"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Musibete sabır

Belalara sabretmek, beğenilen güzel huylardan olup, ebedi kurtuluşa sebeptir. Belalara sabır, Hak yolunun yolcusuna farzdır. Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Allah, Habibine sabrı tavsiye etti ve Ahkaf suresi 35. ayet-i kerimesinde; “O halde (ey Resulüm, kafirlerin eziyetlerine karşı) ülül-azm peygamberlerin sabrettikleri gibi sabret ve onlar hakkında azab için acele etme!” buyurdu. Nuh , kavminin eziyet ve sıkıntılarına; İbrahim , Nemrudun ateşine, İsmail , kurban olmaya, Yakup , Yusufun ayrılığına ve görmemeğe; Yusuf , kuyuda ve zindanda kalmağa; Eyyub de hastalığına ve başına gelen belalara sabretti.

Dünyanın esası, mihnet ve sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sıkıntıya sabretmekten başka çare, katlanmaktan başka kurtuluş yoktur. alimler sabrı çeşitli şekillerde açıkladılar. Üç sabır çok sevgilidir: Taata sabır, günah işlememeye sabır, bela ve mihnete sabır.

“Bahr-ül acaib”deki, Alinin rivayet ettiği hadiste buyruldu ki: “Sabır üçtür: Musibete sabır, taata sabır ve günah işlememeye sabır. Musibete sabredene, Allah üçyüz derece ikram eder. Her derece arası, yerden göğe kadar mesafedir. Taata sabredene, Allahaltıyüz derece ihsan eder. Her derece arası, yerin dibinden Arşa kadardır. Günah işlememeye sabredene, Allah dokuzyüz derece verir. Her derece arası, yerin dibinden Arşın üstüne kadardır.”

Allah sabredenlerin yardımcısıdır. Allah Bakara suresi 153. ayet-i kerimesinde mealen; “Ey iman edenler! Sabırla ve namazla Allahdan yardım isteyin. Muhakkak Allahın yardımı sabredenlerle beraberdir” buyuruyor. Sabır, bütün kapıları açan bir anahtardır.

Beyt:

Eğer sabr eder isen, sabır, işleri açar,

Çünkü sabr edenlere, Hak teala olur yar.

Hadis-i şeriflerde; “Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir”, “Allah sabredenleri sever” ve “Eğer sabır insan olsaydı, kerim bir insan olurdu” buyrulmuştur.

İnsana gelen her bela ve sıkıntı, Allahın takdiri iledir. Nitekim Hadid suresi 22. ayet-i kerimesinde mealen; (Kıtlık ve kuraklık gibi) ne yerde, ne de (hastalık ve afet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, biz onu yaratmazdan önce, o bir kitabda (Levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allaha göre kolaydır” buyurdu. Sehl bin Abdullah-ı Tüsteri buyurdu ki: “Bu ayet-i kerime, herhalde, rıza üzere olmayı göstermektedir. Kul, her şeyin Allahın takdiri ile olduğunu, Allah dilemeyince kimsenin kimseye zarar veremeyeceğini bilince, elbette sabreder. Feryad edip, ağlayıp sızlamaz.

Şakik-i Belhi buyurdu ki: “Musibete feryad eden, Allaha karşı gelmiş olur. Feryad etmek, ağlayıp sızlamak, bela ve musibeti geri çevirmez.”

Abdullah bin Mübarek buyurdu ki: “Musibet birdir. Musibetin geldiği kişi, feryad eder, ağlayıp sızlarsa musibet iki olur. Biri musibet, diğeri sevabın gitmesi. Bu musibet öncekinden daha büyüktür. Sabredenlerin karşılığı ise hesabsızdır. Yani sabredenlere verilen sevabın miktarını Allahtan başka kimse bilmez.” Nitekim Zümer suresi 10. ayet-i kerimesinde mealen; “Sabredenlere mükafatları hesabsız verilecektir” buyruldu. “Sahih-i Buhari”de Ebu Hüreyrenin bildirdiği hadiste; “Allah, bir şey vermek istediği kuluna mihnet ve musibet verir.” “Sahih-i Müslim”de, Ebu Saidin bildirdiği hadiste; “Mümine, derd, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allah bunu günahlarına keffaret eyler.” “Sahihayn”da, Cabirin bildirdiği hadiste; “Mümin, rüzgarın salladığı buğday başağı gibidir. Yani bazan düşer, bazan kalkar. Doğru durmak istediği zaman diğer tarafa döndürür. Kafir ise meyvesiz ağaç gibi olup, kesildiği zamana kadar hep başı dik durur” buyruldu. Yani mümin daima sıkıntı, üzüntü ve dünya dertleri içinde bulunur. Sıkıntının, üzüntünün biri geçmeden diğeri bastırır. Kafire ise, eceli gelinceye kadar bir zorluk gelmez. Resulallah “Bela, önce peygamberlere sonra evliyaya, sonra onlara benzeyenlere gelir” buyurdu.

