"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Süleyman

Beni İsraile gönderilen peygamberlerden. Kudüs yakınlarında Gazze şehrinde doğdu. Babası, Beni İsrailin peygamber ve sultanlarından Davud dır. Yakup ın neslindendir. Annesi bir rivayete göre, Davud ın şehid kumandanı Uryanın evlenmek istediği kız idi. Uryanın şehid olması üzerine, bu kızla, Davud nikahlanmış, ondan da Süleyman dünyaya gelmişti. Babasının vefatı üzerine, 12 veya 13 yaşında sultan, sonra peygamber oldu. Babasının temelini attığı Kudüsteki Mescid-i Aksayı yedi yılda, pek sanatkarane bir şekilde inşa etti. Saraylar inşa ettirip, kaleler yaptırdı. Şehirler kurdu. Zamanın medeni dünyası olan Akabe körfezinden Fırata kadar olan bölgeye hakim oldu. Diğer hükümdarlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Yemendeki Sebe sultanı olan Belkıs ile evlendi. İnsanlara, cinnilere, yerdeki ve havadaki hayvanlara hükmeder, onlarla konuşurdu. Rüzgar emrine verilmişti. Kudret ve ihtişam sahibi bir peygamberdi. Kırk sene adaletle hüküm sürdü ve Kudüsde vefat etti.

Süleyman , daha çocuk iken son derece akıllı, içi dışı güzel ve olgundu. Bu yüzden, babası, büyük işleri onunla müşavere ederdi. Zeka, anlayış ve firasette, ictihadda, isabette en ileride idi. Çocukluk zamanında, bir çocuk için mümkün olmayan, şaşılacak, hayret edilecek halleri ve hareketleri görülmüştü.

Buharinin , Ebu Hüreyreden bildirdiği hadiste, şöyle buyrulmaktadır: “Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde iki oğlan çocukları vardı. Yolda giderlerken, kurt gelip, bu kadınlardan birinin (büyük kadının) çocuğunu alıp, götürdü. Bunun üzerine büyük kadın, arkadaşı (küçük) kadına; Kurt, senin çocuğunu götürdü dedi. Öbür kadın; Hayır, senin çocuğunu götürdü dedi. Nihayet, bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Davuda müracaat ettiler. Davud , çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmetti. Onlar muhakemeden çıkıp, Davudun oğlu Süleymana gittiler. Davudun hükmünü ona söylediler. Süleyman da; Bana bir bıçak getirin. Çocuğu (bu) iki kadın arasında paylaştırayım dedi. Bunun üzerine küçük kadın; Aman öyle yapma! Allah sana rahmet eylesin. Çocuk bu kadınındır dedi. Bunun üzerine, Süleyman çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti.” Davud bu hükmü işitip, oğlunun firaset ve zekasına hayran kaldı.

Davud ın, geride kalan çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmetmesine dair, alimler bir takım sebepler bildirmişlerdir. Ancak, Davud ın, geride kalan bu çocuğu büyük kadının elinde bulması, küçük kadının onun kendi çocuğu olduğuna dair, delil getirmekten aciz kalması sebebiyle, çocuğun, büyük kadına ait olduğuna hükmetmiş olması da muhtemeldir. Bu sebep, dini kaidelere muvafık olması bakımından güzel bir tevildir.

Süleyman ın, babası Davud ın hükmünü bozmasına gelince; Süleyman , babası Davud ın hükmünü bozmayı kasdetmiş değildir. Ancak o, verdiği hüküm ile, bu iki kadın arasındaki meseleyi halletmiş, hakikati meydana çıkarmış, ince ve hoş bir çare ile meseleyi halletmişti. Süleyman , hadise kendisine anlatılınca, kadınların ellerinde bulunan çocuğu aralarında paylaştırmak için, bıçak getirmelerini istedi. Aslında, böyle bir şeyi yapacak değildi. Maksadı, bu işin hakikatini ortaya çıkarmaktı. Nitekim bu yolla, maksadı da hasıl oldu. Çünkü; “bıçak getirin bu çocuğu aralarında paylaştırayım” deyince, küçük kadın feryad etmişti. Çocuğunun hayatta kalmasını tercih ederek; onun, büyük kadının olduğunu söylemek zorunda kalmıştı. Ancak, Süleyman , küçük kadının bu sözüne itibar etmedi. Çünkü, küçük kadının, analık şefkati ile feryad edip, çocuğunu kesilmekten kurtarmak için, onun, büyük kadına ait olduğunu söylemesi, çocuğun kendisine ait olduğunu gösteriyordu. Ayrıca, çocuğun kesileceğini duyunca, küçük kadının gösterdiği bu telaşa karşılık, büyük kadında böyle bir telaşın görülmemesi; sonra Süleyman ın çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetmesine karşılık, itirazının olmaması, Süleyman için, çocuğun küçük kadına ait olduğuna dair bir delil idi.

