"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Musanın Firavunun sarayına ulaşması ve Asiyenin onu evlat edinmesi

Sular, sanki onu taşımanın idrakinde imiş gibi, yavaş yavaş, kaldırıp indirerek uzaklaştırdı. Nil Nehri, Firavunın sarayının civarından geçerken büyük bir kanal ile, içinde sarayın da bulunduğu bahçeye ayrılırdı. Sandık bu kanaldan sarayın yakınına kadar geldi. Su almak için kanala gelen cariyeler sandığı sarayın bahçesindeki ağaçların arasında buldular. İçinde para vardır zannıyla alıp, açmadan Firavunın hanımına götürdüler. Firavunın hanımı olan asiye, sandığı açınca şaşırdı. Çünkü akıllara durgunluk verecek güzellikte bir oğlan çocuğu vardı. Allahasiyenin kalbine, bu çocuğa karşı muhabbet ve acıma hissi verdi ve asiye büyük bir sevgi ile ona bağlanıp hep hizmetinde bulundu. Doğan çocukları öldürmekle meşgul olan vazifeliler, bir çocuk bulunduğunu haber alınca, doğruca asiyenin yanına gelerek, onu öldürmek istediler. asiye, onlara; “Sabredin! Bu çocuk İsrailoğullarını arttırmaz ya. Ben Firavuna gidip, onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Bağışlarsa, iyilik etmiş olursunuz. Şayet öldürülmesini emrederse, o zaman ne sözüm olur” dedi. Sonra bebeği Firavuna götürdü. Firavun, bebeğin öldürülmesini istedi ve; “Bunun İsrailoğullarından olmasından korkarım. Bu, bizim elinde helak olacağımız ve onun sebebiyle mülkümüzün elimizden gideceği kişi olabilir” dedi. asiye, Firavun çocuğu kendisine bağışlayıncaya kadar susmadan hep konuştu ve nihayet onu ikna etti. asiye, çocuğu kurtarıp emniyette olunca, ona haline göre bir ad vermek istedi ve ismini Muşa koydu. Çünkü o, (mu) ve (şa) yani su ve ağaç arasında bulunmuştu. Kıpti lisanında suya, mu, ağaca ise şa derler. Arapçaya geçen bu kelime daha sonra Musa oldu.

Kasas suresinin 8-10. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Bunun üzerine, Firavunın ailesi, daha sonra kendileri için bir düşman ve bir üzüntü sebebi olacak olan Musayı bulup aldılar. Çünkü Firavun da, (Firavunın veziri olan) Haman da, bunların orduları da hep suçlu, hatalı (müşrik ve günahkar insan) lardı.

Firavunın hanımı (çok merhametli bir kadın olan asiye binti Müzahim, Firavuna) dedi ki: “Bu çocuk, benim ve senin göz nurumuz olsun. Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz.” Halbuki onlar işin farkında değillerdi.

(Evladının Firavunın eline geçtiğini haber alan) Musanın annesi, kalbi (evladının derdinden, üzüntüsünden başka her şeyden) boş olarak (aklı başında olmayarak veya oğlunu hatırlamaktan ve onu düşünmekten başka hiç bir düşüncesi olmayarak) sabahladı. Hatta o kadar oldu ki, şayet biz, vadimize inanan müminlerden olması için kalbine sabrı, sebatı yerleştirmeseydik, az kalsın işi meydana çıkaracaktı. (Dehşetinden; O benim oğlumdur deyiverecekti. Fakat bizim ona verdiğimiz sakinlik sayesinde meseleyi gizlemeye muvaffak oldu).”

Rivayete göre, asiye, Musa ı Firavuna götürüp, onu öldürmemesi için çok ısrar etmişti. Hatta, bu çocuğun İsrailoğullarından olduğu kati belli olmadığını, başka bir kavimden olma ihtimalinin de bulunduğunu bildirdi. “Hem İsrailoğullarından olsa bile bir çocukla onların nüfusları mı artacak. Bu, hem senin hem de benim göz nurumuz olsun. Bunu öldürmeyiniz. Olur ki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz” dedi. Bu ısrar karşısında Firavun, öldürmek fikrinden vazgeçti. Onu evlat edinmek hususunda ise; “Ben istemem, senin olsun” dedi.