Şiir:

Cananın aşkı yolu beladan başka değil,

Bir an belasız kalmak orada reva değil.

Bela çek ki sen onun likasına eresin,

Belasız kişi varsa, o merd-i lika değil.

Eğer senin canına, yüzlerce ok atılsa,

Îsabeti Ondandır, hiç biri hata değil.

Yüzlerce bela içre, sen dostun ile hoş ol,

Onun olduğu yerde çün bela, bela değil.

Oradan ne gelirse, hepsi de doğru gelir,

Yan bakma, eğri bakış, burada vefa değil.

“Kimya-yı Seadet”de diyor ki: Şibliyi, Bağdat hastahanesinden deli diye çıkardılar. Yanına birkaç kişi geldi. Onlara; “Kimlersiniz?” diye sordu. “Senin dostlarınız” dediler. Yerden bir taş alıp, onlara doğru attı. Kaçtılar. Buyurdu ki: “Yalan söylediniz. Dost olsaydınız, dostun belasına sabrederdiniz.” Allah Bakara suresi 155. ayet-i kerimesinde mealen; “Ey müminler! (İtaatkarı asi olandan ayırd etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle, and olsun imtihan edeceğiz. Ey Habibim! Sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele” buyurdu. İmam-ı Şafii ; “Bu ayet-i kerimedeki korku, Allah korkusu; açlık, Ramazan-ı şerif orucu; mal noksanlığı, zekat ve sadaka vermek; can, hastalık; meyve ise, çocuğun ölmesidir. Çünkü, çocuk, ana-babanın gönlünün meyvesidir” buyurdu. Sonra Bakara suresi 156. ayet-i kerimesinde, mealen; “Sabredenler, o kimselerdir ki, kendilerine bir bela geldiği zaman, teslimiyet göstererek; “Biz Allahın kuluyuz ve (öldükten sonra da) yine Ona döneceğiz” derler” buyurdu.

Allah, sabredenleri birçok iyi hasletlerle vasıflandırıp, Kuran-ı kerimin yetmiş küsur ayetinde sabırdan bahsetmiştir. İyilik ve derecelerin çoğunu sabra bağlamış ve bütün bunları sabrın sonuçları, meyve ve neticeleri kılmıştır.

Allah Zümer suresi 10. ayet-i kerimesinde, her iyiliğin hudutları olan sınırlı bir mükafatı olduğu halde, yalnız sabrın mükafatının hudutsuz olduğunu bildiriyor. Yine Allah bizzat kendisinin sabredenlerle beraber olacağını Kuran-ı kerimde vadetti.

Yardım ve zaferi sabra bağlamak üzere de; “Evet, siz sabreder, (peygambere muhalefetten) sakınırsanız, bu (nlar yani düşmanlar) ansızın üzerinize (gadabla) gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle imdad edecektir” buyuruldu. (al-i İmran suresi: 125) Aynı zamanda diğer hiç bir ibadete toptan vad etmediği birçok iyilikleri, toplu halde sabredenlerde toplamak üzere mealen; “O teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar üzerine, Rablerinden mağfiret, rahmet (ve Cennet) vardır. İşte onlar, doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir” buyuruldu. (Bakara suresi: 157) Hidayet, rahmet ve salevatın hepsi sabredenlerde toplanmıştır.

Bu husustaki hadis-i şeriflerde Resulallah “Sabır, imanın yarısıdır” ve imandan sorduklarında da; “O, sabır ve cömertliktir” buyurdu. Yine; “Sabır, Cennet hazinelerinden bir hazinedir”, “Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük hayır vardır” buyurdu.

Ömer bin Hattabın, Ebu Musa el-Eşariye yazdığı bir mektupta; “Sabra önem ver. Sabır iki şeye yapılır ki, biri diğerinden daha makbuldür. Mesela, felaket ve musibetlere sabır, güzeldir. Fakat bundan daha güzel ve daha makbulü Allahın haram kıldığı şeylere sabırdır. İyi bil ki, imanı koruyan sabırdır. Zira iyiliklerin efdali takvadır, takva ise sabırla mümkündür.” dedi. Ali; “Îman, dört direk üzerinde durur. Bunlar; yakin, sabır, cihad ve adalet direkleridir. Bedende baş ne ise, imanda sabır aynıdır. Başsız beden olmayacağı gibi, sabırsız da iman olmaz” dedi. Habib ibni Ebi Habib, Sad suresinin 44. ayet-i kerimesini okuduğu vakit; “Şayan-ı hayrettir ki, sabır ahlakını veren kendisi olduğu halde, sabredenleri övüyor” dedi ve ağladı. Ebud-Derda da; “Îmanın zirvesi, hükme sabır ve kadere rızadır” dedi.

