Davud , her işinde Allahın rızasını gözeten, mücahid, salih bir kul ve peygamberdi. Çok ağlar, çok ibadet ederdi. Yetim ve fakirlere karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Misafir ve yabancılardan; “Davudun idaresi hakkında halk neler söylüyor?” diye sorup öğrenirdi. Müminlerin razı olmadığı bir şey işitse, onu terkedip, istiğfar ederdi. Onların hoşuna giden bir şey işitse, onunla amel ederdi. Davud ın güzel halini, Allah Kuran-ı kerimde övmektedir: “(Habibim!) Kuvvet sahibi Davudu an! O, her zaman Allaha tevbe ederdi” buyurdu. (Sad suresi: 17) alimler; ayet-i kerimedeki kuvvetten murad: Davud ın ibadete olan tahammülü idi. O, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyur, geri kalan vakitlerini ibadet ile geçirirdi buyurmuşlardır.
Buhari deki hadiste bildirildi ki: Bir zaman Resulallaha Abdullah ibni Amrın her günün gecesinde namaz kıldığını, gündüzleri de oruç tuttuğunu söylediler. Resulallah da bu durumu kendisinden sorduklarında, itiraf edince; “Buna gücün yetmez (takat getiremezsin). Bazı günler oruç tut, bazı günler iftar et. Gecenin bir kısmında uyu ve bir kısmında da namaz kıl” buyurdular ve ayda üç gün oruçlu olursa, her gün oruç tutulmuş gibi sevab alacağını ona anlattılar. Bunun üzerine İbn-i Amr; “Ya Resulallah! Bundan fazlasına da gücüm yeter” dedi. Resulallah “Öyle ise bir gün oruç tut, iki gün iftar et” buyurdu. Abdullah ibni Amrın bu defa; “Bundan fazlasına da takatim yetişir” demesi üzerine, Resulallah “Öyle ise bir gün oruç tut, bir gün iftar et. İşte bu Davudun orucudur” buyurdular.
Abdullah ibni Amrın bundan fazla isteğine karşı da; “Bundan daha faziletli oruç yoktur” buyruldu.
Buharinin ikinci rivayetinde Resulallah “Allaha en sevimli oruç, Davudun orucudur. O bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allaha en sevimli namaz da Davudun namazı idi. O, gecenin yarısında uyur, üçte birinde namaz kılar, altıda birisinde yine uyurdu” buyurdu. Orucun, miktarına göre üç derecesi vardır. Bunun en azı, Ramazan-ı şerif orucu ile yetinmektir. Çünkü bu, her müslümana farzdır. Bundan sonra nafile oruçlar içerisinde en iyi oruç tutma şekli, Davud ın orucudur. Davud , bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Bu şekildeki oruç, farz ve vacib oruçların dışında en faziletli oruçtur. Devamlı oruç tutmaktan daha faziletlidir. Abdullah bin Ömer, oruç için Peygamber efendimize sorunca; “Bir gün tut, bir gün tutma” buyurmalarının sırrı budur. Abdullah bin Ömer ; “Bundan daha faziletlisini istiyorum” deyince, Resulallah; “Daha faziletlisi yoktur” buyurdu. Bir gün tutup, bir gün tutmamak, insanda daha tesirli olmaktadır, devamlı tutmak ise, bu tesiri azaltmaktır.
Davud , Allahın azabını hatırladığı zaman mafsalları gevşer, tamamen kendisini salıverir; Allahın rahmetini hatırlayınca da eski haline dönerdi.
Davud gece ve gündüz bütün günü ailesi arasında bölüştürmüştü. Hiç bir saat yoktu ki, çoluk-çocuğundan, o sırada ibadet eden birisi bulunmasın. Böylece onun ailesi, günün yirmidört saatini ibadetle geçirirdi. Kuran-ı kerimde Sebe suresinin 13. ayet-i kerimesinde, Davud ın ailesi hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarım içinde (gereği gibi Allaha bol bol) şükreden azdır.”
