiremem diye korktum” demiştir.”

Lokman Hakim, gün ortasında uyuduğu sırada kendisine bir nida geldi: “Ya Lokman! Seni yeryüzüne halife, peygamber kılmamızı, insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmeyi ister misin?” Lokman , o sese cevap verdi ve dedi ki: “Eğer Rabbim beni serbest bırakırsa, afiyet ve sıhhat isterim. Bela ve musibetten de muhafaza etmesini dilerim. Eğer sıkıntı ve bela da verirse, seve seve kabul ederim. Çünkü, Allah bana bela ve musibet verirse, yardım edeceğini ve beni onlardan koruyacağını biliyorum. Bunun üzerine melekler, nereden geldiğini bilmediği bir sesle; “Niçin ya Lokman?” dediler. Lokman buyurdu ki: “Hakimlik, rütbelerin en sıkıntılısı ve en yükseklerindendir. Her tarafta mazlum kimseler olsa, adil olursan bunlar rahat ederler ve kurtulurlar. Eğer yoldan çıkarsan Cennet yolundan ayrılırsın. Bir kimsenin dünyada fakir ve şükredici olması; zengin olup, şükretmemesinden hayırlıdır. Kim ahiret üzerine dünyayı tercih ederse, dünya ona fitne olur ve ahiret üstünlüklerine kavuşamaz.” Bu sözlerine melekler şaştılar. Lokman tekrar uyuyup uyandığı zaman, kendisine hikmet verildiğini anladı. Hikmetli sözler konuşmaya başladı.

Nafinin, Abdullah ibni Ömerden bildirdiği hadiste; “Lokman, peygamber olmayıp, ibadet eden bir kuldu. Allah onu günahlardan korudu. Çok tefekkür ederdi, imanı kuvvetli idi. Allahı sever, Allah da onu severdi. Allah ona hikmet ihsan eyledi” buyruldu. Tefsir alimleri, Lokmanın nimetlere kavuşmuş, hakim bir zat olduğunu bildirdiler.

Vehb ; “Lokman Hakim, hikmetten onikibin mevzuda sözler söyledi. İnsanlar bu hikmetli sözleri darb-ı mesel olarak kullanıp, sözlerinin ve hükümlerinin arasına kattılar” buyurdu.

Lokman Hakim tek başına oturur ve uzun uzun düşünürdü. Dostları yanına gelip; “Yalnız niye oturuyorsun, toplum arasına karışıp onlarla kaynaşsan daha iyi olmaz mı?” dediklerinde, Lokman Hakim; “Yalnızlık, tefekkür için daha uygundur. Tefekkür, insanı Cennet yoluna ulaştırır” buyururdu.

Lokman Hakimin hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler meşhurdur. Allah, Kuran-ı kerimde Lokman suresi 12. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirmektedir: “Muhakkak biz, Lokmana hikmet verdik ve sana verilen hikmet nimetine şükret dedik. Kim, (Allahın verdiği nimete) şükrederse, şükrünün faydası kendinedir. Kim ki, küfran-ı nimet (nankörlük) ederse, hiç şüphe yok ki Allah ganidir. O, her hamde layıktır.” Buradaki hikmetten muradın; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel ve reyde isabet demek olduğu, tefsir kitaplarında bildirilmektedir.

Mücahid ; “Hikmet; akıl, fıkıh, sözde isabettir” buyurdu. Katade ; “Hikmetten maksat, fıkıh ilmidir” buyurdu. İbn-i Abbas ve diğer müfessirler; “…Kime hikmet verilmişse, ona çok hayır verilmiştir…” (Bakara suresi: 269) mealindeki ayet-i kerimedeki hikmet kelimesini; Akıl, anlayış, idrak ve fıkıh ilmi manasındadır diye tefsir etmişlerdir. “Kullarıma hikmet ile ve güzel vaz ile beni tanıt…” (Nahl suresi: 125) mealindeki ayet-i kerimede buyrulan hikmetten murad da; fıkıh ilminin ve dinin güzelliklerinin beyanı manasındadır. Ahmed Savi, Celaleyn tefsiri üzerine yazdığı dört ciltlik haşiyesinde; “Hikmet; ilim ve ameldir. Bu ikisi birleşmedikten sonra, bir kimseye hakim denilmez. Emanete riayet etmek, marifet manalarına da gelir. Hikmet, insanın gözüyle gördüğü gibi, eşyayı idrak etmesini sağlayan ve kalbde bulunan bir nurdur da denildi” buyurdu. Sementarinin Menakıb-ı İmam-ı azam kitabında; Lokman suresi 12. ayet-i kerimesinde mealen; “Muhakkak biz, Lokmana hikmet verdik ve sana verilen hikmet nimetine şükret dedik” buyruluyor. Buradaki hikmeti izah eden bazı müfessirler, Kuran-ı kerimde geçen hikmetten maksadın, (fıkıh) olduğunu bildirdiler denmektedir.

ayet-i kerimede, Allah Lokman Hakimden, verdiği nimetlerden (hikmetten) dolayı şükür etmesini istemektedir. Zira nimetin hakkı şükürle ödenir. Şükür, nimetin devamına ve ziyadesine sebeptir. Şükürden istifade eden, yine şükreden kimsedir. Nankörlük edenin zararı yine kendisinedir. Allahın ise kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur. Kimse şükretmese, Ona bir zarar gelmez. Kalbin şükrü, Allahı marifet (bilmek, tanımak); lisanın şükrü, hamd ü sena; azanın şükrü, ibadettir.

İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat adlı eserinin üçüncü cildinin 17. mektubunda buyruldu ki: “İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nimeti gönderen, yalnız Allahdır. Her şeyi var eden, ancak Odur. Her varlığı, her an varlıkta durduran hep Odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, Onun lütfu ve ihsanıdır. Hayatımız, aklımız, bilgimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz ve söyleyebilmemiz hep Ondandır. Saymakla bitirilemeyen çeşitli nimetleri, iyilikleri gönderen Odur. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duaları kabul eden, dertleri belaları gideren Odur. Rızıkları yaratan, ulaştıran yalnız Odur. İhsanı o kadar boldur ki, günah işleyenlerin rızkını kesmiyor. Günahları örtmesi o kadar çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayan azgınları, herkese rezil ve rüsva etmiyor ve namus perdelerini yırtmıyor. Affı ve merhameti o kadar çoktur ki, cezayı ve azabı hak edenlere azab vermekte acele etmiyor. Nimetlerini, ihsanlarını, dostlarına ve düşmanlarına saçıyor. Kimseden bir şey esirgemiyor. Bütün nimetlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak da, doğru yolu, saadet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak, Cennete girmek için teşvik buyuruyor. Cennetteki sonsuz nimetlere, bitmez, tükenmez zevklere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için sevgili Peygamberine uymamızı emrediyor. İşte, Allahın nimetleri güneş gibi meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, yine Ondan gelmektedir. Başkalarını vasıta kılan, onlara iyilik yapmak isteğini veren, onlara iyilik yapabilecek gücü, kuvveti veren, yine Odur. Bunun için, her yerden, herkesten gelen nimetleri gönderen hep Odur. Ondan başkasından iyilik, ihsan beklemek, emanetçiden, emanet olarak bir şey ve fakirden sadaka istemeye benzer. Bu sözlerimizin, yerinde ve doğru olduğunu, cahil olanlar da, alimler gibi bilir. Kalın kafalılar da, zeki ve keskin görüşlü olanlar gibi anlar. Çünkü, anlatılanlar, meydanda olan, düşünmeye bile lüzum olmayan bilgilerdir.

İnsanın, bu nimetleri gönderen Allaha, gücü yettiği kadar şükretmesi, kulluk vazifesidir. Aklın emrettiği bir vazife, bir borçtur. Fakat, Allaha yapılması gerekli bu şükrü yerine getirebilmek, kolay bir iş değildir. Çünkü insanlar, yok iken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtaç, ayıplı, kusurludur. Allah ise, hep var, sonsuz vardır. Ayıplardan, kusurlardan uzaktır. Bütün üstünlüklerin sahibidir. İnsanların, Allaha hiç bir bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Böyle aşağı kullar, öyle bir yüce Allahın şanına yakışacak bir şükür yapabilir mi? Çünkü, çok şey vardır ki, insanlar onları güzel ve kıymetli sanır. Fakat, Allah, bunları kötülük bilir ve beğenmez. Saygı ve şükür sandığımız şeyler, beğenilmeyen, bayağı şeyler olabilir. Bunun içindir ki, insanlar, kendi kusurlu akılları, kısa görüşleri ile Allaha karşı şükür, saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükretmeye, saygı göstermeye yarayan vazifeler, Allah tarafından bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler, kötülemek olabilir. İşte, insanların Allaha karşı, kalb, dil ve beden ile yapmaları ve inanmaları lazım olan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allah tarafından bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafından ortaya konmuştur. Allahın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine İslamiyet denir. Allaha şükür, Onun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiç bir şükrü ve ibadeti, Allah kabul etmez, beğenmez. Çünkü insanların, iyi, güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslamiyet bunları beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir.”

Kuran-ı kerimde cenab-ı Hak, Lokmana hikmeti ihsan ettiğini bildirdikten sonra, insanların inanıp uymaları için onun nasihatlerini bildirdi: “Lokman, oğluna nasihat ederek dedi ki: “Ey oğulcuğum! Allaha şirk koşma! Çünkü şirk, elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman suresi: 13)

Şirk; zulüm olup, bir haksızlıktır. Allahın hakkını başkasına vermektir. Aynı zamanda, kendisine şeref veren insanı, mahluka ibadet ettirerek derecesinden düşürmektir. İslam Ahlakı kitabında bildirildi ki: Kötülüklerin en kötüsü, Allaha inanmamak, ateist olmaktır. İnanılması lazım olan bir şeye inanmamak küfr olur. Meleklerin, insanların ve cinnin iman etmeleri, inanmaları emrolundu. Muhammed ın, Allah katından getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp, dil ile de ikrar etmeye, söylemeye, iman denir. Söylemeye mani bulunduğu zaman söylememek affolur. Mesela korkutulduğu, hasta, dilsiz olduğu, söyleyecek vakit bulamadan öldüğü zaman, söylemek icab etmez. Anlamadan, taklid ederek inanmak da, iman olur. Allahın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Her birini bilmeden, hepsine inandım demek de iman olur. Îman hasıl olmak için, İslamiyetin küfr alameti dediği şeylerden sakınmak da lazımdır. İslamiyetin ahkamından yani emir ve yasaklarından birini hafif görmek, Kuran-ı kerim ile, melekle, peygamberlerden biri ile (aleyhimüssalevatü vetteslimat) alay etmek, küfr alametlerindendir. Bu hal inkar olup, işittikten sonra inanmamak, tasdik etmemek demektir. Şüphe etmek de, inkar olur.