Tefsir alimleri; “Şayet, asiye gibi Firavun da Musa ı benimsemiş olsa ve; Evet, beraberce bunu evlat edinelim” deseydi. Allah, asiyeye nasib ettiği gibi ona da hidayet verirdi” diye bildirmişlerdir.”

İşte o günden sonra, Musa, Firavunın sarayında yetişmeye başladı. Ne garip bir tecelli ve ne büyük bir hikmettir ki, Firavun, tacının ve tahtının yok olup gitmesine sebep olacak bir çocuğu sarayında kendi kucağında büyütmeye başlamıştı. Hem de, tam bir hürmet ve büyük bir ihtimam ile yetiştiriliyordu. Bir taraftan bu çocuğu aramak, bulmak ve ortadan kaldırmak için hazineler sarfediyor, binlerce masum yavrunun kanını akıtıyor; bağrı yanık anaların, gözü yaşlı babaların yüreklerini deliyor, bir taraftan da aradığı çocuğu bizzat kendi eliyle besleyip büyütüyordu.

İslam alimleri bildiriyorlar ki, alemde bunun benzeri misallere çok tesadüf edilir. Ekseri zalimlerin, kendi düşmanlarını kendi ellerinde besledikleri ve kendisine hizmetçi eyledikleri kimselerin elinde helak oldukları görülmüştür. Allah, o zalimlerden intikamını başka suretle de almaya elbette kadir olup, her şeye gücü yeter. Bununla beraber, zalimin pek aşağı gördüğü, hatta hizmetçisi durumundaki birisi vasıtasıyla helak edilmesinde çeşitli hikmetler vardır. Böylece, zalimin de aciz, zavallı, muhtaç bir mahluk olduğu anlaşılmakta ve başkalarının bu halden ibret alması, kendine çeki düzen vermesi gerekmektedir.

Rivayete göre, sarayda asiye tarafından evlad edinilen Musa için, o gün bir süt anne bulunması kararlaştırıldı. Ne kadar süt anneler bulunduysa da, bebek hiç birini emmedi. Diğer taraftan, Musanın annesi, çocuğunu Nil Nehrine bıraktıktan sonra, kendisi sandığı takib ederse dikkat çekeceğinden, sandığı takib etmesi ve durumdan kendisine haber vermesi için kızını, yani Musanın kardeşini gönderdi. Adının Meryem veya Gülsüm olduğu rivayet edilen bu kız, kardeşi Musanın bulunduğu sandığı takib etti. Nihayet sandığın Firavunın sarayına götürüldüğünü, çocuğu emzirmek için süt anne arandığını, bunun için pekçok kadının saraya geldiğini gördü. Hatta gelen kadınlarla birlikte saraya girdi. Musa ın hiç birinin sütünü emmediğini görünce çok sevindi. Sonra; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim, onun buraya gelmesinde size delalet edeyim mi?” dedi.

Meryem, her ne kadar durumu sezdirmemeye azami gayreti gösteriyor, heyecanını gizlemeye çalışıyorsa da, diğer insanlardan farklı bir halinin olduğu belliydi. Bunu ilk farkeden, Firavunın veziri Haman oldu. Haman, Meryeme; “Senin telaşın nedir ki, ona süt annelik yapacak birini bildiğini söylüyorsun? Yoksa bu çocuk senin kardeşin mi ha!” diye söylendi.