Allah, Davud a vahy gönderdi ve; “Ey Davud! Zikrim zikr edenlerin, Cennetim ibadet edenlerin, kafi olmaklığım tevekkül edenlerin, nimetimin çoğalması şükredenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ünsiyetim beni ziyadesiyle arzu edenlerindir ve ben, muhiblerime mahsusum” buyurdu.
Davud ; “Ya Rabbi! Sana ibadet etmek isterim. Bunun için hangi vakit daha makbuldür” dedi. Allah; “Ey Davud! Gecenin ilk ve son vakitlerinde kalkınca. Çünkü ilk vakitte kalkan sonunda kalkamaz, sonunda kalkan ilk vakitte kalkamaz. Bunun için gece yarısında kalk, bana ibadette bulun! Ben de bütün dileklerini kabul edeyim” buyurdu. Bir defasında, Resulallaha; “Gecenin hangi vakti daha makbuldür?” diye sorduklarında Resulallah; “Yarı geceden sonraki vakittir” buyurdular.
Davud , Allaha; “Ya Rabbi! Hiç bir gece yok ki, evladımdan, çoluk-çocuğumdan ayakta bulunan olmasın. Hiç bir gün yok ki, oğullarımdan oruç tutan bulunmasın. Hiç bir saat geçmez ki, Davud oğullarından sana ibadet eden bulunmasın. Mutlaka ya namaz kılar, ya oruç tutar veya seni zikreder” deyince, Allah; “Ey Davud! Bu imkan onlara nereden verildi? Bu ancak benim lütfumdur. Yardım etmesem, kendi nefsleri ile baş başa kalsalar, bunların hiç birini yapamazlardı” buyurdu.
Davud , münacatında dedi ki: “İlahi! Seni hatırlayıp zikredenlerin meclisinden geçip, gafillerin meclisine gitmek istediğim vakit, oraya gitmeden ayaklarımı kır, zira senin böyle yapman, benim için büyük bir lütuftur.”
Allahın Davud ın kavminden, dualarını kabul ettiği abid, salih kimseler vardı.
Yahya Gassani anlatır: Davud zamanında kuraklık oldu. Halk, dua etmek için aralarından üç alim seçti. Onlar dua için sahraya çıktıklarında, içlerinden biri; “Ya Rabbi! Kitabında, bize, zulmedenleri affetmemizi bildirdin. İşte nefislerine zulmeden bizler, huzuruna geldik. Senden af dileriz. Bizi affeyle” dedi. Diğeri; “Ya Rabbi! Kitabında, köleleri azad etmemizi bizlere tavsiye ettin, işte kul olarak huzuruna geldik, bizleri azad eyle” Üçüncüsü de; “Ya Rabbi! Sen, kitabında; Kapıya gelen saili (bir şey isteyeni, fakiri) reddetmeyin, ondan yüz çevirmeyin buyuruyorsun. İşte biz sail (isteyici) olarak huzuruna geldik. Senden rahmet diliyoruz, boş çevirme” diye dua edince, Allah hepsinin dualarını kabul ederek rahmetini gönderdi.
Said-i Ceriri buyuruyor ki; Davud bir kaç kişi ile birlikte oturuyor ve yanındakilere bir şeyler anlatıyordu. Bu sırada birisi gelip, münasip olmayan bazı sözler söyledi. Orada bulunanlar bu şahsa kızarak haddini bildirmek istediler. Davud mani olup; “Ona kızmayınız ve bir zarar vermeyiniz. Ben namaz kılıp, istiğfar edeyim. Sonra bakalım durum nasıl olacak. Siz onu bırakın gitsin” buyurdu. Uygunsuz sözleri söyleyen şahıs gitti. Davud kalkıp abdest aldı, iki rekat namaz kıldı ve Allaha dua edip istiğfarda bulundu. Sonra gelip yerine oturdu ve sohbete devam etti. Biraz sonra, uygunsuz sözleri söyleyen o kimse tekrar geldi. Davud ın elini öptü ve ayaklarına kapanıp ağlayarak; “Ey Allahın peygamberi! Ben çok büyük hata yaptım, beni affediniz” diye yalvardı. Davud da o kimsenin özrünü kabul etti.