İbn-ül-Cevzi şöyle buyurdu: Davud ve Süleymanın aleyhimesselam ikisi de ictihadları ile hükmettiler. Şayet, Davud nass ile hükmetseydi, Süleyman ın bu hükme muhalefet etmesi caiz olmazdı.

Bu kıssa; fetanet ve anlayışın, Allahın mevhibesi, ihsanı olduğuna, yaşın büyüklüğü ve küçüklüğü ile alakası olmadığına delalet etmektedir. Burada hak, iki tarafta değil, bir taraftadır. Vahiyle meselenin hükmünü öğrenmeleri mümkün olmakla beraber, peygamberlerin ictihad ile hükmetmeleri de caizdir. Çünkü, ictihadla hükmetmekte ecirleri artmaktadır. Müctehid isabet ederse, iki sevab, hata ederse,bir sevab kazanır. Sonra peygamberler hatadan masumdurlar, korunurlar. Masum oldukları için de, batıl ve hata üzerinde olmazlar. Zelle sadır olursa da vahiyle ikaz edilirler.

Süleyman ın böyle isabetli karar ve hükümlerinden biri de, Kuran-ı kerimde haber verildi. Mealen şöyle buyruldu: “Davudu ve Süleymanı (aleyhimesselam) da hatırla! Hani onlar ekin (veya bağ meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. O vakit geceleyin bir kavmin davarı ekin tarlasına girip ifsad etmişti (zarar vermişti). Biz onların hükümlerini bilici idik. Biz o meselenin hükmünü Süleymana bildirdik. Bununla beraber (Davud ve Süleymanın) her birine bir hüküm ve bir ilim vermiştik.” (Enbiya suresi: 78, 79)

Bu ayet-i kerimeyi tefsir eden alimler, hadiseyi şöyle anlatmışlardır: “Bir gece, bir koyun sürüsü, bir tarlanın ekinlerini telef etti. Tarla sahibi, Davud a gelip, koyun sahibinden davacı oldu. Koyunların kıymeti, telef edilen ekine eşitti. Davud , koyunların tarla sahibine verilmesine hükmetti. Süleyman daha onbir yaşındaydı. Babasının bu hükmünü işitince; “Bu davada, iki taraf için de faydalı olan bir hüküm daha vardır” dedi. Babası sorunca, utandı. Zorlayınca; “Koyunları ekin sahibine verin, süt ve yünlerinden faydalansın. Tarlayı da koyun sahibine verin, ekin ekip önceki hale getirsin. Sonra da her biri kendinde olan önceki sahibine teslim etsin” dedi. Davud ,oğlunun bu hikmetli sözlerini beğenip, ona göre hüküm verdi. Bu ayet-i kerime ile murad, Allahın, Davud ve Süleymana aleyhimesselam olan nimetlerinin zikredilmesidir. Allah önce, her ikisine müşterek olarak, sonraki ayet-i kerimelerde de, ayrı ayrı verdiği nimetleri bildirdi. Allahın her ikisine müşterek olarak ihsan ettiği nimet; hüküm vermeleri ve bunda ehil olmalarıdır. Allah, her ikisini de ilim ve anlayışla zinetlendirmiştir. Nitekim ayet-i kerimede mealen; “Biz, her birine bir hüküm ve bir ilim verdik” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerimede, ilmin, en üstün kemal ve fazilet olduğu zikredilmiş; onlara verilen nimetler arasında öncelikle bildirilmiştir.

Hasen ; “Biz, her birine (Davud ve Süleyman aleyhimesselama) bir hüküm ve bir ilim verdik” mealindeki ayet-i kerime olmasaydı, hüküm verenlerin helak olduklarını görürdük buyurmuştur. Ancak Allah, Süleyman ı, hükmünde sevaba (doğruya) isabet etmesi; Davud ı da ictihadı sebebiyle medh buyurdu. “Biz, o meselenin hükmünü Süleymana bildirdik” mealindeki ayet-i kerime, Süleyman ın verdiği hükümde isabet ettiğine delildir.

