İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Musanın ana-baba bir büyük kardeşidir. Babasının ismi İmran bin Yasherdir. Soy itibariyle, Yakup ın oğullarından Laviye dayanır. Musadan üç yaş büyüktür. Mısırda doğdu. Musa ın en yakın yardımcısı, refiki ve veziri idi. Boyu Musadan uzun olup, yüzü beyaz ve nurlu idi. İri yapılı, heybetli fakat halim, selim ve çok sabırlı idi. Musa la birlikte Firavunu imana davet ettiler. İsrailoğullarının Firavunun zulmünden kurtarılmasında, Musa a yardımcı oldu. Mısırda kaldığı müddet içinde ve Mısırdan çıktıktan sonra, Musa ın yanından hiç ayrılmadı. Musa, münacatta bulunmak ve Tevratı almak üzere Tur Dağına gittiği zaman, onu yerine vekil bıraktı. İsrailoğulları, Samiri isminde bir münafığın teşvikiyle altından bir buzağı heykeli yapıp ona taptılar. Harun , mani olmak için gayret sarfetti ise de dinlemediler. İsrailoğullarının Tih sahrasında kaldıkları kırk senenin sonuna doğru, Musa dan üç sene önce 120 yaşında iken Tur-i Sinada vefat etti.
Hazret-i Musa; hilafet, imamlık, alimlerin başkanlığı, Ahid sandığını açma hizmetleri gibi çeşitli işleri Haruna teslim etmişti.
O zamanlar, Mısır, zulmü ile meşhur olan Firavunların idaresinde idi. Yakup ın neslinden gelen İsrailoğullarının, çoğalıp Mısıra Hakim olacaklarından korkuyorlardı. Bu yüzden, kendi rahat ve saltanatlarının ellerinden gitmemesi için her türlü hile, zulüm ve işkenceye başvuruyorlar, İsrailoğullarını köle olarak en ağır işlerde çalıştırıyorlardı. Musa ın doğduğu yıllarda başta bulunan Firavun, tanrılık iddiasında bulunup, insanları kendisine secde ettiriyordu. Firavun bir gece rüyasında; Beyt-ül Mukaddesten çıkan bir ateşin Mısırın evlerini kaplayıp kül ettiğini, Kıptileri yakıp, İsrailoğullarına dokunmadığını gördü. Korkuyla uyanan Firavun, telaşla hemen; kahinleri, sihirbazları, rüya tabircilerini ve müneccimleri çağırdı. Rüyasının tabirini istedi. Onlar rüyayı şöyle tabir ettiler: (Yakında İsrailoğulları içinde bir çocuk dünyaya gelir; mülkü, saltanatı elinizden alır. Sizi ve milletinizi yurdunuzdan çıkarır, dininizi değiştirir. Onun doğacağı zaman çok yakındır.) Bu, Firavun içinde en acı ve hiç tahammül edilmez bir söz ve mutlaka yok edilmesi icabeden bir tehlike idi. Bunu duyar duymaz, kin ve nefret ile dolu bir şekilde kendine yakışan en çirkin kararı verdi. Merhamet hislerinden tamamen mahrum olduğu için, saltanatına son verecek olan çocuğu ortadan kaldırmak istedi. Tedbir olarak, İsrailoğullarından yeni doğan erkek çocukların öldürülmesini emretti. Yeni doğan erkek çocuklarını öldürttü. Mısırın yerli ahalisi olan Kıptilerin reisi, Firavunun yanına girip; “Sen İsrailoğullarının çocuklarını öldürüyorsun. Bu arada yetişkinler de öldürülüyor. Böyle giderse, bizim işimiz gayet zor olacak. Zor ve meşakkatli işler bize kalacak.” diyerek endişelerini bildirdi.
Firavun, bunun üzerine ülkesinde İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların bir sene öldürülüp, ertesi sene öldürülmemesini emretti.