Ölüm, servetin mahvolması, hastalanmak, bir azanın telef olması ve benzeri afetlere sabır; en üstün makamlardandır. Zira bela ve ibtila, nefse ağır gelen bir imtihandır ve aynı zamanda Sıddıkların azığıdır. Bunun için Peygamber efendimiz “Ya Rabbi! Dünya musibetlerini bana kolaylaştıran bir yakini senden isterim” diye dua etmiştir. Bu, bir sabırdır ki, dayanağı hüsn-i yakin olduğu için, Süleyman Darani; “Vallahi, sevdiğimize sabredemiyoruz, ya hoşlanmadığımız şeylere nasıl sabredebiliriz?” demiştir. Resulallah bir hadis-i kudside; “Allah buyurdu ki; “Ben kullarımdan herhangi birine, bedeninde, malında veya evladında bir musibet verdiğim vakit, onu güzel bir sabırla karşılarsa, kıyamet günü onun için mizan ve hesap kurmaktan haya ederim” buyurdu. Yine Resulallah buyurdu ki: “Sabırla kurtuluşu beklemek, ibadettir.”, “Herhangi bir mümine bir felaket geldiği vakit, Allahın buyurduğu gibi; “Allahtan geldik, Allaha döneceğiz” dedikten sonra; “Allahım, bu felaketten dolayı beni mükafatlandır ve bundan hayırlısını bana ver” derse, mutlak surette Allah dileğini yerine getirir.” Enesin Resulallahtan rivayetinde, “Allah Cebraile ; Ey Cebrail! İki gözü ama (kör) olanın mükafatının ne olduğunu bilir misin? buyurdu. Cebrail; “Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Biz ancak bize bildirileni bilebiliriz” dedi. Allah; “Onun mükafatı ebedi olarak Cennette kalmak ve benim cemalime bakmaktır.” buyurdu. Malikin “Muvatta” adlı eserinde rivayet edilen hadis-i kudside Resulallah efendimiz “Allah buyuruyor ki: “Kulumu bir bela ile ibtila (imtihan) ettiğim vakit, sabreder ve ziyaretçilerine beni şikayette bulunmazsa, ona, etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. İyileştiği vakit, günahsız olarak iyileşir. Onu öldürürsem, rahmetime yani Cennetime gider.” buyurdu.

Davud ; “Ya Rabbi! Senin rızan uğrunda musibetlere sabreden kederli kimsenin mükafatı nedir?” diye sorunca, Allah; “Ondan asla soymayacağım iman kisvesini, ona giydirmemdir” buyurdu. Ömer bin Abdülaziz bir hutbesinde; “Allah bir kuluna verdiği nimeti alıp da karşılığında sabrı ona nasib ederse, nimete mukabil verdiği sabır, o nimetten daha efdaldir” buyurdu ve Zümer suresi 10. ayet-i kerimesini okudu.

Fudayle sabırdan sorduklarında; “Allahın kazasına rızadır” dedi. “Bu nasıl olur?” diyenlere; “Razı olan kimse, bulunduğu halden daha üstününü istemez” dedi.

Feth-i Musılinin hanımı bir defasında düştü, tırnağı kırıldı. Bunun üzerine güldü. Kendisine; “Ayağın acımadı mı, niye gülüyorsun?” diyenlere; “Bunun sevabının zevki, acısını bana unutturmuştur” dedi. Davud , Süleymana ; “Müminin takvasına üç şey delildir: Ulaşamadığı şeye tevekkül, eline geçene rıza ve kaybolana da sabırdır” demiştir.

Resulallah “Acıya dayanıp, uğradığın felaketi kimseye duyurmaman ve şikayette bulunmaman; Allahı tazim ve Ona hakkıyla marifettendir” buyurdu. Salihlerden birisi, koltuğunda kesesi ile pazara çıktı. Biraz sonra kesesini kaybetti. Arayıp bulamayınca; “Onu alanı Allah mübarek etsin, herhalde benden daha çok muhtaçtı” dedi.