Oğlu bir gün Lokman Hakime; “Ey babacığım! Ben kimsenin göremeyeceği tenha bir yerde günah işlesem, Allah bana ne muamelede bulunur?” dedi. Bunun üzerine Lokman Hakim ona, kemal-i şefkatle nasihat etti. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: “Oğulcuğum! Hakikat yaptığın (iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa dahi, bir kaya içinde, ya göklerde, yahut yerin (veya kayanın) içinde (gizlenmiş) olsa bile, Allah onu getirir (meydana çıkarır ve hesabını görür.) Çünkü Allah, latiftir (Ona bir şey gizli değildir), habirdir (Allah her şeyden haberdardır.)” (Lokman suresi: 16)

Yani Lokman Hakim oğluna dedi ki: “Ey oğlum! Yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi kadar olsa da, bir kaya içinde yahut göklerde veya yerin dibinde gizlense, Allah o işi huzuruna getirir ve onu senden sual eder. Zira Allah, gizli, aşikar her şeye vakıf, latif ve habirdir.” Her şeyi yaratan, terbiye eden, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Allahdır. Kuvvet, kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiç bir kimse, hiç bir kimseye zerre kadar iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği her şey, Onun irade ve dilemesiyle meydana gelir. Yalnız Onun dilediği olur.

Lokman Hakim, oğlunu şirkten sakındırıp, ona, Allahın kudretinin sonsuz olduğunu bildirdikten sonra, namazı ve herkese karşı iyiliği, yani emr-i bil-maruf ve nehy-i anil münkeri emretti. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir:

“Ey oğulcuğum! Namazını dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten nehyet. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden şeylere sabret. Çünkü bunlar, kati surette farz edilen işlerdendir” (Lokman suresi: 17)

Yani Lokman Hakim oğluna dedi ki: “Ey oğlum! Namazı dosdoğru kıl. Şartlarına rükunlerine, edeblerine riayet ederek kıl. Çünkü namaz, dinin direğidir ve Allaha münacattır. Namaz insanı günahtan alıkoyup, kemale (olgunluğa) kavuşturur.”

Bir defasında da şöyle nasihat etti: “Dinin hayır ve iyilik olarak bildirdiği bütün hususları emret. El, dil ve kalb ile gücün yettiği kadar insanları kötülükten sakındır. Onların da ahlakının güzelleşmesine çalış ve sevab kazan. İbadetlerin ve insanlara nasihatin esnasında, karşılaşacağın güçlük ve musibetlere sabret. İnsanlara iyilikleri emredip, nasihatte bulunurken, kendini unutma. Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır. Fakat kendini yakıp eritir.”

Umeyr ibni Habib oğullarına vasiyetinde; “Herhangi biriniz, emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münker yapmak isterse; ondan evvel ezaya, sıkıntı çekmeye hazırlansın. Allahtan sevaba kavuşacağını kesin olarak bilsin. Çünkü her kim, Allahtan gelecek sevabı, yakin (kesin) olarak bilirse, kendisine dokunan eziyeti duymaz” buyurdu.

İslam Ahlakı kitabında bildirildi ki: “Günah işleyene, tatlı sözle emr-i maruf yani nasihat edilir. Dinlemezse, fitne çıkacak ise edilmez, susulur. İnciterek ve söverek emr-i maruf yapmamalıdır. Karşılık verecek kimseye, emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmaz. Karşılığa sabr edebilirse yapması efdal olur. amirler el, alimler dil, cahiller de kalb ile emr-i maruf yapar. İnsan evvela kendine emr-i maruf yapmalıdır.”

Lokman, oğluna; namaz ile emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkeri emrettikten sonra; “Ey oğlum! Sen insanlardan yüz çevirme. Kibirlenerek onları hakir ve küçük görme. İnsanlara karşı öğünme. Seninle konuştukları zaman, onlardan yüz çevirme. Sözlerini tevazu ile dinle. Onlar konuşurken ilgilen ve başka şeylerle meşgul olma. Çünkü insanlara karşı hüsn-i muamele gereklidir.

Ey oğlum! Yeryüzünde kimseye karşı kibirlenerek yürüme. Allahın verdiği nimetin, yalnız senin olduğunu zannederek insanları hor görme” diye nasihat etti. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir:

“İnsanlara tekebbür edip (kibirlilerin yaptığı gibi) yüzünü onlardan çevirme ve yeryüzünde çalımla, salınarak yürüme. Allah mütekebbirane (kibirlenerek) salınanları, kendini beğenip öğünenleri sevmez.

Yürüyüşünde mutedil ol. (Ne çok hızlı ne de yavaş yürü! Sükunet ve vakarını muhafaza et.) Sesini alçalt. (Bağırıp çağırarak konuşma.) Seslerin en çirkini, hımarın, (merkeplerin) sesidir.” (Lokman suresi: 18-19)

alimler kibir hakkında buyurdular ki: “Kibir kötü huydur. Kendini başkasından üstün görmektir. Halıkını, Rabbini unutmanın alametidir. Kibrin aksine tevazu denir. Tevazu; kendini başkaları ile bir görmek olup, insanı süsleyen ve kıymetlendiren bir huydur. hadiste; “Tevazu edene müjdeler olsun” buyruldu. Allah kibriya sahibidir. Kibrin en kötüsü, Allaha karşı kibirli olmaktır.

Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Allah buyuruyor ki; kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olan Cehenneme atarım, hiç acımam. Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan, hesapsız Cennete, girecektir.”

“Kıyamet günü, dünyadaki kibir sahipleri, küçük karınca gibi zelil ve hakir olarak kabirden çıkarılacaktır. Karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakir görecektir. Cehennemin en derin ve azabı en şiddetli olan bolis çukuruna sokulacaklardır. Buraya girenler kurtulmaktan meyus oldukları için, bolis denilmiştir. Ateş içinde gayb olacaklardır. Su istediklerinde kendilerine Cehennemdekilerin irinleri verilecektir.”