Harun , erkek çocukların öldürülmediği senede doğmuştu. Harun ın çocukluğu ve gençliği Mısırda geçti. Firavunun sarayında büyüyen Musa , kaza ile bir Kıptinin ölümüne sebep olduğu için Mısırdan Medyene gitti. 8-10 sene Şuayb ın yanında kalıp, ona hizmet etti, kızıyla evlendi. Mısıra dönerek Tur Dağına uğradı ve vasıtasız, mekansız ve nasıl olduğu bilinemeyen bir şekilde Allahın kelamına mazhar oldu. Allah ona vahy edip, peygamberlik emrini bildirdi. Firavunı, bir olan Allaha inanmaya ve ibadet etmeye davet etmesini emretti. Musa , Allahtan, Kuran-ı kerimde bildirildiği gibi mealen; “(Ya Rabbi!) Bana ehlimden (ailemden) kardeşim Harunu vezir et ki, (peygamberlik vazifesini yerine getirirken) bana yardımcı olsun. Onunla (kardeşim Harunla) arkamı kuvvetlendir. Onu; işimde (nübüvvet ve risalet vazifemi tebliğde) bana ortak eyle.” (Taha suresi: 29-32) “Çünkü kardeşim Harun, lisan bakımından benden daha fesihtir. Onu da benimle beraber, bana yardımcı olarak gönder ki, beni tasdik etsin. (Hakikatin Özünü söyleyerek, delilleri açıklasın, şüphe ve tereddütleri gidersin.) (Kasas suresi: 34) diye Allaha münacatta bulundu. Allah buyurdu ki: “Ey Musa! İstediklerinin hepsi sana verildi!” (Taha suresi: 36) “Senin bazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz (seni kardeşinle takviye edeceğiz) ve size düşmanlarınız üzerine bir galebe ve üstünlük vereceğiz ki, onların zararı size yetişmeyecek (ve sizi öldüremeyecekler). Bu ayetlerimizle (mucizelerimizle) onlara gidin. (Onları Hakka davet edin. Mucizelerinizi göstererek, benim hükümlerimi tebliğ edin.) Siz ve size tabi olanlar, (Firavun ve kavmine karşı) galib geleceksiniz.” (Kasas suresi: 35)
Bu suretle Musa dan sonra, Harun a da peygamberlik emri bildirildi. Musa, bir an evvel Mısıra gidip, tebliğ vazifesine başlamak üzere yola çıktı. Bu sırada, Harun a da vahiy gelmiş ve peygamber olduğu, kardeşi Musa ile yapacağı işler bildirilmişti. Allah vahy edip, Musanın gelmekte olduğunu, ona ve kendine peygamberlik verdiğini ve onu (Harunu), Musaya vezir, yardımcı yaptığını haber verdi ve; “Zilhicce ayının evvelinde, Cumartesi günü başkasının haberi olmadan Nil Nehri kenarına Musayı karşılamaya git” buyurdu.
Harun bildirilen zamanda gitti. Biraz sonra Musa ve beraberindekiler çıkageldi. Nil Nehri kenarında karşılaştılar. Uzun müddet ayrı ve hasret kalan iki kardeş peygamber, kucaklaşarak hasret giderdiler. Musa la Harun , akşam vakti Firavunı Allaha imana davet etmeye gittiler. Onu tevhide, Allaha iman ve yalnız Ona ibadet etmeye çağırdılar. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “İkiniz Firavuna gidin. (Onu din-i tevhide davet edin.) Çünkü o, (ilahlık iddiasında bulunmakla) hakikaten pek azgınlık etti. Ona yumuşak muamelede bulunun, yumuşak söz söyleyin. Olur ki, nasihat dinler, yahut Allahın azabından korkar.” (Taha suresi: 43-44) “İkiniz Firavuna varıp; Biz alemlerin Rabbi olan Allahın peygamberleriyiz deyin.” (Şuara suresi: 16) Bunun üzerine Harun ve Musanın (aleyhimesselam) mealen şöyle dedikleri bildirildi: “Ey Rabbimiz! Onun (yani Firavunun mucize göstermeye vakit bırakmayıp) bize karşı aşırı gitmesinden, yahut azgınlığını arttırmasından korkuyoruz.” (Taha suresi: 45) Bu, kendilerine verilen vazifeye ve davet ediş usulüne itiraz değildi. Firavunun kötülüğü ve azgınlığı artarsa, kendilerini ve inananları korumak hususunda ne yapabileceklerini beyan buyurmasını dilemekti. Allah buyurdu ki: “Korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. (Sizin koruyucunuz, yardımcınız benim. Sizin ile Firavunun arasında geçecek konuşmaları ve muameleleri) işitirim ve görürüm.” (İbn-i Abbasın bildirdiğine göre ben sizin dualarınızı işitirim ve icabet ederim.) Haydi ona (Firavuna) gidip; Şüphe yok ki biz senin Rabbin tarafından sana gönderilmiş peygamberleriz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder (onlarla Arz-ı mukaddese gidelim) ve onlara (ağır işlerde çalıştırmak veya çocuklarını öldürmek suretiyle) işkence etme. Biz sana muhakkak Rabbin tarafından mucize ile geldik. Selam, doğru yolda gidip, hidayete tabi olan kimse üzerine olsun” deyin.” (Taha suresi: 46-47)
Hazin ve Ebüssüud tefsirlerinde bildirildiğine göre, Abdullah bin Abbasdan gelen rivayette; Musa ve Harun aleyhimesselam Firavunla görüşüp, onu Allaha iman ve ibadet etmeğe davet etmek üzere birkaç defa saraya gittiler. Ancak saraydaki vazifeliler tarafından içeriye alınmadılar. Bu sırada onların peygamber oldukları etrafta duyulup, konuşulmaya başlandı. Nihayet bu haberi alan Firavun da onları susturup, davalarından vazgeçireceğini zannetti. Mısırın ileri gelenlerinden beşyüz kişilik bir meclisi sarayında topladı. Ondan sonra, Musa ve Harunu (aleyhimesselam) kabul etti.
Musa , Allahın tek ve yegane mabud olduğunu, ancak Ona ibadet edilmesi gerektiğini, kendilerinin alemlerin Rabbinin peygamberleri olduklarını gayet fasih ve beliğ sözlerle ifade etti. Firavun ve yanında bulunanlar, bu sözler karşısında verecek cevap bulamadılar.
