"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Samirinin buzağı heykeli yapması

İsrailoğulları içinde Samiri isminde biri vardı ki, bunun, İsrailoğullarının Samiriler adlı kabilesinden olduğu, Kirman beldesinden sığıra tapan bir kabileden gelip, Mısıra yerleştiği rivayet edilmiştir.

Samiri hakkında muhtelif rivayetler vardır. Yukarıda anlatıldığı üzere, Musa , İsrailoğulları ile birlikte Kızıldenizi geçtikten sonra, sığırın başı şeklinde yaptıkları putlara tapmakta olan bir kavme rastlamışlardı da, içlerinden cahil olanlar, Musaya; “Bize de böyle bir ilah yap da, ona ibadet edelim” demişlerdi. O da, onları, bundan şiddetle men etmiş, bunun şirk olduğunu, çok çirkin ve en büyük günah olduğunu bildirmişti. Böylece onlar, bu isteklerinden vazgeçerek tevbe etmişlerdi.

Musa , Allahın emri üzerine, yerine kardeşi Harunu vekil bırakarak, Allaha münacatta bulunmak, zamansız, mekansız ve cihetsiz olarak Onunla konuşmak üzere Tur Dağına gitti. O zamana kadar İsrailoğullarının arasında hatırı sayılır kimselerden kabul edilen, nifakını (imansızlığını) gizleyen, gizli gizli, Musa da noksanlıklar bulmaya çalışan Samiri, Musanın bulunmayışını fırsat bilerek, nifak ve fitne tohumlarını ekmeye başladı. Daha önce İsrailoğullarının, Musaya ; “Bize bir mabud yap!” dediklerini fırsat bildi. Haince ve şeytanca planını hazırlayıp uygulamaya karar verdi.

Yine yukarıda anlatıldığı gibi, Musa ın Tur-i Sinada kalma müddeti evvela otuz gün olup, sonra kırk güne tamamlanmıştı. İşte Samirinin fitnesi de, ilave edilen bu on gün içinde oldu. Samiri, iğrenç ve çirkin planını tatbik etmeye yaklaşıyor, fakat bunu, sezdirmeden ve belli etmeden yapmaya çalışıyordu. Îmansızlığı, hak dine düşmanlığı gizli olduğu gibi, bu hususta yaptığı hain faaliyeti de çok gizli idi.

Musa , onlara bildirdiği otuz günün sonunda yanlarına dönmeyince, Samiri, gizliden gizliye, İsrailoğulları içinde dolaşıp, konuşma imkanı bulduklarından her birine şunları anlatıyordu: “Musa ın gelmemesinin sebebi; bizim yanımızda bulunan, Mısırda Kıptilerden ödünç diyerek alıp, sonra da iade etmediğimiz ve getirdiğimiz zinet eşyalarının haram olmasıdır. Yani belli ki, bu zinet eşyalarını sahiplerine iade etmemesinin karşılığı olarak, Rabbi, Musayı muaheze etti, cezalandırdı. Bu cezanın bize de gelmemesi için, en iyisi biz bir çukur kazıp, yanımızda bulunan bütün zinet eşyalarını oraya atalım ve ateş yakıp eritelim” dedi. Bu sinsice planıyla onları saptırmaya başladı. Onun bu sözü üzerine, İsrailoğulları yanlarında bulunan mücevheratı getirip, çukura attılar. Mesleğinde mahir olan bir kuyumcu vardı. Samiri ateş yakıp, zinet eşyalarını ona erittirdi. Bir buzağı heykeli yaptı. Kendisi kuyumcu olup, bu işi bizzat kendisinin yaptığı da bildirilmiştir. Bu husus, Kuran-ı kerimde Araf suresi 148. ayetinde mealen şöyle bildirildi:

“Musa Tur-i Sinaya gittikten sonra, İsrailoğulları, zinet eşyalarından yaptıkları, ruhu (canı) olmayan, ceset şeklindeki bir buzağı heykelini ilah edindiler ki, o cesedin sığır sesi gibi böğürmesi de vardı. Samirinin aldatıcı sözleriyle, İsrailoğulları o heykeli ilah edindiler. Onlar, buzağının kendileriyle konuşamayacağını ve onlara hayırlı bir yol gösteremeyeceğini görmediler mi ve bilmediler mi de, onu mabud edindiler ve böylece kendi nefslerine zulmeden zalimlerden oldular!”