Allah, Davuda vahyetti ki: “Ey Davud! Kullarımdan herhangi biri, yaratmış olduklarımı bir yana atıp bana sığınırsa, bu halinden dolayı, yedi kat sema ve içindekiler, yedi kat yer ile içindekiler o kimseye düşman olsalar, yine onun için bir kurtuluş yolu açarım. İzzetime ve celalime yemin ederim ki, bu böyledir. Yine izzetime, celalime ve azametime yemin ederim ki, bir kimse beni bırakıp da, mahlukatımdan herhangi birine gönül bağlarsa, bütün sebep yollarını keserim. Kalbini, hırs ve içinden çıkılmaz meşguliyetlerle doldururum. Ömrü, dünyanın ömrü kadar da olsa, bitirip tüketemeyeceği ümidlerle doldururum.
Ey Davud! O kimdir ki, bana dua eder de duasını kabul etmem? Kapımın, çalana açılmadığını kim gördü? Mahlukatımın arzu ettiklerini ben veririm. Onların her istediği, bende mevcuttur. Bütün ümidlerin yeri benim. Bana aşık olanların kalblerini, yeryüzünde nazargahım kıldım. O kalbleri, bana daha da yanaşsın ve fazla iştiyak (arzu) duysunlar diye, her yandan boşalttım. Sadece kendi sevgimi doldurdum. Dostlarıma müjdele, onlara her an nimetlerimi saçıyorum. Bana şükrettikleri ve beni unutup başkalarına meyletmedikleri için böyle yapıyorum. Bir an bile beni unutmasınlar diye onlara hadsiz, hudutsuz bana kavuşma arzusu veriyorum. Onlara ünsiyet (yakınlık) kapılarımı açtım. Bana dua etmeden isteklerini yerine getirdim. İzzetime, celalime yemin ederim ki, onları Firdevs Cennetine koyup cemalimi göstereceğim. Ben onlardan, onlar da benden razı oluncaya kadar iyiliklerimi yağdıracağım. Yeryüzünde olanlara haber gönder, Beni sevenlerin sevgilisiyim. Benimle olmak isteyenlerle beraberim. Bana yakın olmak isteyenlerin can yoldaşıyım. Emirlerime itaat edenlere, muti sıfatımla tecelli ederim. Beni, başkalarına tercih edenleri seçerim.
Ya Davud! Sevdiğinden bir şey saklayan sevgili hiç görülmüş müdür? İyi kimselerin, bana muhabbeti artar. Benim de onlara her an artmaktadır. Beni arayan bulur. Başkasını arayan, beni kaybeder. Kulumun en büyük işi, benim muhabbetim olursa, onu kendi zikrimle rahatlatırım. Onu sever, aramızdaki mesafeyi kaldırır ve perdeyi aralarım. Herkes gaflet içinde beni unutmuş iken, o ayık olur. İşte bunlar, hakikat ehlidirler. Sevgimi, kalbi ve dili ile beni zikredene verdim. Kalbine muhabbetimi yerleştirdim. Benden razı olursan ben de senden razı olurum. Verdiklerime şükredersen, iki cihanda aziz ederim. Gönderdiğim belalara sabretmeyenler, bizden bir talepte bulunmasınlar. Ben bir kulumu sevince, onun kalbini korkumla doldururum. Bana kavuşmak için onu pervane gibi yaparım. Bundan sonra o kul, taatıma can-u gönülden koşar. Dostlarımı, kubbelerimin altında gizlerim. Onları, ancak sevdiklerime tanıtırım. Onlara müjdeler, saadetler olsun. Beni unutanı bile unutmam, daima beni zikredeni hiç unutur muyum? Ben, cimrilere bile ihsanlarımı bolca yağdırırken, nasıl olur da cömertlere cimrilik