Kendisinin ilah olduğunu iddia eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Musa ve Harunun (aleyhimesselam) davetini ve izahlarını kabul etmedi. acizliğinin ifadesi olarak onlarla alay etmeye, iftira ve hakaret dolu sözler konuşmaya başladı. Şuara suresi 27. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Firavun, yine alay edici bir tavırla meclisinde olanlara; işte bu size gönderilen peygamberiniz (!) Elbette, muhakkak bir mecnundur, delidir… dedi.”
Musa , Firavun ve adamlarına; Allahın var ve bir olduğunu, her şeye kudretinin kafi geldiğini, Ondan başka ibadet edilecek başka mabud bulunmadığını ikna edici delillerle izaha devam etti, Musa ın bu tesirli sözlerinin karşısında cevap veremeyeceğini ve davasından vazgeçiremeyeceğini anlayan Firavun, onu zindana atıp habse koymakla tehdit etti.
Tehditler karşısında bile azminden hiç bir şey kaybetmeyen Musa , mucize vadetti. Mucize gösterdiği takdirde iman edeceğini söyleyen Firavun, apaçık mucizeleri gördüğü halde iman etmedi.
Rivayet edilir ki: Firavun, bu mucizeler karşısında iman etmek istedi. Fakat, veziri Haman, o mucizelerin sihir olduğunu söyleyerek onu niyetinden vazgeçirdi.
Aslında pek kibirli olan ve tebasını kendine taptıran Firavun, başkalarına hiç danışmazdı. Lakin gördüğü bu mucizeler karşısında acze ve korkuya düşünce, yanındakilere; “Peygamber olduğunu söyleyen Musa ve kardeşi Harun aleyhimesselam hakkında ne yapmamızı tavsiye edersiniz?” diye sordu. Orada bulunanlar, Musayı ve kardeşi Harunu (aleyhimesselam) hapsetmesini, onları öldürmemesini, idaresi altındaki şehirlerde bulunan sihirbazların hepsini, marifet ve hünerlerini göstermeleri için toplamasını tavsiye ettiler.
Firavun bu fikri beğendi ve memleketin dört bir tarafındaki sihirbazları çağırttı. Halka da ilan ederek, bir bayram gününde toplanmalarını emretti. Firavun, sihirbazlara, Musa a galip geldikleri takdirde, çok mükafat ve hediyelerde bulunacağını vadetti. Nihayet tayin edilen gün geldi. İnsanlar meydanı doldurdular. Musa ve Harun (aleyhimesselam) da geldiler. Musa , Taha suresi 61. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Musa sahirlere (sihirbazlara) hitab ederek; Size yazıklar olsun. Allaha yalan olarak iftira etmeyin. (Mucizelerine sihir diyerek itiraza kalkışmayın.) Eğer iftira ederseniz, Allah hiç biriniz kalmamak üzere hepinizi helak eder. (O halde iftira etmeyin ki, sizi helak etmesin.) Allaha karşı yalan uyduran herkes muhakkak hüsrana uğramıştır dedi.”
Musa ın bu sözleri, Allahın rızası için söylenmiş olduğundan tesirli oldu. Oradaki sihirbazlar, bu sözlerin bir sihirbaz sözü olmadığını anladılar. Heyecanlı bir şekilde konuyu kendi aralarında istişare ettiler. Firavunun zararından çekindikleri için, gayet gizli ve sessiz bir şekilde konuştular. Hepsi sihirden vazgeçip, iman etmeye meylettiler. Fakat, Firavunun kendilerine zulüm ve işkence edeceğinden korktukları için, kararlarını açıklamayı karşılaşmadan sonraya bıraktılar. Musa ın galib gelmesi halinde hep birden ona tabi olmayı kararlaştırdılar.
Sonra ortaya çıkıp, hünerlerini göstermeye başladılar. Ellerindeki ip ve asalarını yere koyduklarında; onların ipleri ve asaları, yaptıkları sihirden dolayı yılan suretinde gerçekten koşuyormuş gibi göründü. Allah, Musa a asasını yere bırakmasını vahy etti. Musa asasını yere bırakınca, büyük bir ejderha olup, sihir ile uydurdukları yılan suretinde görünen şeylerin hepsini yuttu. Tutunca, yine eskisi gibi asa oluverdi. Bunun üzerine sihirbazlar, Musa ın, Allah tarafından gönderilmiş hak peygamber olduğuna inandılar. Secdeye kapanarak; “Biz alemlerin Rabbine iman ettik, ki O, Musa ve Harunun aleyhimesselam Rabbidir.” demek suretiyle Musa ve Harunun aleyhimesselam peygamberliğini tasdik ettiler.