Yine Araf suresinin 152. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Muhakkak ki, buzağı heykelini mabud edinenlere, ahirette Rablerinden bir gadab ve dünya hayatında da bir zillet (horluk) vardır. (işte biz, Allaha iftira edenleri böyle cezalandırırız.)”

Taha suresi 88. ayet-i kerimesinde de mealen buyruldu ki: “…Samiri ve ona tabi olanlar, İsrailoğullarına dediler ki; “İş bu buzağı sizin ve Musanın mabududur. Fakat (Musa, mabudunun burada olduğunu) unuttu (da, onu istemek, arayıp bulmak için Tura gitti. Arıyor bulamıyor.)”

Samirinin alçakça bir plan tatbik ederek; “Bu, sizin de, Musanın da ilahıdır. Musa, ilahının burada olduğunu unuttu da, onu aramak için gitti. Hatta bunun için Tur-i Sinaya vardı. Oralarda arıyor, fakat yerini unuttu, bulamıyor…” diyerek, insanları, o heykele ibadet etmeye zorladı, tahrik etti. Üstelik, heykel çok ustalıklı şekilde yapılmıştı. Heykelde, boru gibi delikler bırakmıştı. Bu deliklerden hava girince, ses hasıl oluyordu. Böyle olunca da, heykel ses çıkarıyor diye insanları aldatıyordu. Samirinin yaptığı buzağı heykelinin altına, görünmeyecek şekilde, insanları aldatmak için; hakiki, canlı bir buzağı veya bir insan yerleştirdiği, canlının çıkardığı sesin, heykelden geliyormuş gibi anlaşıldığı da rivayet olunmuştur.

Harun , bu yaptıklarının, katiyen uygun olmadığını, bu sapıklıktan ve taşkınlıktan hemen vazgeçmelerini söyledi ise de, buna rağmen İsrailoğullarından bir çoğu, buzağı heykeline tapmağa, ona ibadet etmeğe başladılar. Bu heykele secde ettiler ve; “Bu bizim mabudumuzdur” dediler.

Hazret-i Harun, onların bu hallerine pek çok üzülüyor, yaptıklarının çok yanlış ve pek bozuk bir amel olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Rivayete göre, Harun ın nasihatlerine uyarak, diğerlerinin azgınlığına kapılmayanların adedi, onikibin kişi idi. Diğerleri hep buzağı heykeline secde ediyorlardı. Harun, onlara çok nasihat edip, yalvardı ise de kabul etmediler. Bu hususta Taha suresinin 90. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyruldu: “Halbuki, Musanın Turdan dönmesinden evvel Harun İsrailoğullarına dedi ki: “Ey kavmim! Siz, buzağı şeklindeki heykelle ibtila (imtihan) olundunuz. (Sakın ona tapmayın!) Sizin Rabbiniz, (nimetleri bütün mahlukata şamil), Rahmet sahibi olan Allahdır. Hak din üzere sabit olmakta, bana tabi olun ve benim emrime itaat edin.”

Harun kavmine bu şekilde nasihatiyle şu hususları anlatmaya çalışmıştır:

Birincisi; “Siz, buzağı şeklindeki heykelle imtihan olundunuz” buyurmakla onları batıldan nehy etti. Çünkü zararın giderilmesi, faydanın celp edilmesinden daha evladır.

İkincisi; marifet-i ilahiyyeye davet etti ve buyurdu ki: “Sizin Rabbiniz Rahmet sahibi olan Allahdır.” Çünkü Allahı tanımak, imandandır. Bu sebeple diğer ibadetlerden evladır.