ederim. Dileği olan kullarıma müjdele! Ben merhametliyim, kullarıma acırım. Bana severek kulluk yapanı, Cennetime koyarım. Bana kulluk etmeyeni de hiç acımadan Cehenneme atarım. İzzetime, celalime yemin ederim ki, ancak beni arzu edenler bana yakın olurlar. Beni seveni (imtihan için veya derecelerini yükseltmek için) belalara salarım. Benden kaçmak isteyeni de yakarım. Günahkar olanlara benim gafur (mağfiret edici, bağışlayıcı) olduğumu bildir. Korkarak bana gelenlere azab etmem. Beni severek geleni, ayrılık ateşine atmam. Utanarak bana yöneleni, kıyamet günü utandırmam. Cennetim, rahmetimden ümidini kesmeyenleredir. Yaptığı hatayı, benim affımdan daha büyük bilenlere gadab ederim. Bir kimsenin cezasını hemen vermek istesem, önce rahmetimden ümidini kesenleri cezalandırırım. Fakat, acele etmek benim şanımdan değildir. Geceleri sevdiklerimin kalbine tecelli ederim. Onlar, benimle huzur içinde kelam ederler. Benim sevdiğim, hayra ehil olan kullara saadetler olsun. Onların yeri ne kadar güzeldir.”
Allah Davud a; “Benim, ahlakımla ahlaklan, ahlakımdan birisi de mutlak suretle sabırlı olmamdır” diye bildirdi. Davud ; “Ya Rabbi! Senin rızan uğrunda musibetlere sabreden kederli bir kimsenin mükafatı nedir?” diye sorunca, Allah; “Ondan hiç çıkarmayacağım iman kisvesini ona giydirmemdir” buyurdu.
Allah, Davud a; “Sabredenlerin yeri Darüsselam Cennetidir. Oraya girdikleri vakit, onlara şükretmeleri ilham edilir. Şükür, sözlerin en güzelidir. Onlar şükrettikçe, nimetlerimi arttırır ve daha ziyadesini gösteririm” buyurdu.
Allah, Davud a; “Ey Davud! Beni sev, beni seveni sev ve beni kullarıma sevdir. Kullarım beni sevsinler” buyurdu. Davud ; “Bunu nasıl yapayım?” deyince, Allah; “Sen, beni güzel bir şekilde an. Benim nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik bilsinler” buyurdu.
Allah, Davud a şöyle vahyetti: “Ey Davud! Yırtıcı hayvanlardan korktuğun gibi, benden de kork.”
“Kim diğer yaratıklara bakmaz ve bana dayanırsa; yer, gök ona hileye kalksa da, ben ona çıkacak yol bulurum.”
“Ey Davud! Beni sevdiğini iddia eden kimse, bütün gece yatar uyursa, yalan söylemiş olur. Herkes sevgilisini tenhada arayıp bulmak istemez mi? İşte ben, gece vakti beni arayanlar için hazırım.
“İştiyakın bana olsun. Benimle ünsiyet et ve başkalarından uzaklaş.”
“Benim dostlarıma ne oluyor ki, onlar dünyalığı düşünüyorlar? Halbuki, dünya düşüncesi, benim münacatımın zevkini giderir. Ey Davud! Dostlarımdan istediğim, ahireti isteyip dünyalık için gadab etmemeleridir.”
“Ey Davud! Bir hususta, sen bir şeyi murad edersin, ben de o hususta irade ederim. Netice, ancak benim dediğim olur.”
Bir hadiste; “Üç şey vardır ki, bunlar kime verilmişse, Davudun eline verilen gibi ona da verilmiştir. (Bunlar;) hiddetli ve hiddetsiz zamanlarda adalet, varlık ve yoklukta iktisat, gizli ve aşikarede Allahtan korkmaktır” buyruldu.