Sihirbazların büyük bir topluluk içinde, kalabalık bir grup halinde Musa ve Haruna aleyhimesselam inanmaları, Firavunun hakimiyetini, tanrılık iddiasını sarsmış ve halktaki Firavun korkusunu azaltmıştı. Tebaası önünde, sihirbazların iman etmeleri, Firavunu çılgına çevirmişti. Onları; ellerini ve ayaklarını çaprazlama olarak kesip, hurma kütüklerine asarak cezalandıracağını söyleyerek tehdit etti. Firavunun bu açık ve korkunç tehdidi, yeni müminleri yıldırmadı, aksine onların imanlarını ve bağlılıklarını daha da arttırdı. Musa ın mucizelerine sihir diyen, bunu ispat için sihirbazları toplayan Firavun ve avanesi, umduklarını bulamadılar. Aksine hiç beklemedikleri şekilde perişan oldular.
Rivayet edildiğine göre, Firavun, başka kimselerin de Musa a inanıp, tabi olmalarını önlemek ve insanların gözlerini korkutmak için, o gün iman eden sihirbazların hepsinin ellerini ve ayaklarını çaprazlama olarak kestirtti. Sonra hurma dallarına asmak suretiyle şehid etti.
acizlik ve perişanlık içerisinde bulunan Firavun, Musa ve Haruna aleyhimesselam herhangi bir zarar veremedi. Musa ve Harun aleyhimesselam oradan ayrılıp, İsrailoğullarının yanına geldiler.
Bu yenilgi Firavuna ağır geldi. Musa a inananlara ve İsrailoğullarına, akla hayale gelmeyecek eziyetler yapmağa başladı. Firavunun zulmü o dereceye vardı ki, Allaha inanan İsrailoğullarının, cemaat halinde namaz kılıp ibadet ettikleri mabetleri yıktırdı, onları namaz kılmaktan men etti. Bunun üzerine Allah, onların evlerinde de namaz kılabileceklerini bildirdi. Bu husus Kuran-ı kerimde Yunus suresi 87. ayetinde mealen şöyle bildirildi: “Biz Musaya ve kardeşine (Haruna) vahy ettik (emreyledik) ki: Mısırda kavminizden mümin olan kimseler için evler edininiz. (O evlerde oturur, ibadete devam edersiniz) ve evlerinizi namazgah kılınız (veya kıble yapınız) ve namazı dosdoğru (şartlarına ve rükunlerine dikkat ederek) eda ediniz. (Artık hariçte namaz kılarak düşmanların eza, cefa ve fitnelerine maruz kalmayınız. Evlerinde gizli olarak namaz kılan) müzminleri, (dünyada nusret, ahirette de) Cennet ile müjdele.”
İsrailoğulları, durumlarından Musa a şikayetçi oldular. Musa da onlara sabır tavsiye edip, yakında kurtulacaklarını müjdeledi. Allah, Musa ve Harunun (aleyhimesselam) dua etmesi üzerine, Firavun ve kavmine ikaz olarak bazı musibetler gönderdi. Onlar her seferinde Harun ve Musaya gelip iman edeceklerine söz vererek belanın kaldırılmasını istiyorlar; beladan kurtulunca da, yeniden, eski sapıklık ve azgınlıklarına dönüyorlardı. Onlar bir iyiliğe kavuşunca; (Bu bizdendir, bizim iyiliğimizdendir) diyerek kendilerinden; bir, felaket gelince de Musa ile inananlardan biliyorlardı.
Bu musibetlerden birincisi tufandı. Bu husus Araf suresi 130. ayet-i kerimesinde mealen; “Biz Firavunun kavmini kıtlık, kuraklık ve meyvelerin noksanlığıyla ibtila ettik. Ta ki, düşünsünler, ibret alsınlar da küfür ve isyandan vazgeçsinler.” buyrulmak suretiyle bildirildi.
Firavun ve kavmi tufan ile yola gelmedi. Îmansızlık, azgınlık ve taşkınlıklarına devam ettiler. Bunun üzerine Allah Kıptilerin mahsullerine çekirgeleri musallat etti. Çekirgeler; ekinleri, meyveleri, ağaçların yaprak ve çiçeklerini yiyip bitirerek, tamamen silip süpürdüler.
Çekirge musibetiyle ıslah olmayan Firavun ve kavmi üzerine Allah bit (haşerat) musibetini gönderdi. Daha sonra kurbağa musibeti ile de imtihan edildiler. Bunun gibi başka musibetlerle de imtihan edilen Firavun ve kavmi ıslah olmadılar.
Musa ve Harun (aleyhimesselam) Allahın dinini yaymak ve insanların dünya ve ahirette kurtuluşa ermelerine vesile olmak için yıllarca, yılmadan, usanmadan uğraştılar. Başlarına bir çok musibet ve belalar gelen Firavun ve kavmi ıslah olmadığı gibi, gün geçtikçe zulüm ve azgınlıklarını arttırıyorlardı. Bu arada Musa ve Harun (aleyhimesselam), İsrailoğullarının dini ve sosyal hayatlarının düzeltilmesi için de çırpınıyorlardı. Firavun ve adamları onları rahat bırakmadığı gibi, İsrailoğulları da bazı zorluklar çıkarıyorlardı. Araf suresi 129. ayetinde bildirildiği gibi, Musa a, mealen; “Sen bize peygamber olarak gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik.” diyorlardı. Musa ise onlara sabrı tavsiye edip, ümid ve teselli veriyordu.