Üçüncüsü; ümmetin, peygambere tabi olmasının vacib olduğuna işaret ederek; “Bana tabi olun” dedi.

Dördüncüsü; kavmini, Allaha ibadet etmeye ve dinin diğer emirlerine uymaya davet etti.

İsrailoğullarının şirke düşenleri, Harun ın bu nasihat ve tavsiyelerini reddettiler. Bu hususta, Taha suresinin 91. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki:

“Bunun üzerine onlar; Biz Musa bize geri dönünceye kadar buzağı heykeline ibadeti terk etmeyiz. (Zira Samiri, o heykel için bize; Bu, Musanın ve sizin ilahınız demişti. Bakalım Musa gelince, hakikaten o da bunu ilah kabul eder mi? O da bizim gibi buna -haşa- tapar, ibadet eder mi?) dediler.”

Bu sırada, Allah, Tur-i Sinada bulunan Musa a; kavminden Samiri isminde birisinin insanları dalalete sevk ettiğini, bir buzağı heykeli yaparak, herkesi buna tapmaya teşvik ettiğini bildirdi. Bu husus, Taha suresinin 85. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirilmiştir: “Allah, Musaya buyurdu ki: “Ya Musa! senden (Tur-i Sinaya gelmek üzere kavminden, ayrıldıktan) sonra biz onları fitneye düşürdük. (Buzağı şeklindeki bir heykele tapmakla onları imtihan ettik) Samiri, (buzağı heykelini ilah edinmekle ve insanları ona ibadete sevketmekle) onları dalalete düşürdü.”

Musa kendisine nazil olan Tevrat-ı şerifi alıp, kavminin yaptıklarından dolayı çok üzülmüş bir şekilde, yanında beraber gittikleri yetmiş kişilik heyetle kavmine döndü. Samirinin ve ona tabi olanların yaptıklarına pek çok üzülmüş ve gadablanmış idi.

Rivayete göre, Musa , Tur-i Sinadan dönerken, yanında bulunan yetmiş kişilik heyete; kavmin dalalete düştüğü hakkında, Allahın verdiği haberi bildirmedi. İsrailoğullarının yanlarına geldiklerinde; dalalete düşmüş kimseler, ilah edindikleri buzağı heykelinin etrafında dönüyor, birtakım sesler çıkarıyorlardı.

Heyette bulunanlar bu hengameyi görünce, kavga var zannettiler. Musa, onlara; “Hayır, bunlar fitne gürültüsüdür. Kavmim, bizim arkamızdan Allahtan başkasına tapınmakla fitneye düştü” buyurdu.

İnsanları böyle batıl bir yola sevk ettiği için Samiriyi, ona tabi oldukları için buzağı putuna tapanları tekdir etti, azarladı. Kardeşi Harun ın yanına gelerek, sakalından tutup darıldı. Harun da; kavminin, kendisini küçümseyerek sözünü dinlemediğini, hatta öldürmeye kalkıştığını bildirdi. Bunun üzerine Musa , kendisi ve kardeşi için Allahtan af diledi. Bu hususta ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki:

“Vakta ki Musa Tur-i Sinadan, kavminin yaptıklarından dolayı gadablanmış ve çok üzülmüş olarak döndü. Onlara dedi ki: “Benim ayrılığımdan sonra, benim yerime kaim olduğunuzda, size bıraktığım şu makamımda ne çirkin işler yapmışsınız. Rabbinizin emrini terk mi ettiniz? Rabbinizin emriyle, benim size dönmeme kadar sabretmeyip acele mi ettiniz?