Meryem, durumun ne kadar hassas olduğunu, bunu hiç sezdirmemesi gerektiğini gayet iyi biliyordu. Hemen kendini toparladı. “Hiç! Sarayda bulunanların, süt anne bulmak için olan telaş ve gayretlerini gördüğümden, onlara yardımcı olmak istedim o kadar” dedi. Bu hususlar, Kasas suresinin 11 ve 12. ayet-i kerimelerinde mealen şöyle beyan buyruldu: “Musa (ın) annesi, (kızı Meryeme yani Musanın) kız kardeşine dedi ki: “Kardeşinin ardı sıra git! Onu takib et. Ne olduğunu anlayıp, bana haber getir”. O da Musanın bulunduğu sandığın nasıl gittiğini, nereye vardığını uzaktan gözetledi. Onlardan hiç biri (ne Firavun, ne de başkaları, onun sandığı gözetlemek için geldiğini, hem de sandıkta bulunan çocuğun kendi kardeşi olduğunu) anlayamadı. (Onlar çocuğa süt anası bulunması için çalışıyorlardı.) Musanın (kız kardeşi veya annesi gelmezden) evvel, biz Musaya süt anaların sütünü emmeyi yasaklamıştık. (Böyle olunca o, getirilen süt analardan hiç birinin sütünü emmiyordu.) Musanın kardeşi (Meryem), oraya kadar gelerek, bu hali görünce, onlara dedi ki: “Ben size, bu çocuğun hizmetinde bulunacak, emzirilmesinde ve yetiştirilmesinde kusur etmeyecek ve ona nasihatçi olacak bir aile bildireyim mi?”

Meryem böyle söyleyince hemen onunla alakalandılar ve; “Sen tanıyorsan, onu bulmamızda bize yardımcı ol!” dediler. Meryem dedi ki: “O benim annemdir.” “Annenin oğlu var mıdır?” dediler. “Harun namında bir oğlu vardır. Çocukların katlolunmadığı sene doğmuştu” dedi. Bunun üzerine; “Bu söylediklerin gerçekten doğru ise o kadını (anneni) getir!” dediler. Meryem, sevinç ve heyecanla annesinin yanına döndü ve olanları haber verdi. Sonra da annesini Firavunın sarayına götürdü.

Annesi saraya geldiğinde, Musa Firavunın ellerinde ağlıyor, Firavun ise onu dindirmeye çalışıyordu. Oraya giren annesi (orada bulunalara göre yeni bulunan süt annesi) çocuğu kucağına alır almaz sesini kesti. Sütünü kabul edip emmeye başladı. Firavun da günde bir dinar ücretle, Musayı ona, süt çocuğu olarak verdi.

Rivayete göre bundan sonra, Musanın annesi, oğlunu alıp evine götürdü. Böylece Allahın, Kasas suresinin 7. ayetinde; “…Muhakkak ki, biz yakın zamanda onu sana geri döndürürüz…” şeklindeki vadi gerçekleşmiş oldu.

Nitekim Kasas suresinin 13. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “İşte böylece biz, Musayı annesine iade ettik. Ta ki onunla gözü aydın olsun. Onun ayrılığıyla hüzün çekmesin. Ve Allahın vadinin şüphesiz bir hak olduğunu bilsin. Lakin insanların çoğu, Allahın vadinin hak olduğunu bilmez.”

Fahrüddin-i Razi hazretleri bu ayet-i kerimenin tefsirinde, Dahhakın şöyle dediğini bildiriyor: “Musanın , diğer süt anaların sütlerini emmediği halde, bu hanımın sütünü emdiğini anlayan vezir Haman; Musanın annesine; “Sen her halde bu çocuğun annesisin” dedi. O da; “Hayır. Ben onun annesi değilim” deyince, Haman; “Öyleyse bu çocuk, senden evvel başka kadınların sütünü hiç kabul etmediği halde senin sütünü nasıl kabul etti?” diye sordu. Musanın annesi de; “Ey melik! Ben hoş kokulu, sütü tatlı olan bir kadınım. Her çocuk benim kokumu duyunca hemen bana sarılır ve sütümü emer” diye cevap verdi. Bunun üzerine orada bulunanların hepsi birden; “Doğru söylüyorsun” diye iltifat ettiler ve her biri ona altın ve cevahirden, çeşitli hediyeler verdiler.