“Önceki ümmetlerde kibir sahibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Gayret-i ilahiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu” ve “Merkebe binmek, yün elbise giymek ve koyunun sütünü sağmak, kibirsizlik alametidir.”

İbn-i Mesudun bildirdiği hadiste Resulallah efendimiz; “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez. Kalbinde zerre kadar imanı olan kimse de ateşe girmez” buyurdu. Ebu Selemenin Abdullah ibni Amrdan bildirdiği hadiste, Resulallah efendimiz “Kimin kalbinde zerre kadar kibir varsa, Allah onu yüzüstü Cehenneme atar” buyurdu. Iyad bin Selemeden, onun da babasından rivayetinde buyruldu ki: “Kişi kendini beğenmeğe o kadar devam eder ki, sonunda Allah katında kötülerden (zorbalardan) yazılır. Onlara isabet eden azab, onun da başına gelir.” Muhammed bin Hüseyin bin Ali buyurdu ki: “Kişinin kalbine kibirden bir şey girmişse, onun kalbine giren kibir ölçüsünde aklı eksilmiştir.” İbn-i Ebi Leylanın, İbn-i Büreydeden rivayetinde buyruldu ki; “Kim böbürlenerek yürürse, Allah ona rahmet nazarıyla bakmaz.”

Ebüssüud Efendi de ; “Mütekebbir kimselerin adetleri, beğenmedikleri kimselerden yüzlerini çevirip, kibirle yürümektir” buyurdu. İbn-i Ebi Hatim anlatır: “Lokman Hakime mal verilmemişti. Lakin o; güçlü kuvvetli, susan, az konuşan, uzun uzun tefekkür eden, keskin zekalı, firaset sahibi bir zat idi. Gündüzleri hiç bir şekilde uyumazdı. Onun tükürdüğünü, burnunu temizlediğini, abesle (boş ve lüzumsuz şeylerle) meşgul olduğunu gören olmadı. Her şeye ibret nazarı ile bakardı. Ona verilenler bu yüzden verilmiştir.”

Lokman Hakime; “Hikmete nasıl kavuştun?” diye sorulduğunda; “Benden gizlenen şeyi araştırmadım. Vazifem olmayan şeyin üzerinde durmadım” buyurdu.

Lokman Hakimin şöyle dua ettiği nakledilir: “Allahım! Benim arkadaşlarımı gafillerden, seni unutmuş kimselerden yapma! Çünkü onlar, seni andığım zaman, bana bu hususta yardımcı olmazlar. Gaflette olduğum zaman, bana seni hatırlatmazlar. Senin emir ve yasaklarına uymayı, iyi şeyleri emrettiğim zaman, bana itaat etmezler. Sustuğum zaman beni üzerler.”

Lokman Hakim, günlerden bir gün eşkıya tarafından yolu kesilip, esir edildi. Kendisini yabancı bir şehre götürüp, köle olarak bir zengine sattılar. Efendisi, ona kerpiç yapma gibi ağır işler verdi. Lokman Hakim, işin zorluğundan şikayet etmeyip, herkesten daha iyi çalışıyordu. Zamanla efendisi, Lokmanın; şefkatli, güç işlere dayanır ve iyilik sever birisi olduğunu anladı. Lokman Hakim, değer verip, sevdiği kimselerden biri oldu. Sonunda efendisi, hemşehrilerinden bir topluluğun o şehre gelmesi ile, Lokmanın kim olduğunu öğrendi. Daha önce Lokmanı tanımadan şöhretini duyan zengin efendi, hadisenin böyle cereyan etmesine üzüldü. Lokman Hakimden özür diledi. Kendisine, pek çok mal ve para hediye ederek serbest bıraktı. Ona; “Neden kendini daha önce tanıtmadın” dedi. Lokman Hakim; “Bana zulmedenler, kötülük yaptıklarını biliyorlardı. Beni tanımıyorlardı. Ama hür birini esir almak zulümdür. Bu Lokman olmazsa günahsız başka biri olur. Zalim kimse, hikmetin değerini bilmez. Fakat sen, gücümden faydalanmak için beni satın aldın. Şehrinizde benim hakkımı iade edecek bir kanun mevcut değildi. Ben sonunda kıymetimin anlaşılacağını ve sabrın hikmetten ileri geldiğini biliyordum. Her şeye rağmen çalışacaktım, burada çalıştım; yaşayacaktım, burada yaşadım. Her şeye rağmen iyi olmalıydım. Burada iyiydim. İşimin ağır olması, sağlığın değerini daha iyi anlamama ve kendi şehrimde olan kölelere daha iyi davranmama sebep oldu. Yemeğimin iyi olmaması, düşkün ve fakirlerin sıkıntılarını daha çok anlamama yaradı. Köleydim ama suçum yoktu. Sıkıntıda idim, fakat ibret ve nasihat alıyordum. Kimseye, inanmayacağı bir söz söylemedim. Kimsenin benimle düşman olmaması için, kendimi övüp, büyük göstermedim. Şehrinize geldim ve tanınmayan bir yabancıydım. Şu anda ise, aranızdan beni hayırla anacak dostlarım var. Eşkıya benim varlığımdan faydalandı. Sen de benim gücümden istifade ettin. Lokmanı iddia edildiği şekilde değil, gördüğün şekilde tanıdın. Allaha şükürler olsun ki, netice itibariyle, sen de benden memnun oldun. Ben de hoşnut olarak memleketime dönüyorum. Eğer ilk gün kendimi tanıtsaydım, ya inanmayıp bugün daha utanılacak bir duruma düşecektin; yahut da inanıp, beni kölelikten azad edecektin. Bu iyilikler de meydana gelmeyecekti…” dedi. Zengin kişi; “Ey güneş gibi parlak insan, sözlerin, seçkinlerin ve peygamberlerin sözlerine benziyor” dedi.