Musa gadabının şiddetinden dolayı, elinde bulunan Tevrat levhalarını yere bıraktı. (O gadabla, bunların buzağı heykeline ibadete başlamalarına niçin mani olmadın manasına) kardeşi Harunun saçından tutup kendine çekti. Harun ( ondan üç yaş büyüktü. Onu rikkate getirmek, gadabını teskin etmek, böylece kavmin halini rahatça anlatabilmek için yumuşak bir ifadeyle) şöyle söyledi: “Ey annemin oğlu! (O söze böyle başladı. Halbuki ikisi ana-baba bir kardeş idiler. O, Musayı teskin etmek için, anne şefkatiyle yumuşatmak için, ey kardeşim diye değil, ey annemin oğlu diye söze başladı. Sonra devam ederek;) Ben onları bu çirkin fiilden men etmede bir kusur etmedim. Onları bu işten el çektirmek için bütün gücümü sarfettim. Fakat onlar benim sözümü dinlemediler. Beni zayıf bulup, bana galebe ettiler. Hatta beni katletmeye, öldürmeye kastettiler. O halde sen, beni tekdir etmekle, azarlamakla düşmanları sevindirme. Onları bize güldürme! Beni, buzağı heykeline ibadet eden zalimlerden sayma! (Sen yokken, ben onları bu işten men etmeye çalıştıysam da onlara söz geçiremedim. Şimdi ise, kabahatli imişim gibi senden azarlama görürsem, onlar sevindirilmiş olur, bana gülerler. Onlara karşı gülünç duruma düşeriz. O halde sen beni o zalimlerle bir tutma!” Ondan bunları dinleyip, bu hususta Hazret-i, Harunun bir kusur ve ihmalinin bulunmadığını, bu hale mani olmaya çok çalıştı ise de faydalı olamadığını böylece anlayan) Musa , ona karşı sakinleşti ve Allaha dua ederek; “Ya Rabbi! Beni ve kardeşim Harunu mağfiret eyle. Zira sen, merhamet edicilerin en merhametlisisin. (Sen bize, kendimizden daha ziyade merhametlisin)” dedi.” (Araf suresi: 150- 151)

“Musa , gadablı ve çok üzülmüş bir şekilde kavminin yanına döndü. Onlara dedi ki; “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Size Tevratı vereceğini, tevbe ettiğiniz takdirde geçmiş günahlarınızı bağışlayacağını ve sizi düşmanlarınız üzerine galip kılacağını bildirmedi mi?) Yoksa, benim sizden ayrılığım, size vad ettiğim müddetten uzun mu oldu? Yahut siz, Rabbinizin gadabını arzu ettiniz de, imanda benimle sabit ve benim emrimde kalacağınıza dair verdiğiniz vadinizden vaz mı geçtiniz? (Allahın birliğine inanıp, Ondan başkasına ibadet etmeyeceğinize dair taahhüdünüzü neden bozdunuz?)”

(Buzağı heykeline tapmak dalaletine düşmüş olanlar, Musa a) dediler ki: “Biz, sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Mısırdan çıkarken (kıptilerden) aldığımız altın, gümüş gibi zinet eşyalarını, (Samirinin emriyle) ateşe attık. Samiri de, elinde bulunan zinet eşyalarını bizim gibi ateşe bıraktı. (Sonra erimiş zinet eşyalarından buzağı şeklinde bir suret, heykel yaptı. O ve ona tabi olanlar, işte bu sizin ve Musanın ilahıdır dediler.)” (Taha suresi: 86-87)

“Musa kardeşi Haruna dedi ki; “Ey Harun! Seni engelleyen ne oldu ki, Beni İsrailin şirk ve dalalete düştüklerini gördüğün zaman, benim emir ve vasiyetime tabi olmadın. (Onlarla muharebe etmedin. Her hal-ü karda bilirsin ki, ben onlar arasında bulunsam, böyle bir halde kendileri ile muharebe eder, savaşırdım. Benim yerimde vekil olarak sen kaldığın halde, niçin onlarla çarpışmadın. Ben sana bunların işlerini ıslah etmeyi emretmemiş miydim?) Yoksa benim emrime asi mi oldun, isyan mı ettin?” (Taha suresi: 92-93)