Rivayete göre, asiyenin evlat edindiği Musaya böylece süt anne bulunmuştu. asiye, Musa ın annesine; “Yanımda, sarayda kal! Bu çocuğu emzir. Muhakkak ki ben, hiç bir şeyi bu çocuk kadar sevmiyorum” dedi. O da, Harun dan bahsederek, evinde başka bir çocuğu daha bulunduğunu söyledi. Sonra; “Evimi ve evimdeki çocuğumu terk edemem, helak olurlar, müsadeniz olur, gönlünüz rahat ederse, bana verin. aileme, çocuğumun yanına götürüp, ona bakayım. Benimle olduğu müddetçe ona iyilikten başka bir şey yapmam. Aksi halde evimi ve evdeki çocuğumu bırakamam” dedi. Onun, oğlu Musaya olan şefkatinin çokluğu sebebiyle; “Her hal ve şart altında, onu emzirmeye, ona bakmaya hazırım” demeyip de; “Evime götürmeye müsade ederseniz ona süt annelik yaparım. Aksi halde evimi ve çocuğumu terk edemem” gibi asiyeyi zorlayıcı bir ifade kullanmasının sebebi vardı. Çünkü Allah, kendisine çocuğunu yakın zamanda iade edeceğini vadetmişti. Bir de yakinen, kati olarak biliyordu ki Allahın vadi haktır ve mutlaka gerçekleşir.

Nihayet asiye bu teklifi kabul etti ve annesi Musayı alıp evlerine getirdi. Akşam; ciğerparesini, nehre emanet etmekle gönlü mahzun, Firavunın eline geçtiğini işitince, öldürecekler endişesiyle perişan vaziyette ciğeri yanan o gönlü yaralı anne; ertesi gün her türlü afetten kurtulmuş, selamette ve her haliyle rahat ve neşeli idi. Firavunın sarayında herkesten iltifat görüyor, her birinden çok kıymetli hediyeler alıyor ve işin en mühimi de, zayi olmasından korktuğu ciğerparesini kucağında buluyordu. Bu anda onun kalbinde bulunan rahatlık ve süruru dile getirmek elbette mümkün değildir. Musanın annesi, çocuğu kucağında olarak evine geldiği zaman, sevinç gözyaşları döküyor, Allaha çok şükrediyor, yerinde duramıyor, adeta kendisini kaplayan sevinç ile uçuyordu. Bütün bu heyecan ve coşku esnasında, kendini tutamayıp; “Bu bir süt çocuğu değil, benim kendi öz evladım, ciğerparemdir” diye haykırıverirse durum tamamen tersine dönebilirdi. O ise, bunu pekala biliyor ve kendini tutmaya bilhassa gayret sarfediyordu. Allah onu muhafaza etti ve bu hususta bir tek kelam söylettirmedi.

Nitekim Kasas suresinin 10. ayet-i kerimesinde mealen buyruldu ki: “Şayet biz, vadimize inanan müminlerden olması için kalbine sabrı, sebatı yerleştirmeseydik, az kalsın o, işi meydana çıkaracaktı. (“O benim oğlumdur” deyiverecekti. Fakat bizim ona verdiğimiz sakinlik sayesinde, meseleyi gizlemeye muvaffak oldu.)” Musa biraz gelişip, hareket etmeye başlayınca, asiye, Musanın annesine; “Çocuğumu bana göstermeni istiyorum” dedi. Sonra görüşmenin sarayda yapılması için aralarında bir gün tayin ettiler. asiye, hususi adamlarına ve memurlarına; “Biriniz noksan olmamak üzere hepiniz oğlumu hediye ile karşılayacaksınız. Hakkınızdaki kanaatim, karşılama esnasında göstereceğiniz dikkate ve ona vereceğiniz hediyelere bağlıdır” dedi. Bunun üzerine annesi ile birlikte evlerinden alınan Musa, sarayda asiyenin odasına götürüldü. Görülmemiş bir karşılama merasimi yapıldı. Evlerinden çıkıp, saraydaki hususi odaya girinceye kadar, her adımda, kıymetli hediyeler takdim edildi. İçeriye girince, asiye çok sevindi. Muhabbetle sarılıp, onu sevdi. Çok ikramda bulundu. Annesinin çocuğa çok iyi bakmış olmasına da hayran oldu. Sonra çocuğun, Firavuna götürülmesini, onun da ikramda bulunacağını söyledi. Götürdüler, Firavun onu alıp, kucağına oturttu. Firavunın sakalı çok uzundu. Musa , Firavunın sakalını yakalayıp sertçe çekti. Hatta kıl da kopardı. Kucağına alır almaz, Firavunın yüzüne tokat vurduğu da bildirilmiştir.