Tefsir-i Mazharide bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Amr bin as , Resulallahtan şöyle duyduğunu bildirmektedir: “Hakim (hüküm veren) hükmettiği zaman, ictihadında isabet ederse, ona iki ecir (sevab) vardır. Hata ederse, bir ecir vardır.” Bu Hadis-i şerif, Müctehidin, doğrunun yanında hata da edebileceğini göstermektedir. Müctehidin, ictihadında hata etmesi ve bir ecir (sevab) kazanması, onun, hükmünde isabet ettiğini göstermez. Çünkü hata ve doğru, birbirinin zıddıdır. Bu sebeple, hadisten murad; “Müctehid, hatası üzerine sevab kazanır” demek değildir. Bilakis, hakkı, doğruyu bulmak hususundaki ictihadı yani bütün gücüyle gayret sarfetmesi sebebiyle sevaba kavuşmasıdır. Çünkü müctehidin doğruyu bulmak hususundaki ictihadı, büyük gayreti, ibadettir. İctihadında hata ederse, gayretinden dolayı affa uğrar. Bundan dolayı, Davud zemm olunmadı. Müctehid ictihadında isabet ederse, ona iki ecir vardır. Bunlar ictihad ve doğruya isabet etmek sevabıdır.

Müctehid alimler de, kitapta (Kuran-ı kerimde) ve sünnette (Hadis-i şeriflerde) hükmünü bulamadıkları hadiselerde ictihad etmişlerdir. Hükmünde hata edenin ecir ve sevab kazanması, hüküm veren kimsenin Resulallahın sünnet-i seniyyesini, kıyası ve daha önce verilen hükümleri bilmesi ve ictihad edebilme şartlarını taşıması ile olur. İctihada ehil olmayanın ictihad yapmaya kalkışması, kendisini ictihada zorlamaktır. Böyle bir kimse verdiği hükümdeki hatası bir tarafa; doğru isabet etse bile mazur görülemez. Çünkü ehil olmayan kimselerin, Müctehide tabi olması gerekir.

alimler, Davud ve Süleymanın (aleyhimesselam) ictihadları ile mi yoksa vahye bağlı olarak mı hüküm verdikleri hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları, onların ictihadları ile hükmettiklerini, ictihad sevabına kavuşmak için, peygamberlerin ictihadlarının da caiz olduğunu bildirmişlerdir. Bazı alimler, ikisinin de vahye bağlı olarak hükmettiklerini, ancak Süleyman ın hükmünün, Davud ınkini nesh ettiğini söylemişlerdir. Böyle diyen alimler; kendilerine vahiy geldiği için, peygamberlerin ictihadla hükmetmelerinin caiz olmadığını ve bu şekilde hükmetmeye ihtiyaçlarının kalmadığını bildirmişlerdir. Tefsir-i Mazharideki açıklamalar, Davud ve Süleymanın aleyhimesselam bu hükümleri ictihadlarına göre verdiklerini göstermektedir.

Tevilat-ı Necmiyye isimli eserde; “Biz o meselenin hükmünü Süleymana bildirdik” mealindeki ayet-i kerime ile, şu hususa işaret buyrulduğu bildirilmektedir: “Müctehidlerin bazıları, diğerlerinden üstündür. Büyüklükte ve fazilette; ilme, hükümleri derin ve ince manaları anlamaya itibar edilir, yaşa değil!” Davud ın yaşı büyük olmasına rağmen, oğlu Süleyman , hükmünde isabet etti.

Davud ın, bir rivayete göre ondokuz oğlu vardı. Bunlardan en küçükleri olan Süleyman ın annesi ayrı idi. Diğerleri ise, Talutun kızından dünyaya gelmişlerdi. Ömrünün sonlarına doğru, Davud a, akıl ve firasette, hüküm ve adalette bir çok üstünlüklerine şahid olduğu, oniki yaşındaki oğlu Süleyman ı yerine halife bırakması emredildi. Davud , yine ilahi emirle, alimlerin huzurunda onu imtihan etti. Rivayete göre, sorduğu suallere zorlama ve tereddütten uzak bir şekilde cevap aldı. Sorulan sualleri doğru olarak cevaplandıran Süleyman a alimler de soru sormak istediler: “Doğruluğu diğer cüzlerinin doğruluğuna, bozukluğu da diğerlerinin bozukluğuna sebep olan şey nedir?” dediler. Süleyman ; “Kalbdir. Onun doğruluğu diğer uzuvların doğruluğuna, bozukluğu da diğer azanın bozukluğuna sebeptir” dedi. Cevabın doğruluğunu hepsi tasdik ettiler. Bir rivayete göre, bu imtihana da kanaat etmeyen İsrailoğulları, Süleyman ın hilafetine karşı çıktılar. “Süleyman daha çocuk sayılır, bizim aramızda ondan üstün ve daha uygun kimseler var” dediler. Bunun üzerine Davud , İsrailoğullarının reislerinden birer asa istedi. Herkesin asasına ismini yazıp, Süleyman ın asası ile beraber bir odaya kilitledi. Sonra; “Kimin asası sabaha kadar yapraklanırsa hilafet onundur” buyurdu. Sabahleyin, hep birlikte, odayı açtılar ve Süleyman ın asasının yapraklandığını, diğerlerinin eskisi gibi durduğunu gördüler. Davud Allaha hamdetti. Kendisi önde, Süleyman peşinde olarak; “İşte bu, benden sonra sizin üzerinize halifemdir” diye İsrailoğulları arasında dolaştı. Hepsi Süleyman ın hilafetini kabul ettiler.