(Musa , gadabının ve üzüntüsünün çokluğundan, bunları söylerken, Harunu tutmuştu. Rivayete göre, sağ eliyle onun saçından, sol eliyle de sakalından yapışmıştı.) Harun da (yumuşaklıkla ve teskin etmek için) ona dedi ki: “Ey annemin oğlu! Benim sakalıma ve başıma (saçıma) yapışma! Muhakkak ki ben, (yapabileceğim şekilde onlara nasihatimi yaptım. Çok gayret gösterdim. Lakin cüzi bir kısmına (onikibin kişiye) söz geçirebildim. Diğerleri ise beni dinlemediler. Çünkü ben, onlarla harb etsem veya aralarından ayrılsaydım, onlar grup grup olur, birbirleriyle muharebe ederlerdi. Böyle olunca, ben onlarla muharebe etmekten çekindim. Çünkü) senin bana; Beni İsrailin arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın. Aralarını ıslah et şeklindeki emrime uymadın diyeceğinden korktum. (Hazret-i Harunun özrü böylece meydana çıkınca, Hazret-i, Musa ona karşı sakinleşti.)” (Taha suresi: 94)

“(Musa, Harun ile konuştuktan ve onun bu hususta herhangi bir kusuru ve ihmali bulunmadığını anladıktan sonra, bu fitne ve fesadın esas mesulü olan Samiriye yöneldi.) “Ya, senin zorun ne idi ey Samiri! (Seni bu büyük işi yapmaya, insanları dalalete düşürmeye sevkeden nedir? Bu işten maksadın nedir?) dedi. Samiri: (Ya Musa!) Ben (İsrailoğullarının) görmediklerini gördüm. (Onların bilmediklerini bildim. Yani senin dininin hak olmadığına kail oldum. Zaten) O resulün (Musa ın) izinden bir avuç aldım da (sünnetinden, dininin emirlerinden bir kısmını almıştım. Onu da) attım. (Yani onu terk ettim.) Böylece sana anlattığım bu işi, nefsim bana hoş gösterdi. Ben de böyle yaptım.” (Taha suresi: 95-96)

Böylece, Samiri küfrünü itiraf etmiş oldu. Musa , Samirinin yaptığı bu hain ve çirkin işten dolayı pek çok üzülmüş ve gadablanmış idi. Ona lanet etti. “Benim yanımdan, git. Gözüm seni görmesin. Zira senin için, hayatın boyunca; “Aman bana kimse dokunmasın. Kim bana dokunursa, ona humma illeti (hastalığı) bulaşır” demen vardır. İşlediğin cinayet, seni, bir kimsenin yanına varmaktan, bir kimseye dokunmaktan mahrum etmiştir. Hayatı ve hissi olmayan bir heykele; hayatı varmış, canlı imiş gibi gösterip, ilah diye tapındığın ve bununla da kalmayarak birçok insanları da ona taptırmak suretiyle dalalete sürüklediğin için, hayatın boyunca idrak ve şuurdan mahrum bir taş gibi, heykel gibi gezeceksin. Bir kimsenin sana dokunmasından çok korkacak ve devamlı karşılaştıklarına; “La misas (bana yakın olma!) Aman bana dokunma” diye bağıracaksın. Herkes de sana yakın olmaktan ve dokunmaktan korkacak.

Ey Samiri! Dünyadaki cezan bu olduğu, yani hayatın vahşi hayvanlar misali geçeceği gibi, ahirette de Cehennem azabına düçar olacaksın. Sen o Cehennem azabından katiyen kendini koruyamazsın ve ebedi olarak da, katiyen o Cehennem azabından ayrılamazsın.