Lokman Hakimin muteber kitaplarda bildirilen hikmetli sözleri, nasihatleri, menkıbe ve halleri, bilhassa kendi oğluna ettiği nasihatlerden Kuran-ı kerimde bildirilenleri, altın harflerle yazılsa yerinde olup, pek çoktur. Bunlardan bazıları, şunlardır: “Ey oğlum! Takvayı kendin için ahiret sermayesi edin. Çünkü takva, mal ve mülk ile olmayan bir ticarettir.

“Ey oğlum! Cenazede hazır bulun. Çünkü cenaze, sana ahireti hatırlatır. Haram ve günahlar ise, senin dünyaya karşı meylini arttırır.”

“Ey oğlum! Yalan söyleyen kimsenin nuru gider, kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır. Anlayışsız kimseye bir meseleyi anlatmaktan, bir kayayı yerinden oynatmak daha kolaydır.”

“Ey oğlum! Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı ve hikmet sahibi birini bulamazsan kendin git. Ey oğlum! Allahı anan (hatırlayan) insanlar görürsen, onlarla otur. alim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar. İlmin yok ise sana öğretirler. Allah onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır.”

“Ey oğlum! Allahın zikredilmediği meclise rastlarsan, orada oturma. Sen alim olsan da, ilmin sana fayda vermez. Eğer ilmin yok ise cahilliğin fazlalaşır. Onlarla bulunman sebebiyle, Allahın gazabı sana isabet eder.”

“Ey oğlum! Dünya derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Takva gemin, iman yükün, tevekkül halin, salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allahın rahmetiyle, boğulursan günahın sebebiyledir.”

“Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım. Kötü komşudan ağırını görmedim. Nice acılar tattım, fakat fakirlik gibi acı tatmadım.”

“Ey oğlum! Bilmediğin şeyi tam öğren. Bir kişiyle kardeşlik (dostluk) kurmak istediğin zaman, önce onu gazaplandır. Eğer kızgınlığı anında sana adaletle davranırsa, yaklaş; yoksa ondan sakın!”

“Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın. Çünkü gündüz zillet, gece gam ve keder içinde olursun.”

“Ey oğlum! Allah günahımdan dolayı beni cezalandırmaz diye ümidli olmadığın gibi, rahmetinden de ümidini kesici olma.”

“Ey oğlum! alimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inadlaşmak, meclislerde ve toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme. İhtiyacım yok diyerek ilmi de terk etme.”

“Ey oğlum! Yalandan çok sakın. Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayanı, değerini ve makamını kaybedersin.”

“Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tama etmekten sakın. Kazaya razı ol ve Allahın sana verdiği rızka kanaat et.”

“Ey oğlum! Helal lokma ye ve işlerinde alimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor.”

“Ey oğlum! Bir hata işlediğinde hemen tevbe et ve sadaka ver.”

“Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecburiyetinde olduğun gibi, ölüme de mahkumsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi, öldükten sonra da dirileceksin.”

“Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükut eden selamete erer. Hayır söyleyen kar eder. Kötü konuşan günahkar olur. Diline hakim olmayan pişman olur.”

“Ey oğlum! Kanaatkar olursan, cihanda senden zengin kimse yoktur.”

“Ey oğlum! Başkasına hased eden ızdıraptan kurtulamaz.”

“Ey oğlum! Mala tok, hikmete aç olasın.”

“Ey oğlum! Sözü tatlı söyle; katı, kaba, sert söyleme. Çok zaman sus. Tefekkür et. O zaman dilin belasından emin olursun.”

Ey oğlum! Sende olmayan faziletler ile insanlar seni medh ederlerse, zinhar mağrur olma (gururlanıp kibirlenme). Kendinden aşağısını hor görme. Ahmaklara ve cahillere sükut eyle.”

“Ey oğlum! Her halinde, Hak teala hazretlerine sığın. Her şeyi Haktan bil.”

“Ey oğul! Müslümanlar hakkında kötü düşünme. Su-i zannı terk eyle. Zira su-i zan, seni hiç kimse ile dost yapmaz.”

“Ey oğlum! insanlara güler yüzlü ve doğru sözlü ol. Selamı yaymayı adet edin.”

“Ey oğlum! İnsan cimri olunca, onun hakkında kötü sözler çok olur.”

“Ey oğul! Az mal; güzel idare ile çok olur. Çok mal; kötü idare ile israf (yok) olur.”

“Ey oğul! Sakın kıymetini bilmeyenlere gitme. Ana-baba hakkını gözet. Hakiri tahkir eyleme (aşağı görme). Kibre kapılma. Allah Rafi ve Hafıd (yükselten ve alçaltan) dır. Zira O, hakiri aziz; fakiri zengin yapar. Dilerse, azizi zelil; zengini fakir yapar.”

“Ey oğul! Kötü huylu, her ne kadar güzel ve yakışıklı olsa da, onun sohbetinden kaç. Zira onun cemali (güzelliği), kötü huyunu örtmez.”

“Ey oğul! Kılıcın parlaklığına bakma. Fiili (işi) kötüdür.”

“Oğlum! Tevbeyi yarına bırakma. Çünkü ölüm, ansızın gelip yakalar.”