Davud , Süleymanın kendi yerine halifesi olduğunu ilan edince, ona bazı nasihatlerde bulundu; “Ey oğlum! Şaka yapmaktan sakın. Çünkü onun faydası azdır. Şaka, dostlar arasında düşmanlık meydana getirir. Kızmaktan sakın. Çünkü kızmak, sahibini (kızanı) hafifletip, basitleştirir. Takvaya sarıl. Yani Allahtan kork. Emirlerini yapıp, yasak ettiklerinden sakın. Ona taattan ayrılma. Çünkü, takva ve taat, Allahın izni ile, insanın her şeye galip gelmesine vesile olur. Hiç bir sebep yokken, ailen hakkında insanlara karşı kıskançlıkta bulunma. Bu davranışın, insanlara su-i zan beslemene sebep olur. İnsanlardan bir şey bekleme. İşte bu, hakiki zenginliğin ta kendisidir. Allahın kullarına verdiği çeşitli nimetlere göz dikmek, insan için bir fakirliktir. Özür dilemeyi icabettirecek iş ve sözlerden sakın. Nefsini ve dilini doğruluğa alıştır. İyilik yapmaktan ayrılma, imkanın varsa, bu günün dünkünden daha hayırlı olmasına çalış. Namazını, en son namazını kılan kimse gibi kıl. Aşağı ve bayağı kimselerle oturup kalkma, böyle kimselerle beraber olma. Kızdığın zaman, nefsini toprağa yapıştır. Bulunduğun yerden ayrıl. Allahın rahmetinden ümidli ol. Çünkü, Allahın rahmeti, her şeyi kaplamıştır.”

Davud , çok geçmeden vefat etti. Süleyman da babasının yerine geçti. Mülküne, hikmet ve ilmine varis oldu. Allah, Kuran-ı kerimde, Süleyman ı mealen şöyle övdü: “Biz Davuda Süleymanı (aleyhimesselam) verdik. O (Süleyman ), ne güzel kuldur. Hakikaten o, (bütün vakitlerinde zikr, tesbih ve tevbe ile) Allaha (taatine) dönen bir kuldur.” (Sad suresi: 30)

Allah, Davud ve Süleyman a; zat ve sıfatlarını, emir ve yasaklarını, dünya ve ahiret ahvalini, kuşların ve hayvanların konuşmalarını, dağların tesbihini bildirdi. O ikisine (aleyhimesselam), pek çok nimetler verdi. Onlarda bütün bunlara karşılık, Allaha hamdettiler. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Biz, Davud ve Süleymana (aleyhimesselam hüküm ve kazaya dair) ilim verdik. Onlar da; Allaha hamdolsun ki, (nübüvvet, kitap ve sair ilimler ve hikmetle) bizi, (kendilerine bu hasletler verilmeyen) müminlerin çoğu üzerine üstün kıldı dediler.” (Neml suresi: 15)

Bu ayet-i kerime, ilmin şerefi, üstünlük sebebi ve alimlerin alim olmayanlardan üstün olduğunu göstermektedir. Nitekim Resulallah efendimiz şöyle buyurdular: “Alimin, (alim olmayan) abide üstünlüğü; ayın, ondördüncü gecesinde (dolunay halinde), diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.” “Alimler, peygamberlerin varisleridir.” “Peygamberler, dinar ve dirhem miras bırakmazlar. Onlar ancak ilmi miras bırakırlar. İlmi alan bol bir nasib almış olur.” Son Hadis-i şerifi, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace rivayet etmiştir. Yine Tirmizinin, Ebu Umame el-Bahiliden rivayet ettiği hadiste, Resulallah efendimiz şöyle buyurdu: “Alimin, abide üstünlüğü; benim, sizin en aşağınıza olan üstünlüğüm gibidir.”