Hanım sahabilerin meşhurlarından Ümmü Süleymin oğlu ağır hastalanıp, babası Ebu Talhanın evde bulunmadığı bir sırada ölmüştü. Ümmü Süleym onu yıkayıp kefenledi ve evin bir köşesine koydu. Buhurlayıp üzerini örttü. Ev halkına da; “Ebu Talhaya oğlunun öldüğünü, ben söylemedikçe hiç biriniz söylemeyiniz!” diye tenbih etti. Akşam olunca, Ebu Talha eve geldi. “Çocuk nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym da; “Çocuğun ızdırabı dindi. Rahatlaştığını sanıyorum!” dedi. Ebu Talha, onun sözünden, çocuğun gerçekten iyileştiğini sandı. Ümmü Süleym akşam yemeğini hazırladı. Kocası oruçluydu. Ona yemeğini yedirdi, içirdi. O güne kadar hiç yapmadığı şekilde özenerek süslendi, ona karşı neşeli görünmeye çalıştı. Sonra yattılar. Gecenin sonuna doğru Ebu Talha mescide çıkmak isteyince, Ümmü Süleym; “Ey Ebu Talha! Şu komşumuzun yaptığına baksana!” dedi O da; “Ne oldu?” diye sorunca; “Benden emanet bir şey aldılar. Onu geri aldım diye ağlamaya başladılar” dedi. Ebu Talha; “Hiç öyle şey olur mu?” deyince, hanımı; “İşte, Allah bize verdiği emanetini geri aldı” diyerek, çocuğun öldüğünü kendisine bildirdi. O da bunun üzerine; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” dedi. Sonra sabah namazını kılmak için mescide gitti. Namazdan sonra çocuğunun öldüğünü ve hanımı ile arasında geçen durumu Resulallah efendimize haber verince, her ikisi için de; “Cenab-ı Hak, bu gecenizi hakkınızda mübarek eylesin!” diye dua etti. O gece, Ümmü Süleym , oğlu Abdullaha hamile kalmıştı. Bu çocuk, Ümmü Süleymin, Resulallah efendimiz ile beraber katıldığı bir harpte dünyaya gelmiş; Peygamberimiz ona Abdullah ismini koyup, hakkında hayır dua etmişti. Bu duanın bereketiyle Abdullah bin Talhanın yedi veya dokuz oğlu olmuştu ki, hepsi de Kuran-ı kerimi ezberleyip, hafız olmuşlardı. Eshab-ı kiramın hanımlarından Ümmü Atiye diyor ki: “Resulallah, biz kadınlardan müslüman olduğumuzda, ölüye ağlayıp feryad ve figan etmeyeceğimize dair söz almıştı. Beş kadından başka kimse sözünde duramadı. Resulallaha verdiği sözü aynen yerine getirenlerden biri de Ümmü Süleymdir.” Ümmü Süleym dinine son derece bağlı ve sabırlı bir kadındı.

Muaz bin Cebel anlatır: Benim bir oğlum vardı, vefat etti. Bunu duyan Resulallah bana şu mektubu yazdı:

“Allah sana selamet versin!

Ona hamd ederim. Herkese iyilik ve zarar, yalnız Ondan gelir. O dilemedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz.

Allah, sana çok sevab versin. Sabretmeni nasib eylesin! Onun nimetlerine şükretmenizi ihsan eylesin!

Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız, servetimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız, Allahın, sayısız nimetlerinden, tatlı ve faideli ihsanlarındandır. Bu nimetleri, bizde sonsuz kalmak için değil, emanet olarak kullanmak, sonra geri almak için vermişdir. Bunlardan, belli bir zamanda faydalanırız. Vakti gelince, hepsini geri alacaktır.

Allah, nimetlerini bize vererek sevindirdiği zaman, şükretmemizi, vakti gelip geri alarak üzüldüğümüz zaman da, sabretmemizi emreyledi. Senin bu oğlun, Allahın tatlı ve faydalı nimetlerinden idi. Geri almak için sana emanet bırakmış idi. Seni, oğlun ile faydalandırdı. Herkesi imrendirecek şekilde sevindirdi, neşelendirdi. Şimdi, geri alırken de, sana çok sevab, iyilik verecek; acıyarak, doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir. Bu merhamete, ihsana kavuşabilmek için sabretmeli, Onun yaptığını hoş görmelisin! Kızar, bağırır çağırırsan; sevaba, merhamete kavuşamazsın ve sonunda pişman olursun. İyi bil ki, ağlamak ve sızlamak derdi ve belayı geri çevirmez. Üzüntüyü dağıtmaz! Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabretmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak lazımdır.

Allah, hepinize selamet versin! amin.”

İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubatın üçüncü cildi 59. mektubunda buyurdular ki:

“Hak teala, Muhammed ın yolunda ilerlemenizi ve sizi her bakımdan kendisine bağlamasını nasib eylesin! Kıymetli ve anlayışlı oğlum! Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahın dilemesi ve yaratması ile var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeleyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak; kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allah, hadis-i kudside buyuruyor ki: “Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!” Evet fakirler, kimsesizler ve himayeniz altında yaşamış olan çok kimseler, kendilerini gözettiğiniz ve koruduğunuz için, rahat ediyorlardı. Üzüntü nedir bilmiyorlardı. Onların hakiki sahibi, kendilerini yine korur. Siz her zaman iyiliklerinizle anılacaksınız. Allah, iyiliklerinizin karşılığını, dünyada da, ahiretde de, bol bol ihsan eylesin! Selam ederim.”