“Ey oğlum! Dünyanın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim, ilimden lezzetli bir şey bulamadım.”

“Ey oğlum! Yakin ve sabrı sanat edin. Allahın haram kıldığı şeylerden uzak olursan, dünyada zahid ve mücahid olursun.”

“Ey oğlum! Ticaret olarak, takvaya (Allahtan korkmaya) sarıl. Zira o, mal olmadan kar getirir.”

“Ey oğlum! Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlak gibi nimet yoktur.”

“Ey oğlum! Bildiğin şeyle amel edinceye kadar, bilmediğin şeyi öğrenmeye çalışma. Ana-babanın evladını terbiye için dövmesi, ziraata su vermek gibidir.

“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun.”

“Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma.”

“Ey oğlum! Dünya geçici ve kısadır, senin dünya hayatın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir.”

“Ey oğlum! Sükut etmekten pişman olmazsın. Söz gümüş ise sükut altındır.”

“Ey oğlum! Amel ancak yakin (Allaha olan ilim ve marifet) ile yapılır. Herkes yakini nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakin noksanlığından gelir.”

“Ey oğlum! Altın, ateşle tecrübe edildiği gibi; kulda, bela ve musibetlerle tecrübe edilir. Kulun derecesi, bunlara olan sabrı nisbetinde anlaşılır.”

“Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma. Yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan ve onlara güler yüz göstereni herkes sever.”

“Ey oğlum! Dünyadan yetecek kadar nasibini al. Yoksa insanlara muhtaç olur ellerine bakarsın.”

“Ey oğlum! Kötü kadından sakın. Çünkü o, vaktinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork. Çünkü onlar iyiliğe çağırmaz.”

“Ey oğlum! Helal kazanarak yoksulluktan korun. Yoksul düşen kimse üç musibetle karşılaşır 1- Din zayıflığı; çünkü fakirlik, insanı kötülüğe sürükler. 2- Akıl zayıflığı; çünkü ihtiyaç düşüncesi insanı şaşırtır. 3- Mürüvvet ve insanlığı kaybolur. Bunlardan daha büyüğü de insanların maskarası olur.”

“Ey oğlum! Şüphesiz hikmet, yoksulları, padişahların meclislerine oturtur.”

“Ey oğlum! Mide dolunca; tefekkür uyur, hikmet lal (dilsiz) olur ve aza ibadetten tembelleşir.”

“Ey oğlum! Bir kavmin toplandığı yere geldiğin zaman, önce onlara selam ver, sonra bir köşeye otur ve onları konuşur görmedikçe konuşma. Şayet Allahın zikrine dalarlarsa, sen de katıl. Boş ve lüzumsuz konuşmalara dalacak olurlarsa, oradan uzaklaş.”

“Ey oğlum! Diline sahip olmayan, sonunda pişman olur. Çok münakaşa ve münazara yapan, kötülenir. Kötü işlerin yapıldığı yerlere girenler, oralarda işlenen kötü işleri yapmakla suçlanır ve töhmet altında kalırlar. Kötü kimse ile arkadaş olan, kötülükten kurtulamaz, emin olamaz. İyi kimse ile arkadaş olan kimsede, iyi şeylere kavuşur.”

“Yavrucuğum! alimlerin meclislerinde devamlı bulun. Hukemanın sözlerini dinle. Zira Allah, yağmur suyu ile ölü toprağa hayat verdiği gibi, hikmet nuruyla da ölü kalbi diriltir.”

“Yavrucuğum! İlimden bilmediğini öğren. Bildiğini bilmeyenlere öğret. Allahı zikreden bir kavim gördüğünde, onlarla beraber otur. Olur ki, Allahın rahmetine kavuşmuşlardır. Sen de onlar sebebiyle rahmete kavuşursun.”

“Ey oğlum! Allahtan öyle kork ki, bu korku seninle ümidin arasına girsin, senin ümidini tamamen kessin. Fakat Allahtan öyle ümid et ki, senin ile korkun arasına girip, sendeki korkudan hiç bir şey bırakmasın.” Bunun üzerine oğlu; “Ey Babacığım! Benim bir kalbim var. Kalbimi korku ile doldurursam, bu benim ümidime mani olur. Kalbimi ümid ile doldurursam, bu ümidim, hiç bir korkuya kalbimde yer vermez” dedi. Lokman Hakim; “Ey oğul! Müminin öyle bir kalbi vardır ki, sanki o iki kalb gibidir. Birisi ile Allahın rahmetini umar, diğeri ile Allahın azabından korkar. (Yani, mümin ümid ile korku arasında olacaktır. Ne sadece ümid edip azabdan emin olacak; ne de korkuya düşüp Allahın rahmetinden ümid kesecek)” buyurdu.

Bir gün Davud demir telden yelek örerken, Lokman Hakim varıp, bunu ne yapacaksınız diyecekti. Lakin faydasız sözden sakınmak için sustu. Davud yeleği bitirip giydi: “Ne güzel savaş elbisesi” dedi. Lokman Hakim sabredip, cevabı aldığından pek sevinip; “Sükut, hikmettir; ama her kişinin karı değildir” dedi. Davud durumu firasetle bilip; “Sana Hakim demeleri, ona layık olduğun içindir” buyurdu.

Bir gün Davud , Lokmana; “Bir koyun boğazlayıp, bütün vücudunun en iyisi olan iki parça et getir” dedi. O da gidip, dille yürek getirdi. Bir başka defasında; “En aşağı kısımlarını getir” dedi. Yine dille yürek getirdi. Sebebini sordukta; “Dille yürek (kalb) iyi olursa, bütün iyilerin iyisi olur, kötü olunca, bütün kötülerin kötüsü olur” deyip, insanın iyilik ve kötülüğünün dil ve kalbine bağlı olduğuna işaret etti.