Hem biz, senin kendi elinle yaptığın, sonra da ona ilah diye taptığın o buzağı heykelini de yakacağız. Sonra da küllerini denize savuracağız. Sen onun, yanmaktan kendini koruyamayan cansız bir şekil olduğunu, ilah olmakla hiç bir alakası da bulunmadığını iyice anlayacaksın…”

Bu hususta ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki: “Musa (, Samirinin yaptıklarını öğrendikten ve onun söylediklerini dinledikten sonra ona) dedi ki: “Aramızdan defolup git. Sen hayatta oldukça, ne kimse sana, ne de sen bir kimseye dokun. Senin için dünya ve ahirette vad edilmiş (bildirilmiş) bir azab vardır ki, o azab elbette seni bulacak ve sen asla o azabdan kurtulamayacaksın.

(Ey Samiri!) İbadet edip durduğun şu ilahına bir bak. Şüphesiz ki, biz onu yakıp, sonra külünü denize savuracağız. (Böylece, bir heykeli ilah edinmenin batıl ve bozuk olduğunu sana göstermiş olacağız).” (Taha suresi: 97, 98)

Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde vakitlerini geçirmeye başlayan Samiri, başkalarına yaklaşamadığı gibi, başkaları da ona yaklaşıp dokunamıyordu. İnsanların arasından ayrı, dağ başlarında ve vahşi hayvanlar arasında geziyor, sesi çıktığı kadar; “Bana kimse dokunmasın” diye bağıra bağıra ömrünü bitiriyordu. Hatta, Samiri bir kimseye veya bir kimse Samiriye dokunsa, her ikisi de salgın humma hastalığına tutulduklarından; herkes Samiriden, Samiri de herkesten kaçıyordu. Bu halde bulunan Samiri, bir sahrada perişan bir halde helak oldu.

Musa ın sözleri karşısında, gaflete ve münafıkların hilesine düştüklerini anlayan İsrailoğulları, yaptıklarına çok pişman oldular. Bu hususta. Araf suresinin 149. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Vakta ki, buzağı heykeline tapınmalarına çok pişman oldular. Onu ilah edinmekle dalalete düştüklerini görüp anladılar. Eğer Rabbimiz bize rahmet etmezse ve günahımızı mağfiret etmezse; muhakkak ki biz hüsrana düşenlerden, en büyük zarara uğrayanlardan olacağız.” Bakara 54. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Vakta ki, Musa (, buzağı heykeline tapan) kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Muhakkak ki siz, buzağı heykeline tapınmakla, onu ilah edinmekle, nefsinize zulmettiniz. (Onlar: buna çare nedir? Siz onu bildirin biz de yapalım dediler. Musa buyurdu ki:) Rabbinize dönün. Tam bir alçak gönüllülükle, yalvararak ve tam bir nedamet ve pişmanlık ile Ona tevbe edin. (Onlar dediler ki: Ona nasıl tevbe ve rücu ederiz? Musa da buyurdu ki:) Nefslerinizi katledin. (Veya buzağı heykeline tapmayanlarınız, tapanlarınızı öldürsün.) Böyle yapmanız, Rabbiniz katında sizin için hayırlıdır. (Böyle yapmanız, şirkten temizlenmeye ve ahirette sonsuz hayata, saadete sebeptir).

alimler bildirdiler ki, Musa ın bildirdiği dinde, mürted olan yani imandan ayrılıp küfre, imansızlığa düşen bir kimse, sonra bu haline tevbe etmek, tekrar mümin olmak dilerse, tevbe etmekle beraber öldürülmesi lazım gelirdi. Yani onun öldürülmesi, tevbesinin tamamlayıcısı idi. Bizim dinimizde ise, mürted olan ve buna tevbe etmeyen kimse, katlolunur, öldürülür. Îmandan ayrılmasına sebep olan söz ve fiiline tevbe ederek imanını tazelerse, yine mümin olur ve öldürülmesi icabetmez.

İşte Musa da, kendisi Tur Dağında iken, Samiri isimli münafığın aldatmasıyla buzağı heykeline (puta) tapanlara, şeriatının (bildirdiği dinin) hükümlerini tatbik etmiş, puta tapmayanlar, tapanları öldürmeye hazırlanmışlardı.