Beyt:

afet-i gamdan aceb, dünyada kim azadedir?

Herkesin bir derdi var, madem ki ademzadedir.

Bir hüma-yı zevki bin sayyad-ı gam takib eder,

Böyle bir mevhuma bilmem, halk neden üftadedir?

“Gunyet-üt-Talibin”de bildirildi ki: Resulallahın huzuruna bir kimse gelip; “Ey Allahın Resulü! Malım gitti, param gitti, vücudum hasta oldu” dediği zaman, Resulallah “Malı gitmeyen, parası bitmeyen ve hasta olmayan kimsede hayır yoktur. Zira Allah bir kulunu severse, onu belaya mübtela kılar. Ona bela verdiğinde, ona sabır ihsan eder” buyurdu. Diğer bir hadiste; “Kul için Allah katında derece vardır. Kul, bedeninde bir belaya mübtela olmayınca, ameli ile o dereceye kavuşamaz. Belaya mübtela olunca, o dereceye kavuşur” buyurdu.

Zünnun-i Mısri ; “Sabır, muhalefetten sakınmak, belaların acılığını yudum yudum tadarken sakin olmak, geçimde fakirlik baş gösterince zengin görünmektir” buyurdu. Bazı alimler; “Sabır, bela gelince güzel edeble durmaktır” dediler. Bazıları da; “Sabır, afiyet gibi, bela ile de arkadaş ve ahbab olmak, onunla bulunmaktır” dediler. Nitekim Allah, Nahl suresi 96. ayet-i kerimesinde mealen; “Ahde vefa ile hükümlerdeki meşakkate ve kafirlerin eziyetlerine sabredenlerin, karşılık ve mükafatını, amellerinden güzel ve çok ederiz” buyurdu.

İbrahim-i Havvas ; “Sabır, kitap ve sünnet hükümleri üzerine sebattır”, Yahya bin Muaz-ı Razi ; “Muhiblerin (sevenlerin, aşıkların) sabrı, zahidlerin sabrından zordur”, Bir kısım alimler; “Sabır, şikayet etmemektir”, Bazıları; “Sabır hudu, tevazu ve yalvarma ile Allaha sığınmaktır”, kimisi de; “Sabır, Allahtan yardım istemektir” dediler. Bazıları da; “Sabır, nimet ve mihnet halleri arasında fark görmeyip, ikisinde de gönlün sakin olmasıdır” buyurdular.

Maverdi buyurdu ki: “Sabır, altı kısımdır: İlki ve en önemlisi, Hak tealanın emirlerini yerine getirmekte ve yasaklarından sakınmakta sabır göstermektir. İkincisi; çeşitli zamanlarda karşılaşılan üzücü hadiseler ve durumlar karşısında sabretmektir. Üçüncüsü; elden çıkmış ve ulaşılması imkansız hale gelmiş şeylere sabretmektir. Dördüncüsü; ileride meydana gelmesinden, endişe edilen korkunç olaylara ve gerçekleşmesinden korkulan musibetlere karşı sabretmektir. Beşincisi; bekleyip umduğu bir nimeti kazanmak için sabır göstermektir. Altıncısı; insanın karşılaştığı kötü ve korkunç haller karşısında sabretmektir.”

Allah, resulü Muhammed a Nahl suresi 127. ayet-i kerimede mealen şöyle buyurdu: “Ey Resulüm! Sabret! Senin sabrın da ancak Allahın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma ve yaptıkları hileden de telaş edip sıkıntıya düşme.” Allah bu ayet-i kerimeyi göndererek Resulüne sabretmesini emir buyurdu. Zira Resulallahın, Allaha ilmi ve itimadı herkesten daha fazla idi. Sabretmeye en layık ve evla olan da Odur.

Sabır hakkında Resulallah efendimiz buyurdu ki: “İlim, müminin dostu, hilm veziri, akıl delili, amel hayra götürücüsü, yumuşaklık babası, incelik kardeşi, sabır askerlerinin komutanıdır.”