“Oğlum! Yalandan sakın, zira o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimseler kurtulabilir.”

“Oğlum! Sana bir takım hasletler tavsiye edeceğim. Bunları yerine getirirsen mensup olduğun topluluğun efendisi olursun: Yakın-uzak kim olursa olsun, herkese tatlı davran. İyiden de kötüden de cehaletini gizle. Dostlarını koru. Yakınlarını ziyaret et, gammazlığa kıymet vermeyeceğine, arayı bozacak azgınların sözünü dinlemeyeceğine dair onları temin et. Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığınız zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dolasınlar.”

“Ey oğlum! Üç şey, üç şey ile bilinir: Hilim gadab anında, şecaat harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyaç anında.”

“Ey oğlum! Dostlarının bir şeyini reddetme. Fakat Allahın istediğinden başka türlü hareket edecek kadar da ileri gitme.”

“Ey oğlum! Dünyayı sat, ahireti al. Böylece alış-verişinde, her iki yönden kar edersin. Sakın ahiretini satıp dünyayı alma. Zira bu suretle, her iki taraftan zararın olur.”

“Oğlum! Kalbin katı olduğu halde, insanların sana hürmet etmesi için, kendini Allahtan korkar gibi göstermeğe çalışma.”

“Oğlum! İlim meclisine sokul, fakat alimlerle mücadele edip onları üzme. Dünyadan yetecek kadarını al, fazlasını ahiretin için infak et. Sıkıntıya düşüp başkasının sırtına yük olacak şekilde dünyayı tamamen arkaya atma. Oruç tut, fakat orucun şehvetini kırsın. Şehvetini kıracak şekilde oruç tut. adi kimselerin meclisine katılma, riyakarların içine girme.”

“Ey oğlum! Yolculuğa çıkınca; iğnen, ipliğin, tarağın, aynan, senin ve beraberindekilerin ihtiyacını görecek kadar ilacın yanında olsun. Günahlar hariç, arkadaşlarına muvafakat eyle!”

“Ey oğlum! Orta halde ikram edici ol, saçıcı olma.”

“Ey oğlum! Hasta olmadan önce tabib çağır. Tabibe, hasta olmadan önce hürmet göster.”

Lokman Hakime, oğlu; “Ey babacığım! Bir insan için en hayırlı haslet nedir?” dedi. Lokman Hakim; “Dindir” buyurdu. “Ya iki haslet olsa?” dedi. “Din ve mal” diye cevap verdi. “Üç haslet olsa?” dedi. “Din, mal ve hayadır” buyurdu. “Dört olsa?” dedi. “Din, mal, haya ve güzel ahlak” dedi. “Ya beş haslet olsa?” deyince; “Din, mal, haya, güzel ahlak ve sehavet” (cömertlik) buyurdu. “Altı olsa?” deyince; “Ey oğlum! Bir insanda bu beş haslet toplanırsa, o insan mütteki, veli ve Allahın kendine yakın kıldığı kullarından olup, şeytandan uzaklaşır” buyurdu.

Lokman Hakimin oğlu devamla; “Ey babacığım! En kötü haslet nedir?” dedi. Lokman Hakim; “En kötü haslet, küfürdür” buyurdu. Oğlu; “Ya en kötü iki haslet nedir?” deyince; “Küfür ve kibir” buyurdu. “Üç olursa?” deyince; “Küfür, kibir, şükür azlığı yani az şükretmek” buyurdu. “Dört olursa?” deyince; “Küfür, kibir, şükür azlığı ve cimriliktir” buyurdu. “Beş olursa” deyince; “Küfür, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlaktır” buyurdu. “Ey babacığım altı olursa?” deyince; “Ey oğulcuğum, bu beş kötü haslet bir kimsede toplanınca, o kimse şakidir. Allahtan uzaktır” buyurdu.

“Oğlum! Hayreti mucib olmayan lüzumsuz şeylere gülme, lüzumsuz yerde gezme, üstüne vazife olmayandan sorma. Başkasının servetini koruyacağım diye, kendi servetini mahvetme. Senin malın, kendin için infak edip takdim ettiğindir. Başkasının malı, veresiye terk ettiğindir.”

“Oğlum! Merhamet eden merhamet bulur, sükut eden selamete erer, hayır söyleyen kar eder, kötü konuşan günahkar olur, diline hakim olmayan pişman olur.”

“Oğlum! Sakın kesesi eskidir (fakirdir) diye kimseye hakaret etme. Çünkü her ikinizin de Rabbi birdir.”

“Oğlum! Sonunu gören, pişmanlıktan emin olur.”

“Ey oğlum! Küçük şeylere küçük diye bakma, Yarın büyük olur.”

“Ey oğlum! Küçükken terbiye edersen, büyüyünce faydasını görürsün.”

Hafs ibni Ömerden rivayet edildi ki: “Lokman Hakim, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasihat etmeye başladı. Her bir nasihatte bir hardal tanesi çıkarıyordu. Nihayet hardalları tükendi. Sonra da; “Ey oğlum! Sana o kadar nasihat ettim ki, şayet bu nasihatler bir dağa verilseydi dağ yarılır, parça parça olurdu” buyurdu. Oğlu da bu nasihatleri tuttu.”

Bir gün Lokman Hakime; “Halkın en zelil ve rezili kimdir?” diye soruldukta; “Halk arasında rezalet ve çirkin işlerden utanmayıp, en rezil haller üzere görünmekten sıkılmayandır” buyurdu.