Yine Allah, ayet-i kerimede, alimleri, kendilerine ihsan ettiği ilim nimetine şükretmeye, tevazu sahibi olmaya davet etmektedir. Ayrıca, Allah, onları ilim sayesinde çok kimseye üstün kılmış ve kullarının, alimlerin üstünlüğüne inanmasını istemiştir. Nitekim Allah, Yusuf suresinin 76. ayet-i kerimesinde mealen; “… Her alimin üstünde, bir alim (ilim sahibi) vardır. (Allahın ilmi sonsuzdur. O, her ilim sahibinin üstündedir)” buyrulmaktadır. Ömer da, tevazusundan; “Herkes Ömerden daha alimdir” buyurmuştur.

Eshab-ı kiramdan biri, Resulallaha gelip; “En faziletli amel hangisidir?” dedi. Resulallah efendimiz “Allahı bilmek ve dinde fakih olmak” buyurdu. Tekrar aynı soruyu sorunca, Resulallah efendimiz bu mübarek sözünü tekrarladı. O zat yine; “Ya Resulallah! Ben, en faziletli amelin ne olduğunu soruyorum. Siz bana ilimden haber veriyorsunuz?” deyince, Resulallah efendimiz “İlim ile yapılan az bir amel, sana fayda verir. İlimsiz yapılan çok amel, sana fayda vermez” buyurdu. İlmi olmadan ibadet yapan kimse, değirmeni çeviren merkep gibidir. Devamlı döner, fakat, mesafe kat edemez.

Evliyanın büyüklerinden, Feth-i Musuli şöyle buyurdu: “Yiyecek, içecekle beslenip, ilaçla tedavi edilmeyen hastanın ölmesi gibi, kalb de; ilim, hikmet ve tefekkürden nasibini alamayınca ölür. Maddi gıdalarla haddi aşarak doymak, batıni, manevi gıdaların alınmasına manidir. Yine ucb (kendini beğenmek) ve kibir de kalbin nurlanıp, safa bulmasına engel olur.

İşte insan, görünüşünü, İslamın emir ve yasaklarına uymakla, batınını yani içini İslam ahlakı ile süslerse, peygamberlere ve evliyaya verilen ilimlerden istifade etmeye elverişli hale gelir.

Davud ın vefatından sonra, oğlu Süleyman , peygamberlik, saltanat ve ilimde ona varis oldu. Babasının yerine geçince; memleketin ileri gelenleri ile alimleri davet etti. Onlara; Allahın kendisine büyük nimetler verdiğini, kuşların ve hayvanların dillerini öğretip, konuşmalarını anlamayı nasib ettiğini, ayrıca, kendisine peygamberlik ve mülk (saltanat) verildiğini anlattı. Bütün bunların, Allahın kendisine ihsan ettiği büyük nimetler olduğunu söyledi. Bu husus, Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Süleyman ( babası) Davuda (, peygamberliğine ve ilmine) mirascı oldu.” (Neml suresi: 16) Begavi; Süleyman a, babası Davud a verilenlerden başka, cinlerin de onun emrine verildiğini bildirmiştir. Davud ve Süleymanın (aleyhimesselam) her ikisi de, Allahın kendilerine ihsan ettiği nimetlere çok şükrederlerdi.

ayet-i kerimenin devamında, Süleyman ın mealen şöyle buyurduğu bildirilmektedir: “… Dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşların konuşması (dili) öğretildi.” Süleyman , Allahın kendisine ihsan ettiği nimeti açıkça anmak ve insanları kendisine verilen bu mucize ile nübüvvetini tasdike çağırmak için, böyle söyledi. Övünmek ve tekebbür için söylemedi. Ruzbehan Bakli şöyle buyurdu: Tasavvufta temkin derecesinde olan bir zatın; müminlerin imanının kuvvetlenmesi, inkarcılara karşı da hüccet (delil) olması için, Allahın kendisine lutfettiği nimetleri halka bildirmesi caizdir. Süleyman da bu sebeple, Allahın kendisine lutfettiği bu nimeti izhar etti. Nitekim Kuran-ı kerim de, Duha suresi 11. ayet-i kerimesinde mealen; “Rabbinin nimetini anlat” buyrulmaktadır.”