“Ey Davud! Eğer benden yüz çevirenler, benim onları nasıl beklediğimi, onlara nasıl acıdığımı ve onların günahı terketmelerini nasıl istediğimi bilseler, bana olan heveslerinden hemen ölür ve benim sevgimden birbirlerinden ayrılırlardı. Ey Davud! İşte benden yüz çevirenlere karşı iradem budur. Bundan, bana yönelenlere karşı irademin ne olacağını sen düşün. Ey Davud! Kulumun bana en çok muhtaç olduğu zaman, benden müstağni olduğu andır. Benim de kuluma en çok merhamet edeceğim zaman, kulumun bana arka çevirdiği andır. Benim katımda en yüksek mevki de, bana yöneldiği andır.
“Ey Davud! Uyanık ol, kendine dost ara. Beni sevmekte, sana uymayanlarla da arkadaşlık yapma. Çünkü bu gibiler senin düşmanındır, kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırırlar.
“Ey Davud! Beni taleb eden birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol!”
Zeyd bin Erkam rivayet etti ki: Davud ın bir çocuğu vefat etmişti. Buna çok üzüldü. Bunun üzerine; “Bu çocuk, senin nazarında ne kadar kıymetli idi?” dendi. O da; “Yer dolusunca altın kadar” deyince, kendisine; “İşte sana bunun kadar mükafat ahirette verilecektir” diye vahyedildi.
Davud ; “İlahi! Senin güneşinin hararetine dayanamazken, yarın Cehennem ateşinin hararetine nasıl dayanacağım? Ya Rabbi! Senin rahmet için olan davetine dayanamazken, azab için olana nasıl tahammül edeceğim” der, göz yaşı dökerdi.
“Ey Davud! Arzularını sevgim üzerine tercih eden alime vereceğim cezanın en küçüğü, bana yalvarmasının tadını ona haram etmektir. Ey Davud! Dünya sevgisi kendisini kaplayan alimi benden sorma, bu gibiler, bana muhabbetten insanlara mani olurlar; kullarımın bana gelen yollarını keserler. Ey Davud! Beni arayan birini görürsen yani bulursan, ona hizmetçi ol. Ey Davud! Bir kaçağı bana iade eden zatı, basiretli ve anlayışlı yazarım. Kimi anlayışlı yazarsam, ona asla azab etmem.”
Allah, Davud a; “Bir kimse, her şeyden ümid kesip yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi ona zarar yapmağa, aldatmağa uğraşsalar, onu elbette kurtarırım” diye vahy gönderdi. Davud ın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikayet etti. Dinleyip karar verip giderken, Azrail gelip; “Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti. Fakat ölmedi” dedi. Davud şaşıp, sebebini sorunca; “İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allah, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu” dedi. Allah Davud a; “Yeryüzündeki bütün halka ilan et ve de ki: “Ben, beni sevenin sevgilisi, benimle oturanın arkadaşıyım. Beni zikr ile ünsiyet edenin dostu, bana arkadaşlık edenin refikiyim. Beni tercih edeni tercih ederim. Beni gerçek olarak seveni, kendim için kabul eder ve onu herkesten üstün tutarım. Gerçek olarak beni arayan bulur, fakat başkasını arayan beni bulamaz. Ey yeryüzünün halkı! İçine düştüğünüz şaşkınlık ve aldanmadan vazgeçin. Benim keremime, arkadaşlığıma ve benimle ünsiyete yönelin ki, ben de sizinle ünsiyet edeyim ve süratle sizi seveyim. Zira ben dostlarımın tıynetini, halilim İbrahim, sırdaşım Musa ve halis dostum Muhammedin tıynetinde yarattım. Bana iştiyak duyanların kalbini, benim nurumdan yarattım” buyurmuştur.
