Devrindeki insanlar ve sonra gelenler, onun adaletine hayran oldular. Bütün dünyada adalet timsali olarak kabul edildi. Nitekim Ömerin adaleti de böyle meşhur olmuştur. Adaletin ne olduğu, İslam alimlerinin kitaplarında uzun yazılıdır. Adalet; huyları ve hareketleri, dine ve akla uygun olmaktır. Görünüşü içi gibi olmak, herkesin yanında yalnız iken olduğu gibi bulunmaktır. İki yüzlü olmak, adalet değil münafıklıktır.
İslam alimleri, adaletin iyi huyların en şereflisi olduğunu bildirmişler; “Adil kimse insanların en iyisidir” buyurmuşlardır. İyiliklerin en şereflisi de adalettir. Adalet, itidalde yani ortada olmak demektir. “Ortadan ayrılanda adalet vardır” demek, yanlış olur.
Bir malı, bir nimeti bölerken; muamelatta, alış-verişte ve ukubatta yani ceza vermekte adalet lazımdır.
Allah, Kuran-ı kerimde adalet ve ihsanı emretmekte ve Nahl suresi 90. ayetinde mealen; “Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeği emrediyor…” buyurmaktadır.
Adalet, her şeyi yerli yerine koymak demek olup zulmün zıddıdır. Her hakkın başı, Allah hakkı olduğundan, Ona ortak koşmamak, tevhide iman etmek esastır. İhsan, farzları yerine getirmek, Allahı görür gibi ibadet etmek, bir şeyi güzel ve iyi yapmak manalarına gelir.
Müfessirler bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurdular: Emir-ül-müminin Ali (keremallahü vecheh); “Mazlumların hakkını vermek adalettir. Mahrum olanların muradını vermek ise ihsandır.” Müfessirlerin şahı Abdullah bin Abbas ; “Adalet, tevhiddir. İhsan, günahkarları affetmektir”. Muhammed bin Kab-i Kurzi; “Adalet; dua, ihsan cömertliktir. Gece dua ve istek eli ile aldığını, gündüz cömertlik eli ile vermektir” buyurmuşlardır.
Süfyan bin Uyeyne de; “Adalet, dışını ve içini aynı bulundurmak; ihsan, içini dışından daha iyi yapmaktır” buyurdu.
Adalet üç kısma ayrılmaktadır:
1- Allaha kulluk etmek. 2- İnsanların haklarına riayet etmek, amirlere, kanunlara karşı gelmemek, alimlere hürmet, emanetlere vefa, alışveriş haklarını eda ve vadleri yerine getirmek. 3- Geçmişlerin haklarını eda etmek. Bu da, onların borçlarını ödemek vasiyetlerini yerine getirmek, vakıflarını muhafaza etmek ve bıraktıkları hayrat ve hasenatı devam ettirmekle olur.
Resulallah; “Sultanın bir saatlik adaleti, tebanın altmış senelik ibadetinden iyidir” başka bir rivayette ise; “Yetmiş senelik ibadetten iyidir” buyurdu. alimlerden biri, bu Hadis-i şerifi tevil edip, buyurdu ki: “Alimler; altmış sene, çarşı pazarda bulunanlara emr-i maruf yapıp, Cuma namazı vaktinde, dükkanlarınızın kapılarını örtün, camiye gidin dese, yine de bir çokları buna aldırış etmez. Ama sultan, Cuma namazı vaktinde hiç kimse dükkanını açmayacaktır, herkes Cumaya gidecektir emrini verse, bütün şehirde dükkanını açacak tek bir kişi çıkmaz.” Sultanın bir saatlik adaletinin tebanın altmış yıllık ibadetinden iyi olduğu buradan anlaşılmaktadır.
Sultanın, devlet reisinin ve adamlarının tebasına adalet üzere davranıp şefkatli olmaları, ahiret azablarını göz önüne getirmeleri, hüküm verirken ehline ve tebasına eşit ve adil olmaları lazımdır. Ahrette kurtulanlar ancak bu şekilde davrananlardır.
Sahih-i Müslimde, Abdullah bin Ömerin bildirdiği hadiste; “Muhakkak ki adaletle hareket edenler, nurdan minberler üzerinde bulunurlar” buyurdu.
Ömer bin Abdülaziz halife idi. Bir gün, öğle namazından sonra yaslanmış, istirahat ediyordu. Oğlu, kapıdan içeri girdi ve; “Ey Emir-el müminin! Kıyamette sana, şu zamanda yaslanıp dinlenecek yerde adalet yapsaydın denirse, ne cevap verirsin?” deyince; “Doğru söylersin” deyip istirahatını terketti. Bu zamanda zulümden çirkin hiç bir şey yoktur. Nitekim Sahih-i Müslimde Ebu Zer Gıfari rivayeti ile Resulallahdan bildirilen hadis-i kudside; “Ey benim kullarım! Ben ki, Allahım, zulmü kendime haram eyledim (yani benim zatım zulmetmekten paktır.) Sizin aranızdaki zulmü de haram eyledim. O halde, sakın birbirinize zulmetmeyiniz” buyruldu. Buhari ve Müslim Sahihlerinde, Abdullah ibni Ömerin Resulallahtan bildirdiği hadiste; “Zulüm, kıyamette zulmet, karanlık olacaktır” buyruldu. Bir başka hadiste; “İki günah vardır ki, insan daha ölmeden, (yani dünyada iken) zararlarını çeker: Biri Allahın kullarına zulmetmek, diğeri ana ve babaya itaat etmeyip, isyan etmektir” buyruldu.
Sahihaynda Ebu Musanın bildirdiği hadiste; “Allah zalime mühlet verir. Ama onu tutunca da, öyle bir tutar ki, Hakkın tutmasından ne kendisi ne de bir başkası onu kurtarabilir” buyruldu. Sonra Resulallah; “İşte Rabbin, zulümkar memleketleri çarptığı zaman, böyle yakalayıp çarpar. Doğrusu Onun cezalandırması çok acıklı, pek elem vericidir” mealindeki, Hud suresinin 102. ayet-i kerimesini okudu. Bir hadiste de; “On kişi üzerine hükümet eden kimseyi, Arasata bağlı olarak getirirler. Adalet etmişse kurtulur, zulmetmişse tutulur” buyruldu. Başka bir rivayette de; “İki kimseyi idare eden” buyrulmuştur. O halde, Allahın kullarına zulmeden, hakikatte kendine zulmetmiş olur. Çünkü zulmün karşılığı insanın kendine döner. Kendisinde görülmezse evladına miras kalır.
Nik ü bed insan, bulur elbet cihanda ettiğin.
Kendi bulmazsa ceza, miras olur evladına.