Hazret-i Musa onlara, bu çirkin işi yapmakta nefslerine çok zulmettiklerini, bunun için Hak tealaya tevbe etmelerini, bunun tevbesinin şartının ise çok pişman olmak ve ölüm olduğunu bildirdi. Bunun üzerine onlar; “Allahın emrine sabrederiz” deyip, hükme boyun eğdiler. Dizlerini göğüslerine yapıştıracak şekilde ellerini dizlerinin altına bağlayarak bir meydanda oturdular. Başlarında ise, tepeden tırnağa silahlı, kılıçlı ve hançerli adamlar durdu. Öldürüleceklerle, öldürmek için vazifelendirilenler; birbirlerinin kardeşi, oğlu, babası, akrabası ve komşusu gibi yakınları idi. Buna rağmen öldürecek olan da, öldürülecek olan da Hak tealanın emrini ifa etmekten başka bir şey düşünmüyordu.

Musa ve Harun (aleyhimesselam), peygamberlik şefkatlerinden dolayı bu hale dayanamadılar. Ağlayarak Allaha dua ettiler. Duaları kabul olunup kimseyi öldürmemeleri emredildi. Allah, İsrailoğullarının mağfiret olunmaları, affedilmeleri için yaptıkları tevbenin de kabul olunduğunu bildirdi. Yukarıdaki ayet-i kerimenin sonunda, Musanın onlara; “Hak tealanın emrini yerine getirdiniz. Tevbeniz kabul oldu. Muhakkak ki, Allah tevbe eden kullarını çok mağfiret ve onlara çok rahmet edicidir” buyurduğu bildirilmektedir.

Bazı alimler, bu ayet-i kerimedeki, “Nefslerinizi öldürün” emrinin; “Nefslerinizi ıslah edin” mealinde olduğunu söylemişler ise de, bunun zayıf bir kavil olduğu bildirilmiştir.

Yine Bakara suresinin 52. ayet-i kerimesinde İsrailoğullarına hitaben; “Buzağı heykeline ibadet etmenizden sonra, tevbe ettiğiniz için günahınızı affettik. Ta ki, af nimetine şükredesiniz” buyruldu.

Musa buzağı heykelini yakıp toz haline getirerek, külünü denize serpti. Bunu ne şekilde yaptığı hususundaki rivayetler muhteliftir. Normalde altın madeni yakılınca kül haline gelmeyeceğinden, böyle olması Musanın bir mucizesidir.

Allah, Musa a, İsrailoğullarının seçkinlerinden yetmişini getirip, kavminin buzağıya tapındıklarından dolayı özür ve af dilemelerini emretti. Musa da kavminden yetmiş kişi seçti.

Rivayet olunur ki, Musa bu yetmiş kişiyi tespit ederken, her sıbttan, yani İsrailoğullarının her bir kolundan altışar kişi seçti. Bilindiği gibi, İsrailoğulları, Yakup ın neslinden gelenlerdir. Yakubun oniki oğlu vardı. Lakabı İsrail olan Yakubun bu oniki oğlundan meydana gelen nesle, Beni İsrail (İsrailoğulları) denir. Yakubun oğullarının her biri, İsrailoğullarından her bir sülalenin atasıdır. Yani İsrailoğulları, o zaman oniki ayrı sülaleden meydana gelirdi ve bunların her birine de torun manasına sıbt; hepsine birden ise, torunlar manasına esbat denirdi.

Musa her sıbttan altışar kişi toplayınca, yetmiş iki kişi oldular. Musa; “Ben, yetmiş kişi götürmekle emrolundum. İki kişi ayrılıp, yetmiş kişi kalsın” buyurdu. Yetmişiki kimseden hiç biri geri kalmak istemedi. Musa ; “Kalan da, çıkan (bizimle gelen) kadar sevaba kavuşacaktır” buyurdu. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna aleyhimesselam kaldılar.