Musa ve Harun aleyhimesselam Firavun ile adamlarının ıslah olmaz hallerine bakıp onlardan ümit kestiler. Duhan suresi 22. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Musa Allaha dua edip; ya Rabbi! Bunlar küfür üzere ısrar eden bir kavimdir dedi.” Başına gelen musibetlerden ders almayan, ancak musibet ve belalardan da bir türlü kurtulamayan Firavun, İsrailoğullarının Mısırdan çıkarılmasını emretti.
“Allah, Musa a vahy edip buyurdu ki: Kullarım (İsrailoğulları) ile gece Mısırdan çıkıp git! (Fakat) muhakkak siz (Firavun ve avanesi tarafından) takib olunacaksınız.” (Duhan suresi: 23) “Denizden onlara kuru bir yol aç. Batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme.” (Taha suresi: 77)
Musa bu ilahi emir üzerine kavmini hazırlayıp, yola çıktı. Firavun onları serbest bıraktığına pişman olduğundan, yakalayıp yok etmek için, bir ordu ile arkalarından gitti. Musa ve kavmi, Kızıldenizden yürüyerek Sina Yarımadasına geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezası olarak; boğulup, helak oldular. (Bkz. Musa )
Musa , kavmiyle beraber Tih çölünde bulunduğu sırada, Allahtan gelen vahiy ile Tevrat-ı şerifi almak üzere, Tur Dağına çağrıldı. Kırk gün süren bu yolculuğa çıkmadan önce ağabeyi Harun ı yerine vekil bıraktı ve Araf suresi 142. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Ve Musa ( Allahın emri üzerine Tur Dağına gideceği zaman) kardeşi Haruna dedi ki: “(Ey nübüvvet sahibi kardeşim! Ben Tura gidiyorum.) Sen kavmimin içinde benim halifem ol. (Onları gözet, onların neleri yapıp, neleri terk ettiklerine dikkat et.) İçlerinde düzeltilmesi icab edenleri ıslah eyle. (Onların dünya ve ahiret işlerine dair ıslaha muhtaç işlerini hallet. Onlara yumuşak davran ve ihsan edici ol) ve müfsidlerin, bozguncuların yoluna tabi olma. (Onların bozguncu ve ifsad edici isteklerine uyma. Eğer onlar seni eğri yollara çağırırlarsa, onlardan uzak dur.)”
Musa ın; “Bozguncuların yoluna tabi olma.” buyurmasının sebebini, İsmail Hakkı Bursevi hazretleri Ruh-ul-Beyan tefsirinde şöyle bildiriyor: İsrailoğulları, daha önce Allahın düşmanları olan Firavun ve kavmi üzerine verdiği musibetleri ve Musa ın mucizelerini açık seçik gördükleri halde, Hakka ve hakikate uymayan isteklerde bulunmuşlardı. Firavunun zulmünden kurtulup, denizi geçtikten sonra putlara tapan bir kavme rastlayınca, Musa dan kendileri için put yapmasını İstemişlerdi. Musa , işte bu sebeple kardeşi Harun a İsrailoğullarından gelebilecek bu şekildeki isteklere karşı tedbirli olmasını tavsiye etti.
Musa ın Allah ile konuşmak ve Tevratı almak üzere gitmesinden sonra, İsrailoğulları arasında itibar sahibi olarak bilinen Samiri adında bir münafık; İsrailoğullarının Mısırın yerli halkı olan Kıbtilerden ödünç alarak getirdikleri altın ve gümüşten yapılan süs eşyalarının haram olduğunu ve bunların atılması gerektiğini söyleyerek fitne çıkardı. İsrailoğulları da onun teşvikiyle bir çukur kazıp, süs eşyalarını oraya attılar. Kızıldenizden kurtulduktan sonra, sığır suretinde putlara tapan bir kavme rastlayınca, Musa dan kendilerine de bir put yapmasını isteyen İsrailoğullarının, sığır heykeline karşı ibtilalarının olduğunu bilen Samiri atılan altın ve gümüşleri eritti. Başka bir rivayete göre ise bir kuyumcuya erittirdi. Aslen ineğe tapan bir kabileden olduğu da rivayet edilen ve mesleği kuyumculuk olan Samiri, eritilen altınlardan bir buzağı heykeli yaptı. Taha suresi 88. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “(Samiri ve avanesi, İsrailoğullarına); “İşte sizin de Musanın da tanrısı budur. Fakat (Musa) unuttu (da onu aramak üzere Tura gitti) dediler.” İsrailoğullarının cahilleri, Samirinin bu hilesine aldanıp, hakkında Kuran-ı kerimde; “Onlar görmezler ve bilmezler mi ki o buzağı onlara söylemez, onlar söyleseler cevap vermez. Onlara ne bir zarar, ne de bir fayda vermek kudretine sahip olmaz.” (Taha suresi: 89) buyrulan buzağıya ibadet etmeye başladılar.