Davud ; “Ya Rabbi! Sana müştak olanlar, kavuşmayı isteyenler kimlerdir?” diye sorunca, Allah; “Onlar, her türlü keder ve bulanıklıklardan kendilerini temizlediğim ve çekinmelerini emrettiğim, gönüllerinde bana bakmaları için pencere açtığım, safi kimselerdir. Ben kendi yed-i kudretimle, onların kalblerini alır, göklerin üzerine yükseltirim. Sonra meleklerimi çağırırım, onlar gelir bana secde ederler. Ben meleklerime; “Sizi, bana secde etmeniz için çağırmadım, sizi, bana müştak olanların gönüllerini göstermek ve onlarla iftihar etmek için çağırdım” derim. Onların kalbleri, güneşin yeryüzüne verdiği ziya gibi, göklerdeki meleklere aydınlık verir. Ya Davud! Ben, bana müştak olanların kalblerini benim rızamdan yarattım. Benim cemalimin nuru ile onları nurlandırdım. Onları benim için haberci kıldım. Onlar, nimeti anar ve bana şükrederler. Bedenlerini ise, yeryüzünde bakacağım yer yaptım. Gönüllerinden bana gelen bir yol açtım. Her an oradan bana bakarlar ve bana olan şevk-u iştiyakları artar” buyurdu. Davud ; “Ya Rabbi! Seni sevenleri bana göster” dedi. Allah; “Lübnan Dağına çık, orada genç, orta yaşlı ve ihtiyar olarak ondört kişi vardır. Yanlarına gittiğin vakit selamımı söyle ve de ki: “Rabbiniz size selam eder ve buyurur ki: “Bir isteğiniz var mı? Zira siz benim dostlarım, sevgililerim ve velilerimsiniz. Sizin sevinmenizle ben ferahlanır ve sizin ferahlanmanıza yardım ederim” buyurdu.
Davud , Lübnan Dağına çıkarak, onları bir pınar başında buldu. Orada, Allahın kudreti üzerinde düşünüyorlardı. Davud ı görünce, uzaklaşmak istediler. Fakat Davud ; “Durun! Ben Allahın elçisiyim, size Rabbinizin haberini getirdim” deyince, hemen Davud a yöneldiler ve önlerine bakarak kulaklarını ona verdiler. Davud ; “Ben, Allahın size bir elçisiyim. Allahın size selamı var. Allah; “Niçin benden bir şey istemiyorsunuz? Niçin bana seslenmiyorsunuz ki, ben sesinizi ve sözünüzü duymuş olayım. Siz benim sevgililerim ve velilerimsiniz. Sizin sevinmenizle ben de sevinirim ve sizin sevginize süratle gelirim. Her an şefkatli bir anne gibi, size bakarım buyurdu” dedi.
Onlar bunu dinleyince gözlerinden yaşlar döküldü ve en yaşlıları; “Ya Rabbi! Seni tesbih eder ve noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Allahım! Biz, senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Ömrümüzde bir an seni hatırımızdan çıkarmışsak, bu husustaki kusurumuzu bağışla” dedi. Diğeri; “Allahım! Seni tesbih ve takdis ederiz. Biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Bize Hüsn-i nazar etmekle ikramda bulun” dedi. Bir başkası da; “Allahım! Biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Hangi cüretle sana dua edelim? Halbuki, bizim rahmetinden başka hiç bir şeye ihtiyacımız olmadığını sen bilirsin. Sana gelen yola bizi devam ettir ve bu suretle nimetini bize tamamla” dedi. Diğeri de; “Biz senin rızanı aramakta kusurluyuz, bu hususta kendi lütfunla bize yardımcı ol ya Rabbi!” dedi. Bir başkası da; “Ya Rabbi! Bizi nutfeden yarattın, bize kendi lütfunla, azametini, düşünme imkanlarını bahşettin. Senin azametinle meşgul olup, celal ve kibriyalığını düşünen ve nuruna yaklaşmak isteyen kimse hiç söz söylemeğe cüret edebilir mi?” dedi. Diğeri; “Ya Rabbi! Senin şanının azametinden, evliyalarına yakınlığından ve sevgililerine fazla minnetinden, dilimiz tutuldu ve sana dua edemedik” dedi. Bir diğeri de; “Ya Rabbi! Seni zikretmeğe bizi hidayet eden, seninle meşgul olmakla bizi başkalarından alıkoyan sensin. Sana karşı şükrümüzdeki kusurumuzu bize bağışla” dedi. Diğeri de; “Ya Rabbi! Bizim ihtiyacımızın, yalnız senin