Musa , o yetmiş kişiye oruç tutmalarını, beden ve elbiselerinin çok temiz olmasını emretti. Sonra Tur Dağına çıktı. Nitekim Allah, Araf suresinin 155 ve 156. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruyor ki: “Musa kendisine vadettiğimiz belli bir vakitte (buzağı heykeline tapınanlar için istiğfar etmek, onlar namına bizden özür dilemeye) gelmek üzere, kavminden (buzağıya ibadet etmemiş olanlar arasından), yetmiş kişi seçti.” (Tur-i Sinaya yaklaştıklarında bir sis bulutu, Musa ı kaplayıp, Musa sisin içinde kaldı. Bu hali görünce, onlar secdeye kapandılar. Onlar bu durumdan iken; Allahın izni ve kudretiyle, Hak tealanın Musaya bildirdiği emir ve nehyettiği hususları işittiller. Sonra sis dağıldı. Musayı gördüler. Ona; “Allahı bize aşikare olarak göstermezsen, seni tasdik etmeyiz” dediler. Bu hususta ayet-i kerimede buyruldu ki:

“Hatırlayın şu vakti ki, Musaya “Ya Musa! Biz, Allahı hicabsız, örtüsüz, perdesiz bir şekilde aşikare olarak görmedikçe, asla sana inanmayız demiştiniz de, o sebepten o anda, sizi, gökten gelen yakıcı bir ateş (yıldırım) yakalayıvermişti. Siz de, bu musibeti bizzat gözlerinizle görmüştünüz.” (Bakara suresi: 55) ayet-i kerimede “Saika” kelimesi ile ifade buyrulan bu musibetin mahiyeti, nasıl olduğu hususunda muhtelif rivayetler vardır. Onlar, bu “Saıka” tesiriyle helak olup öldüler. Her biri, kendilerine gelen bu musibet sebebiyle diğerlerinin gözü önünde öldü. Yani her biri ölürken, kalanlar onun nasıl öldüğünü seyrediyor, bizzat görüyordu. Onların başına bu hal gelince, Musa çok üzülüp ağlamaya başladı. Tam bir sığınma ile Allaha yalvarıyordu.)

“…Dedi ki; “Ey Rabbim! Dileseydin, daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerden ötürü bizi yok eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola sokarsın, Sen bizim yardımcımız, koruyup gözetleyicimizsin. Bizi mağfiret et ve bize rahmet eyle. Zira sen, mağfiret edicilerin en hayırlısısın.” (Musa Allaha çok yalvardı. Nihayet Hak teala o kimseleri teker teker diriltti. Bu yetmiş kişi, biraz evvel, biri ölürken, kalanların seyrettiği gibi, şimdi de biri dirilirken, ondan önce dirilen, onun nasıl dirildiğini görürdü. Bakara suresi 56. ayetinde mealen buyruldu ki: “Sonra sizi tekrar dirilttim ki, bu tekrar dirilme, hayat nimetine şükredesiniz. Bu dünyada ve ahirette bizim için güzel olanları yaz, takdir eyle. (Bu dünyada bize; yardım eyle, ibadet, taat, nimet ve afiyetle güzel yaşamak ihsan eyle. ahirette ise mağfiret ve rahmetini, Cenneti ve cemalini görmemizi nasib eyle.) Şüphesiz ki biz sana yöneldik, tevbe edip, sana döndük. (Onun bu ilticasına mukabil) Allah buyurdu ki: “Azabıma, kullarımdan dilediğim kimseyi uğratırım. Rahmetim her şeyi kaplamıştır. (Rahmetim, bu dünyada; mümin, kafir, mükellef ve çocuk herkese şamildir.) Lakin kıyamet gününde, hassaten Allaha karşı gelmekten sakınanlara, zekatlarını eda edenlere ve ayetlerimize iman edenleredir.”

Rivayet edilir ki, Allah; “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” buyurunca, İblis melunu; “Ben de bir şeyim. O halde ben de rahmete kavuşurum…” dedi. Fakat Allah; “…hassaten Allaha karşı gelmekten sakınanlara…” buyurunca, iblisin ümidi kalmadı.