Harun , kavminin, cahilce, Samirinin hilesine aldanmak suretiyle altın buzağı heykeline tapıp, ibadet ettiğini gördü ve çok üzüldü. Onları bu inanış ve hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı. Bu husus Kuran-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Ey kavmim! Siz bu buzağıyla ibtila (İmtihan) olundunuz. (Bu buzağının, şekline ve buzağı böğürmesine benzer ses çıkarmasına bakarak aldandınız. Bir olan Allaha imanı ve ibadeti terk edip, şirke düştünüz. Samiri sizi aldattı ve ey kavmim!) Şüphe yok ki, sizin Rabbiniz Rahman olan Allahdır. Artık (şirkten vazgeçip) bana tabi olun. (Benimle birlikte alemlerin Rabbi olan Allaha ibadet edin) ve benim emrime itaat ediniz (size tebliğ etmekle vazifeli olduğum din üzerinde sebat edip, müşriklerin yaptığı hareketlerden sakınınız) dedi.” (Taha suresi: 90)
Harun , böyle söylemekle, onları kötü bir işten sakındırdı. Allahın “Rahman” olduğunu bildirerek; Onu tanımaya ve ibadet etmeye davet etti. Kendisinin Allahın peygamberi ve peygambere uymanın da vacib olduğunu anlattı.
Harun kavmine bu şekilde nasihatiyle şu hususları anlatmaya çalışmıştır:
Birincisi; “Siz, buzağı ile imtihan olundunuz.” buyurmakla onları batıldan nehy etti. Çünkü zararın giderilmesi, faydanın celb edilmesinden daha evladır.
İkincisi; marifet-i ilahiyyeye davet etti ve buyurdu ki: “Şüphe yok ki, sizin Rabbiniz Rahman olan Allahdır.” Çünkü Allahı tanımak, imandandır. Bu sebeple diğer ibadetlerden evladır.
Üçüncüsü; ümmetin, peygambere tabi olmasının vacib olduğuna işaret ederek; “Bana tabi olun.” dedi.
Dördüncüsü; kavmini, Allaha ibadet etmeye ve dinin diğer emirlerine uymaya davet etti.
İsrailoğulları Harun ın bu şekildeki nazik ikazına kulak asmadılar. Davetini de kabul etmediler. Üstelik Harun a cevaben dediler ki: “Musa , bize dönüp gelinceye kadar bu buzağıya tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.” (Taha suresi: 91) Onlar böyle söylemekle Harun ın sözlerini delil kabul etmediler. “Ancak Musa ın sözünü kabul ederiz.” dediler. Böylece açık bir hakikati anlamak kabiliyetinden mahrum olduklarını göstermiş oldular.
Harun , kavminin, dünya ve ahirette saadete kavuşmasını istediği için, onları bu kötü işten sakındırmaya devam etti. Onun nasihat ve uyanlarını bir kısmı kabul ettiyse de bir kısmı dinlemeyerek ona; “Sen kendine bak, yoksa seni öldürürüz. Sen Musayı kıskandın, bizim üzerimize peygamber olmak ve bize emretmek için Tura gönderdin.” dediler.
Harun da buzağı heykeline tapmayan ve kendine inanan onikibin kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde mücadele etmek istedi. Fakat Musa ın; “İsrailoğullarını parçaladın ve birbirinden ayırdın.” demesini düşünerek, bu işten vazgeçti. Onlarla uğraşmanın faydasız olacağını düşünüp, Musa ın Tur Dağından dönmesini bekledi.
Musa ; Allahın takdir ettiği kırk günün sonunda, Tevratı almak ve Allah ile konuşmak üzere, bildirilen makama gittiği zaman, Allah ona, kavminin imtihan edildiğini, Samiri tarafından saptırıldığını ve onun yaptığı bir buzağıyı ilah edindiklerini bildirdi. Musa , Tevrat-ı şerifin levhalarını alarak Tur Dağından ayrıldı. Kavminin yanına döndü. Onları buzağıya tapar vaziyette bulunca üzüldü.
İsrailoğullarından bir kısmının saparak altın buzağı heykeline tapmasının sebebini, vekil bıraktığı Harun dan öğrenmek istedi. Üzgün ve dargın bir şekilde, üzerinde Tevrat yazılı levhaları yere bırakarak Harun ın yanına geldi. Bu husus Araf suresi 150. ayetinde mealen şöyle bildirildi “Musa gadabının şiddetinden dolayı, elinde bulunan Tevrat levhalarını yere bıraktı. (O gadabla, bunların buzağı heykeline ibadete başlamalarına niçin mani olmadın manasına) kardeşi Harunun başından (saçından) tutup, kendine çekti…” ve ona Taha suresi 92. ayetinde mealen buyrulduğu gibi; “Dedi ki: Ey Harun ! (Sen peygambersin, benim kardeşim, vezirim ve halifemsin) onların (İsrailoğullarının) dalalete düştüklerini (buzağı heykeline taptıklarını) gördüğün zaman, seni bana tabi olmaktan ne alıkoydu? (Yani, onların böyle hidayet yolundan ayrılıp şirke düştüklerini gördüğün halde, onlarla neden harb etmedin? Benim yolumda hareket ederek neden onlara karşı çıkmadın, gazab ve hiddet gösterip mücadele etmedin? Yahut neden onların aralarından ayrılmadın?) Yoksa emrime karşı mı geldin?”