Beyheki, Süleyman Temimiden şöyle rivayet etti: Lokman Hakim oğluna; “Ey oğlum! Rabbigfirli (Ya Rabbi beni affet) duasını çok oku. Zira öyle bir an vardır ki, Allah o anda dua edenin dileğini geri çevirmez” buyurdu.

Lokman Hakime; “Bize peygamberlerden öğrendiğiniz ilimleri özetleyerek, nefis terbiyesine dair, en derli toplu bir nasihat verir misiniz?” dediler. Lokman Hakim; “Evet, peygamberlerin ilimlerinden kendim için özetleyip dünya ve ahiret işlerini üzerine kurduğum kısa bir sözü size de söyleyeyim. Sekiz şeye dikkat eden, öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel etmiş olur. Bunlar dört zamanda dört şeyi korumak, iki şeyi hatırdan çıkarmamak, iki şeyi de tamamen unutmaktır. Korunacak şeyler; namazda gönül, halk arasında dil, yiyip-içme anında boğaz, bir kimsenin evine girilince de öteye beriye bakmamaktır. Hiç hatırdan çıkmaması gereken şeyler; Allahın büyüklüğü ile ölüm halidir. Unutulması gereken şeyler de; bir kimseye yapılan iyilik ve kendine yapılan kötülüklerdir” buyurdu.

“Yavrucuğum! Kötü insanlardan Allaha sığın, böylece insanların en hayırlısı olursun.”

“Yavrucuğum! Dünyaya gönül bağlama! Ona itimat etme! Zira sen bunun için yaratılmadın. Allah, dünya nimetlerini, itaat edenlere yani müminlere sevab, asilere ceza kılmadı.”

“Yavrucuğum! Sakınılması lazım olan bir husustan çok sakın! O da şudur; insanlar seni Allahtan korkuyor gördükleri halde, kalbin facirdir yani günahla doludur.”

Bu hususta Resulallah efendimiz hadiste buyurdular ki: “Batınını (içini) ıslah eden kimsenin, dışını da Allah ıslah eder.”

“Yavrucuğum! Sana iki şey tavsiye ederim. Bunlara dikkat edersen daima hayır üzere bulunursun. Bunlar; geçineceğin para ve ödeyeceğin borcundur.”

Lokman Hakim oğluna; “İnsanlara muhtaç olduğunu gösterme. Çünkü senin böyle yapman zenginliktir. Tamadan sakın. Çünkü tama hazır bir fakirliktir. Namazını dünyaya veda eden kimse gibi kıl. Özür dilemeyi gerektirecek şeylerden sakın” buyurdu.

“Ey oğlum! Hak tealaya tabi ol! Nasihati önce kendine yap! Başkasına tavsiye edeceğin şeylerle önce kendin amel et! Sözünü, bilgine, haline göre söyle!”

“Yavrucuğum! Sana dost olanları, sıkıntılı zamanlarda dene! Oğlum! Gençlik zamanını ganimet bil! Bir işte akıllı ve ilim sahibi kimselere danış!”

“Yavrucuğum! Dostlarına da düşmanlarına da güler yüzlü ol! Dostlarına hürmet ve ikramda bulun!”

“Oğlum! Masraflarını gelirine göre ayarla! iktisat et! Aşırı gitme! Her işte itidal sahibi ol, yani orta yolu tercih et! Cömertliği adet et!”

“Ey Oğlum! Büyüklerle konuşurken sözü uzatma! Akrabaya karşı alakanı kesme! Üzerinde ittifak olunmuş şeye muhalefet etme! Hiç kimseye üstünlük taslama!”

“Oğlum! Kaş göz işaretleri ile, hiç kimseyi küçük düşürecek hareketlerde bulunma! Başkasının yanında kendini veya aileni medhetme!”

“Oğlum! Elinden geldiği kadar kavgadan, münakaşadan sakın! Dünya işleri için kendini fazla üzme! Kızdığın zaman sözlerine dikkat et, ölçülü olmaya çalış! Büyüklerin önünden yürüme! Bir kimse konuşurken araya laf karıştırma!”

Abdullah bin Vehb bildirdi ki: Birisi Lokman Hakime; “İnsanların sana gelip, sözünü dinlemelerine şaşıyorum” dedi. Lokman Hakim, ona; “Ey kardeşim! Sana söyleyeceğime kulak verirsen, sen de böyle olursun” dedi ve şöyle ilave etti: “Beni, gördüğün duruma getiren şeyler; gözümü haramdan korumam, dilimi tutmam, yemede iffetli ve ölçülü olmam, namusumu korumam, doğruyu söylemem, ahdime vefa etmem, misafirime ikramda bulunmam, komşumu korumam ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmemdir.”

Lokman Hakime; “Terbiyeyi kimden öğrendin?” dediler. O da; “Terbiyesizlerden. Onların beğenilmeyen her şeyinden sakınmak suretiyle” buyurdu. “Hikmeti kimden öğrendin?” dediler. “Basacakları yeri görür gibi, bilmeden ayağını yere koymayan amalardan” (körlerden) buyurdu.

Resulallah, Lokman Hakimden haber vererek; “Lokman, oğluna; Allah kendisine emanet edilen şeyi korur. Ben de seni, malını, dinini ve amelinin sonunu, Allaha emanet ediyorum” dedi” buyurdu.

Lokman Hakimin yüzük taşında; “Gördüğünü gizlemen, şüphe ettiğini açıklamandan daha güzeldir” yazılı idi.