“İlim, müminin dostudur.” Çünkü, zafer ve kurtuluş ilim ile hasıl olurken, ilim mümin ile dostluk eder. Mümin, ölümü esnasında bile ilmi ister, işlerinde onun yardımını görür. Bilmediği şeyleri de nuru ile aydınlatır. “Hilm, (müminin) veziridir.” Çünkü vezir, zor işleri yüklenmekle vazifelendirilmiştir. Mümin ilme tabi olmada, hilmden yardım görür, dünya sıkıntılarını hilme yükletir. “Akıl, (müminin) delilidir.” Çünkü akıl, müminin acele ve cehalet ile bir işe girişmesine engel olur. O işin terk edilmesini sağlayıp, doğru yolu ve akıbeti gösterir. Kötü işten koruyup, hatadan muhafaza yolunu açar. İlim ve akıl nimetine şükretmekte cimri olmamak, ilmin ve aklın icabıdır. hadiste buyuruldu ki: “Amel, (mümini her hayra) götürücüdür.” “Rıfk, (müminin) babasıdır.” Çünkü yumuşaklık, yardım ve muvafakatta mümine babası gibidir. Bir işe girişirken, rıfka müracat ve itaat etse, işi kolaylıkla hasıl olur. Yumuşaklık ve incelik, mümine bitişik veya ayrı olmayıp, müminin sıfatıdır. “Sabır, (müminin) askerinin komutanıdır.” Bütün bu hasletler asker, sabır da onların, komutanı durumundadır. Her biri, yapmaları gereken işleri sabır olmadan yapamazlar. Çünkü sabra tabi olunmadıkça; nefsin aceleciliği ve vesvesesi, bütün güzel huyları bozar. Bütün bu hasletlere hükümran olan sabır, mümine, işlerinde yeterlidir.

Zeynel abidin Ali bin Hüseyin buyurdu ki; “Bugün taat hususunda sabır göstermek, yarın ahirette azaba karşı tahammül etmekten çok daha kolaydır.”

Hasen-i Basri buyurdu ki: “Müminin ahlakı; zenginlikte iktisat, genişlikte şükür, bela ve musibet zamanında sabırdır.”

Sehl bin Abdullaha sabır sorulduğunda, sabrın dört şekilde olduğunu bildirerek buyurdu ki: “1- Musibetlere sabır, 2- İbadetleri yapmaya devam etmekte sabır, 3- İnsanların eziyetlerine karşı sabır, 4- Fakirliğe sabretmek. Musibetlere sabrettiğin zaman, ecir ve sevaba kavuşursun. Taata (ibadetleri yapmaya) sabrettiğin zaman, Allahtan yardım bulursun. İnsanların eziyetlerine sabrettiğin zaman, insanlar seni sever. Fakirliğe sabrettiğin zaman, Hakkın rızasına kavuşursun. Sabır; nefsi, arzu ve isteklerden men etmektir.”

Ahlaki ve edebi ilimlerde alim olan Bahili, “Ez-Zehair vel-alam fi edeb-in-nüfusi ve mekarim-il Ahlak” isimli eserinde buyurdu ki; Sabır, takva sahiplerinin mertebelerinin en üstünü, müminlerin derecelerinin en yükseğidir. Kendisine yapışanları hayırlı işlere götürür. Zararlı işlerden çevirir.

Nefsin arzu ve isteklerine uymanın neticesi kötü işler olduğu gibi, sabra sarılmanın neticesi de hayırlı işlerdir. Sabır, Allahın sıfatlarındandır.

Allah, sabrı yarattı. Sabrı, peygamberlerine ve velilerine mahsus kıldı. Sonra, Cennete girmelerine vesile olması için, kullarından dilediğine sabır nimetinden ihsanda bulundu. Sabırlı kullarını övdü. Onlara kat kat ecir verileceğini bildirdi.

Rad suresinin 22, 23 ve 24. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “Rablerinin rızasını kazanmak için sabredenler, namazı (bildirilen vakitlerinde ve adabına riayet ederek) kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikare infak edenler (Allah yolunda harcayanlar), kötülüğü iyilikle savanlar (var ya), işte ahiret saadeti onlar içindir. O saadet, Adn Cennetleridir. Onlar atalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden (soylarından) salih olanlarla beraber o Cennetlere girecekler. Melekler de her kapıdan yanlarına vararak; Sabrettiğiniz için, size selam olsun. ahiret saadeti ne güzeldir diyeceklerdir.” Resulallah efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, “Cümle ilmin başı sabır, yarısı imandır” buyurmuştur. İnsan, müptela olduğu belaya sabretmeli, tevbe istiğfarda bulunmalıdır. Musibete uğrayan kişi, uğradığı musibet yüzünden kahırlansa, yüzü değişip ağlasa bile, kimseye şikayet etmeyip saçını sakalını yolmazsa, yine sabır sevabına kavuşur.

Lokman Hakim oğluna buyurdu ki: “Ey oğul! Altın, ateşle tecrübe edildiği gibi, kul da bela ve musibetlerle tecrübe edilir. Kulun derecesi, bunlara olan sabrı nispetinde anlaşılır.”