Süleyman ın, “Bize” şeklinde büyüklük ifade eder bir tarzda konuşması, tekebbür için değildir. Çünkü, siyaset icabı sultanların adeti böyledir.

Konuşma, manaların anlaşılmasına yarayan ses ve harflerle olur. Manaları anlamak, kelime ve cümlelerle olduğu için, konuşmanın sadece insanlara mahsus olduğu zannedilmektedir. Halbuki, Süleyman , insanların konuşmalarından, onların kasdettikleri manaları anladığı gibi, kuşların seslerinden de, murad ettikleri manaları anlıyordu. Onun için, kuşların seslerine “konuşma” buyurdu.

Begavi Kab-ül-Ahbardan şöyle nakletti: Tavus kuşu, Süleyman ın huzurunda ötmüştü. Süleyman , orada bulunanlara; “Bunun ne dediğini, ne konuştuğunu biliyor musunuz?” buyurdu. Onlar; “Hayır bilmiyoruz” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Süleyman ; “Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın” dediğini bildirdi. Aynı şekilde hüdhüdün ötmesini; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”, göçeğen kuşunun ötmesini; “Allahtan af ve mağfiret olunmanızı isteyiniz, ey günahkarlar!”, kaya kuşunun sesini; “Her canlı ölecektir. Her yeni eskiyip, çürüyecektir”, kırlangıcın ötüşünü; “Hayırdan ne yaparsanız sonra onu bulursunuz”, güvercinin sesini; “Gökleri ve yeri dolduran Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih ederim”, kumrunun ötüşünü; “Sübhane Rabbiy-el-ela”, karganın ötmesini; “Allahtan başka her şey helak olacaktır”, kustat kuşunun ötmesini; “Susan, başına bela ve musibet gelmesinden kurtulur”, papağanın ötüşünü; “Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun”, kurbağanın; “Sübhane Rabbiy-el-Kuddus”, doğan kuşunun; “Sübhane Rabbi ve bihamdihi” dediğini açıkladı. Bu rivayet, yukarıdaki kuşların konuşmalarının yalnız bu sözlere ve manalara mahsus olmadığını göstermektedir. Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konuşmalarının bildirilmesi, onların içlerine doğan her manayı çıkardıkları sesle de olsa anlattıklarını ifade etmektedir.

Ruh-ul-Beyan tefsirinde Arais-ül-Beyan kitabından naklen şöyle denilmektedir; “Kuşların, diğer vahşi hayvanların sesleri ve kainattaki hareketlerin hepsi, Allahın, peygamberlerine ve arifinden olan evliyasına hitabıdır. Evliya, bu ses ve hareketleri makamları ve derecelerine göre anlar. Çünkü, peygamberler kuşların ve diğer hayvanların dillerini aynısıyla bilirler. Evliya-i kiram ise, onların dillerini aynen bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hallerine ait olan hususları, Allahın kalblerine ilham etmesi ile bilirler.”

Ebu Osman Mağribi şöyle buyurur: “Bütün hallerinde Allaha karşı doğruluk ve ihlas üzere olan kimse, bu hususiyetleri sebebiyle her şeyi anlar. Davul çalınması, adete göre göç vaktinin geldiğini haber verdiği gibi, Allah da, sevdiği ve seçtiği veli kullarına; muhtelif sesleri ve tabiattaki varlıkların değişik hallerini, onların ne manaya geldiğini anlamayı lütuf ve ihsan eylemiştir.

Süleyman a çok şey verilmiştir. Nitekim ayeti kerimede, Süleyman ın mealen; “Bize (peygamberlere ve meliklere, dünya ve ahiret işlerine dair veya peygamberlik, saltanat ve kuşların dilinin öğretilmesi gibi) her şey verildi. İşte bu (Allahın bize verdiği nimetler) şüphesiz açık bir üstünlüktür.” (Neml suresi: 16) Yani bu, bizim müstehak oluşumuz, hak etmemiz sebebiyle ve amellerimize karşılık olarak değil, aksine, Allahın lütuf ve ihsanıyladır. Tefsir-i Vasitde şöyle bildirilmiştir; “Süleyman ın böyle söylemesi, Allahın verdiği nimetlere şükür ifadesidir. Nitekim Resulallah “Ben, ademoğullarının efendisiyim. Övünmüyorum.” (yani bu sözü şükür için söylüyorum, övünmek için değil) buyurmuştur. Bu, Allahın nimetini anmak içindir.