cemaline bakmak olduğunu bilirsin” dedi. Ötekisi de; “Ya Rabbi! Sen kendi cömertliğinden bize dua ile emretmesen, bir kul efendisine karşı nasıl cüret edebilirdi? Karanlıkta, hidayete ulaşacağımız nuru bize ver” dedi. Onlardan birisi de; “Ya Rabbi! Bizim senden istediğimiz, devamlı olarak bize yönelmendir” dedi. Bir diğeri de; “Ya Rabbi! Fazl-u kereminle bize bahşettiğin nimetinin tamamlanmasını isteriz” dedi. Diğeri de şöyle dedi: “Ya Rabbi! Yarattıklarının hiç birine ihtiyacımız yok, yalnız cemalini isteriz, bize lutfet cemalini göster.” Diğeri de; “Allahım! Dünya ve dünyadakilere bakmaktan gözümü, ahiretten alıkoyacak şeylerden kalbimi kör etmeni dilerim” dedi. Diğeri de; “Allahım! Şanının ali ve kadrinin yüce olduğunu bilirim. Sen dostlarını seversin. Lutfet de kalbimi senden başka herhangi bir şey ile meşgul olmaktan alıkoy” diye dua etti.
Allah Davud a şöyle vahyetti: “Onlara de ki: “Sevdiklerine icabet ettim. Dualarını kabul ettim.”
Davud ; “Ya Rabbi! Bunlar bu mertebeye nasıl kavuştular?” diye sordu. Allah; “Hüsn-i zan, dünyalıktan çekinmek ve benim için halveti tercih edip yalnızlıkta bana münacat etmeleri sayesinde. Zira bu mevkiye ancak dünyayı (haram ve günahlarını) terkedip, kalbini yalnız bana bağlayıp, bütün varlıklar üzerine beni tercih edenler ulaşır. İşte bu durumda, ben onlara her saat, çeşitli ihsan ve ikramlarda bulunurum. Hastalanırsa, şefkatli bir anne gibi ona bakarım. Susadığı vakit sular ve zikrimin zevkini tattırırım. Ona bu ikramda bulunduğum vakit, dünya ve dünya ehline gözünü kör ederim de, dünyalığı ona sevdirmem. Benden başka hiç bir şey ile meşgul olmaz. Bir an önce bana ulaşmak ister. Ben ise, onu hemen öldürmeyi istemem. Onunla, gök ehline ve meleklerime iftihar ederim. İzzet ve celalim hakkı için, ahirette onu Firdevs Cennetinde oturtur, cemalimi göstermekle gönlünü hoş ederim de, kat kat benden razı olur.
Ya Davud! Dostlarımla samimi dostluk kur, dünya halkı ile de zaruri olarak bir arada bulun. Dininde başkalarını değil, beni taklit et. Ancak benim sevgime uygun bulduğuna sarıl! Şüpheli gördüğün şeylerden uzaklaş. Seni korumak bana aittir. Böyle yaparsan, senin delilin ve öncün olurum, İstemeden sana verir, zorluklarda sana yardım ederim. Yine ben, zatıma kasem ettim ki, kendisine ve kendi işine bağlananları, işleri ile başbaşa bırakırım. Sen her şeyi benden bil. Ameline bağlanma, boşuna zahmet çekersin ve senden kimse istifade edemez. Beni bilmenin, bir haddi hududu olduğunu sanma, zira onun nihayeti yoktur. Benden ziyadeyi ve fazlalığı istediğin vakit, onu sana veririm. Ziyadenin de bir hududu olduğunu sanma. Sonra İsrailoğullarına, benimle hiç kimse arasında bir münasebetin olmadığını da bildir. Bunun için tamamen bana bağlansınlar. Ben de, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatır ve hayale gelmeyen nimetleri onlara vereyim. Beni, daima iki gözünün önünde sakla ve basiret gözünle bana bak. Baş gözün ile akılları benden uzaklaşanlara bakma. Ben izzet ve celalime yemin ettim ki, denemek veya ilerde yapmak üzere bana kullukta bulunanlara sevab kapılarını açmam. Öğretene tevazu göster, öğrenmek isteyeni yorma. Eğer beni sevenler, öğrenenlerin benim nezdimdeki mevkilerini bilseydiler, onlara, üzerinde yürüyecek yer olur ve onları baştacı yaparlardı. Ya Davud! Düştüğü sarhoşluktan bir talebeyi kurtarırsan, seni mücahidlerden yazarım. Benim indimde mücahidler defterine geçenler ise, vahşet görmez ve kimseye muhtaç olmazlar. Ey Davud! Sözümü dinle. Kullarımı, rahmetimden ümidsizliğe düşürme, o zaman ben de senin bana olan arzunu benden keserim.”