Fahreddin-i Razi hazretleri Tefsir-i Kebirinde Musa ın Tur Dağına giderken, kardeşi Harun a nasihatte bulunması ve dönüşte ona hitab ediş şekliyle ilgili olarak şöyle buyuruyor: Musa Tur Dağına giderken Harun a; “Sen kavmim içinde benim halifem ol ve onları ıslaha çalış.” diye nasihatte bulunmuştu.”
Tur Dağından dönüşünde ise kavminin buzağı heykeline taptığını görünce, din gayretinden dolayı üzülerek, kardeşi Harun ın yanına gelip, bu hadisenin sebebini öğrenmek istedi. Kardeşinin başından tutarak kendine doğru çekti. İnsan bir hadise karşısında üzülünce ve gadaplanınca da kendi nefsine karşı böyle hareketler yapar. Dudaklarını ısırır, parmaklarını birbirine geçirir veya kendi sakalından başından tutarak üzüntüsünü ve pişmanlığını gösterir. Bunun gibi, Musa Harun ı, kendi nefsi gibi kabul ederek başından ve sakalından tutup çekmiştir. Çünkü o, Musa ın kardeşi, halifesi ve en yakın yardımcısıydı. Yoksa, Musa ın buradaki hareketi, Harun a herhangi bir kin, düşmanlık sebebiyle değildi.
Musa ın; “Yoksa emrime karşı mı geldin?” sözü ise, Harun ın vacib olan bir emre itaat etmediği manasına olmayıp, yapıp yapmamakta serbest olduğu, Musa ın nasihati idi. Bu ise terk-i evla manasınadır. Musa ın sözü evla, Harun ın hareketi ise terk-i evladır. Bu ise, peygamberler hakkında caizdir. Yoksa Harun ın kesin ve vacib olan bir emre itaat etmemesi demek değildir.
Harun , Musa ın bu hareket ve sözleri karşısında, özür beyan ederek dedi ki: “Ey anamın oğlu (Ey şefkatli kardeşim)! Benim sakalımı ve başımı tutma (ben mazurum). Ben, muhakkak senin (Tur Dağından dönüşünde), sen İsrailoğullarının aralarını dağıttın (onlar ile mücadele ve muharebede bulunmak suretiyle ikiye ayıracak şekilde şiddet gösterdin) ve benim sözümü gözetir olmadın (onların arasını ve işlerini ıslah et tavsiyeme uymayıp aralarında ihtilafa sebep oldun) diyeceğinden korktum.” (Taha suresi: 94)
“Ey anamın oğlu! (Harun , iki ayet-i kerimede de bildirildiği gibi söze böyle başladı. Halbuki, ikisi, ana-baba bir kardeş idiler. Musayı teskin etmek, ana şefkatiyle yumuşatmak için; Ey kardeşim! diye değil, “Ey anamın oğlu!” diye söze başladı. Sonra devam ederek;) Ben onları bu çirkin fiilden men etmede bir kusur etmedim. Onları bu işten el çektirmek için bütün gücümü sarfettim. Fakat onlar benim sözümü dinlemediler. Hatta beni katletmeye, öldürmeye kastettiler. O halde sen, beni tekdir etmek ve azarlamakla düşmanları sevindirme! Onları bize güldürme! Beni, buzağı heykeline ibadet eden zalimlerden sayma!” (Araf suresi: 150)
Hazret-i Musa, Harun ın özür beyan eden bu sözlerini dinledi ve suçsuz olduğunu anladı. Milletinin azgınlık ve sapıklığını da hatırlayarak, Allaha; “Ya Rabbi! (Kardeşimin üzülmesine sebep olduğumdan dolayı) beni (ve buzağıya tapanlara karşı şiddetli bir şekilde mücadele etmemesi sebebiyle de) kardeşim Harunu bağışla (bizi af ve mağfiretine nail eyle) ve bizi rahmetine idhal et, (garket. Bize acı) sen merhamet edicilerin en merhametlisisin.” diye yalvardı. (Araf suresi: 151)
Daha sonra Musa , kavmine dönerek neden böyle bir sapıklık içine düştüklerini sordu. Onlar da Samirinin kendilerini aldattığını söylediler. Musa , Samiriye çok kızdı. Ona beddua etti ve; “Senin için yaşadığın müddetçe; “Bana kimse dokunmasın demek vardır.” diyerek huzurundan kovdu. “Çünkü bu yaptığının cezası, tek başına yaşamak ve insanlardan uzak kalmaktır. Ayrıca senin ahirette asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır” dedi. Sonra bıraktığı levhaları yerden aldı. Kavmine yaptıkları günaha tevbe etmelerini tavsiye etti. Onlar da Allahın emrettiği şekilde tevbe ettiler. Allah Musa a onların tevbelerinin kabul olunduğunu vahyetti.
Musa kavmine Tevratın emirlerini ve yasaklarını tebliğ eyledi. Başlangıçta Tevratı ve Tevratın emirlerini kabul etmeyen İsrailoğulları, Musa ın gösterdiği mucizeler karşısında Tevratı kabul edip, ona göre ibadet etmeye başladılar.