Resulallah buyurdu ki: “Dünya hususunda kendisinden aşağıdakilere, ahiret hususunda ise kendisinden üstün olanlara bakanlar, şakir (şükredici) ve sabir (sabredici) diye yazılır.”

Akıllı kimse, Allahın haram kıldığı şeyleri yapmama hususunda sabır göstermeyi zor görmez. Çünkü haramlarda bulunan lezzet, helal edilmiş olan mubahlarda fazlasıyla mevcuttur Buna rağmen bazı kimseler, haramların görünüşlerine aldanarak, onlarda lezzet var sanmakta, haramlara ve şüphelilere dalarak hakiki lezzetten uzaklaşmaktadır.

İnsanın başına gelen sıkıntılara sabretmesi, imanının kemalini gösterir.

Resulallah buyurdu ki: “Allah buyurdu ki: “Ben bir kulumun bedenine veya malına veya çocuğuna bir musibet veririm ve o kul da buna sabrederse, kıyamet gününde onu hesaba çekmekten haya ederim.”

Sabır izzet kapısı, sabırsızlık illet kapısıdır.

Büyüklerden birisi buyurdu ki: “Sana bir musibet geldiği zaman sabretsen de, sabretmesen de Allahın takdiri yerine gelir. Eğer sabredersen, Allahın takdiri yerine gelir ve sen sevap kazanırsın. Şayet sabretmezsen, Allahın takdiri yine yerine gelir. Fakat sen hem kendini üzmüş, hem de sevaptan mahrum kalmış olursun. O halde sen her zaman sabret ki, her durumda karlı çıkasın.”

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “İstemediğiniz durumlara sabretmedikçe, istediklerinize ulaşamazsınız. Arzu ettiğiniz şeyleri terketmedikçe, umduklarınıza erişemezsiniz.”

“Amellerin en üstünü nefsin istemediği şeylerdir. Bu da Allahın haram kıldığı, yasak ettiği şeyleri yapmamak için sabır göstermektir.”

“Sabrederek ferahlığı beklemek ibadettir.”

Büyüklerden birisi buyurdu ki: “Sana gelen bir musibete sabırsızlık göstermen, gelen o musibetten daha ağırdır. Sabırsız kimse, dünyada kendisini helak eder. ahirette ise ecrini kaybeder.”

İbn-i Mübarek buyurdu ki: “Musibet birdir. Sızlanıp yakınınca, iki olur. Birincisi, musibettir. İkincisi, sızlanma sonunda ecrin (sevabın) zayi olup gitmesidir. Bu ise en büyük musibettir.”

İnsan sabrettiği, kendini tuttuğu takdirde, Allah musibete büyük sevab vereceğini vad etmiştir. Allah, Kuran-ı keriminde mealen; “Ey iman edenler! (taata ve belaya) sabırla bir de namazla (Allahtan) yardım isteyin. Şüphesiz ki, Allah (ın yardımı) sabredenlerle, beraberdir. (yani sabredenleri koruyan ve onlara yardım edendir.)” (Bakara suresi: 153)

Enesden rivayet edilen hadiste, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Allaha, kulunun şu iki yudumundan daha sevimli gelen (bir şey) yoktur: Hilm ile yutulan öfke. Hazmedilen, içe atılan musibet. (İnsanın başına gelen musibete sabretmesi.)

Sonra şu iki damladan da, Allaha daha sevimlisi yoktur: Allah yolunda akan kan damlası. Gece karanlığında, secde halinde iken, akan gözyaşı. Sonra, bir kul şu iki adımdan başka, Allaha daha sevimli gelen bir adım atmamıştır: Farz olan namaza giden adım. Akraba ziyaretine atılan adım.”

Hasen-i Basri buyurdu ki: “Musa Allaha; “Ya Rabbi! Hasta ziyareti yapana ne ecir var?” diye sordu. Allah; “Onun günahını affeder, doğduğu zaman nasıl temiz ise öyle günahsız yaparım” buyurdu. Musa tekrar; “Ya, Rabbi! Ölüleri teşyi edene (vefatından kabre kadar hizmetini görüp uğurlayana) ne gibi ecir var?” diye sordu. Allah; “O vefat ettiği zaman, onun teşyi için melekleri gönderirim. Kabrine kadar onu uğurlayıp, sonra mahşere kadar götürürler” buyurdu. Musa tekrar sordu: “İbtilaya (bir belaya, bir musibete) uğrayan kimseye nasıl bir ecir var?” Allah; “Arşın gölgesinden başka gölgenin olmadığı bir günde, onu gölgemde gölgelendiririm” buyurdu.