Fudayl anlatır: “Davud , bir gün elini başına koyarak dağlara çıktı. Tevbe ve istiğfar edip ağlamaya başladı. Kendisine, neden ağladığı sorulunca; “Bırakın da ağlama günü geçmeden, et kemikten ayrılmadan, azab melekleri beni yakalamadan önce ağlayayım” dedi.
Hazret-i Alinin bildirdiği hadis-i kudside; “Ey Davud! Dünya, köpeklerin üzerine toplanıp da sürükledikleri bir leşe benzer. Sen onlar gibi olup, onlarla beraber onu sürüklemeyi arzu eder misin? Ey Davud! Güzel yemek, yumuşak elbise ve batıl şöhret, hem insanlar arasında (bu dünyada), hem de ahirette elde edilsin, bu mümkün değildir” buyruldu.
Hazret-i Ebu Zerin bildirdiği hadiste, Resulallah efendimiz “Davud dedi ki: “Ya Rabbi! Kulların seni ziyaret ederlerse, alacakları ne olur? Sendeki hakları nedir? Zira, her ziyaret edenin, ziyaret edilende hakkı vardır.” Allah buyurdu ki; “Ey Davud ! Beni ziyaret edenlere, dünyada afiyet verir ve bana mülaki olduklarında (kavuştuklarında) da kendilerine mağfiret ederim” buyurdu.
İbn-i Ömerin bildirdiği hadiste; “Halk, Davudu hasta zannı ile ziyarete gidiyorlardı. Halbuki, kendisindeki bu hal, Allah korkusunun şiddetinden ve kendi hayasındandı” buyruldu.
Resulallah, Ebu Bekre öğrettiği duada, Davud ve Zebur zikredildi.
“Ya Rabbi! Peygamberin (habibin) Muhammed, dostun İbrahim, sırdaşın Musa, kelime ve ruhundan olan Îsa hürmetine; Musaya inen Tevrat, Îsaya inen İncil, Davuda inen Zebur, Muhammede inen Kuran-ı kerim hürmetine; bütün peygamberlerine yaptığın vahy hürmetine; mahlukatın üzerindeki kaza ve takdirin, senden isteyenlere verdiğin, fakir ettiğin zenginler, zengin yaptığın fakirler, hidayete ulaştırdıkların hürmetine; Musa a bildirdiğin Tevratın, kulların rızıklarını böldüğün yeryüzünün, hareketten sükuna erdirdiğin dağların, ayakta tuttuğun, arş-ı azamı taşıttığın ism-i azamın hürmetine; Kuran-ı kerimde nazil olan samed, ahad ve tahir isimlerin hürmetine; gündüzleri aydınlatıp geceleri karartan ismin hürmetine; azamet-i kibriyan ve nur-i vechin hürmetine, senin kuvvet ve kudretinle, Kuran-ı kerimi okuyup anlamağı ve onu bütün vücuduma duyurmanı ve bütün hareketlerimi ona uydurmamı senden dilerim. Kuvvet ve kudret ancak sendendir. Ya Erhamerrahimin.”