Mısırdan çıkışlarının ikinci yılında Musa , İsrailoğullarıyla beraber Tur-i Sina civarında bulundukları sırada, Allahın emriyle saf altından bir sandık ile yedi renkli atlastan kubbeli bir çadır ve etrafına bir duvar yaptırdı. Sandığın içine gökten inen şerefli levhaları yerleştirdi. Sandığa Tabut-i şehadet, etrafını saran kubbeli çadıra da Kubbe-i zaman ismini verdi. Kubbenin içinde buhur yakacak ve etrafında kurban kesecek yerler hazırladı. Vahye uygun olarak tamamlandıktan sonra, gökten nur inip kubbeyi bürüdü. Nurun parlaklığından Musa ve Harundan (aleyhimesselam) başkası kubbeye giremedi. Günlerce kurbanlar kesildi. Musa ; halifelik imamlık, kubbede buhur ve kandil yakma, kurbanlarla ilgilenme, mevki ve makam sahiplerine uygun elbise giydirme vazifelerini Harun la onun evladına ve zürriyetine verdi. Harunun Nazab ve Ubeyhu isimli iki oğlu kubbede buhur yakmakla vazifeli oldukları sırada, kubbedeki ilahi ateşi bırakıp başka yerden ateş getirdiler. Ö ateşten çıkan acı duman sebebiyle ikisi de zehirlenip öldüler. Onların ölümüne herkes üzüldü. Ertesi gün Harun , Ayzar ve Eysamar adlı iki oğluna bu vazifeyi verdi.
Allah Musa a, kavmini toplayıp Arz-ı Mevud denilen bölgeye (Filistin ve Şam bölgesi) götürmesini ve putlara tapan Amalika kavmiyle harb etmesini emretti. Musa , kavmine, Allahın bu emrini tebliğ edince, İsrailoğulları o beldelerde zalim ve kuvvetli hükümdarların bulunduğunu ileri sürerek, harbe gitmek istemediler. Musa , İsrailoğullarının her kolundan birer kişi olmak üzere, iyi haber alan oniki kişiyi o beldeler hakkında haber toplamaları için gönderdi. Seçilen oniki kişi o beldeye gidip gördüler.
Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna dışında kalan on kişi, kavimlerine dönüp o belde ahalisinin çok kuvvetli ve iri cüsseli olduğunu bildirerek, İsrailoğullarını zalim hükümdarlara karşı harbe gitmekten vaz geçirdiler. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna (aleyhimesselam) ise; kavimlerine zalim hükümdarlardan korkmamalarını ve harbe gitmekten çekinmemelerini tavsiye ettiler. Buna rağmen İsrailoğulları, Maide suresi 24. ayetinde bildirildiği gibi mealen; “Ey Musa! O zalimler (cebbarlar) kavmi orada iken biz katiyen oraya girmeyiz. Artık sen ve Rabbin (yani geleceğini vadettiğin Rabbinin yardımıyla) beraber gidin de ikiniz onlarla harb edin. Biz elbette burada oturucularız” dediler.”
Musa , kavminin bu sözleri karşısında çok üzüldü ve kırık bir kalble Allaha iltica edip; “Ya Rabbi! Ben kendimle kardeşimden (Harundan veya sana iman eden din kardeşlerimden) başkasına Malik değilim (başkalarına söz geçiremem). Artık bizimle o fasıklar topluluğunun arasını ayır. (Bizim hakkımızda layık olduğumuz şey ile, onlar hakkında da müstehak oldukları şey ile hükmet. Bizi onların yolculuğundan ve arkadaşlığından ayır) diyerek beddua etti. (Maide suresi: 25)
Cenab-ı Hak, Musanın bu bedduası üzerine, İsrailoğullarına kırk yıl Arz-ı Mevuda girmeyi haram kıldı. İsrailoğulları bu kırk sene içinde yersiz, yurtsuz, vatansız bir şekilde Tih sahrasında şaşkın şaşkın dolaşıp durdular. Musa ın bu duası onları tamamıyla terk etmek olmayıp, sadece Hakka yaklaştırmak ve onların kendilerine gelip pişman olmaları için bir tedbir mahiyetindeydi. Nitekim İsrailoğulları açlık, susuzluk ve ateş saçan güneş harareti karşısında sıkıntıya düşüp, Musa a baş vurdular ve ona tabi olacaklarına söz verdiler. Bunun üzerine Allah onlara Musa ın mucizesi olarak asasıyla bir kuyuya vurması sonucu oniki tane pınar, güneşin sıcağına karşı gölgeleyici bir bulut, men ve selva (kudret helvası ve bıldırcın eti) ihsan etti. Fakat İsrailoğulları bu nimetler karşısında bile nankörlük gösterdiler. Kudret helvasından ve bıldırcın etinden bıktıklarını söyleyip, soğan sarmısak gibi yiyecekler istediler. Musa , kavminin bu eziyetlerine ve sıkıntılarına sabırla katlandı. Harun da Musa la birlikte kavminin eziyet ve sıkıntılarına tahammül gösteriyor ve Musa a her işinde yardımcı oluyordu.