Bazı rivayette bildirildi ki, Firavunın yanına geldiğinde, Musa ın elinde küçük bir kamçı vardı, onunla oynuyordu. Musa, bir ara elindeki kamçı ile Firavunın başına vurdu. Firavun çok kızdı ve bunu kötüye yorumlayıp; “Aradığım düşmanım budur?” dedi. Çocuk boğazlayan adamlarına, onu öldürmeleri için haber gönderdi. Firavunın hanımı asiye, bu haberi öğrenince, koşarak Firavunın yanına geldi ve; “Bana bağışladığın bu çocuk hakkında ne yapmayı düşündün?” dedi. O da Musa ın yaptığını anlattı. asiye; “O çocuktur, aklı ermez. Bunu çocukluğundan yaptı. Ben şimdi ikimiz arasında ona bir iş yapayım da, hakkında haklı konuştuğumu anla” dedi. “Altın ve yakut gibi ziynet ve kıymetli şeyler ile, bir de ateşin korunu önüne koyayım. Yakutu alırsa, akıllıdır. O zaman onu öldürt. Ateş parçasını alırsa, anla ki çocuktur” dedi. Yanına, içinde altın ve yakut olan bir tabakla; yine içinde ateş koru bulunan başka bir tabak koydu. Musa , elini cevhere almak için uzatırken, Cebrail , elini ateş koru bulunan tabağın tarafına çevirdi. Musa bir ateş parçası alıp, ağzına koyuverdi. Ateş, mübarek diline değdi ve yaktı. Böylece dilinde az bir yara meydana geldi. Bu yara, konuşmasına tesir etmişti. Ta ki, ilk olarak Tur dağına çıktığında, dilindeki bu halin gitmesi için Allaha dua etti. Allah da kabul edip, artık o halden eser kalmadı ve peygamberliği müddetince çok fasih, düzgün ve en güzel şekilde konuştu.

Bunun üzerine asiye, Firavuna; “Yaptığının, düşündüğünün doğru olmadığını gördün mü? O çocuktur, ne yaptığını, bilmez” dedi. Firavun da öldürmekten vaz geçti. Bu yolla da Allah, Firavunın yapacağı kötülüğü ondan çevirdi. Firavunın sarayında izzet ve ikram içinde kaldı. Allah, Firavuna ve bütün insanlara onu sevdirdi. Onu gören herkes kalbinde, şüphesiz ona karşı bir muhabbet hasıl olduğunu hissederdi.

Bu hususta ayet-i kerimede mealen; “(Ya Musa!) sana tarafımdan bir sevgi ilka etmiştim” (Taha suresi: 39) buyruldu.

İbn-i Abbas bu ayet-i kerimenin tefsirinde; “Allah, Musa ı sevdi ve insanlara sevdirdi” buyurdu. Katade buyurdu ki: “Allah onun gözlerine öyle bir güzellik vermişti ki, kendisini görenin onu sevmemesi, ona aşık olmaması mümkün değildi.”

İbn-i Zeyd ; “Yukarıdaki ayet-i kerimenin meali; “Her görene seni sevdirdim. Hatta Firavuna seni sevdirdim de, onun şerrinden, zararından kurtuldun. asiye binti Müzahim de seni sevdi ve evlad edindi” şeklindedir” dedi.

İbn-i Atiye buyurdu ki: “Allah ona, öyle bir güzellik vermişti ki, hiç kimse onun yüzüne bakmaya tahammül edemezdi.” Musa bu şekilde Firavunın sarayında yetişti. Büyüyüp gelişti. Büluğa erip, olgunlaştı. Artık, Firavunın binek hayvanlarına biner, onun giydiği gibi kıymetli elbiseleri giyerdi. İnsanların çoğu, Firavunın oğlu zannedip, süt çocuğu olarak geldiğini bilmezlerdi. Çok kimse onun sebebiyle haksızlık ve alay edilmekten kurtuldu. Kırk yaşına gelince, akrabalarını öğrenip, onların yanına gitti.