Hazret-i Ali buyurdu ki: “Ey insanlar! Benden beş şeyi duyup ezberleyiniz. Bu olmazsa iki şey öğreniniz. Öğreniniz ama ezberleyip hatırınızda tutunuz. Uyanık olunuz dinleyiniz; herhangi birinizi, yalnız günahı korkutsun! Bir ümidi varsa, o da Rabbinden olsun! Bilmediği bir şeyi öğrenmek için, sizden hiç kimse utanmasın. Sonra, bilmediği bir şey kendine sorulduğu zaman; bilmiyorum demekten utanmasın. Biliniz ki, işleri yapmakta sabır, bedende baş gibidir. Baş bedenden ayrılınca, vücud boş olur. Sabır olmayınca işler bozulur.”

Ebül-Leys Semerkandi buyurdu ki: “Kul hayırlı kimselerin derecesine ancak, şiddet ve sıkıntılara sabırla ulaşır. Salih zatlar hastalık ve sıkıntı gelince, ferahlık duyarlardı. Çünkü bunu, günahlarına keffaret bilirlerdi.”

Said bin Cübeyrin, İbn-i Abbasdan rivayetinde, Resulallah efendimiz buyurdu ki: “Cennete ilk çağrılacak olanlar, öyle kimselerdir ki, darlıkta ve genişlikte Allaha hamd ederler.”

Ebül-Leys Semerkandi buyurdu ki: Anlatıldığına göre, Allah, dört kimseyi dört şey için delil sayar:

1- Zenginlere, Süleyman hüccet getirilir. Zengin; “Ya Rabbi! Zenginlik, beni sana ibadetten alıkoydu” der. O zaman Allah; “Sen, Süleymandan daha zengin değildin. Ama onu zenginliği ibadetinden alıkoymadı” buyurur.

2- Kölelere Yusuf örnek gösterilir. Köle; “Ya Rabbi! Ben köleyim. Bu kölelik, sana ibadete engel oldu” der. O zaman Allah; “Yusuf da köle oldu. Ama onu kölelik bana ibadet etmekten alıkoymadı” buyurur.

3- Fakirlere de Îsa örnek gösterilir. Fakir; “Ya Rabbi! İhtiyacım sana ibadetten beni geri bıraktı” der. O zaman Allah; “Sen mi daha çok muhtaçtın, yoksa Îsa mı? Îsanın fakirliği, onu bana ibadetten alıkoymadı” buyurur.

4- Hastalara da Eyyub örnek gösterilir. Hasta; “Ya Rabbi! Hastalık beni sana ibadet etmekten alıkoydu” der. O zaman Allah; “Ey kulum! Senin hastalığın mı zordu? Yoksa Eyyubun hastalığı mı? Onu, hastalığı bana ibadetten alıkoymadı” buyurur. Bu durumda Allah katında hiç kimsenin beyan edecek bir sözü kalmaz.

Ebud-Derda buyurdu ki: “İnsanlar fakirliği sevmezler, ama ben severim. Ölümü sevmezler, ama ben severim. Hastalığı sevmezler, ama ben severim. Hastalığı, günahlarıma keffaret bilirim. Rabbime kavuşmak sevinciyle de ölümü severim.”

İbn-i Abbasın rivayet ettiği hadiste Resulallah efendimiz “Üç şey vardır ki, kime verilirse dünya ve ahiret hayırları ona verilmiş olur. Bunlar; kazaya rıza, belaya sabır ve genişlikte duadır” buyurmuştur.

Salim bin Yesar şöyle bildirdi: “Bahreyne gittiğim zaman zengin bir zat beni misafir etti. Oğulları, kölesi ve çok malı vardı. Bununla beraber onu üzüntülü gördüm. Yanından ayrılırken; “Senin bir derdin mi var?” diye sordum. O da; “Evet. Eğer bir daha bu beldemize gelirsen yine evimizde misafir ederiz” dedi. Ama bir şey anlatmadı. Daha sonra onlara veda edip ayrıldım. Aradan uzun bir zaman geçti. Tekrar o memlekete gittim. Fakat kapılarında hiç kimseyi göremedim. Kapıyı çalıp izin istedim. Güler yüzle beni karşıladı. Halini sordum. Zenginliklerinin kalmadığını, evlatlarının öldüğünü, kölelerinin gittiklerini söyledi. Ben hayretle, şimdi öncekinden daha sevinçli olmasının sebebini sordum. O da; “Evet o zaman bolluk içindeydik. Fakat Allah, iyiliğimizin karşılığını dünyada veriyor diye korkuda idim. Şimdi malım, evladım, kölelerim gidince ümidim çoğaldı. Allah bana olan ihsanını, ikramını, hayrını ahirete bıraktı. Bunun için sevincim çoktur” dedi.”